Geçtiğimiz haftalarda her bir ulus bir diğerinin ardından, İslam Devleti ya da DAEŞ’e karşı mücadele görüntüsünde, hatalı bir şekilde hindi avı olarak gördükleri Suriye’deki savaşa dahil olmak için can atıyordu.Cevabı en çok merak edilen ve fakat cevabından en çok da korkulan soru: bu savaş çılgınlığı nereye varacak ve tüm gezegenin, dünyayı yok edecek bir dünya savaşına doğru sürüklenmesinin önüne nasıl geçilecek?
30 Eylül’de Rusya Federasyonu, usulüne uygun olarak seçilmiş Suriye Arap Cumhuriyeti Devlet Başkanının resmi davetine ya da ricasına cevaben, Suriye Hükümet Ordusuna destek olmak amacıyla ilk olarak oldukça etkili hava saldırılarına başladı.
13 Kasım’da IŞİD’in Paris’te düzenlediği terör saldırılarının hemen ardından Fransa Cumhurbaşkanı, Fransa’nın ‘savaşa girdiğini’ ilan etti ve savaşa katılmak için, hemen, bir ve tek savaş gemisi Charles de Gaulle’u Suriye’ye gönderdi. Ardından 4 Aralık’ta Alman Parlamentosu, Fransa’ya ‘yardım’ amacıyla 1200 Alman askeri ve altı Tornado jetini Suriye’ye gönderme kararını onayladı. Almanya dışı kaynakların aktardığına göre, Almanlar, Rusya ve Esad rejimiyle değil Florida’daki Amerikan Merkezi Komutanlığı ile, aynı zamanda Şam’dakilerin yerine, Kuveyt’teki koalisyon karargâhları ile birlikte hareket edecek. Aynı hafta İngiltere Parlamentosu da, ‘IŞİD’e karşı savaşmak’ için Suriye’ye uçak ve askeri kuvvet gönderilmesini onayladı. Bu durumun da; Suriye’nin egemenliğinin yeniden tahsis edilmesi için Esad ordusuyla birlikte hareket etme amacını güden Rusya’nın planlarına bir katkısının olmayacağından emin olabiliriz.
Ardından Türkiye’nin asabi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’de Rusya’nın SU-24 uçağını düşürerek daha yeni işlediği suçtan farklı olarak şimdi de, Irak hükümetinin şiddetli protestolarına rağmen petrol bakımından zengin Musul’a Türk tanklarını gönderiyor. Bu kaos yetmezmiş gibi ABD, bir yıldan fazla bir süredir cerrahi bir şekilde IŞİD mevkilerini bombaladığını ama sonucun IŞİD ve diğer terörist grupların topraklarını genişletmekten başka bir işe yaramadığını itiraf ediyor.
Bir dakika arkamıza yaslanıp düşündüğümüzde; dünyanın, Suriye üzerinden, güzel ve huzurlu gezegenimizi toptan yok etme potansiyeli taşıyan çok daha kötü bir durumun fitilini ateşleyebilecek, kelimenin tam anlamıyla bir kudurmaya doğru yol aldığını farkedebiliriz.
Önemli bir nokta kaçırılıyor
Geçtiğimiz haftalarda, tüm Ortadoğu üzerindeki plan ya da daha doğru bir şekilde söylersek planlarda gerçekte kimin gizli nüfuzunu kullandığı konusunda yapılan genel açıklamalardan, Suudi Arabistan’ın rolü üzerine daha önce ortaya koyduğum görüşlerimi yeniden gözden geçirecek kadar huzursuz oldum. Rusya Devlet Başkanı Putin ile Suudi Savunma Bakanı Prens Salman arasında Haziran 2015’de gerçekleşen sürpriz görüşmeden bu yana Suudi monarşisi, eski baş düşmanı Rusya’yla; 10 milyar dolara varan Rus askeri donanımı ve nükleer santral ticareti ile olası bir Putin ve Kral Salman ‘buluşması tarihi’ üzerine konuşacak denli dostluk kurma konusunda oldukça nazik bir izlenim bırakıyor.
