Nazım Can
Tarım ve Hayvancılık Devrimi
Her tarihsel toplumsal olgu süreci gibi ilkel topluluk olgu süreci (veya ömrü) de kuruluş (paleolitik), olgunluk (mezolitik) ve çözülme (neolitik) aşamalarından geçmiştir. Daha önceki yazılarda, ilkel topluluk kuruluş (paleolitik) ve olgunluk (mezolitik) aşamalarını ana hatları ile ele alıp incelemiştik. Ama M.Ö. 9.700 yıllarından itibaren, son buzulların Kuzeye çekilmesi ile birlikte, Kadim Kurdistan’ın Ararat, Zagros ve Kuzey Mezopotamya topraklarında yaşayan ilkel topluluklar, ‘Neolitik Çözülme Aşamasından’ geçmeye başladılar. Bu sırada, ilkel topluluk neolitik çözülme aşaması, bağrında geliştirdiği köleci toplum süreci ‘Kuruluş Aşaması’ ile ÇAKIŞTI. Dolayısıyla (MÖ. 9.700-3 bin) 6.700 yıllık bu çakışma süresi boyunca; Araratlar, Zagroslar ve Kuzey Mezopotamya’dan hareketle, Orta ve Güney Mezopotamya’ya yayılan, tarım ve hayvancılık devrimine ait devrimci değişim dönüşüm tekniklerinin, nasıl proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikli ilkel topluluğu yoğurup işleyerek, ‘Kurd köleci Sımer (Sümer) uygarlığına’ taşıdığını tartışacağız.
Tartışmayı, üç alt başlık altında sürdüreceğiz:
Birincisi: ‘Ararat bölgesinde Ar, Ariler ile Ari Dil ve Kültür Havzasının Oluşumu, Dünyaya Dağılımı ve Kültür Havzası Merkezinde Gelişme Biçimleri’ başlığı altında olacaktır. Neden?
Çünkü AR, ARİ, ARARAT kavramlarının maddi alt yapısı, esas olarak Ararat’larda, ama Zagroslar ile Mezopotamya gerçekliğini de kapsayacak şekilde, ilkel topluluğa ait yukarı paleolitik ve mezolitik dönemlerde biçimlenmiştir. Aradan binlerce yıl geçtikten sonra bu biçimlenme gerçekliği, MS. 1840’lardan [[1]] itibaren arkeolojik kazılarda bulunan bulgu ve belgenin tahrifatı ile Alman, Fransız emperyalistleri ve özellikle kapitalist emperyalist British Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisi’nin (BASFO’nun), kendisine ait faşist “Ari üstün ırk” ajitasyon ve propagandası ile arkeolojik kazılarda bulunan, bulgu ve belgeyi karartıp saptırarak, kültürel soy kırıma malzemesi haline getirmiş olmasıdır.
İkincisi: ‘Ararat, Zagros ve Mezopotamya Bölgesinde Yaşayan Proto (ön, önsel) Arilerin Geliştirip Konuştuğu Bir Dil Var Mıydı? Varsa Bu Dilin Adı Neydi?’ başlığı altında olacaktır. Neden?
Çünkü bu sorular sorgulandığında, görülecektir ki MS. 1840’lardan itibaren sömürgeci, Alman, Fransız emperyalistleri ile özellikle kapitalist emperyalist BASFO tarafından, arkeolojik kazılarda bulunan bulgu ve belge ile dünya tarihi manipüle edilerek, dünya uygarlık tarihinin asıl gerçeği “anlaşılmaz” hale getirilmiştir. Onların esas çabası ve amacı, proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikli gerçeği sabote etmek, karartıp gündemden düşürmek ve çökertip kültürel soy kırıma uğratmaktır. Söz konusu emperyalist güçler, şimdiye kadar bu yönlü saldırıları ile uzun süreli tarihsel bir mesai harcarken “ne yazık ki kısmen başarılı” da oldular ve hala devam etmektedirler.
Üçüncüsü: ‘Neolitikten Köleci Uygarlığa Devrimci Geçiş Diyalektiği’ alt başlığı altında olacaktır. Neden?
Çünkü M.Ö. 9.700 ile MÖ. 3 bin yılları arasında 6,7oo yıl boyunca, İlkel topluluktan, köleci topluma geçişe öncülük eden topluluklar, proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikli topluluklardır. M.Ö. 9.700 yıllarından sonra bu insanların başlattığı ‘Tarım ve Hayvancılık Devrim’ gerçekliği, M.S. 1840’lardan itibaren, Fransız, Alman ve özellikle BASFO tarafından şirazesinden çıkarılmak üzere emperyalist kapitalist entegral sömürgecilerin manipülasyonlarına (hileli yönlendirme) maruz kalmıştır.
Oysa 6.700 yıllık ‘Tarım ve Hayvancılık Devrim Süreci’ teknikleri, Fırat ve Dicle nehir ve kolları boyunca Ararat, Zagroslar ve Kuzey Mezopotamya’dan, Orta ve Güney Mezopotamya topraklarına kadar yayıldı. Bu yayılmanın temel itici gücü, proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikli çoban ve çiftçileri arasındaki devrimci mücadele ile bu mücadelenin geliştirdiği ‘Sap-Saman diyalektiği’ ile işleyen sap-saman (sımer) endüstriydi. Onun için bu tarihsel mücadele hattında, Kadim Kurd topluluklarının, nasıl eğitilip işlenerek ilkel topluluktan, köleci toplum uygarlığına geçtiğini ele alıp tartışacağız.
Ararat bölgesinde Ar, Ariler ile Ari Dil ve Kültür Havzasının Oluşumu, Dünyaya Dağılımı ve Kültür Havzası Merkezinde Gelişme Biçimleri
M.Ö. 300 bin [[2]] ile 100 bin yılları arasında, genel olarak dünyaya yayılıp yaşayan insan türü Homonid (ön insan) Sapienstir. Homonid Sapiens, hem düşünme işlemi yapabilen hem de düşünme işlemini alete dönüştürüp kullanabilen insan türüdür. Dolayısıyla Homonid Sapiens, günümüz modern insanlığın ortak atasıdır.
Afrika’dan hareketle, M.Ö. 100 bin yıl ile M.Ö. 10 bin yılları arasındaki 90 bin yılda insanlığın Homonid Sapiens üzerinden, dünyaya yayılıp yerleşme biçimi, ana hatları ile şöyle gerçekleşmiştir:
1) Afrika’da kalıp, kıtaya dağılarak yerleşenler, bugünkü zencilerin atalarıdır.
2) Kuzey Doğu Afrika, Kuzey Afrika ve Kuzey Batı Afrika ile Arap yarım adası ve Doğu Akdeniz’e yerleşenler, Samiler olarak, bugünkü Arap ve İsraillilerin atalarıdır.
3) Çukurova’dan, Orta Anadolu’ya, oradan Güney Kafkasya ve Güney Hazar’a uzanan, İran Yaylası, Afganistan, Pakistan toprakları ile güneyden Kuzeye doğru 1500 km uzanan Zagros Dağları ile Güneydoğu Torosların kesiştiği dağlık Ararat [[3]]
Bölgesi ile Fırat’ın doğusundaki Mezopotamya topraklarında yaşayan insan toplulukları ise bugün hala bölgeye yerleşik kadim Kurdlerin atalarıdır.
4) Hindistan, Bangladeş, Pasifik adaları ve Avustralya’ya yerleşenler ise bugünkü Hindistan, Pasifik adaları ve Avustralya aborijinlerinin (yerlilerin) [[4]] atalarıdır.
5) Çin, Çin-Hindi, Japonya ve Kore’ye yerleşen ise bugünkü, yöre ülke insanlarının atalarıdır.
6) Eski Güney Ural-Altay, Orta Asya, Moğolistan topraklarına yerleşenler ise bugünkü, Türk-Moğolların atalarıdır.
7) Eski Sibirya, Kuzey Ural-Altay, Kuzey Kafkasya ötesi, Doğu Avrupa bozkırları ile Balkanlara yerleşenler ise bugünkü, Slav’ların atalarıdır.
8) Grek (Yunan) yarım adası ile kısmen Orta ve Batı Anadolu yarım adasına yerleşen eski Rum, Grek ve Helenler ise bugünkü Yunanlıların ortak atalarıdır.
9) İskandinavya, İngiltere adasına, Batı Avrupa’ya yerleşen Vikingler, Gotlar, Keltler, Romalılar, Cermenler ile onlardan da daha önce yerleşenler ise bugünkü İsveç, Norveç, İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan, Portekiz ve İspanyolların atalarıdır.
10) Güney ve Kuzey Amerika’ya yerleşen Mayalar ve İnkalar, Doğu Sibirya ve Kamçatka Yarım Adasından, Kuzey Amerika ile Latin Amerika’ya geçen eski Asya Homonid Sapienslerin devamıdır.
11) Aynı yoldan göç edip, Kuzey Amerika’ya yerleşen Kızılderililer ise bugünkü Orta Asyalı Türklerin bir koludur.
Yukarıdaki yerleşim yerlerinde, kayda değer farklılıklar yaratıp önemli tarihi değişimlere neden olan büyük çaplı göçler ise şunlardır:
(Birincisi), M.Ö. 60 bin ile 10 bin yılları arasındaki 50 bin yılda, buzulların Kuzey Yarımkürenin Kuzeyine çekilmesi ile bazı proto (ön) Zaza-Ari, avcı-toplayıcı topluluklar, farklı zamanlarda dalgalar halinde bir daha geri gelmemek üzere Ararat ve Zagros’lardan ayrıldılar. Bu avcılar, Kuzeye çekilen av hayvanlarının peşine takılan, onları takip ederek, iki koladan göç etmeye başladılar. Bunlardan bir kol, doğu yönünde Hindistan’a, diğeri ise Kafkasları aşıp Batı Avrupa’ya göç ettiler. [[5]] Bu göçler konusunda, “Londra’daki Doğu Tarihi Müzesinde Paleontolog olan Chris Stringer” batıya yönelen göçleri,şöyle ifade etmektedir: “Homo Sapiens’in yaklaşık 42 bin yıl önce Aurignacian (Arinasyen .ncan) ile ilişkili olduğu kanıtlanmış olan yayılımından önce Avrupa’ya birkaç erken yayılımın olduğuna dair kanıtlar bir süredir biliniyor” [[6]] (altını ben çizdim-abç), (parantezler bana aittir-pba) diyor. Aynı konuda Alâeddin Şenel ise “Aurignasyan (Arinasyen .ncan) kültürün (zamanımızdan önce) ZÖ. 32-26 bin yıllarlı arasında Yakındoğu’da (proto Zaza-Ari toprakları, Ararat ve Zagros’lardan) gelişmiştir” diyor. Ayrıca aynı şekilde diyebiliriz ki, Magdaleniyan (Madi/Medi) kültür sahipleri de proto Kurdistan’ınbir unsuru olarak, Zağros’lardan Avrupa’ya göç etmişler. [[7]] (abç), (pba).
(İkincisi), MS 350-800 yılları arasında, Orta Asya’daki kuraklıktan dolayı Batı Avrupa’ya göç eden Batı Hun Türklerinin gerçekleştirdiği “Kavimler Göçüdür”. Bu göçlerin baskısıyla, Almanya’daki Anglolar-Sakson kavimler, İngiliz Adasına göç etmek zorunda kaldılar. Bu göçlerden dolayı, İngiliz adasında buluşan Hıristiyan-Protestan-Püriten mezhepli Britishler ile Anglosakson ve Siyonist tefecilerin (Finansçıların) [[8]] buluşmasından, British Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisinin (BASFO’nun) tarihi temeli atılmıştır.
(Üçüncüsü), MS. 1o71 yılında, Selçuklu Türk boylarının, İran yaylası üzerinden Anadolu’ya geçişleridir. Bu geçiş sırasında Kurdler, üzerlerindeki Arap baskısını hafifletip dengelemek için 10 bin Mervani (983-1085) askeri ile Malazgirt Savaşına katılıp, Türklerin Anadolu’ya geçişlerine yardımcı oldular.
(Dördüncüsü de), “1870 ile 1916 yılları arasında, üçte ikisi ABD’ye ve geri kalanı Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Arjantin ve Brezilya’ya göç eden 50 milyon insanın Avrupa’yı terk etmiş” [[9]] olmasıdır.
Yukarıdaki göçler ile Zencilerin köle ticareti dışında, dünya çapında, kayda değer başka bir göç olayı yoktur. Dolayısıyla MÖ. 100 bin yıllarından günümüze, Homonid Sapiense bağlı, dünyadaki insan yerleşim ve dağılım biçimleri nasıl oluştuysa o yerleşimler, aşağı yukarı hala aynen devam etmektedir.
Esas konumuza dönersek göreceğimiz gibi yukarıdaki Ari avcı-toplayıcı göçlerinden önce veya göçler sırasında, proto (ön) Zaza-Arilerin, merkezi bir parçası haline gelen Ararat ve Zagros bölgesinin yeryüzü tektoniği şöyle oluşmuştur:
Ararat bölgesi ve Zagros dağları, yer kabuğu kırıklarının birer parça olan İran Platosu, Arap Yarımadası, Doğu Akdeniz plakası ile Anadolu platosunun, kuzeye doğru tektonik hareketleri ile kafa kafaya gelip bir birini sıkıştırmasıyla oluşmuş dağlık bir alandır. Bu sıkışma sonucu arazi, kırışıp yükselerek ARARAT ve ZAGROS dağları meydana gelmiştir. Dicle ve Fırat nehir ve kollarını besleyen sular, bu dağlık alanlara yağan yoğun kar ve yağmurlardır. Bu dağların oluşumu döneminde, bölgede yaşayan “insanlar, yerkabuğunun kırışması ile ortaya çıkan oldukça yüksek dağların belirişini görebildiler” [[10]] diyor Gordon Childe. Dolayısıyla bu kırışma ve yanardağ patlamaları döneminde, Ararat (Ar-ar-hat) kavramı, Proto Zaza-Arilerin dil fonetiğine uygun olarak geliştirdiği tek heceli kavramlarının birleşimi ile zamanla “h” harfi yutularak telaffuzdan çıkmış, kavram Ararat’a dönüşmüştür. Türkçesi, ‘ateş geldi’ demektir. Ararat ve Zagros dağları coğrafyası, sarp ve yüksek dağları ile kendini, bir lütuf olarak proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikli insanlara sunarken; aynı zamanda, insan yaşamı için tehlikeli olan iki türlü doğal afetin potansiyelini de “bağışlamıştır”.
Bunlardan biri, her an için yeni bir deprem üretebilen, hareketli kırık fay hatlarıdır. Bunlar, Kuzey Anadolu Fay Hattı, Doğu Anadolu Fay Hattı ile Orta Anadolu Fay hatlarıdır. İkincisi de Anadolu plakasının Ararat bölgesinde, magma basıncına karşı, lav püskürtmeler için zayıf kırışıklardan oluşan pek çok YANARDAĞ oluşumları meydana getirmiş olmasıdır. Bu nedenle Ararat bölgesi, hem büyük ve yaygın yanardağ patlamaları, hem de sürekli deprem sarsıntılarına maruz kalan kadim bir bölgedir.
Ararat bölgesindeki yanardağlar, genellikle Orta ve Güneydoğu Anadolu Toroslar Dağları ile Zagros Dağlarının kesişim noktası ve çevresinde oluşmuş yanardağlardır. Bunların başlıcalar şunlardır: Wan gölünün hemen Kuzeyinde bulunan Süphan Dağı, Bitlis’in Tatvan ilçesi yakınlarında bulunan Nemrut Dağı, 5165 metre devasa yüksekliği ile meşhur Ağrı ili yakınlarındaki Çiyayé Agıri veya Ağrı Dağıdır. Doğu Beyazıt ve Çaldıran arasında bulunan, büyük ve küçük Tendürek Dağları ile Amed’de bulunan Çiyayé Reş veya Karaca Dağdır. Orta Anadolu Torosları üzerinde bulunanlar ise Konya-Aksaray’da bulunan büyük, küçük Hasan Dağı ve Niğde’de bulunan Güllü Dağı ile Kayseri’de de bulunan Erciyes Dağıdır.
Şimdi, bir an için bu dönemde yanardağlar ile kaplı, Ararat bölgesinde yaşayan proto Zaza-Ari topluluklar ile tarihi ve tarihsel bir empati (duygudaşlık) kurmaya çalışalım:
Bir tarafta elimizde, toplayıcılıkta kullanılan, ‘bel ile manivella’ arası adına “MER” denen kaba, ilkel bir çubuk, taş balta, kama, keski, zıpkın, ok ve yay var; diğer taraftan bunlara uygun, avcı ve toplayıcı yaşam ve geçim için ancak yeten bilgi ve becerilerimiz var. Bu çetin ve zor doğal koşullara rağmen bölge insanları olarak, yanardağ patlamaları, deprem, don, hayvan saldırıları, kıtlık gibi doğal afetlerden oluşan, vahşi bir ekosistemde hem yem olmamaya çalışırken; hem de pek çok yanardağ patlamaları arasında, avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşayıp geçinmeye çalışıyoruz.
