Cumartesi , 23 Eylül 2023

*İslamofobi ve İslamofaşizm

Yaşar Ayaşlı

Cihatçı ya da siyasi İslamcı faşizm, aralarında bazı farklar olmasına, kendi coğrafyasının ve kültürünün damgasını taşımasına karşın, Batılıların “Ruhban faşizmi” dedikleri dinsel faşizme tekabül eder. Hıristiyanlık gibi İslam da homojen değildir. Doğduğu haliyle donup kalmamış, çağdan çağa değişmiş, çeşitlenerek farklı biçimler almıştır

İslamofobi ve İslamofaşizm

Dinsel bir dille propaganda yapan, yakın ve uzak hedeflerini İslami jargonla açıklayan (cihat, halifelik vb.) köktendinciler ve terör yerine seçimi ikame eden siyasi İslam, aşırı sağın neresindedir? İslam’ın tarihsel geçmişiyle ve günümüz faşizmiyle bir ilişkisi var mıdır? Bunlar Marksistler ile emperyalist/liberal/ulusalcı tarih yazımı ve ana akım siyaset erbabı arasındaki ayrılık ve tartışma konularıdır.

Yirmi birinci yüzyıla damgasını vuran El-Kaide, IŞİD, El-Nusra, Boko Haram gibi uluslararası İslamcı hareketler, dini siyaset aracı olarak kullanan çağdaş İslamcılığın en uç kutbunu oluştururlar. Şok yaratacak terör eylemleri, antikomünizmleri, demokrasi karşıtlıkları, kadın düşmanlıkları, radikal Sünnî şovenizmleri, umutsuz küçük burjuvalara ve lümpenlere dayanmaları, solun yenilgisinin üzerine yatmaları, Yahudi düşmanlıkları, “altın çağ” nostaljisi, lider kültü ve totaliter ütopyaları, “İslam devrimi” ve “üçüncü yol” iddiaları, yirmi birinci yüzyıl faşizm ailesine dahil olduklarını gösteren belirtiler olarak okunabilir.  Aynı motivasyonla hareket eden fakat kendilerini seçimle meşrulaştıran örtülü bazı siyasi İslamcı hareket ve rejimler de bu kategoriye dahildir. Burada enteresan olan siyasi İslamı palazlandıran ve El-Kaide’yi eğitip donatan, besleyip büyüten gücün ABD emperyalizmi olmasıdır.

Cihatçı diye de anılan bu örgütlere, önceki ve şimdiki yüzyılın analistleri gibi, örneğin R. Paxto, İslam fundemantalizmi deyip geçmek açık ve net bir tutum olmaz. O zaman hem tarihsel faşizmle ortak yanları hem de ortaya çıktığı sosyal bağlamdan ve İslam dininin özelliklerinden kaynaklı, ayrıksı, kendilerine özgü yönleri görmezden gelinmiş olur. Doğrusu, iki dünya savaşı arasındaki dinsel faşizm türünün zamanımızdaki özgün bir tecessümü olarak değerlendirilmesidir.

Siyasi İslamcı yazarlar ısrarla İslam’ın faşizmle bağdaşmadığını söylüyorlar. Eğer öyleyse, sonrakilerden vazgeçtik, 1920-1945 arasında Orta Doğu’da Nazizm’i savunan İslamcı örgütler neyin nesiydi? 1941’de Berlin’e davet edilen Kudüs Müftüsü Emin el Hüseynî, Hitler’le görüşmekle kalmayıp Balkan ülkelerinde Naziler adına çalışacak ve Müslümanlardan oluşan bir tümenle Sovyet topraklarının işgaline katkı yapacak kadar sıkı faşist bir din adamıydı. Emperyalist hırsları için ırkçılığını geçici olarak iptal eden Hitler, Balkanlar’da (Nazi işgaline karşı savaşan binlerce Müslüman da vardı tabii), Türkiye’de, Kafkasya’da, Kuzey Afrika’da ve Arap ülkelerinde Müslümanlarla daima iyi ilişkiler kurdu. “Yahudi Bolşevikler” tabiri, Doğu Cephesi ve Kırım Müslümanları arasında yankı buldu. Yine Hırvat faşist lider Ante Paveliç’in lideri olduğu Ustaşa, muhafazakar Müslümanlar tarafından desteklendi.

Bugün iktidarda olan büyük ortak dinci faşizm ile küçük ortak ırkçı “laik” faşizm, İkinci Dünya Savaşı öncesinde de omuz omuzaydılar; Yahudi ve komünist düşmanlığında birleşen Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Necip Fazıl, Said-i Nursi gibi ırkçı ve İslamcı sağcılar Nazi Almanya’sını hararetle desteklediler.