Geçtiğimiz aylarda, Başkan Putin ile görüşmek için Moskova ve Soçi’ye giden Arap lider kafilesi; 1077 yılında Kutsal Roma İmparatoru 4. Henry’nin, aforozununiptali için Canossa Kalesinde oturan Papa 7. Gregor’a yalvarmak amacıyla Canossa’ya yürüyüşünün modern versiyonunu andırdı.Bu kez; Körfez Monarklarının durumu 4. Henry’nin, Putin’in konumu ise Papa’nın rolüne benziyordu. Ya da öyle görünüyordu. En azından ben, ozaman öyle düşünüyordum. Birçok küresel politik olay gibi bu da, yalanın ve dalaverenin içine batmış bir durumdu.
Özellikle, Türkiye’nin, Suriye hava sahası içinde kasıtlı bir şekilde Rus SU-24 uçağını düşürmesinden bu yana açık bir şekilde ortaya çıkan durum, Rusya’nın yalnızca IŞİD teröristlerine ya da Türkiye’deki destekçilerine karşı savaşıyor olması değil, aynı zamanda, belki de bilinçsiz bir şekilde çok daha tehlikeli bir planı uygulamaya koyuyor olmasıdır. Bu komplonun arkasındaki gizli rol, Suudi Arabistan ve onun yeni monarkı Kral Salman bin Abdulaziz ile oğlu Savunma Bakanı Prens Salman’a aittir.
Suudilerin ‘fevri müdahale politikası’
Alman medyası, Alman gizli servisi BND’den sızdırılan değerlendirmeyi geniş bir şekilde yayınladı. BND, CIA’in Almanya versiyonudur. BND’nin raporu, diğer şeylerin içinde, Kral’ın 30 yaşındaki oğlu Prens Muhammed bin Selman’ın artan rolüne odaklanıyor. Oğul prensin önemli rolüne istinaden BND, “Suudi kraliyet ailesindeki daha yaşlı üyelerin gösterdiği ihtiyatlı diplomatik tutumun yerini fevri müdahale politikasıalacak,”diye ifade ediyor.
Prens Salman Savunma Bakanıdır ve Mart ayının sonundan itibaren, komşu ülke Yemen’de ‘Kararlılık Fırtınası Operasyonu’ adını verdiği çılgın bir savaşa Krallığı sürüklemiştir. Suudiler; Mısır, Fas, Ürdün, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Bahreyn’in yer aldığı Arap devletleri koalisyonuna öncülük etti. Prens aynı zamanda kendi oluşturduğu Suudi Ekonomi Konseyi’nin de başkanlığını yapıyor.
Yeni Kral Salman, kendi halkla ilişkiler uzmanlarının betimlemeye çalıştığı gibi merhametli, sevecen bir kişi değildir.
Yakında çıkacak, The Lost Hegemon: Whom the gods would destroy ( Tanrıların yokettiği yitik Hegemon ) başlıklı kitabımdaki belgelerde ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı üzere: Suudi Monarşisi’nin radikal ‘İslami’ terör örgütleriyle ahlaksız evliliği; 1950’li yılların başlarında CIA Kahire Masası Şefi Miles Copeland’in, Müslüman Kardeşler örgütünün, Nasır’a sözde suikast girişimi dolayısıyla Mısır’da yasaklanıp Suudi Arabistan’a taşınması işini organize etmesinden beri sürmektedir. ABD Adalet Bakanlığı’nın eski bir savcısı John Loftus tarafından tarif edildiği şekliyle; Mısır’ın Müslüman Kardeşleri Suudilerin katı İslamına katılarak “ ikisi birlikte Nazizmin doktrinleriyle İslamın bu en tuhaf mezhebi Vahhabiliği birleştirdiler.”
