Cuma , 29 Mart 2024

FETO’YA DEĞİL, NATO’YA BAK! FİKRET BAŞKAYA

Son günlerde kim Fetullahcı, ‘tartışması’ yapılıyor…  Feto’nun ayaklarını saya saya bitiremiyorlar… Eğer ayakları varsa, o ‘yaratığın’ bir gövdesi ve bir de  beyni vardır… Neden ayaklarla uğraşıp duruyorlar? Feto ‘devlete sızmışsa eğer, onu kim, nasıl peydahladı, kim palazlandırdı, kim neden sızdırdı? Neden hep ‘sızana’ odaklanılıyor da ‘sızdıranlar’ sorun edilmiyor?

Türkiye’nin egemenleri, mülk sahibi sınıfların devleti, İkinci Emperyalist Savaş sonrasında ‘Hür Dünya’ denilen tarafa yamandı. Doğrusu ‘Hür Dünya’ değil, emperyalist kamptı… Klasik

[doğrudan]

sömürgeciliğin yerini ‘yeni sömürgecilik’ denilen alıyordu… Türkiye savaş sonrasında ABD ile bir dizi ‘ikili anlaşma’ imzaladı. Marshall Yardımı aldı. ABD’nin gözüne girmek için Kore’ye asker gönderdi. Emperyalist Kore Savaşının tarafı oldu… Bu ülkenin yoksul evlatları 10 bin kilometre uzakta telef edildi… Ve onlara ‘ Kore Şehitleri’ dendi… İyi de şehit kelimesinin bir içeriği, bir karşılığı yok mu? Emperyalist çıkarlar için ölen neden şehit sayılsındı! Türkiye 1952 yılında emperyalist bir askeri [militer] saldırı paktı olan NATO’ya üye oldu… ABD, gelmiş-geçmiş en büyük hegemonik güçtü… Bir başına dünya sanayi üretiminin %50’sinden fazlasını üretiyordu… Türkiye gibi bir ülkenin bir emperyalist saldırı paktında ne işi olurdu? Boşuna, kiminle çuvala girdiğini bilmek önemlidir denmemiştir… Dönüp, dönüp ‘ABD Türkiye’nin ‘stratejik ortağıdır’ diyorlar… Oysa, hegemonik/emperyalist bir süper gücün ‘stratejik  müttefiki’ olmaz… Sadece ‘stratejik çıkarları’ olur gereğini de yapar ve yapıyor…. Ve 1954’de de Türkiye topraklarına, İncirliğe bir Amerikan askerî üssü kuruldu… Ve orada nükleer silahlar [atom Bombası] vardı… O silahların kullanılma emri Washinton’dan verilirdi… Bu gün Türkiye’de kaç Amerikan Üssü olduğunu biliyor musunuz?

O tarihten sonra Türkiye artık adı konmamış bir ABD uydusuydu… Dış politikası, ekonomik politikası, tarım politikası, eğitim politikası, ulaşım politikası, vb.  Washington’dan gelen uzmanlar tarafından belirleniyordu… Her bakanlıkta, her kurumda ABD’li uzmanların ‘parelel büroları’ vardı… Ulusal kalkınmacılık diye bir kaygı artık yoktu… Türkiye sadece dış politika yapma yeteneğini kaybetmedi,  iç politikada da ABD’inin sultası altında girdi… Durum öyleyken, sabahtan akşama kadar İstiklâl Marşı söyleseniz neye yarardı… ABD güya kömünizmin yayılmasını önlemek amacıyla her ülkede gerici unsurları destekliyordu… Asıl amaç kömünizmin önünü kesmek değil, ABD çıkarlarına ters unsurların ortaya çıkmasını, gelişmesini, başkalarına örnek olmasını önlemekti… Emperyalist sömürüyü, yağma ve talanı güvence altına almaktı… 

Daha 1948’den itibaren Türkiye’de ‘komünizmle mücadele dernekleri’ kurulmaya başlamıştı bile… Akıl Washington’dan, para Suudi Arabistan’ dan [ARAMCO’dan] geliyordu… Dinci unsurlar örgütlendirilip ilerici, demokrat, sol, sosyalist unsurların üzerine sürüldü… Türkiye’nin mülk sahibi sınıfları sadece 1923 sonrasında oluşturulan ‘resmi ideolojiye’ dayanarak yönetemeyeceklerini biliyorlardı… Dinci gericiliği yardıma çağırmak ‘zorundaydılar’…