İslamofobi

Emperyalist Batı’ya gelince mayası Müslüman karşıtı nefret ve düşmanlıkla karılmıştır, üstelik bu yeni de değil, Orta Çağın başlarına kadar uzanan uzun bir hikayesi var. Gününüzde sömürgecilik dönemine özgü oryantalist fikirlerin yerini, neoliberalizmin kriziyle bağlantılı İslamofobik görüşler almıştır. ”Biz” laik ve demokratız, “onlar” geri, ilkel ve antidemokrat kibri rakının şişede durduğu gibi durmamış, habire düşmanlık ve kültürel ırkçılık üretmiştir. “Hıristiyan, laik, medeni ve demokratik Batı” ile “geriliğe ve şiddet üretmeye yazgılı antidemokratik Doğu (“Müslüman dünyası”) arasındaki ayrıma dayandırılan “medeniyetler çatışması” tezi bu tema üzerine kuruludur.

Bu tez tam ifadesini 11 Eylül 2001’den itibaren hızla tırmanarak emperyalist-faşist siyasetin merkezine yerleşen, İslam dinine, dolayısıyla Müslümanlara karşı nefret, önyargı, ayrımcılık ve düşmanlık demek olan İslamofobi’de buldu. İslamiyetin ve Müslümanların korku objesine çevrilmesi; Batı ve Doğu’daki   Müslüman halkların Beyaz üstünlükçü önyargının, nefretin ve bağnazlığın boy hedefi haline gelmesiyle sonuçlandı. Bunun sonucunda eski antisemitik aşağılama, dışlama ve imhanın yerini İslamofobik olanı aldı.

İslamofobi, Hıristiyanlığı uygarlıkla özdeşleştirirken, İslamiyeti tarihi boyunca gerici, şiddet ve kötülük üreten bir ideoloji ve siyaset tarzı olarak resmeden icat edilmiş söylencelerin son halidir. ABD ve Avrupa’da yaşayan Müslüman azınlıkları, göçmenleri hedef alan, her bir ferdine potansiyel terörist muamelesi yapan, emperyalist politikalara ters düşen Müslüman ülkeleri düşman kategorisine yerleştiren yeni bir ırkçılık biçimidir.

İslamofaşizm

İslamofobi’yi takiben Batı siyasetinde popülarite kazanan bir başka kavram da İslamofaşizmdir. Marksistlerin sadece emperyalist söylemle değil, liberal ve ulusalcı solla arasına sınır çekmesi gereken asıl yer burasıdır.

Batı akademyasının gerici profesörleri hiçbir dönemlendirme ve ayrım yapmadan İslamcılığı faşizmin ve komünizmin mirasını devam ettiren 21. yüzyılın totaliterliği olarak tanımlıyorlar. Örneğin İslamofaşizmi dinsel ve laik kanatları olan iki başlı bir düşman olarak tarif eden Neo-con Norman Podhoretz, yenilmesinin Nazi Almanya’sından ve Sovyetler Birliği’nden daha zor olduğu kanaatindedir. Fukuyama’ya göreyse mesele akla kara kadar sarihtir: İslamofaşizmi reddetmek Batı’yı, Batı’yı reddetmekse Bin Ladin’i seçmektir.

Sadece emperyalist politikacılar, liberal ve faşist gazeteciler tarafından değil, Batı solunun bir kısmı tarafından da sıklıkla kullanılan İslamofaşizm tabiri karşısında tutumumuzun ne olacağı, Marksist analizde yeri olup olmayacağı sorusunun cevabı, emperyalizme ve her renkten faşizme karşı mücadeleyi yakından ilgilendiren hassas bir konudur.

“İslamofaşizm” terimi Yahudi kökenli Marksist tarihçi Maxime Rodinson’a mal edilse de, ondan önce 1933’te Pakistanlı Muhammed İkbale karşı Akhtar Ḥuseyin Rafi’nin, 1960’larda muhataplarını şeytanlaştırmak isteyen Arap gazetecilerin kullandıkları biliniyor. Batı söyleminde başatlık kazanması, New York’un göbeğindeki İkiz Kuleleri bombalayan radikal İslam’ın meydan okuması karşısında, Amerikan karşı saldırısında milat sayılan 11 Eylül 2001’den sonra olmuştur. Popülerlik kazanmasında, Amerikalı gazeteci Christopher Hitchens ve neocon Eliot Cohen’un önemli payı vardır. “İslamofaşizm” kavramıyla, tarihsel İslam’ın ve İslamofaşizm’in aynı paranteze alınmasına itiraz edenlere, Hitchens’ten Robert Wistrich’e kadar bütün liberal/neo-con yazar, eleştirmen ve akademisyenler bizzat İslam dininin faşist olduğu yanıtını vermişlerdir. ABD Başkanı George W. Bush’a göre İslamcılar “Yirminci yüzyılın Nazilerinin, faşistlerinin, komünistlerinin ve diğer totaliter güçlerinin” varisleridir. 2001’den sonra Batı’da yaşayan, Batı’yı hedef alan radikal İslamcı örgütleri; ABD’nin hedef tahtasındaki Ahmedinejad,  Kaddafi, Saddam ve Esat’ı şeytanlaştırmak ve bu ülkelerde yapacakları operasyonlara haklılık kazandırmak için yoğun şekilde kullanılmıştır.