Allen Dulles’un CIA’i, 1954 yılında Suudi monarşisini, yasaklanan Müslüman Kardeşleri yeniden oluşturma konusunda yardıma ikna etti ve böylelikle, Müslüman Kardeşlerle, aşırı köktenci ve elbetteki Suudi petrol zenginleri tarafından da desteklenen Vahhabi İslamı birleştirilmiş oldu. CIA, bu Müslüman Kardeşleri, korkulan Sovyet istilasına karşı boydan boya tüm Müslüman dünyada silah olarak kullanmanın planlarını yaptı.Ve daha sonra, Müslüman Kardeşler ile Suudi Vahhabi İslamının cehennemdeki bu evliliğinden Usame Bin Ladin denilen genç terörist doğacaktı.
Sonrasında medyada dillendirildiği gibi Kral Salman, Usama bin Ladin’in El Kaidesini yaratmakla meşguldü. Onun bu işe bulaşması; Riyad Valisi olarak, Afganistan ve Bosna’da El Kaide’yi finanse ettikleri sonradan anlaşılan, belli başlı, muhafazakar Suudi hayır kurumlarının başına getirildiği 1970’lere kadar gider. Salman; daha sonra Suudi istihbaratının ve Suudilerce finanse edilen Dünya İslam Birliğinin başına geçecek olan, bin Ladin’in Suudi istihbarat ‘eğitmeni’ Prens Turki Al-Faisal ile birlikte El Kaide’yi oluşturmak için para musluğu olarak canı gönülden çalıştı.
Kral Salman o günlerde, Balkanlarda 1990’lı yıllarda El Kaide’ye en önemli paravan olan Suudi Arabistan Bosna Hersek’e Yardım Yüksek Komisyonu’na başkanlık ediyordu.Birleşmiş Milletler’in bir araştırmasına göre Salman, 1990’larda, — kendi hesaplarının yanında— kendi konrolü altındaki komisyon hesaplarından 120 milyon doları aşan miktarda parayı, bir El Kaide paravanı ve Balkanlardaki El Kaide savaşçılarına yasadışı silah sevkiyatının ana kaynağı Üçüncü Dünya Ülkelerine Yardım isimli kuruluşa transfer etti. Usama bin Ladin, Salman’ın bu operasyonlarında doğrudan yer aldı.
2003-4 ABD’nin Irak’ı işgal ettiği dönemde; sonrasında Irak’ta kendini İslam Devleti olarak adlandıracak, IŞİD’in Suudi finanslı öncüsü, Irak’taki El Kaide’yi yaratan; bin Ladin’in El Kaidesi’ne bağlılık yemini etmiş, Fas doğumlu terörist Ebu Musab el- Zerkavi liderliğinde El Kaide Irak’a girdi. Ağustos 2012’de, Pentagon Savunma İstihbarat Ajansı’nın deşifre olan gizli bir belgesi; Savunma İstihbarat Ajansının, ABD destekli Suriye ayaklanmasında hakim olan grupların,“Selefilerin, Müslüman Kardeşlerin ve Irak El Kaidesi’nin” de yer aldığı militan İslami örgütler olduğundan haberdar olduğunu gösteriyor.Yazar Gerald Posner’a göre, 2002’de ölen Salman’ın oğlu Ahmed bin Salman’ın da El Kaide ile bağlantısı vardı.
Bir Suudi Petrol İmparatorluğu
El Kaide’nin Irak’ta ortaya çıkıp, Irak ve Suriye’de İslam Devletine ( IŞİD ) dönüşmesine baktığımızda bütün belirtiler bizi; şu anki Kral Salman, Suudi Usama bin Ladin ve Suudi istihbarat şefi Prens Turki El-Faisal’ın dahil olduğu, 1970’lerin sonlarına dek uzanan Suudi operasyonlarına götürür.
Bin Ladin ve diğer önemli Suudileri Pakistan’a getirip, Pakistan gizli servisi ISI ile birlikte eğiterek Afgan Mücahitlerini yaratma hususunda Washington ve CIA, sözü edilen Suudi şebekeyle son derece sıkı şekilde çalıştılar.Bu Mücahitler; CIA’in ‘Kasırga Operasyonu’,1980’lerdeki Afganistan savaşında Sovyet Kızıl Ordusunu mağlup etmek amacıyla, Suudi, Pakistan ve ABD gizli servisleri tarafından yaratıldı.Kasırga, Zbigniew Brzezinski’ye ait, Moskova’yı Afgan “Ayı Tuzağına’yem olarak atıp, Sovyetler Birliğine “Vietnam’ı” hediye etmek için ortaya konulmuş bir plandı.