Öyle bir coğrafya ki, korkunç yanardağ patlamalarının arasında yükselen lav püskürtmelerini görüyoruz. Dehşetle gökyüzünü yalayan büyük orman yangınları ve korku ile sağa sola koşuşan hayvan çığlıkları, gürültülü kaçışlarını seyrediyoruz. Yüzlerce metre göğe yükselip kilometrelerce uzağa saçılan ateş topu kayaların yere düştüğünü, sel gibi sağa sola akan lavların, her bir yeri önüne katarak, yakıp yıkarak tarumar ettiğini görüyor, yer ve gök gürültüleri ve sarsıntıları arasında yaşamaya çalışıyoruz.
Ne düşünür, ne yapardık? Doğanın bu altüst oluşuna ne anlam biçerdik?
İşte bu felaketli ortamda yaşayan proto Zaza-Ariler, tüm zorluklara katlanmayı öğrenmiş, olanları kanıksayarak yaşamaya devam etmişler. Bu insanlar: Ararat (Orta, Doğu ve Güney doğu Anadolu) topraklarından, Orta ve Güney Zagros dağları, Güney Hazar Denizi dağları ve Mezopotamya ovaları arasında, göçler ile gidip gelerek avlanmaya çalışıp yaşamaya, zorlukların üstesinden gelmeye çalışmışlar. İşte bu insanlar için zorlu ve zorunlu yaşam biçimine yol açan, Güneşin bir parçası diye bildikleri bu ateşli yanardağ lavlarına AR, bölgeye ARARAT (Ar-Ar-Hat), kendilerine de ARİ demişler. [[11]] Demek ki, proto Zazaları Arileştiren, onların istek ve arzuları değil, yaşadıkları kadim coğrafyadır.
İşte bu nedenle, Ari dil ve kültür havzasının merkezi olan proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurdistan’da, ateşe Ar denmiştir. MÖ. 5 bin ile 2 bin yılların arasında yaşayan Kurd Sımeriler (Sümerler) de ateşe ‘AR’ demeye [[12]] devam etmişler. Binlerce yıl sonra günümüzde: Kurmanc Kurdler, ateşe “agır”, Zaza Kurdleri de ateşe “adır” demektedirler. Bu fark, proto Zazaca (Kırd/Kurmanc) konuşan Arilerin, doğal çevreye uyumlu etimolojik dil yapısı ve dilin fonetiğinden kaynaklanmaktadır.
Arkeologların bildirdiğine göre, “Sümer cins isimlerin çoğu tek heceli sözcüklerden” [[13]] oluşmuştur.
Proto (ön) Zaza-Ari dilinde ‘AR’ kavramı şöyle gelişmiştir:
Yangınlarda veya yakacak olarak kullanılan meşe odununun sertliğinden dolayı yanarken, odun çatlaklarından boşalan su neminin buharlaşırken çıkardığı “dır ve gır” sesinin, “Ar” kavramına eklenmesinden meydana gelmiştir. Ari öncesi proto Zaza Arilerin, bu nüans fark ile ateşe “ardır ve argır” denmiştir. Ama zamanla “ardır ve argır” kavramlarındaki “r” harfi yutulur bir biçimde, menfi fonetik telaffuza uğrayıp kaybolmuş. Onun yerini, “adır ve agır” kavramları almıştır. İşte bu maddi gerçeklik temelinde proto Zaza Ariler, kadim Kurdistan’ın Ararat bölgesine mukim ve orada yaşayan ateşperest [[14]] insanlar olarak “Güneşin ve Ateşin Çocukları” olarak otantik Ariler olup çıkmışlar.
Aradan binlerce yıl geçtikten sonra, MÖ. 1200 yıllarından itibaren de Kurdler, bakmışlar ki, öyle bilip kutsadıkları gibi ateşin bir hükmü, yaptırım gücü yokmuş. Böylece Kurdler, Asur zulmüne karşı “Newroz Mitolojisi” geliştirmişler. Bu mitolojiye göre, son iki tarihsel kimlikleri ile ateşe tapan kadim Aryen-Kurdler, mitolojik Asur Kralı Dehaq’ın zulmüne karşı, mitolojik demirci Kawa önderliğinde isyan bayrağı çekmişler. Bu dönemdeki Aryen-Kurdler, eski iş ve geçim aletlerine ek olarak demirden karasaban, kılıç kalkan, savaş arabaları, çobanlık, çiftçilik gibi iş ve işlemi devam ettirerek, daha iyi bir yaşam ve geçim koşullarına sahip olmuşlar. Bu iş, işlem ve geçim araçlarına uygun olarak artan bilgi birikimi, dünya görüşü, geçim için gelişen özgüven duyguları ile proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd tarihsel kimlikleri ile Kurdistanlılar, eski hallerini aşmışlar. Bir zamanlar kutsadıkları ateşi, mitolojik Dehaq “şahsında” Asur zulmünü telin ve protesto edip küçümseyerek, Newroz Bayramı kutlamalarında, ateşin üstünden atlamaya başlamışlar. Ne adına? İyi niyet tutup, kazandıkları ve kazanacakları zaferler adına!
Fazla uzaklaşmadan Ari göçlerine dönüp devam edelim:
Daha önce de kısaca değindiğimizi biraz daha açarsak şunu söyliyebiliriz: yaklaşık M.Ö. 10 bin yıllarından önce farklı dönemlerde, son buzulların Ararat (Arhat) bölgesinden Kuzeye doğru çekildi. Bu çekilmeler ile birlikte bizon, ren geyiği, kılıç dişli kaplan, tüylü mamut (fil) gibi çeşitli av hayvanları ve vahşi sığır türleri de çekilen buzulları takip edip gittiler. [[15]] Böylece takım halinde avlanan Proto Zaza-Ari avcı aile ve klan toplulukları da bir daha geri gelmemek üzere, bu av hayvanlarının peşine takılıp, onları takip ederek, iki koldan yurtlarından göç etmeye başladılar. Birinci kol, Güneyden Kafkasları aşıp Kuzeye doğru, Kuzey Karadeniz Rusya bozkırlarından geçerek, Ukrayna, Macaristan, Belarus ve Polonya üzerinden Batı Avrupa, İngiliz ve İskandinavya adaları ve yarım adasına varana kadar göç ettiler. İkinci koldan göç edenler ise av hayvanlarını takip ederek, Güney Hazar Denizi dağlarından, Afganistan’ın Hindi Kuş Dağlarına geçip, oradan da Pakistan’ın Keşmir bölgesi üzerinden, Kara Kurum dağlarını aşarak Hindistan’a vardılar.
İşte söz konusu edilip manipüle (hileli yönlendirme) edilerek “dillere pelesenk edilen” ve bir başı Batı Avrupa’da, diğer başı Hindistan-Arakan’da olan kadim Kurdistan merkezli meşhur Hint-Avrupa dil ve kültür havzası böyle oluşmuştur.
Peki, Ari olmadan önce ve sonrasında:
Ararat, Zagros ve Mezopotamya Bölgelerinde Yaşayan Proto Arilerin Geliştirip Konuştuğu Bir Dil Var Mıydı? Varsa Bu Dilin Adı Neydi?
Dünya, bu konuda ketumdur!
Dünya literatüründe (yazınında veya edebiyatında) böyle bir soru sorulmadığı gibi cevabı anlamına gelecek bir söylem ve sorgulama tazına yaklaşım da yoktur. Konuşulan dile, sadece “Arice” deyip geçmişler. O halde bir soru soralım: peki, daha Ariler ve Arilik yokken, yukarıda değindiğimiz yanardağ patlamalarında önce ve sırasında ATEŞİ, “ar” diye kavramlaştıran dil hangi dildir? Yöre insanı (Neanderthal+Homonid Sapiens diyelim) hangi dili geliştirip günlük yaşamında kullanmıştır. Bu dilin adı yok mudur? O dönem bölge insanı dilsiz miydi?
Cevap, tabi ki hayırdır!
Ari olmadan önce, Ari olacak insanların geliştirip konuştuğu dilin adı proto (ön, önsel) Zazacadır! Dolayısıyla “Arice” diye ifade edilip geçilen, esas dilin özgün adı Zazacadır. Anlayacağınız Zazaca: Hint Avrupa dil ve kültür havzasındaki bütün dillere olduğu gibi özellikle kadim Kurd diline ait lehçelerinin hepsine, etimolojik olarak, tarihsel temel ve gramer taslaklık teşkil etmiştir. Hepsi bu temel üzerinden farklılaşıp gelişmişlerdir. Bu nedenle Hint Avrupa dil ve kültür havzasının geçmişine temel teşkil eden “tek hecelilik” özelliği, “Sümer cins isimlerinin çoğu tek heceli sözcükler” [[16]] ile devam etmiş, etmektedir. Bu gerçeklik, Sımer (Sümer) dilinin, Arilerin konuştuğu proto (ön) Zazaca’nın bir alt versiyonu olduğunu da göstermektedir.
Mö. 3 bin yıllarından itibaren, Batı Avrupa ve Hindistan güzergâhına mukim Arilerin dışında, merkezde kalan proto Zazaca’dan ilk kez Ari-Koti-Aryen-Kurd dil ve lehçeleri ile onun versiyonları olan Sımerce, Elamca ve MÖ. 2000’nin başlarından itibaren [[17]] de diğer Kurdi dil ve lehçeler, farklı aşiretler temelinde ayrışarak, bu güne kadar devam ede gelmişler. Netice olarak günümüzde, Merkezi Kurdistan’a mükim, proto Zazaca’dan türeyip konuşulan dil ve lehçeler şunladır: Zazaki/Kırdki, Kurmanc, Soran, Goran (Kelhuri), Hevraman, Lori, Meddi, Keyani Axamedi (Axamedi Hanedanlığı için İsraillilerin kavram giydirmeleri ile “Parsınci” [[18]], Arapların giydirmeleri ile “Farisi”) Parti, Sasani ve en son biçimiyle Pehlevi dilidir. Tarihsel olarak geniş Kurdistan dil ve kültür havzasına Sanskritçe, Dari, Taliş, Belluci, Horasani ve Peştu dillerini de Proto Zaza-Ari dil ve kültür havzasında ifade etmek gerekir.
Etimolojik olarak proto Zazaca, “genellikle cins isimleri tek heceli olan” bir dildir. Temel özelliği, doğada var olan sesleri, hareketleri, olgu ve oluşumları, doğallıkları temelinde ele alan, DOĞAYI taklit edip kavramlaştırarak, tek heceden, çok heceli kelime türetme biçimlerine de yükselebilen üretken kadim bir dildir.
Örneğin, “Zaza” dilinin doğaya bağımlı mekanizması şöyle çalışır:
Proto Zaza Ari dili, doğal olarak her hangi bir yerden damlayan suyun, çıkardığı sese tabi olup, onu taklit ederek, mevcut su kütlesi ile su damlası arasında ilişkiden esinlenip gelişmiştir. Su kütlesinden koparak oluşan her bir damla, Zazalar için yeni bir oluşum anlamında yeni bir doğuştur. İşte bu hareket ile yeni oluşum ve ana kütlesinden ayrılma hareketine “za” (yeni doğum, yeni doğuş) denmiştir. Zazalar için bu kadarlık bir açıklama yetmez, aynı şeyin kendini tekrarlaması gerekir. Böylesi kendini tekrarlayan doğal hareketlere, anlam ve önem atfeden Zazalar, doğanın başka sesleri veya oluşumları ile de ilgilenmişler. Dolayısıyla kendini aynen tekrarlayan benzer biçimdeki, kurbağa veya kuş sesleri gibi ses, hareket, olgu ve oluşumları da “za+za” diye kavramlaştırmışlar. Örneğin: meyvelerin içindeki çekirdeklerin birbirine bezerliği, nehir ve dere kenarlarındaki benzer çakıl taşları, boncuk taneleri, insan ve hayvanların doğum yaparken, kendini tekrarlaması gibi olguların “oluş” hareketine “za”, kendini tekrarlayan benzer hareketlerine “zaza” denmiştir. Dolayısıyla Zazaca, “Za” kavramının kendini tekrarlaması ile yani za+za=nza olarak devam eden ve kendini aynen tekrarlayan doğal hareketlerin kavramlaşmasından meydana gelmiş kadim bir dildir.
SIMERCE-İNGİLİZCE sözlük, yukarıdaki doğal hareketleri kavramlaştıran Zaza’cayı ifade ederken, “Za” kavramı hakkında şunları yazmaktadır: “Za”, to make noise (benzeşen sesler çıkarmak), [occurs as the verb in compound with repititive, onomato poetic syllables, symbolizing a repeated monotous noise or motion). As well (ayrıca) “za”, precious Stone (benzeşen değerli taşlar), germstone (taşlar üzerindeki bakteriler), bead (tespih taneleri), hailstone (dolu taneleri), pit (kendini tekrarlayan ve benzeşen şeyler), Or (veya) “za”, a repeated monotonous noise (tekrarlanan moton-tek biçimli ve benzeşen sesler demektir). [[19]]
Ayrıca konuyu, pek çok doğal olay ve olgu ile açıklamak da mümkündür:
(1) Yeryüzü tektonik hareketlerini görüp, gözleyen proto Kurdistan’ın ilk Proto Zaza-Arileri; Güney Zagros’lardan, Kuzeye doğru Kafkasya’ya kadar uzanan, 1500 km uzunluğundaki sıra dağların, peş peşe alçalıp yükselerek oluşma hareketini görüp izleyerek, bu dağ silsilesinin oluşmasına “Za-gros” dağları demişler. Bu birleşik kavramdaki “za” kavramı yeni doğum, yeni oluş veya yeni var oluş anlamındadır. “gros” kavramı ise büyüme, yükselerek fazlaca büyümek anlamındadır. Günümüzde Zaza dili ve Kurmanca lehçelerinde de olduğu gibi zamanla “gros” [[20]] kavramı, “gırd” (büyük) kavramına dönüşmüştür. Böylelikle, Za + gros = Zagros kavramı türetilmiştir.
(2), Yine bu anlamda, ikinci dereceden kendini tekrarlayan, yakın akraba aile üyesi erkek çocuklarının doğumlarında, doğan çocuklara bırarza (erkek kardeş oğlu), warza (kız kardeş oğlu), dayza (amca oğlu), xalza (dayı oğlu), emza (hala oğlu), yaykza (teyze oğlu) gibi “za” son eki alması ile erkek egemen kültür tandanslı, türetilen doğal hareketlerin kavramlaşmış halidir.
(3) “Enzan, Erzan” gibi kavramlar iş, oluş ve olguların hep bezer var oluşları ve tekrarından bahsederek oluşmuştur. “Enzan” [[21]] insan demektir. İnsanların tür benzerliğine hükmeder. “Erzan”, alış verişte ucuz olan şeylerin el değiştirmesinin sürekliliği demektir.
(4) “Za” kavramını, kendine ön ek alan kavram türetmelerine diğer bir örnek de “zozan ve zuzan” kavramları ile gösterilebilir. “Za” kavramı, kendine ön ek olarak “zo ve zu” kavramı aldığında, “zoza ve zuza” olur. Bir yere, bir şeye ait olma anlamımdaki “n” harfi alınca, “zo+za+n= zozan ve zu+za+n=zuzan” olur. “Zozan ve zuzan” kavramlarının, Zaza ve Kumanca’daki anlamı, keçilerin otlarken yayıldığı yerlerde, çift doğum yaptıkları ve erken doğum yapılan yayla ve erken doğum yapan alan demektir. Dolayısıyla Zaza dili, “nza” kavramını temel alarak oluşmuş, proto ARİLERİN konuştuğu kadim tarih öncesi (prehistoric) bir dildir.
(5), Ayrıca Keyyani (henedanlık) Axamedi İmparatoru Dara’nın (Darius) “Béustun-Bihustun Yazıtlarında” pek çok halkın kralı olduğu gibi “Zazaların da Kralı” olduğunu belirtmesi gibi pek çok tarihi kanıt, belge ve bulgu da ortaya çıkmış veya çıkmayı beklemektedir. En önemlisi de 1840’lardan itibaren İngiliz ve Fransız arkeologlarının, proto Kurdistan ve Güney Mezopotamya’nın Sımer (Sümer) topraklarında yaptıkları arkeolojik kazılarda elde ettikleri ve “el koydukları” 500 bin kil tabletli bulgu ve belgenin [[22]] büyük bir kısmının hala tercüme edilmeyi beklemesidir.[[23]]
Neolitikten Köleci Uygarlığa Devrimci Geçiş Diyalektiği
MÖ. 9.700 yıllarında Ararat, Zagros dağları ve Mezopatamya’dan, hem Batıya hem de Doğuya göç eden Arilerden sonra, BÖLGEDE KALAN proto Zazaca konuşan Ari avcı ve toplayıcı toplulukları ise bölgedeki iklim değişimi ile önce uygun bir iyileşme dönemi yaşadılar. Daha sonra M.Ö. 8 bin ile 6 bin yıllarında gelişen döngüsel kuraklığın getirdiği zorluklar ile karşı karşıya kalıp, doğa koşulları ile çatışmaya girişerek, 6.700 yıl süren devrimci geçiş mücadelesi başlatmak zorunda kaldılar.