Başta da söylediğimiz üzere IŞİD gibi cihatçıların ve Türkiye gibi siyasi İslamcı rejimlerin faşist özellikler taşıdıkları ve buna uygun bir diktatörlük inşa etmeye çalıştıkları doğrudur. Bu bakımdan “İslamofaşizm” denmesinde, belirli bir kesim ve bağlamla ilişkili olarak haklılık payı yok değildir. Ancak, emperyalist, gerici ve faşist akımlarla araya mesafe koymadığı, somut analizin yerine toptancılığı ikame ettiği için kullanılmaması daha doğrudur.

Batı aşırı sağının ve merkezi siyasetçilerinin İslamofaşizmi, İslamofobi’yi tamamlayan bir propaganda terimi olarak kullandıklarını unutmamak gerekiyor. İslam ve İslamcılık ve onun türevleri ile faşizm arasına eşit işareti konması, yalnız bütünsel gerçeği yansıtmadığı için değil, emperyalistlerle işbirliği yapmayan, karşısında duran bütün Müslümanları, “Onlar” olarak işaretleyip düşman safında gösterdiği için de kabul edilemez. Soyut bir sekülarizm ve liberal demokrasi bakış açısına hapsolmanın sonu, radikal İslam’a yönelik ABD ve Batı operasyonlarını alkışlamaya varır. Bu perspektifle gerek Avrupa ve ABD de yaygın kültürel ırkçılığa karşı, gerekse siyasi İslamcılar tarafından savunma adına getirilen nostaljik İslam şovenizmine karşı etkili bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Eğer siyasi İslamcılara, ırkçı emperyalist Batı’ya karşı Müslüman halkların koruyucusu ve kollayıcısı, antiemperyalizmin bayraktarı pozu takınma fırsatı vermeyeceksek, doğru mevzide durmalı, ikisinden birinin cephane tedarikçisi durumuna düşmemeliyiz.

Gerçekten de “İslam”, “İslamcılık”, “siyasi İslam” ve radikal İslam bir ve aynı mıdır? İslamofobik iddia ne kadar doğrudur?

Emperyalizmin siyasi temsilcilerinin ve Marksizm dışı akımların körükledikleri İslamofobi’nin akıntısına kapılmamanın tek yolu, materyalist tarih anlayışına sadık kalarak özcü idealist yorumlara karşı çıkmaktır. İslam, İslamcılık ve siyasi İslam ortak yanları olan, fakat ortaya çıkışları farklı tarihsel aşamalara dayandığından başkalaşıma uğramış ideolojik ve siyasi oluşumlardır. Bu ayrımı yapmayıp, şiddet, cihat, halifelik gibi olguları bağlamından kopararak faşizmin köklerini Kuran’da ve siyasi İslamcılık öncesinde aramak, faşizmi tarihsel-toplumsal diyalektiğe değil, kendi iradesini ve uydurma teorilerini başkalarına empoze etmeye çalışan emperyalistlerin dediklerine göre yorumlamak demektir.

Şiddetin İslam dininin kurucu ögesi olduğu, din olarak de­mokrasi ve laiklikle bağdaşmadığı, bunun kaçınılmaz olarak “İslamofaşizm”e varacağı hakkındaki görüşler Batı manipülasyo­nudur. İslam’ın temel metinlerinde şiddet kullanmayı ve fetihçili­ği öven sayısız kanıt bulunabilir. Ama bu, 1400 yıl önce doğmuş İslamiyeti, bir 20. yüzyıl fenomeni olan faşizmle bir tutmayı haklı çıkarmaz. İslam 7., İslamcılık 18. ve 19. yüzyıllarda, siyasi İslam 1920’lerde, radikal/cihatçı İslamcılık ise 1990 sonrasında orta­ya çıktı. Dolayısıyla, her birinin bağlamları, şiddetle ilişkilenme tarzları, araçları ve stratejileri farklıdır. Kaldı ki, köktendincilik eş zamanlı olarak Hıristiyanlık (Protestan ve Katolik), Yahudilik ve Hinduizm’de de görülmüştür. (Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizm, Yordam Kitap, s. 259)