Bugün Irak ve Suriye’de IŞİD diye adlandırılan örgüt; El Kaide, Suriye’de El Nusra Cephesi ve diğer irili ufaklı cihatçı terör çeteleri de dahil olmak üzere Rusya ve Esad hükümeti tarafından saldırı altında olan bu yapıların tümünün kökeni Suudi Arabistan’a ve Kral Salman’ın faaliyetlerine dayanmaktadır.
Pasifik dünyasının gözünde, acaba Kral, Kral olmasından bu yana oğlu Prens Salman ile beraber bir Saul-Paul* dönüşümüne mi uğramıştı?Geçtiğimiz aylarda, Suudilerin, Suriye’deki Esad karşıtı terörist yapılanmalara sağladığı parasal desteği kestiğine dair işaretler görülmüş olsa da gerçek bunun tam tersidir.
Erdoğan’ın Arkasında Suudiler
Beklenebileceği biçimde son günlerde gözler, zalim Recep Tayyip Erdoğandiktatörlüğüne çevrilmiş durumda. Bu durum özellikle, bir savaş hamlesi olarak Rus SU-24 uçağının Suriye toprağında kasıtlı bir biçimde düşürülmesinden beri daha da belirgin hale gelmiştir. Fakat çok az kişi, Erdoğan ve AKP’nin Suudi Monarşisi ile olan bağını dikkate almaktadır.
Esad ve Erdoğan arasında barışı tesis etmek amacıyla yapılan girişimlerde yer almış, 2014 yılında konuştuğum, birçok konu hakkında bilgisi olan bir Türk politik kaynağa göre, Ağustos 2014 ilk Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında Suudilerden 10 milyar dolar “rüşvet” gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimini satın almaktaki zaferinin ardından Erdoğan ve kendisinin seçtiği Başbakan Ahmet Davutoğlu, IŞİD adını alacak olanlar için gizli eğitim merkezleri kurmak amacıyla kapıları ardına kadar açtılar.Erdoğan’ın kendisinin MIT’in başına getirdiği Hakan Fidan’ın denetiminde Türkiye, IŞİD ve diğer teröristleri eğitmek ve aynı zamanda Suriye’deki ihtiyaçlarını da karşılamak amacıyla kamplar kurdu. Görünüşe bakılırsa, Türkiye’deki IŞİD operasyonunu finanse etme işi Erdoğan’ın yakın arkadaşı, Suudi Kraliyet ailesine yakın, Müslüman Kardeşler üyesi ve Usama bin Ladin ile El Kaide’nin 1980’lerdeki Afganistan’dan beri finansörü Suudi banker Yasin el-Kadı tarafından organize edildi.
Erdoğan’ın ABD onaylı, Suudi finanslı terörist eğitim kampları, tahmini 200.000 tane paralı askeri dünyanın her tarafından topladı ve Suriye’de ‘cihat’ etmek için Türkiye’den geçirdi.
Fakat bu cihadın Allah için değil, para için yapıldığı aşikâr. Suudi Monarşisi IŞİD’i kullanarak Irak ve Suriye’nin bütün petrol bölgelerini kontrol etmeye kararlı. Açıkça görülüyor ki Suudiler , ilk olarak ABD’li kaya petrolü üreticilerini iflas ettirerek ardından da Irak ve Suriye petrolünün Türkiye üzerinden akışını denetim altında tutarak dünya petrol pazarının tamamını kontrol etmek istiyorlar.
Suudi TOW füzeleri IŞID’e
Mayıs 2014’de MİT, bir miktar ağır silah ve Suudi Arabistan tarafından verilen yeni Toyota kamyonetleri özel bir trenle IŞİD’e gönderdi.
