Hakan Yurdanur

Kendi gerçeğine kendi elinde tuttuğu aynadan bakan, bunun gerektirdiği entelektüel birikimi pratik mücadele ile birleştiren değerli hocam Fikret Başkaya ile kapitalizm, ekoloji mücadelesi ve seçimler üzerine konuştuk. Sosyal kötülüklerin, ekolojik felaketlerin ve beraberinde gelen yozlaşmaların kökeni üzerine söyleştik.
Fikret Başkaya “Aslında kentlerin girişine, caddelerin, sokakların, büyük binaların ön cephesine ‘Ya kapitalizm ya ölüm!’ pankartı asmak iyi bir fikir olabilir” diyerek içinde bulunduğumuz sürecin önemini vurguladı.
İyi okumalar…
Değerli hocam, önemli çalışmanız İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım’ı, “Bütün mesele güçsüzün gücü ile güçlünün güçsüzlüğü arasındaki çelişkinin aşılmasına bağlı” sözleri ile bitiriyorsunuz. Bunu biraz açmanız mümkün mü?
Kapitalist toplum, derin sınıfsal ayrışma demek. Dar bir mülk sahibi azınlık, oligarşi, ülke kaynaklarına el koyuyor. Üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum edilmiş, proleterleştirilmiş geniş toplum kesimlerini sömürüyor, baskı altına alıyor. Bu eşitsiz durum da devlet terörü, baskı ve ideolojik kölelik sayesinde mümkün oluyor. Esasen sömürü düzeninin sürüp gitmesi asıl ideolojik kölelik sayesinde mümkün oluyor. Şeylerin seyrini değiştirmek de ideolojik kölelikten kurtulmadan mümkün değil. Farkında oldukları sürece ‘asıl güç’ ezenler tarafında değil, ezilenler tarafında… Zira ideolojik kölelik son bulduğu anda karşı taraf, ezenler ve sömürenler tarafı hiçbir şeydir… Bütün mesele geniş kitlelerin, güçlerinin bilincinde olup olmamalarıyla ilgilidir. Aslında insanlık ve uygarlık kritik bir kavşağa ulaşmışken, Büyük İnsanlığın hayatî misyonunun gereğini yapması son derecede büyük önem taşıyor. Zira kapitalizmin insanlığın ve uygarlığın hesabını görmesi için artık fazla zaman gerekmiyor. Eğer Büyük İnsanlık vakitlice duruma müdahale edemez ise geriye kurtarılacak bir şey kalmayacak.
Hocam ben, ekoloji mücadelesi ile çevre hareketleri arasında ayrım yapılması gerektiğine inanıyorum. Aralarında kapitalizmin radikal eleştirisi ve sınıf çelişkilerini gündeme alıp almamak gibi önemli bir fark bulunmakta. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Ekolojik mücadelenin adına layık olabilmesi için, radikal olarak kapitalizmi aşma perspektifine sahip olması gerekiyor… Aksi halde yapılanlar seyirciyi oyalamanın ötesine geçemez. Çevre hareketleri kapitalizmi sorun etmeden, kapitalizm dahilinde sorunların çözülebileceği saçma anlayışıyla malûller. Bu, sorunun kaynağına inmeden sonuçlarını sorun etmektir ki oradan bir şeyler çıkması mümkün değildir. Bu iş, ‘ormanlarımızı koruyalım’ demekle olacak bir şey değil… Oysa ormanları kim neden yok ediyor sorusunu sorarak işe girişmek gerekiyor. Aslında apolitik çevre hareketleri bırakın ekolojik yıkımı durdurmayı, yıkımı meşrulaştırıyorlar. Bir şeyler yapılıyor izlemini yaratarak… Oysa ikircikli olmayan, radikal bir perspektif yokluğunda işlerin daha da sarpa sarması kaçınılmazdır. Bu hareketlerin teşhir ve mahkûm edilmesi gerekiyor.
Deprem, sel gibi büyük yıkımları sadece doğal afet üzerinden mi değerlendirmeliyiz? Yoksa bunlar aynı zamanda sermaye yapımı felaketler midir?