Dinsel faşizm

Cihatçı ya da siyasi İslamcı faşizm, aralarında bazı farklar olmasına, kendi coğrafyasının ve kültürünün damgasını taşımasına karşın, Batılıların “Ruhban faşizmi” dedikleri dinsel faşizme tekabül eder. Hıristiyanlık gibi İslam da homojen değildir. Doğduğu haliyle donup kalmamış, çağdan çağa değişmiş, çeşitlenerek farklı biçimler almıştır. İslam düşüncesindeki evrim ve ayrışmalar konumuzun dışında olmakla birlikte, İslam’ın tek bir yorumu olmadığını, günümüz Türkiye’sinde siyasi İslamdan başka yorumlar da bulunduğunu söylemekle yetinelim. Bu yorumlar muhafazakâr, reformist, Kemalist ya da ilerici tarzda olabilir: Süleyman Demirel, Yaşar Nuri Öztürk, Haydar Baş, Kürt özgürlük hareketiyle ittifak edenler, anti-kapitalist Müslümanlar gibi örneğin. Eğer bunlara bir ad verilecekse her birinin sınıfsal karakterleri, emperyalizm ve egemen sınıflarla ilişkileri, programları ve siyaset tarzları somut analize tabi tutulmalı ve ona göre davranılmalıdır.  Tarihsel ve zamandaş İslamcıların hepsi faşist değildir, toptan faşist ilan edenler Batılı gericiler, bağnaz ulusalcı laikçiler, Müslüman ülkelerdeki sınıf mücadelesini laiklikle irtica, Aydınlanma ile Orta Çağ karanlığı arasındaki ezeli ve ebedi mücadeleye indirgeyenlerdir.

İslamofaşizm teriminin en hararetli kullanımına ABD ve İsrail’de rastlanması manidardır. İsrail gericiliği etrafındaki düşman bildiği Arap ülkelerini bu terimle suçlarken, bu ülkelerin Hitler’in Yahudi karşıtı Holokost’u gibi, İsrail’i ve Yahudi halkını yok etmeye çalıştığı gerekçesine dayanıyor. Örneğin faşist Netanyahu, tarihin kendisine iki misyon yüklediğine inanıyor: Yahudi medeniyetini İslamofaşist tehlikeden kurtarmak ve Batı’yı bu doğrultuda seferber etmek.  En sadık müttefikleri olarak Viktor Orban, Marine Le Pen, Avusturyalı Heinz-Christian Strache gibi faşistleri ve ABD Yahudilerinin ezici çoğunluğunu görüyor.

Öyle ise hem Batılı devlet adamları ve aşırı sağ siyasetçilerle hem de siyasi İslamcılarla aynı ağzı kullanmaktan kaçınmalıyız.  Aksi tutum, Müslüman nüfusa sahip olup siyasi İslamın iktidarda olduğu bizimki gibi bir ülkede, yalnız emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin karşılıklı demagojilerine hizmet etmez, aynı zamanda dinin etkin olduğu ezilen kesimlere ulaşmamıza da engel olur.

Batı aleminde bugün “İslamofaşizm”in Kuran’da ve ilk İslam devletlerinde yeri olduğuna dair araştırma yapan sayısız yazar vardır. Şiddet, fetihçilik, cihatçılık, başka inançlara düşmanlık vb. üzerinden kaba paralellikler kurmak bilimsel bir yaklaşım değildir.[1] Faşizm Orta Çağda ortaya çıkmadı veya ona geri dönüş değildir. Emperyalizm çağı kapitalizminin ürünüdür.

Amerikalı eleştirmen Kata Pollitt, “İslamofaşizm”in yersiz kullanımı hakkında şöyle demekte haklı:

Dili kontrol ederseniz, tartışmayı da kontrol edersiniz. Terim ‘analitik’ görünebilir, ancak aslında duygusaldır ve içimize korku aşılamak ve daha az düşünmemizi sağlamak için tasarlanmıştır.

[1] “İslamofaşizm”i, İslam’ın temel kaynaklarına ve tarihine bağlayarak tanımlamak, tarihsel fenomenleri bağlamından koparan bir anakronizmdir. Bu doğruysa, aynı şey Hıristiyanlık için de geçerlidir. Batılı yazarlar Haçlı Seferlerini, Engizisyonu, Katoliklerle Protestanlar arasındaki savaşları neyle açıklayacaklardır?

*www.sendikaorg