Şimdi, Türkiye’nin Rus SU-24 uçağını düşürmesi üzerine dikkatli bir incelemede ortaya çıkan , Rus uçağını düşüren Türk F-16 jetinin isabetli bir vuruş yapabilmesi için iki adet AWACS keşif uçağı tarafından desteklendiğidir, çünkü SU-24 kadar çevik bir uçağa karşı başarılı bir hamle imkansız değilse de çok zordur. AWACS uçaklarından biri, Suudi hava üssünün bulunduğu Riyad’dan havalanan Boeing AWACS E-3A tipi bir uçaktı.
Ardından bir Rus kurtarma helikopteri acele olay yerine gittiğinde, Suudi uçaksavar TOW füzeleri tarafından vurularak düşürüldü. Suudiler, 9 Ekim’de oldukça etkili TOW füzelerinden 500 tanesini Suriye’deki Esad karşıtı gruplara göndermişti.
Öyleyse şu an elimizde olan,tek başına Rusya ve IŞİD arasında Suriye’de yürütülen savaş değildir.IŞİD’in arkasındaki yalnızca Erdoğan’ın suçlu rejimi değil, bundan çok daha önemli olmak üzere Suudi Arbistan Krallığı ve onun Vahhabi müttefikleri Kuveyt, BAE ve Katar’dır.
Doğru kavrayış şudur: IŞİD yalnızca “gizli bir Suudi ordusudur.”
Üzerinden sahte dini örtüyü çıkardığımızda ortaya çıkan; Irak’ın sünni bölgelerinde ve Suriye’de bulunan dünyanın en büyük petrol rezervlerinden bazılarını ele geçirmek için hareket eden, bunu yaparken de haydutluk rolünü oynayan Türk rejimini, pis işlerin yaptırıldığı genelev kabadayısı misali kullanan bir Suudi’dir. Eğer Moskova, olayın çapının büyük olduğunun bilincine varmazsa, 1980’lerdeki Afganistan’ı her geçen gün daha fazla hatırlatacak olan ölümcül ‘ayı tuzağına’ yakalanma riskini göze alır.
Suudi Arabistan’da kötü kokan deve dışkısı değildir. Kral Salman ve asabi oğlu Prens Salman’ın monarşisidir. On yıllardır, sahte dini maskenin altında, kendi özel plütokratik ajandalarında yer alan işleri yürütmek amacıyla terorizme parasal destek sunuyorlar. Dinle yapılabilecek bir iş yoktur, her şey para ve petrolle yapılır. Irak’tan Suriye’ye IŞİD haritasına baktığımızda; IŞİD’in tamamen, bu iki bağımsız ülkedekipetrol bakımından zengin bölgeleri hedeflediğini görürüz.Riyad zannediyor ki;ABD kaya petrolünün rekabetini saf dışı bırakma planı ile beraber,IŞİD unsurları aracılığıyla bu petrol zenginliği üzerindeki Suudi kontrolü, Suudi monarşisini çok daha zengin bir ülke yapacak, belki de bu zenginlik sayesinde en sonunda batılı zengin adamlar ve onların toplumları tarafından saygı duyulan bir ülke olacak. Aptalca bir düşünce olduğu çok açık.
Salman’ın üzerine bahse girilmez.
*Yeni Ahit’te Pavlus hakkındaki bilgilere göre, o Paul adını almadan önce Saul olarak anılıyordu. Kendisini İsevileri ve İseviliği yok etmeye adamıştı. Hıristiyan olmadan önce İsevilere şiddetli zulümler yaptığını Pavlus kendisi itiraf etmektedir. İstefanos’un infazını bizzat onaylamıştı.
(ç.n.)
Çeviri: Özgür Girişen
- William EngdahlPrinceton Üniversitesi Siyaset Bilimi diplomasına sahip, stratejik risk uzmanı ve öğretim üyesidir. “New Eastern Outlook” internet dergisine yazdığı yazılar başta olmak üzere petrol ve jeopolitik üzerine yazıları en çok okunan yazardır.