Bu dönemde, bölgedeki dağlara ve dağlar arasındaki ovalara yayılı yaşayıp, Zazaca konuşan Ari avcı ve toplayıcı toplulukları, döngüsel kuraklılıklara karşı savaşmak için dağların doruklarından Dicle, Fırat Nehirleri ve kollarındaki ova ve küçük sulak alanlara yakın durmaya ve yerleşmeye başladılar. Bu dönemde, daha önce geliştirilen bitki ve hayvan evcilleştirilme ve yetiştirme teknikleri, tedrici olarak Orta ve Güney Mezopotamya’ya, oradan da çevreye ve dünyaya doğru yayılıp gelişmeye başladı. Söz konusu dönemde Ararat, Zagros ve Mezopotamya bölgesi, bugünün Amerika’sı gibi ihtişamlı ve güçlü bir bölgeydi. [[24]] Bu nedenle kimi çevrelerin sandığı gibi Ararat, Zagros ve Mezopotamya bölgesi, “yolgeçen hanı değildi”. Sımer ‘Tarım ve Hayvancılık Devrimi’, öyle 3 yüz, 5 yüz veya bin yılda, “Rus bozkırlarından, Orta Asya’dan veya Batı Avrupa’dan gelen göçebe topluluklar ve veya “gökten inen Anunakiler” tarafından gerçekleştirilmedi. Sımer (Sümer) ‘Tarım ve Hayvancılık Devrimi’, 6.700 yıllık bir sürede, Arart ve Zagros’lardan başlayıp Mezopotamya’ya yayılarak başarılmış bir devrimdir.
Kurd-Sımer ‘Tarım ve Hayvancılık Devrimi’, M.Ö. 9.700 yıllarından itibaren başladı. Devrim, M.Ö. 9 bin yıllarında Şengal Şanider’de geliştirilen hayvan evcilleştirilmesi [[25]] ile M.Ö. 8.400 yıllarında da Ergani-Çayönü’nde evcilleştirilen “yabani buğdayın bildiğimiz ekmeklik buğday haline gelmesi için BİNLERCE (6.700 veya 5.400) yıl geçtikten” sonra, M.Ö 3 bin yılarında başarıya ulaşmıştır. [[26]] (abç), (pba)
Söz konusu bitki ve hayvan evcilleştirilmesi tekniklerinin, Mezopotamya’ya yayılmasının tarihsel gelişmesi şöyle gerçekleşmiştir:
İlkel topluk neolitik çözülme aşaması başlarında, köleci toplum kuruluşunu başlatan devrimci “geçiş aşaması, M.Ö. 10 binden az sonra (9.700’de) başlar, Yakındoğu’da (Kurdistan’da) ilk uygar toplumların görülmesiyle, MÖ. 3 bin dolaylarında (Güney Mezopotamya’nın Kurd Sımer Ülkesi Topraklarında) sona erer”. [[27]] (pba), (abç)
Dolayısıyla aradan geçen 6.700 yıl boyunca, kuraklıklar ile mücadele temelinde, proto Zazaca konuşan Ari-Koti-Aryen çiftçi ve çobanlar arasında, saman/sımer için uzun süreli birlik ve mücadele halinde ticari alışveriş, esas olarak da “çöreklenme” [[28]] diyebileceğimiz bir geçiş mücadelesi ve çatışma ile başladı. Kuzey Mezopotamya dağları ile Orta Batı Zağros dağlarının, sulak Orta ve Güneye Mezopotamya topraklarına girip çıkan akraba proto Zazaca konuşan Ari-Koti-Aryen çobanlar ile çiftçiler, zamanla yoğrulup pişerek, iş ve işlem öğrenip gelişerek, Aryen üst kimlikleri ile anılır oldular. Netice olarak, Proto Zazaca konuşan Ari-Koti-Aryen çoban ve çiftçiler, yeni üst kimlik ile devrimci tekniklerini ve dinamiklerini, Güney Mezopotamya’daki akraba topluluklara da “bulaştırarak”, M.Ö. 3 bin yıllarında, Kurd-Sımer (Sümer) ülkesi adı altında dünyanın ilk ‘Neolitik Tarım ve Hayvancılık Devrimini’ gerçekleştirmeyi başardılar.
Bu başarının temelinde yatan asıl gerçek, ilkel topluluktan hareketle 6.700 yılda, köleci toplumu geliştirip biçimlendiren, endüstriyel devrimci bir faaliyet olan ‘Sap-Saman (Kurdi Sap-Sımer) diyalektiği sürecidir’. Sap-Saman diyalektiği endüstrisi, doğanın geliştirdiği kuraklığa karşı, Anti-Tez’ini çoban ve çiftçilerin oluşturduğu uzlaşmaz devrimci diyalektik bir hareketti. Anti-Tez’i temsil eden çoban ve çiftçilerin, kendi arasında geliştirdiği mücadele biçimi ise esas olarak uyumlu ve uzlaşmacıydı. Ama “çöreklenme” ile kendi aralarındaki çatışma ile zaman zaman kısmi ve nispi olarak uyumsuz ve uzlaşmazcı da olabiliyor ve bu haliyle hamle olarak, devrimci değişim ve dönüşümün yolunu açıyordu.
Bu devrimci hareketin, tam manasıyla anlaşılabilmesi için ‘Neolitik Tarım ve Hayvancılık Devrimine’ geçmeden önce, tekrar da olsa, bu devrimi geliştiren diyalektik hareketin ana çatısı ve işleyişi hakkında, faydalı olur diye kısa bir özet vermek istiyorum. İstiyorum! Çünkü yeri gelmişken 4’lü diyalektik yönteme göre, mevcut bir toplumsal üretim biçimi sürecinden, yeni bir başka toplumsal üretim biçimi sürecine geçişte, diyalektik yöntemin ana çatısının (formunun) doğal olarak nasıl kurulup [[29]] işlemeye başladığını, bir kez daha göstermiş olalım:
(Birincisi), diyalektik hareket için değişim ve dönüşüme konu olan bir ‘olgunun’ var olması gerekir: konumuzla ilgili bu olgu, ‘İlkel Topluluktur’.
(İkincisi) ilkel topluluk olgusuna ait Temel Çelişkinin tespit edilmesi gerekir: Bu da Doğa ile Alet-Bilinç (aletli insan) arasındaki Çatışmadır (Do-AlbiÇa).
(Üçüncüsü) maddi ve manevi (maddenin kütlesizlik hali) bütün olgular, diyalektik yöntem tarzına tabi olarak çalışırken, bu temelde değişim ve dönüşüme uğrarlar. Dolayısıyla diğer bütün toplumsal üretim biçimlerine ait ‘Temel Çelişkilerde’ olduğu gibi ‘İlkel Topluluk Temel Çelişkisinde’ de 1 süreç, 2 üst diyalektik değişim aşaması, 3 alt diyalektik olgu değişim aşaması ve bu aşamalarda 4 diyalektik değişken öğe temel rol oynar.
Bunların: (Birincisi),İlkel topluluk sürecine ait Doğa ile Alet-Bilinç (aletli insan) arasındaki Çatışmada (Do-AlbiÇa) ifadesini bulan temel çelişki sürecidir.
(İkincisi), 2 üst diyalektik değişim aşamasıdır. Bunlardan biri, ‘pozitif diyalektik olgu aşamasıdır’. Diğeri, ‘negatif diyalektik olgu aşamasıdır’.
(Üçüncüsü), İlkel Topluluk Olgusunun içinden geçtiği, 3 alt diyalektik değişim aşamasıdır. Bu aşamalar şunlardır: her hangi bir olgunun kuruluş (ilkel topluluk için paleolitik), olgunluk (mezolitik), çözülme (neolitik)aşamalarıdır.
(Dördüncüsü), Diyalektik yönteme ait 4 değişken öğe ise şunlardır: Tez (ilkel topluluk için Doğa), A-Tez (alet-bilinç etkileşimli ilkel insan), Anti-Tez (bitki ve hayvan evcilleştirilmesi ile oluşan çiftçi ve çobanlardır) ve Sentezdir. Sentez: köleci toplum olgu sürecine ait kuruluş aşamasında, özel mülkiyet edinen köle sahipleri ile köle ve yabancıların, köleci toplum üretim biçimindeki birliği ve mücadelesidir.
Bunlardan ‘pozitif diyalektik olgu aşamasını’ biraz daha açarak, esas olarak ‘negatif diyalektik olgu aşamasına’ yoğunlaşıp tartışmaya devam edeceğiz.
Diğer bütün uygar toplumsal üretim biçimlerinde olduğu gibi ilkel topluluğa ait ‘Temel Çelişki’ de ilkel topluluk olgusunun ömrü veya süreci boyunca devam etmiştir. İlkel Topluluk olgusu, sürecini veya ömrünü, şu iki üst diyalektik aşamadan geçerek tüketmiştir:
‘Pozitif Diyalektik Olgu Aşaması’
Bu aşamada, ilkel topluluk olgu sürecine ait kuruluş (paleolitik), olgunluk (mezolotik) ve çözülme (neolitik) aşamalarının her üçü de peş peşe, ‘pozitif diyalektik olgu aşamasından’ geçerek biçimlenmişler. ‘Pozitif olgu diyalektiği’, olgusaldır. Olguyu var edip varlığını sürdürmeye çalışır.‘Pozitif olgu diyalektiği, ilkel topluluk kuruluş (paleolitik) aşaması ile olgunluk (mezolotik) aşamalarında, ağır aksak da olsa ilerici ve devrimci bir rol oynayarken, ilkel topluluk olgusunu kurup geliştirmişti. Ama aynı ‘pozitif olgu diyalektiği’, ilkel topluluk çözülme (neolitik) aşamasında, gelişen yeni ve devrimci köleci toplum ilişkilerine karşı, ilkel topluluğun varlığını korumaya direndiği için muhafazakâr ve gerici rol oynamıştı. Dolayısıyla ilkel topluluk olgusu, ‘pozitif diyalektik olgu aşamasında’ kendi varlığını korumak ve devam ettirebilmek için Doğa ile Aletli İlkel İnsan arasındaki birlik ve mücadele sürecinde, kuruluştan çözülmeye kadar hem ilerici bir dönem ve hem de gerici karakterli bir dönem gibi farklı iki mücadele biçimini esas alarak devam ettirmiştir. Bu dönemlerde, ‘Doğa ile Aletli İlkel İnsan arasındaki’, “uzlaşmaz çatışma” biçimleri var olmuş ise de geçici, nispi ve arızi olmuştur! Ama olmuştur! Bu nedenle ilkel topluluğun kuruluş ve olgunluk aşamaları, ağır aksak gelişerek toplam 2-3 milyon yıl sürmüştür.
Bu nedenle, ‘pozitif diyalektik olgu aşamasının’ farkında olmak son derece önem arz etmektedir. Çünkü Aristo’ya dayanan Hegelci ve Marksist 3’lü diyalektik yöntemde, ‘pozitif diyalektik olgu aşamasının’ öngörüsü, analizi ve tespiti yoktur. Olmadığı için Hegel ile Marks’ın, olgu ve oluşumların, kuruluş ve olgunlaşma diyalektiği inşaları -yani köleci, feodal, kapitalist ve sosyalizmin birinden diğerine geçişi hakkında, mevcut sistemi aşıp yeni sistemin kuruluşu- hakkında, nitelikli değişim dönüşüm sağlayabilen doğru, belli bir fikirleri de yoktur. Fikirleri olmayınca, mevcut olguyu aşan üretim araçlarının, diyalektik değişim ve dönüşümünü takip ederek, eski olguyu aşan yeni olguya ait devrimci öğeleri ve bu öğelere tekabül eden ekonomik, sınıfsal, sosyal ve siyasal gelişmeleri tespit etme öngörüleri de olmamıştır. Olmadığı için gelişen yeni olgunun kuruluşu hakkındaki gerçek diyalektik öğeleri göremediler. Göremedikleri için mevcut olguyu aşan üretim araçlarının yeni devrimci öğesini tespit edemediler. Edemedikler için onun yerine, “el yordamı ile” hatalı olarak mevcut olgunun AŞILAN A-Tez’lerini, yeni olgulara ait Anti-Tez sanıp (örneğin, feodal bey yerine köleyi, sosyalist emekçi yerine işçiyi koyup) toplumsal mücadeleyi onlarla sürdürdüler. Dolayısıyla öyle bir niyet ve düşünceleri olmadığı halde, sistem içi kalarak, mevcut kapitalist sistemde süre gelen insanlığın kümulatif ekonomik, sosyal ve siyasal mirasını, “kapitalistlere teslim ettiler”. Onun yerine, sadece siyasal iktidarı hedefleyen sistem içi sınıfsal “devrimci” şiddeti teorize ve terörize edip, günlük sürdürülmesi gereken devrimci demokratik sınıf mücadelesi anlayışını, şiddet ve illegalite ile “eşitleyerek”, toplumsal diyalektik süreci, sadece siyasal yıkımdan ibaret gören, teorik görüşler ileri sürdüler.
Oysa sanayi devriminden önce alet ve makineler, hareket etmek için insana bağımlıydılar. Bu bağımlılığa dair eksik bilgi birikimlerini gidermek için insanlar, kendi özel mülkiyet edinme biçimleri temelinde, yükselen siyasal sınıf mücadelelerini devrimci şiddet kullanarak tamamlamak zorundaydılar. Ama bu gelişmenin tam tersine, insanların alet ve makinelere bağımlı olmaya başladığı ‘Sanayi Devrimi’ ve sonrasında ise yeni üretim biçimini aşan üretim aletleri ve makinelerin ve onların yeni gelişen biçimlerinin geliştirdiği günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı, her türlü şiddet biçimini otomatik olarak ortadan kaldırmış ve gereksizleştirmişti. Çünkü doğa, toplum ve düşüncenin sonsuza doğru akışında, orta ve kısa vadede diyalektik hareket, engelli olmasına rağmen sürekli kendini aşma yönünde değişim dönüşüm ile uzun vadede sürekli ileriye doğru akmayı zorluyordu. Dolayısıyla bu diyalektik akış boyunca, gelişen yeterli bilgi birikimi -üretim aletleri ve makineler üzerinden süregelen biçimleri- ile insanlık, yeterli bilgi olgunluğuna eriştiği için devrimci şiddet kullanımı ve illegal örgütlenme pozisyonu, esas olarak gereksiz hale gelip devreden çıkmıştı. Bu gelişmenin farkında olmayan dönemin “sosyalistleri”, o gün de bugünde hala siyaset yapmak üzere, legal-illegal parti ikilemi örgütlenmelerinde sarmaş-dolaş, çıkışsız debelenip duruyorlar.
Kısacası Hegel ile Marks-Engels’in diyalektiğinde, her hangi bir olguya ait kuruluş diyalektiği veya ‘pozitif diyalektik olgu aşaması’ yoktur. Onlar toplumsal bir süreçte, sadece ‘negatif diyalektik olgu aşamasında’ siyasal sınıf mücadelesi şiddetini, “yersiz ve zamansız kutsayarak”, onun üzerinden yürüyerek dünyayı değiştirmeye çalıştılar. İçtenlikle mevcut olgunun “nitel diyalektik değişimini” teorik olarak hedefledikleri halde, yeni sistemin kuruluşu hakkında gerekli ve yeterli tespitleri olmadığı için sistemi aşıp dışına çıkamadılar. Reel Sosyalizm ile dönüp dolaşarak, sistem içinde üstlerine çöküp tarih oldular.
İlkel topluluğun kurulması ve olgunlaşması için daha önceki yazılarımızda ‘Doğa ile Alet-bilinç’ arasındaki birlik/uyum ve mücadelesine dair yeterli ve gerekli incelemeyi yapmıştık. Bu incelemeyi diyalektik yöntem açısından tamamlamak için kısa bir özetleme ile ilkel topluluk olgusunun kuruluş (paleolitik) ve olgunluk (mezolitik) aşamalarının, diyalektik öğelerinin pozisyonlarına temel teşkil edecek biçimde belirtip geçelim:
İlkel topluluğa ait ‘Pozitif diyalektik olgu aşamasının’ iki temel diyalektik değişken ve kurucu öğesi vardır. Bunlardan biri, ‘Tez olarak Doğadır. Diğeri ise A-Tez olarak Alet-bilinçtir’ (başka bir ifadeyle ilkel aletli insandır).
