Cuma , 29 Mart 2024

Bilimcilerin mesnetsiz imtiyazları* Aydın Ördek

Daha çok bilen, bilgisi toplum için daha hayati olan, daha becerikli olanın neden daha az bilenden, daha az becerikliden iyi şartlarda yaşamaya hakkı olsun? Peki, bilim gibi hakikat aşkından başka hiçbir dayanağı olmayan bir uğraş nasıl olur da bunca mesnetsiz imtiyaza zemin teşkil eder?

Bilimciler imtiyazlıdır. Yerleri medeni dünyanın başköşesidir. Ne olmuşsa, ne oluyorsa fedakâr bilimciler sayesindedir, gördükleri hürmet baştan ayağa kadar haklarıdır. Bilmek işinin doruğu olan bilim sayesinde insanlığın her sorununun üstesinden geliyorlar, dünya bilimciler sayesinde daha hür bir yer. Bilimcilerin gerçeği bilmek arzularının önünde kapitalizm öncesinin, hatta sonrasının muhafazakâr iktidar şebekeleri olmasa insanlığın, baştan beri peşinde olduğu dünya cenneti, kat edilecek mesafeler, aşılması gereken aşamalar meselesi olurdu. Peki, ama belli ki sorun çözmedeki üstünlüğü nedeniyle diğer uğraşlardan üstün kabul edilen bilim ve bilim işiyle meşgul bilimci neden imtiyazlı olsun, bilimci neden başköşede oturmak istesin?

Gayretleri, emekleri, fedakârlıkları, yaptıkları işin üstünlüğünün bilimcileri otorite kabul etmeye, onlara fazladan saygı göstermeye, onlara toplumda kimsenin yararlanmadığı olanakları sunmaya, özetle onların kıymetlerini bilmeye bir an için yeter nedenler olduğunu kabul edelim. Üzerinde uyuduğunuz yatağı imal eden marangozu gayret, emek, fedakârlık, yaptığı işin üstünlüğü bakımından daha az kıymetli kılan nedir ama? Neden marangozları da bilimciler kadar rahat ettirmeye çalışmıyoruz? Yahut apartmanınızın kanalizasyon gideri tıkandı; bu elzem sorunu çözmek için çağırdığınız (çoğunda asgari ücretle çalışan) kişiyi gayret, emek, yapılan işin üstünlüğü bakımından bilimciden daha az kıymetli kılan ne olabilir? Kuşkusuz toplumsal yeniden üretim açısından biri diğerinden daha erdemli, daha üstün kabul edilemeyecek uğraşların icracılarının karşılaştırılabilir olmayan gayretleri, birikimleri, emekleri arasındaki farklar değildir dağıtılan imtiyazların gerekçeleri. Toplumun dağıtılan imtiyazlarla çitlenmiş alanlara ayrılmak istenmesi gerektirmektedir bu akıl dışı kriterleri. Diğer yandan ille de karşılaştırılmak isteniyorsa, dünyanın en karşılaştırılamaz, en kıyaslanamaz varlıkları bile karşılaştırılır; karşılaştırmayı yapmak isteyenlerin üzerinde uzlaştıkları bir ölçüt bu işi görür. Böylelikle örneğin bilimcinin aldığı eğitimin süresi, kendisine harcanan para, kendisine aktarılan bilimsel birikim için insanlığın zaten yapmış olduğu mesainin bir ortalamasını tespit edebiliyorsak, onun marangozdan ya da kanalizasyon işçisinden neden daha üstün olduğunu da ortaya koymuş oluruz. Oysa bilimcilerin de bir kısmına diğer bilimcilerin ya da toplumun yaptığı muameleden anlıyoruz ki imtiyazların asıl sebebi, yapılan işin imtiyazı sağlayanların bir yarasına merhem olmasıdır. İmtiyaz bilimcilerle, bilimcileri imtiyazlı kılanlar arasındaki ortaklık nedeniyle bahşedilir. Bu nedenle örneğin felsefe, sosyoloji, dilbilim gibi ne işe yaradıkları pek kestirilemeyen alanlar elden gelse imtiyaz listesinden çıkarılacak. Oysa yöntem bakımından öncekilerden pek az farklı olan tarih, siyaset bilim, iletişim gibi alanlar görece el üstünde tutulurlar. Eğer imtiyaz söz konusu uğraşın layıkıyla yerine getirilmesi için sağlanıyorsa, buna kimsenin itirazı olmaz. Örneğin çalışmanın yapılması için gerekli ortamın, kaynakların tahsis edilmesi, toplumun geriye kalanına sağlanmadıkları için birer imtiyazdırlar, ama işin yapılması için gereklidirler de. Diğer yandan insanca, tasasız geçim şartları belli iken, bir bilimciye aldığı eğitimi kazanç kapısına dönüştürecek imtiyazlar sağlamanın hiçbir gerekçesi olamaz. Tezgâh öyle kuruluyor ki bir tıp ya da hukuk profesörü çoğu durumda küçük ya da orta ölçekli bir rantiyeye dönüşüyor. Aslında becerebilen bütün bilimciler için durum bu, yeter ki yaptıkları iş para etsin; çoğu, uğraşlarının ileri aşamalarında küçük birer işletmeye dönüşüyor. Sorulursa, öyle elzem bir iş yapmaktadırlar ki uzmanlık bilgilerinin, bilimsel birikimlerinin, bin bir emekle elde ettikleri rütbelerin görece kıymetli olmasında yadırganacak ne olabilir? Daha çok bilen, bilgisi toplum için daha hayati olan, daha becerikli olanın neden daha az bilenden, daha az becerikliden iyi şartlarda yaşamaya hakkı olsun? Peki, bilim gibi hakikat aşkından başka hiçbir dayanağı olmayan bir uğraş nasıl olur da bunca mesnetsiz imtiyaza zemin teşkil eder?

