General Fransisco Franco’nun başında bulunduğu İspanya Ordusu 1936 yılı, Temmuz ayında seçimle iş başına gelmiş Merkez Sol, Halk Cephesi hükümetine karşı kanlı bir darbe düzenlemişti. Birkaç haftalık zaman zarfında Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sı Franco yönetimindeki askeri darbeye destek vermek amacıyla insan gücü ve cephane yardımında bulundular.
İspanya Cumhuriyeti (içinde bulunduğu koşullarda) tek başına dış müdahaleye karşı durabilir miydi? Almanya ve İtalya güçleri Franco faşistlerine destek vermek üzere seferber olurlarken, meşru yoolardan Madrid’de iktidara gelen bir hükümetin yanında kim durabilirdi? Halk Cephesinin iktidara geldiği İspanya, komünist bir İspanya’nın kurulacağından kaygılanan ve Avrupa’da solun iktidara gelmesine karşı siper olarak faşizme hayranlık duyduğunu gizlemeyen Tory Kabinesinin (Kraliyet taraftarları/Muhafazâkarlar (Tory)Muhafazakârlar) hükümet olduğu Britanya değildi. Sosyalist, komünist ve radikal partilerden oluşan Halk Cephesinin iktidara geldiği Fransa da değildi. Ne yazık ki, iktidara gelen İspanya Halk Cephesi güç bakımından zayıf siyasi bir koalisyondu. İspanya Cumhuriyetini savunmak üzere olası bir müdahaleyi önlemek adına Merkez Sağ radikal parti muhalefeti tarafından Halk Cephesi istikrarı bozguna uğratılmıştı. Fransa Sağı açıkça, İspanya Halk Cephesi yerine Alman faşizmini tercih ettiğini ifade ediyor, Fransa’da Halk Cephesi Koalisyonu Başbakanı Sosyalist Leon Blum hükümeti kastedilerek “Hitler, Blum’den daha iyidir” diye çığlık atarak meydan okuyordu. Britaya Muhafazakârları (Tories) Léon Blum’u Bolşevik hareketin öncüsü Alexander Kerensky’nin Fransa’daki karşılığı olarak görüyor ve Fransa’nın komünist olacağından endişe ediyorlardı. Blum’un kendisi de Fransa hükümetinin Madrid’de iktidara gelen Halk Cephesine destek vermek üzere İspanya’ya herhangi bir müdahalede bulunması halinde Fransa’da iç savaşın çıkmasından korkuyordu. Avrupa “demokrasisinin” kaleleri olan Britanya ve Fransa, Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sının açıkça destek vereceği faşist bir iç isyan tehdidi karşısında İspanya’da demokratik yollardan yapılan seçimler sonucunda iktidara gelen hükümetin yardımına gitmekten vazgeçtiler. Fransa’da İspanyol Cumhuriyetçilerine yardım etmek üzere yetersiz düzeyde bazı gizli operasyonlar oluyordu.
Sözüm ona Avrupa demokrasi güçleri İspanya Cumhuriyetçilerine destek vermezlerse, başka kimler yardım edebeilir? Bu durumda, Madrid hükümetinin imdadına yetişen SSCB’nin olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Diğer yandan da, 1936 yılı sonbaharında, faşist bir saldırı karşısında İspanyol sermayesini savunmak üzere silah yardımı ve danışmanlık hizmetini veren kadrolar İspanya’ya gönderilmişti.
Franco faşistlerinin büyük bir zaferle iktidara yükseldiği 1939 yılı, Mart ayına kadar İspanya’da kanlı bir iç savaş yaşanmıştı. Sovyet yardımı Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sından gelen yardımla rekabet edecek düzeyde değildi. Çünkü Sovyetler Birliği ile İspanya coğrafyası arasında çok uzak bir mesafe vardı. Bazı tarihçiler İspanya İç Savaşının aslında İkinci Dünya Savaşının açılış kampanyası olduğunu ileri sürüyorlar.