(TEZ): Yani İlkel Topluluğun Tezi, Doğadır:
[Doğası itibariyle ‘Tez’, her zaman bağımsız değişkendir].Do-AlbiÇa’nın, Kuruluş (paleolitik) ve Olgunluk (mezolitik) Aşamalarına ait ‘İlkel mülkiyet Sahipliği’ ve ‘İlkel Mülk Sahipliğinin’, ağır aksak oluşum ve dönüşüm biçimlerini, daha önce ana hatları ile yeterince tartışıp incelemiştik. İncelerken şu vurguyu yapmıştık: ilkel topluluk insanları, ilkel topluluk ‘Temel Çelişki’ sürecine ait kuruluş (Paleolitik) ve Olgunluk (mezolitik) Aşamaları boyunca, “üretimi bilmedikleri için doğaya bağımlı” kalmışlar. Dolayısıyla “İpler”, baskın bir biçimde “insanların iradelerinin değil, doğanın elinde” [[30]] kalmıştı. Böylece Do-AlbiÇa olgu süreci, farklı 3 aşamasından (kuruluş, olgunluk ve çözülme aşamalarından) geçerken, her zaman Tez, doğa olarak işlem görmeye devam etmişti. Çünkü doğa, insan iradesi dışında bir varlık ve insan iradesinden bağımsız bir biçimde akar. Böyle olunca, diğer bütün canlılar gibi insan da kendine özgü doğanın geliştirdiği ekolojik besin zincirinde doğaya bağımlı bir değişken olarak kalmıştı.
Bu arda, 4’lü diyalektik yöntem gereği, doğadaki bütün bağımlı değişkenler, A-Tez öğesi olmak zorundadır. A-Tez, Tez’e esas olarak uyumlu, onunla birlik ve mücadele içinde olguyu inşa eden ona yardımcı olan ve o da olgudan yararlanan ikincil tali bir öğedir. A-Tez’in oynadığı rol, tıpkı kapitalizmin kuruluşunda, işçi sınıfının kapitalist sınıfa “karşı”, ama “ücretli” olduğu için ona yardımcı rolde oynaması gibidir. Gereğini yerine getirmemiş olsa da Marks’ın dediği gibi “kapitalist işçiyi üretir ve işçi kapitalisti üretir”. [[31]] İnsan, ekolojik besin zincirinin doğal bir öğesi olarak, doğa yasalarına kendini uydurduğu veya onu lehine yönlendirebildiği ölçüde, doğal evrim (değişim-dönüşümü) tarafından seçilerek yaşamına devam edebilmiştir.
İşte bu gelişme temelinde, ilkel topluluk olgu süreci boyunca, var oluşundan M.Ö. 9.700 yıllara gelene kadar –ki bu aralık ilkel topluluk yaşamının % 98’ini kapsar- Engels’in, belirttiği gibi insan, “hayvanlar denli yoksul ve ancak onlar denli üretken”, [[32]] asalak, avcı-toplayıcı yaşam ve geçim biçimi ile doğanın ekolojik besin zincirine uyum sağlayıp ilkel topluluğun kuruluş (paleolitik) ve olgunluk (mezolitik) aşamalarından geçerek yaşamını devam ettirebilmiştir.
(A-TEZ), Yani İlkel Topluluğun A-Tezi, Alet-Bilinç Etkileşimi veya İlkel Aletli İnsandır:
[A-Tez, doğası itibariyle her zaman, Tez’ine bağımlı bir değişkendir].A-Tez, Tez’ine bağımlıdır. A-Tez, Tez’in yarattığı mecrada var olup (tıpkı işçi sınıfı gibi), ait olduğu olgudan faydalanarak, birlik ve mücadele halinde yaşamaya çalışan bir öğedir. Dolayısıyla A-Tez, söz konusu olgunun Tez’i tarafından biçimlendirilmiş ikincil bir öğedir. A-Tez, var olduğu sürecin kuruluş ve olgunluk aşamalarında devrimci ve ilerici; çözülme aşamasında ise Tez’i ile birlikte, mevcut sisteme bağlı varlıklarını korumak için muhafazakâr, tutucu ve gerici roldedir.
İlkel toplulukta A-Tez, Alet-bilinç (aletli insan) etkileşimi ile doğup biçimlenmiştir. Yaşayabilmek için A-Tez, kendini Tez’ine birlik ve mücadele halinde uydurmak zorundadır. Çünkü doğası itibariyle A-Tez, bağımlı bir var oluş öğesidir. İnsanlık da insanlaşma sürecinde ve bu sürece bağlı farklı aşamalardan geçerken, A-Tez öğeleri olan alet-bilinç sarmalı ve etkileşimi temelinde, değişip dönüşerek kendini aşmış ve ilerlemiştir. Dolayısıyla ilkel insanın varlığı ve gelişmesi, alet-bilincin diyalektik etkileşimi ve ilerlemesi temelindeki iş, işlem etkileşimi ile gerçekleşmiştir. İşte bu iş, işlem sırasında, doğa ile birlik ve mücadele halinde olan insan, alet kullanıp bilincini geliştirirken; alet-bilinci, bilinç-aleti geliştirerek, sürü insanından ilkel topluluk insanı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla iradesinin dışında ilkel topluluk insanı, alet geliştirebilme temelinde, ağır aksak da olsa kendini aşıp gelişerek, farklı aşamalarda ilerleyebilmiştir. Bu ilerlemeyi, ateşin evcilleştirilmesi yanı sıra, ağaç, kemik ve boynuzdan yapılıp toplayıcılıkta kullanılan bir çubuk parçası ve adına proto Zazaca konuşan Ari avcı ve toplatıcı topluluklarının MER [[33]] dediği ilkel alet ile taştan balta, kama, keski, ok, yay, mızrak gibi iş ve geçim aletleri yapıp kullanarak avcılık ve toplayıcılık yapabilmiştir.
İlkel topluluk, kuruluş ve olgunluk aşamalarında, Doğa ile Alet-bilinç arasındaki eğitişim (diyalektik), ağır aksak, uzlaşır (pozitif diyalektik) ama derinden ilerleyen, devrimci bir biçimde devam etmiştir. Bu uzlaşı, gerekli ama oldukça yetersiz kullanım değeri yaratımı ile ilkel topluluk olgusunun tedrici ve uzun zamana yayılı olarak gelişmesine ve devamına hizmet etmiştir. Biz bu dönemi, bundan önceki yazılarda yeterince tartışmıştık. Onun için tekrarına gerek yoktur deyip geçiyoruz.
‘Negatif Diyalektik Olgu Aşaması’:
MÖ. 9.700 yıllarından itibaren, ilkel topluluk sürecine ait neolitik çözülme aşaması ile köleci toplum sürecine ait kuruluş aşaması, bir ve aynı aşamadaÇAKIŞMIŞTIR. ‘Negatif olgu diyalektiği’, bu çakışma sırasında, ilkel topluluk ile köleci toplum arasında, UZLAŞMAZ devrimci çatışma dönemi başlatmıştır. Bu dönemde, bir ve aynı anda, eski olan ilkel topluluk, ‘negatif olgu diyalektiği’ ile çözünürken; yeni olan köleci toplum ise ‘pozitif olgu diyalektiği’ ile senteze geçip inşasına başlamıştır.
‘Negatif Diyalektik Olgu Aşamasının’ iki temel bileşeni ve değişkeni vardır: bunlardan biri, Anti-Tez olan çoban ve çiftçilerdir, diğeri de köleci toplum Sentez’idir. Dolayısıyla İlkel topluluğun 3’cü öğesi Anti-Tez’dir.
(ANTİ-TEZ), Yani İlkel Topluluğun Anti-Tezi, Çoban ile Çiftçilerdir.
‘Anti-Tez, Doğaya karşı, ilkel topluluğa ait ‘ilkel Mülk Sahipliği’ (yani A-Tez) içinden çıkıp onu aşan, hayvan ve bitki evcilleştirmeleri ile belirlenmiştir. Hayvan ve bitkileri evcilleştirenler, onları özel mülkiyet edinen ÇOBAN VE ÇİFTÇİLERDİR. Bu nedenle Anti-Tez, doğası itibariyle uzlaşmaz negatif diyalektik çalışarak, eski olguyu (ilkel topluluğu) devrimci tarzda çözerek, yeni bir olguya ve yeni bir sürece sentezleyen bağımsız bir değişkendir. Neolitik çözülme aşamasında Anti-Tez genellikle, özel mülkiyet sahibi olan çoban ve çiftçilerden oluşan, köle sahipleri ile kısmi özgür köylülerdir. Bunlar genelde, Aşiret Lideri ile “seçkin” ve özel mülkiyet sahibi akraba çevrelerinden oluşmaktadır. Anti-Tez, aynı zamanda, yeni oluşan köleci toplum olgusuna ait Tez’dir de. Tez’in yedeğinde köleci toplum sentezinin geliştirip belirlediği köleler, kadınlar ve yabancılar ise köleci topluma ait yeni A-Tez’dir. Dolayısıyla İlkel topluluğun 4’cü öğesi Sentez’dir.
(SENTEZ), Yani İlkel Topluluğun Sentezi, Efendiler ile Kölelerdir.
‘Sentez’ ise yeni ve devrimci Tez olan, köle sahibi çoban ve çiftçiler ile yeni A-Tez olan köle, kadın ve yabancılar arasındaki uzlaşan birlik ve mücadelenin geliştirdiği köleci toplum ait yeni kurulan toplumsal üretim biçimidir. Gerçekleşen köleci toplum üretim biçimi, ‘Özel Mülkiyet’ ile bu özel mülkiyet sahipliğine uygun olan yeni toplumun kendini, ‘Kamu Mülk’ sahipliği (devlet) temelinde zorunlu örgütleyebilme biçimidir. Dolayısıyla ilkel topluluk neolitiğine karşı yeni gelişen ‘negatif olgu diyalektiği’, ‘Doğa (eski Tez) ile Çoban ve Çiftçiler’ (Yeni Anti-Tez, yani efendiler sınıfı) arasındaki uzlaşmaz devrimci çatışma temelinde gelişip, sap-saman (Kurdi Sap-Sımer)diyalektiği endüstrisine yükselerek, köleci toplum uygarlığına adım atmayı (Sentezi, yani efendi ile köleyi) şöyle geliştirmiştir:
Kurdistan’da Sap-Saman (Kurd Sap-Sımer) Diyalektiği ve Endüstrisi
Sap ve saman endüstrisi diyalektiği, çoban ve çiftçi devrimci diyalektiğinin bir alt aşamasında, ilerici ve devrimci bir başka biçimini temsil etmektedir. Bu diyalektik harekette ifadesini bulan Türkçe Sap, başak ve saman (Kurdi Sap, Sere/Seri u Sımer) kavramlarını şöyle tanımlamak mümkündür:
Sap, bitkilerin, özellikle ilgi alanımızdaki tahılların kökleri ile başakları arasındaki yerden yüksekliğe tekabül eden gövde kısmı olup, başakları toprağın üstünde dik tutan otsu kısımdır.
Başak, sapların yerden yükseltip beslenmesini sağladığı, belli bir gelişmeden sonra çiçeğe durup, çiçeği tahıl fiğleri haline getirip kapçıklar ile sarıp sarmalayan, olgunlaştırıp tohum tanelerine dönüştüren, en son taneli kısımdır.
Saman ( Kurdi Sımer) ise özellikle ve yaklaşık MÖ. 7.400 [[34]] ile MS. 1900 yılları arasında (MS. 1900’lerden sonra devreye giren tarım makinelerine kadar), insan tarafından kuruyan tahıl ve baklagillere ait sap ve başakların, endüstriyel bir işlem olarak harmanlama usulü ile hayvanlara çiğnetilip ufaltılarak küçücük sap parçacıkları haline getirildikten sonra, toplanıp rüzgâra doğru savrularak, tahıl tanelerinden ayrılan kışlık hayvan yemidir.
Sap-Saman Diyalektiği ve Endüstrisinin gelişimi:
İlkel topluluktan, köleci topluma geçişte “sap-başak” birliği, diyalektik değişimin Anti-Tezi olan çoban ve çiftçilerin ekip biçtiği arpa, buğday, mercimek, çavdar, nohut vb. tahıl ve baklagillerin bitişik BAŞAKLI SAPLARIDIR. Sap-başak birliği, saman elde etme endüstrinin belli aşamalarından geçirilerek, saman ve tahıl tanelerine şöyle ayrıştırılır:
Başaklı sapların birliği, diyalektik değişim dönüşümün olgusudur.
Temel Çelişkisi: sap-başak birliği olgusu ile sap-başak birliği ile uyumlu birlik ve farklılaşma mücadelesidir.
Tez: Başaktan azade, başağı önceleyen, bağımsız değişken otsu kısım SAPTIR.
A-Tez: Saptan azade, otsu sapa bağımlı olan değişken kısım ise BAŞAKTIR.
İkisi birlikte değişim ve dönüşüme konu olguyu temsil ederler. Aralarındaki birlik ve farklılaşma mücadelesi, oluşum ve olgunlaşma aşamalarında uzlaşır ilerici ve devrimcidir. Çözülme aşamasında (harmanda) uzlaşıcı ama gericidir. Çünkü harman süreci boyunca, sap ve başak birbirinden ayrılıp saman ve tane olmamak için direnirler. Dolayısıyla bitkilerin ekilip biçilmesi ve harmanda dövülmesine kadar bu iki öğe (sap ve başak) arasında, ‘pozitif olgu diyalektiği’ ilişkisi geçerlidir.
Doğal koşullarda otsu sap, başağı hem besler, büyütür ve olgunlaştırır; hem de insanlar tarafından zamanında fark edilip biçilmezse, başaklar doğal diyalektik hareketi ile kapçıklarını çatlatıp taneleri dışlayarak etrafa saçar. Yabani tohum olarak toprağa düşen taneler, yeni ve doğal bir yeşerme ve varlığını sürdürme döngüsüne hazırlanırlar.
Dünyada ilk kez, Ergani-Çayönü’nde (MÖ. 8400) proto Ari Kurdler, bitkilerin kapçıklarını çatlatıp dışlayarak etrafa saçılma zamanlamasını izleyip dağılmadan biçilmesini öğrendiler. Bu nokta, keskin bir gözlem ile insanı devrimci bir çıkışa yönlendiren çok önemli bir tespittir. İşte bu gözlem ve öğrenme hadisesi, tarım endüstrisine geçişte devrimci bir ilk halkadır.
İleride çiftçi ve çoban olacak olan proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiretlere ait insanlar,uygun toprağa ekilen tahıl tanelerinin, yeşerip başak vererek belli bir olgunluğa eriştiğinde biçmeleri gerekiyordu. Bunun için olgunlaşmış başaklı-sapları, toprağa yakın yerden, boynuzdan veya büyük baş hayvanların çene kemiğine yerleştirilmiş çakmak taşlı ilkel oraklar [[35]] ile biçerek deste haline getirdiler. Destelenmiş başaklı saplar, birkaç gün iyice kuruyup kırılgan hale geldiğinde, “harman dövme” [[36]] denilen ilkel endüstriyel iş ve işlemden geçirildiler. İşte Anti-Tez olarak bu işlem (harman), tarım endüstrisine geçişte devrimci ikinci bir halkayı teşkil etmiştir.
Anti-Tez: “harman dövme”, ilkel endüstriyel bir iş ve işlemdir. Bu endüstriyel iş ve işlem, birbirine bitişik ‘sap-başak birliği olgusunu’ bölüp parçalamak ve ufaltmak için Anti-Tez olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu devrimci iş ve işlem, henüz bitişik iken sap-başak birliğine karşı ‘negatif diyalektik olgu aşamasını’ geliştirmiştir.
Bu aşamada biçilmiş olan sap-başak desteleri, toprağı sert olan veya özel olarak sertleştirilip hazırlanan düz bir alana serilirler. Harman denen bu alan, ortası 1,5-2 metre çaplı içi boş bir daire olacak şekilde, daire etrafında yine daire olacak şekilde dışa doğru yere serilen başaklı tahıl saplarından oluşur. Daire şeklinde yere serili başaklı tahıl saplarından oluşan harmanın kalınlığı veya sapların yüksekliği yaklaşık 50-60 cm yüksekliğinde yayılarak düzenlenir. Daha önce Kurd çobanlarının tecrübe ettiği gibi yabanda keçi, koyun ve sığır otlatırken, sığırların ağırlığı ve çift biçimli toynaklarının, “MER” gibi kuru saplara her basışta, sapları kırıp parçaladığını görüp tecrübe etmişler. Bu gözlem ve tecrübeyi, harman dövme işine taşıyan Kurd çoban ve çiftçiler, 6-7 tane sığırı yan yana olacak şekilde, boyunlarından özel bir biçimde bağlıyorlar. Bu sığırlara, sapları çiğnetmek için harmanın üstünde günlerce dolaştırmaya başlıyorlar. Bu iş ve işlem sırasında, saplar ufalarak samana -Kurdler bu iş ve işlemden elde edilen samana SIMER derler- dönüşürken, başaklar da kapçıklarından ayrılıp tahıl taneleri olarak açığa çıkıyorlar. Kırılıp ufalarak incelenen harmanın üstüne, yeni saplar eklenerek, hayvanların rahat hareket edebilecekleri kalınlığa kadar işlem devam ettirilmiştir.