Nedensellik bağı, sanılanın aksine imtiyazlardan kıstaslara doğru kurulduğundan, bilim de başka her şey de imtiyazların farazi mesnetleri kılınabilirler. Toplumsal yeniden üretim için elzem olduktan sonra hiçbir uğraşın ve uğraş sahibinin bir diğerine üstünlüğü yoktur, diğer yandan insanca, tasasız geçim en temel insan haklarından olduğu için uğraşları, insanların bu temel haktan mahrum edilmelerinin gerekçesi olamaz. Uğraşları nedeniyle imtiyazlı olan kişilerin birer şirket gibi çalışması, imtiyazsız olanların asgari ücrete talim etmelerine neden olur. Bunlar dışında söz konusu olan bilim olduğunda, mevcut bilim yönteminin, daha doğrusu bilimcilerin bilim kavrayışlarının bilimcilere tanınan haksız imtiyazlarda dahli vardır. Bilimcilere kalırsa, bilim toplum için en nesnel, en güvenilir, en işe yarar bilgiyi üretir. Ancak bilimciler daha kimin bilimci olup kimin bilimci olmadığı konusunda anlaşamazlar, bilimin ne olduğu konusu da belirsizdir bilimciler için. Örneğin beslenme uzmanı bir profesörün iddiaları, diğerleri tarafından şarlatanlık ilan ediliyor. Bilimcilerin bir kısmı bir yaratıcıya inanıyor, bir kısmı inanmıyor –bana kalırsa bu anlaşmazlıkların hiçbiri bilimle çelişmez. Şayet seküler alım-satım dünyasının meşruiyet kaynağı olmasaydı, bilim bu denli itibarlı olmazdı, bilimcilere de sahip oldukları imtiyazlar bahşedilmezdi.

En keskin, en can alıcı hakikatler bile kimsenin işine gelmiyorlarsa, egemen iktidar şebekelerinin çıkarlarına aykırılarsa görmezden gelinirler. Sisamlı Aristarkhos’un 2 bin 300 yıl evvel öne sürdüğü güneş merkezli evren ve küre biçimli dünya tasarımları, eski ve yeni dünya düzenlerinin aktörleri arasındaki kavgaya malzeme olmasalardı, modern bilime dayanak oluşturmayacaklardı. Nitekim bu keskin hakikatin insanlık için ne kadar önemli olduğunu, dünyanın düz olduğuna inanan çok sayıda insanın yaşamlarını mutlu mesut bir biçimde sürdürüyor olmalarından çıkarsayabiliyoruz. Gerçek, çıkarlarımız ne kadarını gerekli kılıyorsa o kadar açığa çıkar, isterse hiçbir gözün kendini sakınamayacağı denli ortada olsun. Bilim, insan bilgisinin bu karakterinden vareste değildir. Bilimcilerin bilimin yansızlığına, güvenirliğine yaptıkları vurgu, imtiyazlarını koruma gayretlerinin eseridir. Bilimciler bunu bilimi diğer bilme biçimlerine nazaran üstün kabul ederek yaparlar. Böylelikle mitoloji, felsefe, din gibi diğer bilme biçimlerini de harfiyen tekrar etmiş olurlar. Aslında kendilerine istedikleri imtiyazların ilk şartı, uğraşlarını imtiyazlı kılmaktır. Oysa gerçeğin ortaya koyulması motifine dayanan bir bilim anlayışı kendine de şüpheyle bakar, varlığı kendinden menkul imtiyazları elden geldiğince ortadan kaldırmaya çalışır.