Kapitalizm insana ve doğaya zarar vermeden yol alamıyor. Her ileri aşaması daha çok sosyal kötülük (işsizlik, yoksulluk, sefalet, aşağılanma…) ve ekolojik yıkım demek. Orada insan yaşamına dair kaygılara yer yoktur. Afetler, bilinen ve beklenen doğa olayları veya pandemiler gibi insan kaynaklı şeyler… Fakat ‘kaza’ kelimesinin de artık nüanse edilme zamanı gelmiş olmalıdır… Mesela Akkuyu Nükleer Santralı’nı alalım; deprem bölgesine inşa edildi, deprem bir olasılık, gerçekleşirse sonuçları da malûm… Deprem olacağı biliniyor ama depreme uygun konut yapılmıyor. Derelere konut inşa ediliyor. Sel alıp-götürdüğünde ‘eyvah, afet oldu’ mu denecek? Bütün mesele; ne yapılıyorsa ne üretiliyorsa kâr için yapılıyor… Başkaca hiçbir etik kaygı söz konusu değil. Büyük Depremde neden 60-70 bin insan enkaz altında kaldı? Kapitalistlerin aşırı kâr hırsı yüzünden… Buna afet deyip geçmek insanlarla alay etmektir, insan aklını yok saymaktır. İyi de bütün bu kepazelikleri neden yaşıyoruz? İdeolojik kölelik yüzünden…
Siyasi partiler (örgütler / dernekler) çoğunlukla ekoloji mücadelesinin gerisinden gelmekteler. Durum böyle olunca da ya mücadeleyi kendi araçları ile kontrol altına almaya çalışıyorlar ya da ondan uzaklaşıyorlar. Siyasi partilerin ekoloji mücadelesine bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere ‘müesses nizamın’ siyasi partilerinin ajandasında ekoloji diye bir şey yok. Onların, bu aracın bu rotada yol almaya devam edeceğine inançları tam… Mesela bizdeki Çevre Bakanlığı’nı alalım: En büyük çevre tahribatının faili olan bir kurum… Yangına körükle gidiyor, insanlık suçu işliyor. Aslında siyasi partilerin tamamına yakınının bu aracın bu rotada ilerleyeceğine dair inançları tam… Ayaklarının altındaki zeminin çökmekte olduğundan habersizler. Doğrusu geri kalanın da soruna gerektiği gibi yaklaştığını söylemek mümkün değil.
Bir yazınızda “insanlar seçimlerde daha iyiyi değil, daha az kötüyü (kötünün iyisini) seçmek zorunda kalıyorlar” demiştiniz. Bu seçimler için değişen bir şeyler var mı?
Aslında “Garp cephesinde yeni bir şey yok” ama önceki durumdan farklı olan bir şey var. İktidardaki AKP bildik bir siyasi parti değil, Türkiye’yi bir İslam Emirliği yapmak gibi bir hedefi var. Bu dinci-ırkçı-faşist tırmanışı mutlaka durdurmak gerekiyor. Aksi halde iş daha da zora girecek. Tabii muhalefet de sınırlı istisnalar dışında ‘müesses nizamın’ muhalefeti… Dolayısıyla yapabilecekleri şeyler sınırlı… ‘Muasır medeniyet seviyesini yakalama’ kaygıları var. Oysa iki şey: Birincisi ‘muasır medeniyet seviyesini yakalamak’ mümkün değildir. Ve ikincisi, gerekli de değildir. İnsanlığı ve uygarlığı yok olmanın eşiğine taşımış, kapitalist, kolonyalist, emperyalist, ırkçı Batı’nın nesi sizi cezbediyor denmeyecek midir? Hâlâ kapitalizm dahilinde işlerin yoluna gireceği yanılsaması içindeler. Oysa acilen radikal bir paradigma değişikliğine ihtiyaç var.
Sizin sözlerinizle sormam gerekirse; köprüden önceki son çıkışa varmak üzereyiz. Vakitlice bir şeyler yapılmaz ise geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak. Sizce acil olarak neler yapılmalı?
Bir kere ‘bindiğimiz’ aracın nereye doğru yol aldığını sorun etmek gerekiyor. Ortalama insan aracın niteliği ve rotası hakkında bilgi sahibi değil ama doğrusu yeterince merak da etmiyor. Oysa kapitalizmin peydahladığı kötülüklerle her an yüzleşmek zorunda… Aslında kentlerin girişine, caddelerin, sokakların başına, yüksek binaların ön cephesine büyük harflerle: ‘Ya kapitalizm ya ölüm, ya kapitalizm ya yok oluş’ pankartını asmak iyi bir fikir olabilir…
Bu değerli sohbet için çok teşekkür ederim hocam. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben de teşekkür ediyorum… Dostlukla…
*GazeteKarınca