Zamanında, bu tarz harman dövme iş ve işlemine Kurdler, “Hol” demişler. Ama daha sonra bu işlemin yanı sıra, yeni bir harman dövme tekniği geliştirmişler. Bu da 7,5-10 cm kalınlığında, önü hafifçe kalkık, 1,5-2 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğinde tahtadan yapma, altına keskin çakmak taşları çakılmış döven (Kurdi “moşn/mışone”) denen bir alet geliştirmişler. Dövenin üstüne binen bir insan ağırlığı kullanılarak, harman dövme işi boyunduruk altına alınan iki çekici öküze yaptırılmaya başlanmıştır.
İster “Hol” ile ister “döven (moşn veya mışone)” tarzı ile olsun, saplar saman kıvamına geldiğinde taneli saman, harmanın uygun bir yerine toplanır ve uygun bir rüzgâr esintisi beklenir. Uygun rüzgâr esintisi yakalandığında, taneli saman, eğimi rüzgâra karşı olacak şekilde, usulünce bir yaba ile 1-1,5 metre yüksekliğe doğru rüzgâra savrulur. Taneler ağırlığından dolayı dikey yere düşerken; hafifliğinden dolayı saman belli bir eğim ile tahıl tanelerinden 1,5-2 metre uzağa savrulup toplanır. Böylece tahıl taneleri, samandan ayrılmış olur.
Sentez: Dolayısıyla harman dövme işi ve işleminden (sap-saman eyleminden), insan ve hayvan gücü ile onların beslenmesi için doğada hazır bulunmayan üretilmiş iki ürün Sentez olarak ortaya çıkmış olur: Bunlardan biri hayvan yemi olan SAMANDIR (yani Kurdi SIMERDİR). İkincisi de İNSAN YİYECEĞİ olan buğday, arpa, yulaf, mercimek, nohut gibi tahıl ve bakliyat gibi ürünleridir.
Peki, proto Zaza-Ari-Koti olan aile, boy ve aşiret topluluklarına ait ileride çoban ve çiftçi (Aryen) olacak bu insanlar, nasıl bitki saplarını samana çevirmeyi akıl edip (çıkış gücü) hayvanlarını kışın besleyen endüstriyel bir iş ve işlem haline getirebildiler?
O da şöyle gelişmiştir:
Kurdlerin, proto Zaza-Ari-Koti geçmişlerinde, tecrübe edilip gelenekselleşen, kendilerine özgü ve özgün bir kelime türetme alışkanlıkları vardır. O da doğal hareketleri taklit ederek, genellikle cins hareketleri tek heceli olarak kavramlaştırmaktır. Ama bazen ve gerektiğinde, iki farklı hareketi birleştirip iki ve daha çok heceli kavramlar da türetebilme yetenekleri de vardır. Yukarıda kısaca incelediğimiz gibi proto Zaza dili bu taklit yeteneğinin ürünüdür. Dolayısıyla proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiret topluluklarına ait çoban ve çiftçiler, kuraklığın giderek sertleşip müzminleşmesine karşı, yaşamak ve yaşamda kalmak için doğadan tecrübe ettikleri iki doğal gelişmenin ara bağlantısını kurup yeni bir çare ve çıkış geliştirmişler.
Birinci doğal gelişme Biçimi: proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiret toplulukları kışın evde hayvan yemi olarak kullanılan bitki saplarının, hayvanlar tarafından tüketildiğinde, büyük kısmının pisletilip kirletilerek ziyan edildiğini; pek azının ise işe yarar biçimde tüketildiğinin farkına varmışlar.
İkinci doğal gelişme Biçimi ise: proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiret toplulukları koyun, keçi ve sığır çobanları, yaz boyunca hayvanları otlatırken, tecrübe edip öğrendiler ki, hayvanların yabani otlar üstünde aylarca dönüp dolaşarak yerdeki kuru ot ve sapları toynakları ile basıp çiğneyerek mer’lerken, kırıp ufaltıyorlar. Sonbahara doğru bu çiğnenip ufalmış “samansı” otlar, saplar ile ağaçlardan dökülen yapraklar, rüzgârlar tarafından savrularak çevredeki en yakın çukurlara doluşup birikiyorlar. Geç sonbahar aylarında, otlaklardaki toprak çıplaklaşıp yüzeyinde yiyecek kalmayınca keçi, koyun ve sığırlar, rüzgârda savrulup çukurlara doluşan söz konusu samansı otları, sapları ve yaprakları yemeye başlıyorlar. [[37]]
İşte proto Kurd aile, boy ve aşiret topluluklarına ait çoban ve çiftçiler; bu iki işin ara bağlantısını kurup düşünme işlemi geliştirmeye başlamışlar. Bu temelde, harman dövme işlemi geliştirmişler. Böylece bir taraftan bitki saplarını hayvanların önüne atıp zayii olmalarını engellerken; öte yandan sapları kışlık hayvan yemi olarak kullanılan saman (Kurdi sımer) haline getirmek, hem de tahıl ve baklagillerin tanelerini elde etmeyi denemeye başlayıp başarmışlar.
İşte birbirinden farklı bu iki işin, ara bağlantısını kurarak, tarım ve hayvancılık devriminin başlangıç bilgisi, esas olarak SIMER (SAMAN) elde etme endüstrisi bağlamında gelişmiştir.
Daha sonra fazla olan, saman (sımer) ve tahılların alış verişi başlamıştır.
Bitkilerin ekilip biçilmesi, harmanlanması, saman ve tahılların elde edilmesi eylemi, insanın yaşamında kaldıraç etkisi yapmıştır. Çiftçilik faaliyeti, hayvanların beslenmesini de kapsadığı için çobancılığı önceleyerek, onu kendine bağlamıştır. Eski avcı ve toplayıcı alsak yaşam biçimi yerini, hayvan ve bitki evcilleştirilmesi ile onların üretimine bırakmıştır. Çobanlar, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, örme ve dokumacılık ile giyim ve kuşam eşyaları üretirken; bitki evcilleştirilmesi ile çiftçiler de hayvan yemi olarak saman (sımer), insan yiyeceği olarak buğday, arpa, yulaf gibi tahıllar, mercimek ve nohut gibi baklagiller üretmeye başladılar. Böylece saman (sımer) endüstrisi ile uzun ve zorlu kış aylarında hayvanlarını besleyebilme imkânlarına kavuştular. Dolayısıyla insanlık, tedrici olarak göçebelikten, yerleşik köy düzenine geçmek zorunda kaldı.
Bu sırada çiftçilik, hayvancılığın önüne geçerek, endüstrisi ile esas iş olamaya başladı.Bu arada SAMAN kavramı, Sümerlere ad olmaya başladı. “Sümer” kavramı, Kurd SIMER kavramından yabancı halklar tarafından türetilmiştir.
İşte Kurd-Sımer (Sümer) kavramının, etimolojik hareketi yukarıda izah ettiğimiz gibi gelişmiştir. Ama Sümerce literatür ve sözlüklerde “SIMER” kavramı, “muamma” haline getirilmiştir. Bu “mummaya” göre Sımer (Sümer) kavramı, ya “malum birileri tarafından” köklü bir biçimde sansüre uğratılmıştır. Ya da sımer kavramı, Sımerilere (Sümerlere) ait yaklaşık 500 bin kil tablette [[38]] hala tercüme edilip “gün ışığına çıkmayı” beklemektedir.
Bu “muammaya” ve sansüre rağmen, biz yukarıdaki Kurd etimolojik hareketi kullanarak, “Sümer” kavramının orijinal ve otantik biçiminin Kurdi SIMER kavramı olduğunu ispatlaya biliriz:
Örneğin, “Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0” Sumerce-İngilizce sözlüğündeki “Sİ” kavramı [[39]] ile Proto Kurdlerin toplayıcı olduğu dönemde geliştirdiği Kurdi adı “MER” olan ilkel alet -Türkçesi “bel”, İngilizcesi “spade”- ile yukarıda izah ettiğimiz Sımer (Sümer) dilinin kavram geliştirme etimolojisi temelinde birleştirerek, SI+MER= SIMER kavramına varabiliriz.
Her şeyden önce biliyoruz ki, ‘Sımer’ kavramı iki hecelidir. Böylece Sımer kavramı, Sımerce (sümerce) dilinin tek heceli kuralına uymadığı için tek heceli olan bütün “Sümerce” kavramları hemen eleyebiliriz. İkinci kural ise yukarıda etimolojik hareketini belirttiğimiz gibi birden fazla doğal hareketi birbiri ile ilişkilendirip birleştirerek kavramlaştırmaya hükmetmektir. İşte bu ikinci çok heceli kurala göre, yukarıda incelediğimiz saman elde etme endüstrisi etimolojik hareketine dayanarak, SI ve MER kavramlarının bir araya getirip birleştirerek tespit etmek mümkündür:
‘Sımerce/İngilizce/Türkçe’ kalıbını kullanmak şartı ile Sümerce-İngilizce sözlüğünde [[40]], “Sİ” kavramının Sümerce karşılığı için üç karşılık verilmiştir: “si”/long and narrow/uzun ve dar; “si”/to penetrate/-in içine girmek, batmak, işlemek, nüfuz etmek ve “si”/pierce/keskinliği ile kesmek, çözmek gibidir.
Proto Ari-Kurd dilinde (primitive Zaza’cada) “Sİ” kavramı, hayvanların toynaklarına ad olan Kurdi “SIM” kavramı kökünden türetilmiş bir kavramdır. Yukarıda değindiğimiz gibi Proto Kurd çobanlar, hayvanlarını otlattığı sırada, hayvanların üzerinde dolaşıp kırarak parçalara ayırdığı otlara ve saplara batan toynak ve hayvan bacaklarının ortaya çıkardığı iş, kendi “ilkel mer” aletinin yaptığı işe benzetmişler. Böylece yabani ot ve saplara batan hayvan bacağını, “mer” gibi kabul etmişler. Hayvanın toynağını da “merin” keskin ve sivri olan ucuna benzetmişler. Yabanda hayvanları otlatırken hayvanların, otlara ve saplara batıp, onları ufalıp parçalara ayrılması hareketinde de iki tek heceli kavramı birleştirerek “si-mer” veya “sı-mer” [[41]] kavramını geliştirmişler.
Sımer (saman) alış verişi, hayvanların dolayısıyla insanların yaşamında esaslı bir yer teşkil edince, M.Ö. 5 bin yıllarından sonra, Kurd-Sımer (Sümer) ülkesindeki sımer (saman) üreticilerine Sımeri (Sümerler), dağlık bölgelerde yaşayanlara da “Ur, Uri” [[42]] denmeye başlanmıştır.
“Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0” Sumerce-İngilizce sözlüğünde, Sımer (Sümer) kavramına karşı verilen İngilizce karşılıklar iki tanedir. Bunlar: Sümerce/İngilizce/Tükçe kalıbına göre, “ni/straw/saman” [[43]] ve “garas-ş/straw/saman or suply/arz” [[44]] gibidir. Bunlardan “ni” tek hecelidir. Oysa Sımer kavramı iki hecelidir. Dolayısıyla “ni” kavramını, iki heceli olan Sı-mer kavramı kuralına uymadığı için eliyoruz. “Garas-ş” kavramını ise Kurdi ‘sımer’ kavramının etimolojisine ve phonetiğine (ses bilimine) uymadığı ve Arapça kökenli [[45]] etkilenme ile türetilen bir kavram olduğu için onu da eliyoruz. Ayrıca Akatlar, Sımerilere (Sümerlere) “Şumer veya Sumer” [[46]] diyorlardı. Bu da gerçek “sımer” kavramının yaklaşığı olarak, bozuk bir fonetik yapı biçimine işaret etmektedir. Onun için onu da eliyoruz.
Böylece Kurdi ‘SIMER’ kavramı, Kurd dili etimolojisine uygun gelişimi ile otantik ve orijinal Kurd diline ait bir kavram olarak net ve ispatlı olarak, saman endüstrisine dayalı olarak üretilip, günlük yaşamada kullanılmaya hala devam etmektedir.
Şimdi esas konumuza dönüp devam edelim:
Bu arada, artan nüfus ve çoğalan hayvan sürülerinin beslenmesi için erkekler, kadınların gerçekleştirdiği ufak çaplı (merli) sulu tarımı da devralıp, kadınları tam anlamıyla ile özel mülkiyetten yoksun bıraktılar. [[47]] Bu gelişeme temelinde kadınlar, dünyanın ilk köleleri haline geldiler. Daha sonra özel mülkiyet temelinde, artı üründen, artı değer üretimi ve artı değere el koyma faaliyeti sonucu gelişen sınıfsal kutuplaşma ve sınıf mücadelesi ile sıra erkeklerin köleleştirilmesine de geldi. O gün bu gündür, hâkim sınıf özel mülkiyeti temelinde gelişen erkek egemen toplumda, erkek egemenliği sistemleşip devam ediyor.
İşte bu temelde tarım ve hayvancılık devriminin evrenselleşmesine koşut olarak, nüans farklılıklar ile kadınların köleliği yanı sıra erkeklerin köleliği de evrenselleşti.
Kurd neolitik tarım döneminden çok önce, dünyanın çeşitli yerlerinde, etkisiz ve önemsiz irili ufaklı neolitik dönemler ve biçimler yaşanmış; ama hiç biri evrenselleşememişti. Fakat daha sonra geliştiği halde Kurd Neolitik Tarım ve Hayvancılık devrimi evrenselleşti. [[48]] Neden? Çünkü onun tahıl ve hayvan evcilleştirilmesi ve üretimi gibi dünyanın hemen her yerinde geçerli olabilen maddi bir altyapısı vardı. [[49]] Bu devrim ile insanlık, doğaya boyun eğip avcı-toplayıcı ve göçebe, açlık ve asalak tarzda yaşamaktan kurtularak; bu sefer insanın insanı köleleştirdiği uygar yaşam biçimine geçti. İnsanlık yerleşik uygar yaşama geçerken, onların varsıl sınıf ve tabakaları, köleci uygar yaşam ve geçim içimi “özgürlüğüne” kavuştular.
Aradan binlerce yıl geçtikten sonra kısmi sınıfsal “özgürleşme” bağlamı ile “özgür ücretli köle” ile kapitalist sistem ve özellikle sistemleşmiş kadın sömürge tipi köleciliğin ve bir bütün olarak günümüzde, insanlığın kurtuluşunun tek çözüm tarzı gelip, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigmasına’ dayandı. Dolayısıyla kapitalist özel mülkiyetin, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet Biçimine’ dönüştürülmesi ve toplumda genel geçer “akçe” haline getirtilmesi bir zorunluluktur. Geldiğimiz nokta, artık sınıf ayrımını kapsayıp koruyarak aşan bir biçimde insanlığın kurtuluşu, yapay zekâ teknolojisi kullanan dijital üretim alet ve makilerin toplum tarafından kontrol edilmesi için zorunluluk haline gelmiştir! Bundan kaçış yoktur! Dolayısıyla dünyadaki toplam kapitalist özel mülkiyetin, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet’ biçimine dönüştürülmesi, insan yaşamı ve türü için bir teminat ve zorunluluk haline gelmiştir! Bunun dışında, toplumun ekonomik, siyasal ve toplumsal çıkış yapması mümkün değildir!
İnsanlığın devamı ve selameti için Homonid Sapiensten, ‘Çağdaş İnsan Sapiense’ çıkış yapabilmek için algoritma düzenekleri ile geliştirilmiş, yapay zeka teknolojisi kullanan dijital üretim aletleri ve makinelerin, mutlaka ‘Sosyalist Emekçiye’ dönüşmüş ‘Devrimci Büyük İnsanlığın Birleşmiş Milletleri’ tarafından, kontrol ve denetim altına alınması şarttır! Bu nedenle, hem dünya ‘Büyük İnsanlığı’ için hem de her düzeydeki kapitalist sınıf ve tabakalar için söylüyorum. Yapay zekâ teknolojisi kullanan dijital üretim aletleri ve makinelerin altını “n” defa çizerek vurgulamak istiyorum ki, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ dışında, çıkış için başka yol yöntem denemeye kalkışmak, vahşileşen kapitalist sistem içinde patinaj yapmaktır, boşa zaman harcamaktır! Dahası, insanlığın geleceği ile oynamaktır!