Peki, o dönem İspanya’sında yaşanan bütün bu gelişmelerin şimdilerde Suriye’de sürdürülmek istenen savaşla ne ilgisi var? sorusu sorulabilir. Anglo-Amerikan ana akım medya kuruluşları, Suriye’de yaşanmakta olan “katliama” son vermek adına olası “dünya iradesi” müdahalesi önerisinde bulunmak üzere İspanya İç Savaşı sırasında yaşananlar ile bugün Suriye’de sürdürülen savaşta meydana gelen olaylar arasındaki bariz benzerlik konuları olduğuna dikkat çekiyorlar. Bir yorumcu, İspanya’daki paradigmayı işaret ederek, “müdahale etmek mi lazım?” Veya “bu gelişmelerin dışında mı kalmak gerekiyor?” sorusunu zaten 2013 yılında sormuştu? Kısa bir süre önce The New York Times ve The Washington Post gazeteleri, bu önde gelen ana akım medya megafonları, İspanya ile Suriye arasındaki benzerlikleri çoktan dile getirdiler bile. The Times dergisi “anlaşılan, yaşanan çatışmalara son verebilmek anlamında umutsuz durumda liberal güçlerimiz var” diye açıklama yapmıştı.
Anılan bu sözde “liberal güçler” 1936’da, Fransa’daki siyasi durumda olduğu gibi, politik irade zayıflığı ve ülkelerinde iç savaş çıkma korkusu nedeniyle, “çaresizlik” içerisinde, faşizme duyulan sempati yanında yer alarak, İspanya’ya yardım anlamında müdahale etmeme yolunda tercihte bulundular. The Times dergisi “şimdilerde çaresizlik içerisinde bulunan liberal güçlere ne demeli?” sorusunu birçok yoldan daha önce sormuştu. Aslında liberal güçlerin hepsi o kadar da “çaresiz” değiller. ABD yönetimi daha başından itibaren Suriye yönetimini devirmek üzere bölgedeki saldırganları sevk ve idare ediyor. ABD’deki bütün tarafların Suriye müdahalesine destek verdiklerini kesin olarak söyleyemeyiz. Ancak, ABD’li bazı muhafazakârlar Suriye müdahalesine karşı çıkmak üzere İspanya İç Savaşı ile Suriye’de yaşanan gelişmeler arasında bağ kurmayı daha çok önemsediler. The Times dergisi, ilk olarak Türk avcı uçağını pusuya düşüren Rusya iken, bir yandan “Rusya ile Türkiye arasında gerginliğin artması” konusunu kınarken, diğer yandan da tereddüt geçiriyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, Amerikan çifte standartı ve riyakârlığı kadar bunaltıcı bir durum yok.
Anglo-Amerikan ana akım medya kuruluşları İspan İç Savaşı ile Suriye Savaşı arasında benzerlikleri dillendirdikleri zaman, benzerlik kurulan konular arasında verilen mesajlara dikkat edilmesi gerekiyor. Batılı güçlerin Suriye’ye müdahale edilmesi yönünde yeni bir çağrısı veya gerginliğin tırmandırılması konusunda bir uyarı şeklinde okunabilir. Son zamanlarda, Batılı humanistlerin yaşanan drama Suriye halkının uzun zamandan beri çektiği acıya derman bulmak anlamında, Batılı bir müdahale isteği kamuoyuna sunuldu. Bütün bu manevralarla farklı bir sahte tarihsellik kisvesi altında “Koruma Sorumluluğu” konusunun yeniden gündeme getirilmesi hedefleniliyorsa, muhtemelen istenilen hedefe ulaşabilecekler. Koruma Sorumluluğunu bu bakış açısıyla değerlendirmek, Batıdaki kamuoyunun her zaman aptal olduğu ilkesine dayanıyor.
Hangi koşullar mesnet alınarak İspanya-Suriye karşılaştırılması yapılabilir? İspanya İç Savaşı, Avrupa güvenliğine tehdit teşkil eden Nazi Almanya’sının kısa zamanda yeniden silahlarını kuşandığı bir konjonktürde patlak vermiştşi. Nazi Almanya’sının Avrupa günvenliğini tehdit ettiği koşullarda sağ ve sol akımlar arasında savaşın yaşandığı Avrupa iç savaşı diye tanımlanan kutuplaşma olmuştu. Madrid’de seçimle iktidara gelen hükümetin İkinci Dünya Savaşı öncesinde taraflar arasında yaşanan ilk büyük mücadeleydi. Nazi Almanyası ve İtalya Faşist Franco darbesine destek verdikleri, Fransa ve Büyük Britanya yönetimlerinin de Franco darbesinin başarılı olmasını bekledikleri dönemde, Avrupa, Kuzey Amerika ve SSCB’nin (Sovyetler) dikkati anti faşist güçler üzerine odaklandı.