1960’lı yılların sonuna gelindiğinde dinci-faşist unsurlar artık etkin bir güç haline gelmişti… İlk önemli saldırı ‘Kanlı Pazardı’… Arkalarında devlet vardı… Yükselen sol hareketin önünü kesmek üzere sahaya sürülmüşlerdi… Fakat sol yükselişin önünü kesmede, dinci-faşist unsunlar yetersiz kalıyordu… NATO’cu ordunun darbeleri olmadan, ilerici-halkçı-demokrat-sosyalist dalgayı kırmak, yükselişi durdurmak imkânsızdı… NATO’cu ordu imdada yetişti…  12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle solun önünü kesti, dinci gericiliğin önünü sonuna kadar açtı… Dinci gericiliğin desteklenmesi, 1945 sonrasının değişmez  politikası ve pratiğiydi… Elbette dozu zaman içinde farklılaşıyordu…Lakin, sanki dinci gericilikle ‘mücadele ediliyormuş’ izlenimi yaratmayı da ihmal etmediler… Bir sürü cemaat, tarikat türedi, türetildi, beslendi, büyütüldü… İşte şimdilerde FETÖ [Fetullah Terör Örgütü] dedikleri, öylesi bir sosyo-politik-ideolojik ‘iklimin ürünüydü’… ABD-T.C. ortak yapımıydı… Fakat FETÖ denilenin diğer cemaatlerden, tarikatlardan önemli bir farkı vardı… FETÖ bildik, tipik bir ‘cemaat değildi’… Diğerlerinden farklı olarak, emperyalist çıkarlar için ‘yukardan aşağı’ doğru, merkezî olarak  peydahlanmış, örgütlenmiş, desteklenmiş, araziye sürülmüştü… Doğrudan politik hedefler ve amaçlar içindi… Kadroları itina ile seçilip, yetiştiriliyordu… Velhasıl ‘misyon sahibi unsurlar’ yetiştiriliyordu… Din, İslam, asıl amacı gizlemenin bir aracıydı… Bütün hükümetler, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, bu günkü tablodan az-çok sorumludur…

Geride kalan yaklaşık 70 yılda -çok sınırlı bir-iki istisna dışında  hep sağcı/Amerikancı/NATO’cu partiler iktidar oldu ama dinci geriliğin asıl  arkasında olan, benim “Asıl Devlet Partisi” dediğim iktidar odağıydı… Zira, Türkiye’de siyasi partiler ‘Asıl Devlet Partisi’nin taşeronudur… Rotayı belirleyen daima Asıl Devlet Partisidir… Seçimle gelmiş hükümetlerle asıl devlet partisi arasındaki ilişki, bir tür taşeron-müteahhit ilişkisine benzer…  Aksi halde Erzurumlu vaiz, arkasında ABD ve T.C.’nin desteği olmadan, onca şeyi başarabilir miydi? Mesela, 160’dan fazla  ülkede 2000’den fazla okul, kültür merkezi, dil okulu, vb. açabilir miydi? Milli Eğitim Bakanlığıyla yarışa girişebilir miydi? O kadar büyük sermayeyi yönetir durumda olur muydu?  [Bir seferinde Dünya Sosyal Forumu için Senegal’e gitmiştim… Bir ara birkaç küçük  hediye almak üzere çarşıya çıktığımda, dükkan sahibi kadın benim Türkiye’den geldiğimi öğrenince: “Burada sizin okulunuz var, hem de çok iyi bir okul” demişti… ‘Peki o okula kimlerin çocukları gidiyor’ dediğimde… “Tabii zenginlerin, bakanların, politikacıların, yüksek bürokratların çocukları’ demişti…]. 

Velhasıl, FETÖ’nün ‘başarıları’ onun marifeti değildi… Kaldı ki öyle bir şey de zaten asla mümkün değildir… O, küresel planda amaçları olan bir projenin sadece görünen yüzüydü…ABD’nin adamıydı… 15 Temmuz ‘darbe girişimi’ sonrasında ABD’den istendiğinde asla vermek istemediler… Aksi halde bir inandırıcılıkları kalmaz, bir daha ‘kullanacak adam’ bulamazlardı… Tabii bizimkiler de asla Türkiye’ye teslim edilmesini istemezlerdi… Ayıplarının açığa çıkmasından korktukları için… Ama, kamuoyunu aldatmak için, İstiyormuş gibi yaptılar… Ya gelir de ‘her şeyi açık eder, kutsal devletin sırlarını ortaya dökerse’  ne yaparlardı!

FETÖ’nün ayakları tamam da, vücudu Asıl Devlet Partisinde, beyni de NATO, CIA, velhasıl ABD’deydi… O zaman neyi nerede aradığını bilmek önemlidir denecektir…