Sap-Saman Diyalektiği ve Endüstrisinin, Tarihsel Gelişim Aşamaları
Ararat bölgesi, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesinde KALIP, yaşmaya devam eden proto (ön) Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler, buzulların çekilmesi ile doğanın yeni değişimlerine ayak uydurmaya çalışarak yaşamaya devam ettiler. Yaşamlarında, zorluk yaratan iklim değişimlerine karşı, doğayı ihtiyaçlarına göre dönüştürüp üreterek hizmetlerine sokmak için yeni üretici eylem biçimleri geliştirdiler. Bu faaliyetleri ile dünyada ilk kez ‘Sap-Saman Diyalektiği Endüstrisi’ temelinde, yörenin yabani ‘bitki ve hayvanlarını’ evcilleştirerek, [[50]] doğayı yönlendirip ihtiyaçlarını karşılayan çoban ve çiftçi olmaya başladılar. Zamanla bu gelişmeler temelinde, tarihsel olarak proto Zaza-Ari-Koti-Aryen kimlikli çoban ve çiftçiler, toplumsal Anti-Tez pozisyonuna yükselip, ‘bitki ve hayvanları’ evcilleştirip özel mülkiyet [[51]] edinmeye başladılar. Başlamakla kalmadılar, zamanla aynı tarihsel gelişmeler ile ilkel topluluktan uygarlığa geçmeye başladılar. Böylece Kurd çoban ve çiftçiler, kendi aralarında birlik ve devrimci mücadele tarzı ile kullanım değeri temelinde, artı değerin öncülü olan artı ürün ile sınıfsal ve toplumsal çıkarın ve sınıfsal örgütlenmenin nüvesi olan, uygar artı değer üretebilmenin yolunu açtılar.
MÖ. 9,700 ile 8 bin yılları arası (ilk 1,700 yıldaki) gelişmeler:
MÖ. 9.700 yıllarına gelinmeden önce ve sonrasında olmak üzere Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgelerinden, son buzulların geri çekilmesi ile bölgede iki temel değişim meydana geldi:
Birincisi, daha önce de değinip geçtiğimiz gibi son buzulların çekilmesinden önce, farklı ve aralıklı dönemlerde, döngüsel olarak birkaç kezbuzulların Kuzeye doğru çekilmesi ile birlikte, soğuk buzul iklimini seven ren geyiği, bizon öküzü, tüylü fil (mamut), kılıç dişli kaplan ve bazı yabani sığırlar da kuzeye göç ettiler. Bu hayvanları takip eden Ararat ve Zagros dağlarındaki Proto Zaza-Ari avcı toplayıcı aile, boy ve aşiretler de bu av hayvanlarını takip ederek, kimi Batı Avrupa’ya, kimi de Hindistan’a göç ettiler.
İkincisi de son buzulların çekilmesinden sonra, ılıman sıcak iklimi seven “kuzey enlemindeki otçul hayvanlar, sürüler halinde Güneye indiler. Güneydoğu Anadolu’da ise Diyarbakır ile Urfa arasındaki Karacadağ, bir süre günümüzde Hindistan’ı etkileyen muson yağışları alması, büyük hayvan sürülerinin çoğalmasını sağlayan çayırlıkları geliştirdi”. [[52]]
Böylece Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesinde KALAN, proto Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretlerin doğal değişimlere karşı geliştirdikleri ilerici ve devrimci tutumları gelişti. Yeni gelişen doğal zenginlik ortamında, dönemin Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesine ait ‘İlkel Liderin’ otoritesi ve yönetim biçimi altındaki ‘İlkel Mülk Sahipliği’; ‘negatif olgu diyalektiği’ temelinde, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesi ile İlkel Topluluk Neolitiğinde çözünerek, Uygar Köleci Toplum süreci kuruluş aşamasına geçiş başladı:
MÖ. 9 bin yıllarına gelindiğinde Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesinde yaşayan proto Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler keçi, koyun ve yabani sığırları avlayıp öldürmek yerine, onları evcilleştirmeye başladılar. [[53]] MÖ. 8.400 yıllarında ise Karaca Dağ’ın kuzeyindeki Ergani-Çayönü’nde yabani buğday, arpa ile mercimek toplayıcılığı başladı. [[54]] Toplanan taneler, özellikli ve uygun biçimli taşlar ile kırılıp öğütülerek ateşte pişirilip yenmeye başlandı. Güney Ararat bölgesi ile Kuzey Mezopotamya’ya topraklarına tekabül eden, Dicle-Fırat’ın aynı enleminde bulunan Şanider, Çayönü, Çemé Allan, Newala Çoré gibi bugünkü arkeolojik kazı alanlarındaki ekosistem ile ilişkilenen proto Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler, bu hayvan ve bitkileri evcilleştirip özel mülkiyet [[55]] edindiler. Bu arada erkekler, çobanlık ve avcılık yaparken; kadınlar da bitki toplayıcılığı ve tahıl devşiriciliği ile ilgileniyorlardı.
Bu yeni gelişmeler ile ilkel topluluk, bir yandan pozitif olgu diyalektiği ile varlığını sürdürmek için direnip kendini korumaya çalışırken; öte yandan, negatif olgu diyalektiği ile çözünüp köleci toplum sürecine ait kuruluş aşaması sentezini başlamıştı.
Ararat ve Zagros dağlarının dorukları ve eteklerine, Mezopotamya ovasına yerleşik göçebe yaşayan proto Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler; et, et ürünleri, süt ve süt ürünleri üretmeye başladılar. Keçi kılı ve koyunyününü rişta/teşi/kirman aleti ile büküp iplik yaparak, örme ve dokumacılığı geliştirdiler. [[56]] Kısacası yabani tahıl toplayıcılığı ve hayvan evcilleştirilmesi ile yöre insanı, çeşitli gıda ve giyim kuşam eşyasına kavuştu.
Yöre insanları, çanak çömlek geliştirdikten sonra, devşirilen tahıl başaklarını “sulu aş” yapıp beslenirken, tahıl saplarını da hayvan yemi olarak kullanmaya başladılar. Böylece topluluk yaşamında, yeni koşullar ve yeni örgütlenmelerin yolu açılmış oldu.
Bu gelişmeler temelinde, Ararat ve Zagros dağlarının dorukları ile etekleri ve Mezopotamya ovalarında yaşayan proto Zaza-Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler, ilk defa coğrafi temelde Ari kimlik yerine, yeni bir üst kimlik ile anılmaya başladılar. Bu üst kimliğin en yaygın olanı, topluluğun genelini temsil eden Koti/dağlı kimliğidir. O dönemlerde proto Zaza-Ariler kendilerine Koti/dağlı [[57]] derken; komşuları ve yabancılar onlara: Kuti, Guti, Cudi demeye başladılar. [[58]] Birincisinden daha önemsiz bir başka kimliği ifade eden ikinciler ise dağların arasındaki küçüklü büyüklü düzlük ve ovalarda yaşamaya başlayanlardı. Bunlar da Korti/ovalıydılar. O dönemlerde onlar kendilerine, Korti/ovalı derken; komşuları ve yabancılar onlara: Kurti, Gurti diyorlardı.
Söz konusu dönemde, proto Zaza Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretleri temsil eden topluluklar, Koti ve Korti coğrafik üst kimliği adı altında, bir ve aynı olmak üzere şöyle bir alt dil ve kültürler ile anılıyorlardı:
İki temel aşiret yapılanmaları vardı: Bunlar, Sıbariler (Subariler) ile Lululardı. [[59]]
(Birincisi), Sıbariler (komşu ve yabancıları bunlara, Subariler diyorlardı. Sıbari demek, erken kalkıp işe koyulanlar veya kısaca erkenciler demektir): Sıbariler, Ararat ve Kuzey Mezopotamya ve Orta Zagros’ların Batısı ile Orta ve Güney Mezopotamya’da yaşıyorlardı. Zamanla Sıbari Aşiret topluluğu, kendi arasında şu alt aşiretlere bölündüler: Kasayi (Kasitler), Kuri (Huriler), Sımeri (Sümerler), Hatti (Hititler), Luwiler-Luviler, Minaniler, Xaldiler (Urartular).
(İkincisi), Lululardır: Lulular, Kuzey Zağrosları ve İran Yaylasında yaşayanlardı. O zamanlarda Lulular da şu alt aşiretlere bölündüler: Elamlar, Lorlardı. [[60]] Daha sonra bunlar: Med, Axamedi, Parti, Sasani gibi dil ve kültür temelinde ayrıştılar.
Bu aşiretlerin hepsi alt bölünmeye uğramadan önce proto (ön) Zazaca (”Arice”) konuşur, genellikle Koti diye anılıyor, dağlık alanlar ile aralarındaki sulak düzlükleri ve ovaları mesken tutup yaşıyorlardı.
Proto Zaza Ari avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretlerin yaşamında, “Koti/dağlı” kavramı, uzun süreli önemli ve anlamlı bir yer tutmuştur. Çünkü “Koti/dağlı” kavramı günümüzde bile, hala “Kur” (dağ) kavramından türeyen “Kurd/dağlı” kavramına tarihsel dönüşümü ile Kurdleri ifade etmektedir. Koti kavramının Kurd kavramına dönüşmesi, MÖ. 5 bin, 3 binlerden sonra Kurd Kuri (Huri) ve ‘Kurd Sımerler’ bölünmesi ile ortaya çıkınca, dağlı Kurdlere önce Kuri’ler (Huri) denmiştir. Daha sonra “Koti/dağlı” kavramı, tarihsel son biçimini “Kur/dağ” kavramı [[61]] ile “Kurd/dağlı” biçimini almış, günümüze kadar hala varlığını sürdürmektedir. Öyle ki, “Yunanlıların Hades’i, İbranilerin Şeol’ünün Sümerdeki karşılığı Kur’dur, kökeninde “dağ” anlamına gelen bu sözcük”, [[62]] bu tarihten itibaren, “Koti/dağlı” diye ifade edilen kavrama dönüşerek yerini, “Kurd/dağlı” kavramına terk etmiştir. Dolayısıyla bütün Kurd kökenli aşiretler [bunlar: Sümer, Elam, Hatti/Hitit-Eti, Luwi, Xaldi/Urartu, Mitani, Medler, Axamediler, Partlar, Sasaniler, günümüzde ise Medleri temsilen Axamediler, Zazalar, Kurmanclar, Soranlar, Goranlar, Lorlar, Hewramanlar, Beluciler vs.] ile etnik yapı oluşumlarının kullandığı dil ve lehçelerin ana üst kimliğini, “Kurd” kavramı temsil etmektedir.
Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler yerine; sadece hepsini kapsayan “Kurd” kavramını üst kimlik olarak kullanmak, doğru ve tarihsel gelişmenin bir gereğidir. Çünkü MÖ. 7.400 yılarından itibaren tarihsel bağlamı ile Kurdler, hem Ari’dir ve hem de Aryen kimlikli olmuşlardır. Aryenlik, ilkel topluluktan uygar topluma dönüşüm sırasında, devrimci bir rol oynayan çobanlık ve çiftçilik yapan Kurdleri tanımlayan bir kavramdır. Bu kavramın temelinde, Kurd Tarım ve Hayvancılık devrim sürecinin 6.700 yıllık pratiği yatmaktadır.
Bu tarihsel kavrayış ve anlayış temelinde, dünyadaki bütün Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd avcı ve toplayıcı aile, boy ve aşiretler Ari’dir; ama bütün Ari toplulukları Aryen değildir. [[63]] MS. 1600 özellikle 1840’lardan itibaren, Aryen’liği emperyalist emellerine göre araçsallaştıran İngiliz Sömürgeler Bakanlığının yürüttüğü Hıristiyan “miyonerlik” faaliyeti ile İngilizler, Ortadoğu’da fink atıp dolaşırken; Ortadoğu çapında etnik yapılar, özellikle Kurdler arasında, kültürel asimilasyon ve soykırım yanı sıra zaman zaman da fiziki soykırım [[64]] gerçekleştirdikleri bir gerçektir. Özellikle Kurdistan’da “cetvelli böl yönet” tuzakları ile statüsüz ‘Entegral Kurd Sömürgeci’ döneme ait iş ve işlemin, savaş ile yürütülen politikanın farkında olmak, sağlıklı duruş ve tutum geliştirme açısından; Kurdler, bölge ülke devletleri ve ‘Büyük İnsanları’ için son derece hayati ve önemlidir.
MÖ. 8 bin ile 6 bin yılları arası (ikinci 2.000 yıldaki) gelişmeler:
Ancak 1.700 yıl sonra, yukarıda bahsedilen uygun doğal koşullar ve ortam değişti. MÖ. 8 bin yıllarında başlayıp yıllarca devam eden iklim değişimi ve kuraklık [[65]] dalgası ile Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesinde yaşayan Proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiretler için zor günler başladı. Artan nüfus ve çoğalan hayvan sürülerinin beslenmesi, kuraklık ile karşılaşınca, önemli sorunlar ortaya çıktı. Kuraklığın yanı sıra, ona “tuz biber” olan don, dolu, kımıl ve çekirge sürüleri, toz bulutları ormanlık ve otlak alanları oldukça zayıflatmaya başladı. Keçi beslemek için kışlık yiyecek olan meşe ağacı dallarından yaprak kesip déz/diz gibi yığın haline getirip örmek zorlaştı. Koyun ve sığırlar için kışlık ot depolama yetersizliği baş gösterdi. Hayvanlar telef olmadan, uzun süren kış aylarında onları bahara taşımak büyük bir sorun haline geldi.
Ama bu sorunları aşmaya yönelik yeni mücadele biçimleri de gelişti. Kadınlar, bitki devşiriciliği işini sulak dere kenarlarına taşıyıp ekip biçmeyi geliştirmeye başladılar. “Büyük olasılıkla” o dönemde kadınlar tarafından ekip biçme işi şöyle başladı: “başlangıçta tohumlar, bir sopa (mer) bastırarak toprağa açılan deliklere tek tek atarak dikilmiştir”. [[66]] (pba) Sulanıp yetiştirilen arpa, buğday ve mercimek başakları insan yiyeceği, sapları da hayvan yemi olarak kullanıldı. Kadınlar, bu işleri tahtadan, taştan çapa ve bel (mer) ile Ergani-Çayönü’nde, ekim ve biçim işini yapmaya başladılar. Zamanla bu işlem, kuraklığa çare olarak görülüp, hayvan sürülerinin beslenmesi için umut ışığı olarak, erkekler tarafın devralınarak daha büyük çaplı, taneli bitki ekme ve biçme işine geçildi. Boynuz ve kavisli kaburga kemiklerine yerleştirilen çakmak taşlı oraklar ile biçilen ekinlerin sapları hayvan yemi, [[67]] başaklardaki taneler de insanlar tarafından gıda olarak tüketilmeye başlandı. Bu teknikler çevreye yayılınca Ararat, Zagros dağları ve Mezopotamya bölgesinde yaşayan Proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiretler, tedrici olarak, ilkel topluluğun asalak göçebe yaşam ve geçim biçiminden; ilk ilkel köy kuruluşları ile yerleşik yaşam biçimine geçmeye başladılar.
Bu devrimci değişim dönüşüm, tarih öncesi insanlığın uygar yaşam biçimine geçişte, “tarihi” bir dönüm ve sıçrama noktası oldu. Dolayısıyla kuraklığa karşı geliştirilen bu noktadaki tarımsal iş ve işlem, oldukça yaşamsal ve önemliydi. Önemliydi! Çünkü avcılık ve toplayıcılık döneminde, et ve et ürünlerinin besin olarak tüketilmesi gerekli ama kıt ve yetersizdi. Öyle ki insanları, yaşamda tutabilecek kadar bile değildi. Hayvanların evcilleştirilmesi ile bu kıtlık eşiği aşılmış; et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, giyim kuşam eşyaları üretimi görece gerekli düzeye ulaştı.
Tarım ve hayvan evcilleştirilmesi ile yetiştirilmesi faaliyetinin incelemesinden çok önemli bir hususu tespit edip, anlıyor ve öğreniyoruz ki, hayvan evcilleştirmekle dönem insanları, sadece insanları yaşamda tutabiliyordu. Ama bitki yetiştirilmesi ve hasadı ile başaklardaki tanelerin üretimi ve tüketimi insanları; sapların üretim ve tüketimi de hayvanları yaşamda tutabiliyordu. Böylece insanlık, Proto Zaza-Ari-Koti aile, boy ve aşiretler şahsında, önemli derecede hayvancılık yanı sıra ESAS olarak tarımsal üretim döneminin başlangıç noktasına gelip dayandı.