Modern bilimin yöntemsel açıdan esasını teşkil eden deney ve gözlem ile rasyonalite modern bilimin icatları değildir. 2 bin 300 yıl evvel Aristarkhos’a ay tutulmalarını gözlemleyerek Dünya’nın küre biçimli olduğunu bulduran modern bilimin istisnai yöntemi değildi. Modern bilim gibi bir şeyi söz konusu eden, giderek dini otoritelerden bağımsızlaşan bir bilimciler topluluğunun üniversitelerde kurumsallaşmasıdır. Çok sürmeden imtiyazlar yeniden paylaşıldığı, herkes yerini beğenir hale geldiği için bilimcilerin hakikat aşkı imtiyazlar tarafından yeniden çitlenmiştir. Güya kavgayı kazanan bilimciler yansız, güvenilir bilginin yeni kaynağı oldular. Rasyonel deneysel bilginin üniversitelerde kitlesel olarak üretiliyor olması, bilimi istediği yere bakan, baktığı yerde de ne görüyorsa onu açıkça dile getiren bir faaliyet kılmamıştır. Bilimciler, imtiyazlarını muhafaza etmek için toplum, iktidar şebekeleri neyi görmek istiyorlarsa ona bakıp orada da çoğu şeyi görmezden gelirler. Denilecektir ki bu sosyal bilimler için mümkünse de doğa bilimleri için pek mümkün görünmüyor. Doğa bilimleri alanında imtiyazları korumanın açık yolu bilimin yerine tekniğin geçirilmesidir, böylece asıl sorular sorulmadan bilim yapılabilir. Ne kadar yanıtlanamaz olursa olsun, bilimci “Neden?” sorusunu sormazlık edebilir mi? Tek başına bu soruyu sormanın mümkün olması, sorulmasının da gerekçesi olmalıdır bilim için. Oysa bilimciler “Nasıl?” sorusunun kâfi olduğunda ısrar ederler. Bilimcilerin yazdıkları ders kitaplarındaki muhafazakârlığa tanıklık etmek bilimcileri utandırmaya yetse gerek: Birbirlerini içerik şöyle dursun, pedagojik açıdan bile tekrar eden kitapları tekrar tekrar yazıyor bilimciler. Yeni nesillerin bu beyhude işten kazancı ise grafik ve tasarım alanındaki yenilikler olmalı.

Modern bilimin asıl özgünlüğü bir ara Aydınlanma insanı diye bir ideal-tipi varsaymış olması bana göre. Aydınlanmanın varlık alanı kamudur, Aydınlanma insanı da kamusaldır. Yani eylemi ve düşüncesiyle apaçık ortadadır. Yaptığı işin, dile getirdiği düşüncenin açıkça bir yer tutmak, bir yana meyletmek olduğunu bilir, bunu açıkça beyan eder. Görmezden gelmez. Kendisi için istediğini esasen bütün insan kardeşleri için istiyordur. Bu nedenle yalansız, imtiyazsız, özgür bir dünya peşindedir. Bu amacın yansızlık gibi bir yalanla olamayacağını bilir. Bilimciler Aydınlama insanını örnek alırlarsa, modern bilimin yanlı bilimciler arasındaki hakikat kavgası olduğunu bilir ve ondan imtiyaz devşirme hayâsızlığına düşmezler, aslında bu durumda bilimin herhangi bir imtiyaza dayanak olması da neredeyse imkânsız hale gelmiş olur.

Bugün 2 Temmuz. Bundan 26 yıl evvel Sivas’ta 37 kişi kamu otoritelerinin ve yurttaşların tanıklığı ile yakılarak öldürüldü. Hatıraları önünde utançla eğiliyorum. Hiçbir ülkü kendisi uğruna cana kıyılmasına razı gelmemeli.

* Gazete Duvar’da 2 Temmuz 2019′ da yayınlandı…