Kuraklıktan dolayı bu faaliyet temelinde, Proto Zaza-Ari-Koti topluluklara ait çoban aşiretler ile tarım topluluklarına ait çiftçi aşiretler arasında, özellikle sımer (saman) ihtiyacı yüzünden sıkı bir ilişkilenme, iş ve alış verişi, çöreklenme (davetsiz misafir), çatışma ve savaşlar başladı. Bu tarihten sonra bölgede yaşayan Ararat ve Zağros dağlarındaki Proto Zaza-Ari-Koti toplulukları da küçük çaplı bahçecilik tarımı yanı sıra esas olarak büyük koyun, keçi ve hayvan sürüleri ile daha büyük çaplı çobancılığa başladılar. Buna karşın Proto Zaza-Ari-Koti çiftçi toplulukları ise Dicle-Fırat Nehirleri ve kollarındaki sulak araziler ve Orta Mezopotamya’da küçük çaplı çobancılık yanı sıra esas olarak çiftçiliğe döndüler. Böylece çiftçi topluluklar ile çoban topluluklar ayrımı ortaya çıktı.
“Güneydoğu Anadolu, buğday, arpa, çavdar, fiğ gibi birçok tahıl ile mercimek ve baklagillerin yabani atalarının doğal yaşama alanıydı. (…) Ancak, hangi yol ile olursa olsun, yabanıl türün tarıma alınmış olması türe dönüşümü birkaç bin yıl gibi oldukça uzun bir süre içinde gerçekleşti. Yaklaşık MÖ. 7.400 yıllarında, bölgedeki toplulukların (Proto Zaza-Ari-Koti)), kelimenin tam anlamı ile çiftçi olduklarını söyleyebiliriz”. [[68]] (abç) (pba) Böylece tarihsel Proto Zaza-Ari-Koti kimliği, çifitçilik ve çobancılık ile tarihsel Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen kimliğine dönüştü.
Tam da bu döneme eş zamanlı olarak, ‘Kurd-Sımer’ (Sümer) köleci toplum uygarlığının öncülü ve nüvesi olan ‘Özel Mülkiyet’ ile ‘Kamu Mülk’ biçimleri de bariz bir biçimde köleci toplumu belirlemeye başladı.
Büyük sürü sahibi çobanlar ile görece büyük topraklarda çiftçilik yapan topluluklar arasında ticari alış veriş ve ilişkiler başladı. Kuzey ve orta Mezopotamya’daki çiftçiler tarafından, daha çok sulanabilir toprak; çapalı, merli (bel), öküzle çekilen tahta ve taş uçlu karasabanlar ile sulu tarıma açıldı. Buna rağmen bu dönemde, dağlık alanlardaki otlak ve meralardaki otlar ile meşe ağacı yaprakları, kuraklık ve diğer doğal afetlerden zarar görünce çobanlar, sürülerine kışı atlatacak saman derdine düştüler. Böylece Dicle ve Fırat nehri ve kollarındaki çiftçiler ile çobanlar arasında sıkı saman alış veriş ilişkileri yoğunlaşmaya başladı. Kaç koyun, keçi veya sığara karşılık “ne kadar sımer” (saman) için görüşme, ısmarlama ve sözleşme ile rehin ve uzun vadeli (mevsimlik) borçlanma işlemleri başladı. [[69]] Bu sözleşmelerin ve alış verişin temel kavramları: Sımer (saman) kavramı ile teslimatının “Kengé” veya “Kengi” (ne zaman veya alışverişte vade bildiren kavram ile) [[70]] yapılacağını belirten iki kavramdı.
Ne yazık ki “Türk Tarih Tezi” çalışan bilim insanı yurttaşlarımız, zahmet edip “ne ile cebelleştiklerini bilmeden”, “Kengé” veya “Kengi” (ne zaman) kavramlarının Kurd-Sımerce (Sümerce) anlamını öğrenmeden, “Kengé” veya “Kengi” kavramı için “Sümerler, kendilerine Kenger derdi. Kenger eski bir Türk boyudur” [[71]] diye tercüme edip, Sümerleri “Kenger” olarak adlandırdılar. Böylece “bilimsel çalışma yapıyoruz” adı altında, işin içinden çıktıklarını zannederek; Kurdleri tanımlamada, “Kart Kurt’tan” sonra işi “Kenger’e” vardırdılar.
MÖ. 6 bin ile 3 bin yılları arası (üçüncü 3 bin yıldaki) gelişmeler:
Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen çoban ve çiftçi topluluklar, aynı dili ve kültürü paylaşan akraba topluluklar olduğu için Sımer (Saman) alış veriş ilişkileri ilkin ve genellikle yumuşak, uzlaşıcı ve bir birini idare edici olarak geçti. Ama daha sonra, kuraklık müzminleşip çekilmez olunca ilişkiler, ara sıra tatlı sert bir çöreklenmeye (davetsiz misafirliğe) yol açarken, bazen de sert kavga ve çatışmalara yol açtı. [[72]]
Çünkü M.Ö. 6 bin yıllarında, Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen’leri daha öncekinden çok daha sert yakıcı ve yıkıcı ikinci bir kuraklık dalgası sardı. [[73]] Bu ana kadar artan nüfus ve çoğalan hayvan sürülerinin beslenme sorunu daha yakıcı bir hale geldi. Bu nedenle Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen çoban toplulukları, hayvanlarını uzun ve sert geçen kış aylarında telef olmadan kurtarmak için akraba Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen çiftçiler ile normal Sımer (Saman) alış verişleri yanı sıra, çobanların çiftçilere çöreklenmesi (davetsiz misafirliğe) nerdeyse alışkanlık haline geldi. Dolayısıyla bu dönemde, kavga ve çatışmalar yoğunlaşarak, günlük yaşamın esası haline geldi.
Sımer (Saman) alış verişi temelinde yoğunlaşan çatışmalar, bazı Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen aşiretlerinin bölgeden göç etmelerine yol açtı. Batıya göç edenler, Batı Anadolu, Trakya ve balkanlar üzerinde Avrupa’ya kadar uzandılar. Bu sırada Yunanistan ve çevresinde kalan küçük aşiretler yanı sıra esas olarak Arnavutlar ile Hırvatlar (Kuré Eyşa/Kureşia) bu dönemde göç eden Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen aşiretleri olarak bugünkü bölgelerine yerleştiler. [[74]] Doğuya göç edenler ise İndüs Nehri havzası ve çevresini temel alarak göç eden Belluciler, Peştular, Horasan Kurdleri ve dönemin Kurd Tüccarları ve aileleri tarafından zamanla oluşturulup çoğalan –adlarına Arakan Müslümanları da denilen- Rohinga (Güneşin yükseldiği yer) ülkesi Kurdleridir. [[75]] Dolayısıyla merkezi Proto Kurdistan olmak üzere, Doğudan Batıya, Ari ve Aryen denen dil ve kültür havzasının bir ucu Rohinga’dadır. Diğer ucu Batı Avrupa’dadır.
MÖ. 6 bin yıllarından sonra Proto Kurdistan’dan, Batıya ve Doğuya göç edenler, hem Aridir, hem de Aryen’dir. Ama 10 bin yıllarından önce, Ararat ve Zagroslar’dan Kafkaslardan Batıya ve Güney Hazar Dağları üzerinden Doğuya göç eden Ari avcılar ise Aryen değil, sadece Ari’dirler!
Fazla uzaklaşmadan esas konumuza dönelim:
Mö. 5 bin yıllarından sonra müzminleşen kuraklığa karşı tek çare, Dicle ve Fırat Nehirlerinin birleşerek meydana getirdikleri deltada, sazlıklar ve kamışlar ile sarılı geniş ve verimli ‘Delta Ovasını’ sulu tarıma açmaktı. [[76]] Bu nedenle Ararat ve Zağros Dağlarında yaşayan Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen Çobanlar; ‘Delta Ovasında’ küçük ölçekli tarım yapan akraba Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen çiftçiler üzerine, öyle bir “çöreklendiler” ki bir daha da geri dönmediler. Çoban çiftçi çatışmaları ile zamanla çobanlar, çiftçiler üzerinde egemenlik kurdular. Çobanlar bol saman (sımer) elde etmek için çiftçileri harekete geçirip onlarla birlikte, bölgeye inşa ettikleri baraj, bent ve göletler ile önce bataklıkları kurutular; daha sonra geliştirdikleri büyük sulama kanalları [[77]] ile ‘Delta Ovasını’ büyük ölçekli tarıma açtılar. Öküz gücü ile çekilen [[78]] metalik (bakır ve tunçtan) karasaban, çoban ile çiftçileri birleştirerek, [[79]] tarımsal faaliyette 1’e, 80 verim artışı sağladılar. [[80]] Böylece artı ürün üretiminden (Artı Ürün, ilkel topluk ürünü olup hala kullanım değeri düzeyindedir), yüksek düzeyde artı değer üretimine (Art Değer, uygar toplum ürünü olup, değişim değeri düzeyindedir) geçildi. Sımer (saman) sorunu, değişim değerli Sımer (Saman) kavgası ve alış verişi ile çözümlenirken, Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd-Sımeriler ile Proto Zaza-Ari-Koti-Aryen-Kurd çobanlar arasında canlı hayvan, saman (sımer) ve diğer hayvani ürünler karşılığı, yoğun iş ve alışverişi ve iç çatışmalar yoğunlaştı.
MÖ. 4 bin 3.500 yıllarından sonra, ‘Delta Ovasına’ mukim yaklaşık 35 köy, tedrici olarak Kurd-Sımerilerin (Sümerlerin) geliştirdiği iş, alış veriş, zanaat, sanat, edebiyat ve askeri birliklerin teşkili ve diğer kültür biçimleri ile büyüyüp, meşhur Sımerian kent-devletlerine dönüştüler. Bu kentlerde, verimli topraklar ile köleler, köle sahiplerinin özel mülkiyeti altında son biçimlerini aldı. Köle sahiplerinden olan “Tanrı Karllar” hem çoban ve hem de çiftçi olarak, [[81]] “Tanrı Karllar” Panteonu (meclisi)” kurarak [[82]] Zigorat denen tapınaklar üzerinden sistemleşirken; Ruhban sınıfının yolsuzluklarına karşı askerleri kullanarak yönetime el koymak zorunda kaldılar. Böylece özel mülkiyet temelinde gelişen sınıf mücadelesin kontrol altına almak ve tarihin ilk toplumsal sınıflar arsındaki sınıf mücadelesini, sistem içine çekip yönetmek için Zigoratlar (tapınaklar) üzerinden herkesin ihtiyacını karşılayan ve dünyada bir ilk olan köleci devlet düzeneğine geliştirdiler.
MÖ. 3 bin yıllarında, tam anlamıyla uygarlığa geçişi başaran Kurd-Sımeriyanların Ülkesi, “İhtiyarlar Heyeti Meclisli” ve “Halk Meclisli” olmak üzere, iki meclisli ilkel (primitive) ilk “Demokratik Devlet” biçimini kurdular. [[83]] Ve böylece Kurd-Sımeriler (Sümerler), 6.700 yıl boyunca devrimci bir patik eylem sürecinden geçtikten sonra, dünyanın bir ilki olan Tarım ve Hayvancılık Devrimi ile köleci toplum uygarlığı temelinde, KAMU MÜLKÜ ile köleci toplum ÖZEL MÜLKİYETİ sentezini başarıyla gerçekleştirmiş oldular.
(Devam edecek)
[Not]: 3 Ağustos 2014 yılında yapılan, ‘Kurd-Ézidi Soykırım Saldırısını’ kınarken; bu yazıyı, saldırıda hayatını kaybeden, 5.000 ‘Kurd-Ézidi’nin’ anısına, tüm saygı ve içtenliğimle atfediyorum!D İ P N O T L A R:
[1] Antiktarih.com (03 Haziran 2018), 19 yy’da Mezopotamya’nın Keşfi ve Antik Oryantalizmin Oluşumu, (29 Mayıs 2023 tarihinde görülüp okundu ve not edildi). Makale şöyle yazmaktadır: “Mezopotamya’da ilk düzenli kazılar, 1840’lı yıllardan sonra, Kuzey Mezopotamya’da (Asur’da) çalışan Musul’daki Fransız Konsül Paul Email Botta tarafından gerçekleştirildi”. Devamla 1847’de İngiliz arkeolog Austen Henry Layard ile 1889’da da Alman arkeolog Richard Koldwey, arkeolojik kazı çalışmalarına devam ettiler.
[2] Gürkan Akçay (09 Mayıs 2020), Modern İnsanın Evrimi ve Afrika’dan Yayılan Göç Dalgası, bilimfili.com, web sitesi, (15 Haziran 2023’te görülüp okundu ve not edildi). Makalede: “Modern insan olarak tanımladığımız Homo Sapiens, (…) Araştırmalara göre, türümüzün, yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika’da evrimleştiği düşünülmektedir” diye yazıyor, Boğaziçi Üniversitesi-Yazar/editörü G. Akçay.
[3] a) ‘Ararat’ kavramı için bakınız: ’ Ekrem Cemil Paşa, Kurdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları 1. Baskı 1998. S. 13-18. Veya b) V. Minorsky, Th. Bori, DN. McKanzie, Kurdler ve Kurdistan, Doz Yayınları, 2. Baskı (2004) S. 18. Ayrıca Ararat kavramını, Güney Kurdistan’daki ‘Aratta’ kavramı ile ilişkilendirmek için bakınız: Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 282’ye. Kurd dil, tarihi ve kültürüne uygulanan kapitalist emperyalist kültürel soy kırım saldırı ve sansüre rağmen, iğne ucu kadar bile olsa bu benzerlikler, tıpkı Gılgameş, Zagros, Sımer, Komagena, Kengé vb. kavramlarını son derece dikkatle ele alıp değerlendirmek gerekir.
[4] Erman Ertuğrul (14 Haziran 2023), Homo Sapiens, 86 bin yıl Önce Güney Doğu Asya’daydı, arkeofili.com. Dayanağı: Macquarie University (13 Haziran 2023), Makale: Freidline, S. E., Westaway, K.E., Joannes-Boyau, R. Et al. 2023. Early Presence of Homo Sapiens’in Southeast Asia…
[5] a) Gordon Childe (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 50-51.
b) William McNeill (1967), Dünya Tarihi, İmge Yayınlar1, 15. Baskı (2013), S. 29.
Bu yazarlar tarafından, bu göçler konusunda, her tarafa çekilebilir muamma bir yazım tekniği kullanılmıştır. Buna rağmen, dipnot 6 ile dipnot 7’nin yazıdaki metinler ile karşılaştırıldığında, Gordon Childe ile William McNeill’in geliştirdiği, manipülatif ince ayarlı muammayı, Chris Stringer ile Alaeddin Şenel’n ifade tarzları düzeltilip netleştirmek mümkündür. Onun için ilgili kitaplara ve ilgili metinlere, sorgulayıcı bir anlayışla dikkatle bakınız!
[6] Zeynep Şoray (15 Mayıs 2023), Modern İnsanlar Avrupa’ya Üç Dalga Halinde Göç Etti, arkeofili.com, (10 Haziran 2023’te okunup not edildi), Yazarın Dayanağı: Live Cience, 3 Mayıs 2023. Makale: Slimak, L. (2023), The Tree waves: Rethinking the Structure of the First Upper Paleolitic in Western Eurasia.
[7] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 70.
[8] MÖ. 722’den sonra Siyonistler tefeciliği, Babil’e sürgün edildikleri ve orada yaklaşık 50+50 yıl kaldıklarında Akad, Asur’un da devamı olan Babilli Arap tüccarlarından öğrendiler.
[9] Volkhard Mosler (31 Ekim 2022), Modern Göçlerin İlerici Anlamı (1), Çev: Sevinç Sönmez, Leoneylem.net, web sitesi, (15 Haziran 2023’te görülüp okundu ve not alındı).
[10] Gordon Childe (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 40.
[11] Ekrem Cemil Paşa, Kurdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları I. Baskı 1998. S. 13.
[12] Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0, P. 38. Bu sözlük SIMERCE-İNGİLİZCE bir sözlüktür. Bu sözlük, M.Ö. 3500 yılları dönemindeki Sımerce’yi çalıştığını belirtirken, MÖ. 1800’lü yıllarda yazılan tabletleri dayanak aldığını yazmaktadır. Sözlükte, Sımerce ateşe karşılık “AR” kavramı kullanılmıştır. İngilizce’de “AR’ a” karşılık, fire, blaze, bright, kullanılmaktadır. Bu kavram için Macmillan English Dictionary, Second Edition (2007) sözlüğüne bakıldı. Ateş karşılığında, “fire” kavramının kullanıldığı görüldü.
[13] Gordon Childe (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009, S. 120.
[14] a) Ekrem Cemil Paşa, Kurdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları I. Baskı 1998. S. 18-19.
b) M. Emin Zeki Beg (1937), Kurdler ve Kurdistan Tarihi, Nubihar Yayınları, 1. Baskı (2010), S. 65, Dipnot: 113.
[15] Zeynep Şoray (15 Mayıs 2023), Modern İnsanlar Avrupa’ya Üç Dalga Halinde Göç Etti, arkeofili.com, (10 Haziran 2023’te okunup not edildi).
[16] Samuel Noah Kramer (1961), Sümer Mitolojisi, Kabalcı Yayınevi (2020), S. 120.
[17] A.g.e., S. 64-65.
[18] M. Emin Zeki Beg (1937), Kurdler ve Kurdistan Tarihi, Nubihar Yayınları, 1. Baskı (2010), S. 112-116.
[19] Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0, (P. 17 and 81).
[20] Macmillan English Dictionary, Second Edition (2007), P. 663. İngilizcede “gross of somthing”, belli bir bürüt büyüklüğün, belli bir parçası olmak demektir.
[21] Ekrem Cemil Paşa, Kurdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları I. Baskı 1998. S. 13, dipnotta.
[22] Perrin Margaryan (21 Ağustos 2019), Sümerler Hakkında Bilmiyor Olabileceğiniz 9 Gerçek, arkeofili. Com, dayandığı kaynak yayın: history. com, web sitesi (05 Şubat 2019).
[23] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 15 ve 31.
[24] A. g. e., S. 314.
[25] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 67 ve dipnotu.
[26] Mehmet Özdoğan (Mayı 2020), Neolitik Dönemi Yeniden Tanımlamak, Arkeomedya VİDEO- Fatih Çoban, (28 Temmuz 2023’te dinlenip not alındı).
[27] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 139.
[28] “Çöreklenme” kavramını uygun olduğu için Alâeddin Şenel’den alıp kullanıyorum. Bu kavram, ilkel topluluktan köleci topluma geçişte, Anti-Tez öğeleri olup ikisi de doğanın zorluklarına karşı devrimci bir rol oynayan çoban ve çiftçileri temsil etmektedir. Yani çoban ve çiftçileri her ikisi de ilkel topluluğun doğal yapısına karşı Anti-Tezdir. Ama aynı zamanda köleci toplum kuruluşuna ait de kendi aralarındaki birlik ve mücadele tarzı ile de devrimci Tez’in öğeleridirler. Alâeddin Şenel’in, “çiftçiler ile çobanlar arasındaki barışçı ve savaşçı” dediği ilişkiler, ikisi de köleci toplum kuruluşu için devrimci olan Tez’i temsil eden biçimlerdir. Çoban veya çiftçi kim kazanırsa kazansın devrimci durum kazanmış olur. Kısacası: “çöreklenme”, Kurdistan’da akraba iki devrimci diyalektik Tez öğesi arasındaki birlik ve mücadele biçimini tanımlamaktadır. Çöreklenmeye “davetsiz, tatlı sert misafir” de denebilir. Bunların arasındaki devrimci birlik ve mücadele ile geçişte yeni Kurd Sımer (Sümer) köleci toplumunun kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Bunun için bakınız: Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 178-190 arası sayfalara.
[29] Nazım Can (16 Ekim 2019), Toplumların Altyapı Anatomisi ve Marksizm -ıv ve v-, ozguruniversitesi.org, web sitesi.
[30] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 93 ve 96.
[31] Marks (1857-1858), Grundrisse-Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Temelleri, Cilt I, Sol Yayınlar (Kasım 1999), S. 356.
[32] Engels (1878), Anti–Dühring, Sol Yayınlar, 2. Baskı (1977), S. 294-295.
[33] İlkel topluluğun sıfır noktasından itibaren ilk insanlar, ağaçların üstünde toplayıcılık yaparak yaşıyorlardı. Büyük kuraklık dalgaları ormanlık alanları savanalara dönüştürünce insan, ağaç üstü toplayıcılıktan, savanalardaki bitki ve bitki köklerini yerden çıkarıp yiyerek toplayıcılık ile geçinmeye başladı. İnsan, ilkin bir ağaç parçası veya kaba saba bir taşı alet diye kullanıp geliştirdikçe avcılık yapmaya başlamıştır. Şimdiye kadar Ari avcıların kullandığı taştan balta, kama, keski, ok, yay ve sivri taş uçlu mızrak gibi aletlerden bahsetmiştik. Ama yeri gelmediği için Ari toplayıcıların, bitki köklerini yerden çıkarırken kullandığı aletten hiç bahsetmemiştik. İşte bu aletin, Proto Ari/Zazaca adı MER’dir. “Mer”, yere BATACAK veya çatlaklar arasına GİRECEK şekilde, kişinin kullanımına göre 1 metre ile 35-40 cm arasında uzunluğu olan ucu sivriltilmiş kaba, saba bir çalı veya çubuktur. Bu çubuk, önce bitki köküne yakın ve uygun bir yerden yere veya çatlağa batırılır, sonra yer destek yapılarak, kuvvet koluna bastırılır ve bitki kökü çıkarılmış olur. “Mer”, tahta, kemik ve metalik belin, çapanın, kazmanın günümüzdeki motorlu kepçenin öncülü bir alettir. “Mer”in temel özelliği, yere batırılıp kaldıraçlaşma tekniği ile amaca ulaşmayı sağlamasıdır. Proto Kurdi ve günümüz Kurd dilinde, bu aletin adı hala “Mer”dir. “Mer”, ateşin evcilleştirilmesi kadar bir geçmişe sahiptir. Bu aletin Türkçede adı “bel”, İngilizce adı “spade”dir. “Mer” kavramı kendisini önceleyen “MÉR” (erkek) kavramından türetilmiştir.
[34] Bakınız: Mehmet Özdoğan (31 Ocak 2023), Tarım Nerede, Neden, Nasıl Başladı?, gazeteduvar.com.tr. Web sitesi. 25 Şubat 2023’te okunup not alındı. Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih Öncesi, Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesidir. Ayrıca Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, Çay önü ve Keban arkeolojik kazı alanlarında 26 yıl çalıştıktan sonra, belirttiğine göre şimdi Kurd neolitik göçerlerinin Trakya üzerinden Batı Avrupa’ya göç izlerini araştırmaktadır.
[35] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 73.
[36] A.g.e., S. 74.
[37] Yakın geçmişte ve günümüzde, Kurdistan’da çobanlık yapan hemen herkes bu gerçeği mutlaka gözlemlemiştir.
[38] Perrin Margaryan (21 Ağustos 2019), Sümerler Hakkında Bilmiyor Olabileceğiniz 9 Gerçek, history.com (5 Şubat 2019), (Nisan 2023’te görülüp okundu ve not alındı).
[39] Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0, P. 15 and 32.
[40] A.g.e., 26.
[41] Günümüzde Kurd-Zazalar, samana hala ‘sımer’ demektedirler. Kurd-Kurmanclar ise uzun süre, “sımer” kavramını kullandı. Yaşlılar hala, sımer kavramını bilirler. Günümüzde ise kurmanclar, sımer yerine“ka” kavramını kullanmaktadırlar. “Ka” kavramı, sımer yerine sonradan kullanılma girmiştir. Kurmanc lehçesindeki “ka” kavramı, Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0, s.11’de şöyle ifade edilmektedir: “ka/maouth/ağız” ve ayrıca “ka/ entrance/giriş” anlamlarındadır.
[42] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 194, 306, 308.
[43] Jhon A. Halloran, Sumerian Lexicon (dictionary), Version 3.0, (P. 6 and 106).
[44] A.g.e., (P. 56).
[45] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 25, 108, 182.
[46] Ahmet Seyrek (2017), Medeniyete Yön Veren Sümerler, Mavi Çatı Yayınları, 2. Baskı (2019), S. 5-6.
[47] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 102.
[48] Bakınız: Mehmet Özdoğan (21.02.2020), Kültürel Evrimin Kırılma Noktaları, VİDEO, (12 Ekim 2022’de dinlenip not edildi). Arkeolog Mehmet Özdoğan, söz konusu videoda, “Çin neolitiğinin, 22 bin yıl önce başladığı halde evrenselleşemediğini” belirtiyor. Çin Neolitiği, esas olarak balıkçılık, bol su gerektiren pirinç hasadı ile gerekli iş ve geçim aletlerini gerektiriyordu. Balık ve bol su, dünyanın her yerinde temin edilemediği için evrenselleşememişti. Oysa Kurd Neolitiği arpa, buğday ve mercimek gibi tahıl devşiriciliği, ekilip biçilmesi ve hasadı ile gerekli tarım aletleri, dünyanın hemen her yerinde elde edilebiliyordu. Bunlar genellikle basit bir taş, tahta, kemik, boynuzdan yapma “bel/mer”, çapa, tahta-taş-bakır ve tunçtan yapılan kazma, karasaban ve öküz gücü ile özellikle demirli karasabanın devreye girmesiydi. Bu aletlerle, susuz toprakların tarıma açılması ve dünyanın hem her yerinde elde edilip ve tarımın yapılabiliyor olması ile yayılıp evrenselleşti. Bu evrensellik, doğanın proto Kurdlere sunduğu tarihi bir lütuftur. Ararat dağları ile Zagros dağlarında keçi, koyun gibi hayvanlar ile Amed-Karacadağ’da arpa, buğday ve mercimek gibi yabani bitkiler olmasaydı, Proto Kurdler ‘Tarım ve Hayvancılık Devriminin’ öncülüğünü yapamazlardı. Bu nedenlerle Kurdler, “üstün ırk” zehirlenmesine yakalanıp, atalarının “çok akıllı ve zeki oldukları” için bu devrimi geliştirip başardıkları KİBRİNE kapılmamalıdırlar. Üç aşağı beş yukarı Kurdler, atalarının yerinde kim olsaydı bu devrimi başarabilirdi, anlayışı ile erdem sahibi ve alçak gönüllülükle hareket etmelidirler. Ama insani değerler dâhilinde ve bilincinde olarak aynı Kurdler, sadece tarihin önlerine koyduğu bu tarihi fırsatı heba etmeden, insanlık adına kullanıp geliştirebildikleri için ataları ile övünmeyi de ihmal etmemelidirler.
[49] Çünkü tahıllar, 15-20 cm derinlikteki toprağın nemini kullanıp olgunlaşmasını sağlayabiliyor. İşte bu husus da tahıl tarımının, dünyanın hemen her yerinde olanaklı hale getirmiştir.
[50] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 44.
[51] a) Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 37 ile 67’nin dip notlarına bakınız. Ve ayrıca b) Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 166 ve 175 arası.
[52] Mehmet Özdoğan (31 Ocak 2023), Tarım Nerede, Neden, Nasıl Başladı?, gazeteduvar.com.tr. web sitesi. (25 Şubat 2023’te okunup not alındı).
[53] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 64-65 ve 67.
[54] Mehmet Özdoğan (12.02.2020), Kültürel Devrimin Kırılma Noktaları, VİDEO, (12 Ekim 2022’de dinlenip not edildi).
[55] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 166 ve 175 arası.
[56] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 65.
[57] Koti ve Korti kavram ayrımı geçici göçer konar aşiret yaşamına ilişkin coğrafik bir adlandırmadır. Bu kavramlar, M.Ö. 9 bin yıllarında ilk defa keçi ve koyun evcileştirildikten sonra, sürülerin yazın “ware” veya “zozan’a” (yaylaya) çıkışları ile kışın dağların eteklerindeki düzlüklere inen yaşam biçimlerini ifade etmektedir. Dolayısıyla Koti kavramı esas olup en yaygın kavram olarak kullanılmıştır. Yabancılar tarafından Koti kavramı yerine, Kuti, Guti, Cuti, Cudi vb. kavramları olarak ifade edilmiştir. Bu kavramların izleri için bakınız: a) Abdurrahman Qasımlo (1965), Kurdler ve Kurdistan, Avesta Yayınları, 2. Baskı(2014), S. 44’te dipnot 25. Ayrıca bakınız: b) V. Minorsky, Th. Bori, DN. McKanzie, Kurdler ve Kurdistan, Doz Yayınları, 2. Baskı (2004) S. 18.
[58] M. Emin Zeki Beg (1937), Kurdler ve Kurdistan Tarihi, Nubihar Yayınları, 1. Baskı (2010), S. 76.
[59] A.g.e.,), S. 80-92.
[60] Bu Kurd Aşiret düzenlenmesi, Abdurrahman Qasımlo, Ekrem Cemil paşa, Minorsky ve M.Emin Beg’den çıkarsayıp, mantıksayarak geliştirdiğim makul ve mantıklı bir düzenlemedir. Eleştiri ve düzeltmeye açıktır.
[61] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 209 ve 470.
[62] A.g.e., S. 194.
[63] Emperyalist kapitalist ve sömürgecilerin tahrifatı, Kurd kültürel soykırım saldırılarını bertaraf ve etkisiz kılmak için bu noktanın farkında olmak oldukça önemlidir. MÖ. Yaklaşık 10 binlerden çok önce, Avrupa ve Hindistan’a göç edenler ve göç güzergâhında bulunan Ariler, kesinlikle Aryen değildirler.
[64] 1919 yılında İngiliz Emperyalistleri, Ortadoğu’da ilk kimyasal silahlar ile Şeyh Mahmut Berzenci hareketini kırıp geçtiler. Bakınız: Fatih Altaylı (22 Şubat 2003), Neymiş Bu Kimyasal Silah?, hurriyet.com.tr, web sitesi, (23 Temmuz 2023’te okunup not alındı). Ayrıca 3 Ağustos 2014 yılında, 9’uncu yıl dönümünden geçtiğimiz bu günlerde, DAİŞ’i, Kurd Ézidilere saldırtıp katleden aynı, Biritsh Anglosakson Siyonist Finans Oligarşidir (BASFO). Ama aynı BASFO içinden İngiltere, 01.08.2023 tarihinde, Kurd Ézidilere yapılan saldırı ve katliamı “Soykırım” olarak resmen tanığını dünyaya ilan ediyor. “Sulu göz tezgâhçılar”! Hem asıyorlar, hem de altında oturup ağlıyorlar! Bir Kurd Fabl’ında söz konusu edildiği gibi “tavşanın postunu, tavşanın pençesi ile tuzluyorlar”!
[65] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 147 ve 156 arası.
[66] Mehmet Özdoğan (31 Ocak 2023), Tarım Nerede, Neden, Nasıl Başladı?, gazeteduvar.com.tr. web sitesi. (25 Şubat 2023’te okunup not alındı).
[67] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 73.
[68] Mehmet Özdoğan (31 Ocak 2023), Tarım Nerede, Neden, Nasıl Başladı?, gazeteduvar.com.tr. web sitesi. (25 Şubat 2023’te okunup not alındı.) Mehmet Özdoğan’ın ifadesindeki “bir kaç bin yılık” süreye, tüm okuyucuların dikkatini çekmek istiyorum. Ararat, Zagroslar ve Kuzey Mezopotamya’daki tarım ve çiftçilik tekniklerinin, Dicle ve Fırat Nehirleri boyunca, Orta ve Güney Mezopotamya’ya yayılması ve bölge insanını harekete açması ve katması açısından oldukça ilginçtir. Bugüne kadar, Sımerlerin (Sümerlerin) “bilmem nerden Mezopotamya’ya geldiklerine” dair tahrifata, emperyalist ırkçı sömürgeci ve kültürel soykırımcı söylem ve faaliyet tarzına öldürücü bir cevaptır. Çünkü bu söylem ve tespit tarzı, 6,700 yıllık Kurd Tarım ve Hayvancılık Devrim Sürecine gönderme yapmaktadır. Bu tarihsel gerçeğe rağmen kimileri, “Uzay’dan Anunakileri indirip”, onlara Sımer (Sümer) Tarım ve Hayvancılık devrimini “yaptırmaktadır”. Her ne hikmetse, hiç kimse, 6,700 yıl devam eden Kurd Tarım ve Hayvancılık Devrim pratiği ve devrim gerçeğini, Kurdlere yakıştıramamaktadır!
[69] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 126.
[70] Ahmet Seyrek (2017), Medeniyete Yön Veren Uygarlıklar Sümerler, Mavi Çatı Yayınları, 2. Basım, (2019), S. 5-6.
[71] Bakınız: Fatih Altaylı, Teke Tek Programı, Konuk: Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, HT. Bilim Tarih Felsefe Videosu.
[72] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 168.
[73] a) Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 159-160. Ayrıca b) Joyanta Routh’tan aktaran arkeofili.com web sitesinden Kibar Cesur (26 Ocak 2023), İklim Ortadoğu Medeniyetlerini Derinden Etkilemiş.
[74] Fuat Söylemez (15.12.2018), Kurmanclar Kurd mü?, Gazete Duvar web sitesi.
[75] İbrahim Sedyani (30 Ağustos 2017), 6 Soruda Arakan Söyleşisi, gazeteduvar.com, web sitesi.
[76] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S.185.
[77] Alâeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 188.
[78] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 96-97.
[79] William McNeill (1967), Dünya Tarihi, İmge Yayınlar1, 15. Baskı (2013, S. 48-49.
[80] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009), S. 106 ve 110.
[81] Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999), S. 338.
[82] A. g. e., S. 438.
[83] A. g. e., S. 52-54.