Suriye’deki savaşta ise, yaşanan çatışmalar, daha ilk baştan itibaren, dışardan planlandı, finansmanı sağlandı ve yönetildi. ABD 2001 yılının ilk günlerinde Beşar Esad yönetimini devirme planı hazırlıklarına başladı. On yıl sonra, ABD güçleri ve bölgedeki vassaları olan Suudi Arabistan ve Katar yönetimleri tarafından meşru yollarda düzenlenen bir protesto hareketi bastırıldı.
Keskin nişancılar ve silahlı çeteler, polis güçlerine saldıran ve hükümet binalarını saran halk kalabalıkları üzerine ateş açtılar. ABD güçleri sosyal mühendislik faaliyeti marifetiyle, 2013–2014 döneminde, Kiev’de düzenlenen renkli devrimlerdeki modus operendi (bir işi yapma tarzı) standardı sergileniyordu. Batı kamuoyuna acımasız bir diktatör olarak sunulan Beşar Esad 2011’de nafile yere barışçı yollardan ülkedeki protesto gösterilerine karşılık vermeye çalıştı. Batılılar Suriye’de yaşanan çatışmaları Sünni-Şii ve de diğer dini gruplar arasında bir savaş olarak sunmayı seviyorlar. Ana akım medyanın dünya kamuoyuna sunduğunun tam aksine “büyük güçlerin çoğunluğu Suriye’ye müdahale konusunda isteksiz” davranıyorlar. Aslında, Suriye ülkesi, Suriye yönetimini “devirme” konusunda her zaman hevesli ABD güçleri tarafından yönetilen saldırganlar koalisyonu tarafından kuşatma altındadır.
Suriye Arap Ordusu seküler, çoğulcu ve çok dinli bir toplumu korumak üzere dışardan gelen işgale karşı mücadele veriyor. Nitekim Suriye’deki cihatçı yabancı işgalcilere karşı savaşan çok sayıda Sunni insan var.
Suriye savaşı, İspanya İç Savaşından farklı olarak, bir iç savaş veya dinsel bir savaş değildir; bu savaş ABD güçleri, NATO üyesi ülkeleri ve Ortadoğu bölgesinde ABD vassalı yönetimleri adına sürdürülen bir vekalet savaşıdır. (Anglo-Amerikan) ana akım medya kuruluşları şimdilerde Suriye yönetimine karşı savaşanların aslında kimler olduğu konusunu hiç tartışmaya açmıyorlar; ve bu durumun niye böyle olduğu da hiç kimseye şaşırtıcı gelmiyor. Bir Alman kaynağına göre Esad yönetimine karşı savaşan güçlerin % 95’i dışardan gelip, hiç birisi de Suriyeli değil. Savaşan güçler safında yer alan yabancı savaşçıların kesin rakamını bilmek mümkün değil; en mantıklı istatistiksel rakamları çeşitli istihbarat servislerinden edinilmek en makul yol olduğu görülüyor.
Fransız bir general Birleşmiş Milletler Örgütünün belirlediği rakamlara dayanarak Suriye’de Esad yönetimine karşı savaşan 100.000 savaşçıdan 80.000’inin bölgede faaliyet gösteren “terörist grupların” üyesi olduğu yönünde bir değerelendirmede bulundu. Bu Fransız askeri kaynak Suriye’deki savaşçıların sayısını kendisi belirlemedi; başka kaynakların belirlediği rakamları ifade ediyor. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinden önce Suriye yönetimi yabancı savaşçıların sayısını yaklaşık olarak 250.000 civarında olduğunu tahmin ediyordu. Bu savaşçıların hepsinin de başka milletlerin vatandaşları olduklarını söylüyordu. İster Frsnsız kaynağının verdiği rakamı, ister Suriye kaynaklarının verdiği yabancı savaşçı rakamını veya ortalama bir rakamı dikkate alın, bu, sevk ve idare edilmesi için çok büyük finansal kaynak ve lojistik destek gerektiren devasa boyutlarda bir askeri güç demektir. Söz konusu bu finansal ve lojistik desteğin ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve (apartheid) ırkçı İsrail’den geldiği artık herkes tarafından çok iyi biliniyor. ABD yönetimi Suriye’de faaliyet gösteren sadece “ılımlı güçleri” desteklediği konusunda ısrar ediyor. Tabi ki sadece “ılımlı güçler”…… Muhakkak öyledir… Alay edercesine bir ifade, “sizler aynı zamanda hümanist ve de demokratlarsınız” elbette.
Suriye’de yaşanmakta olan savaş Suriyelilerin katıldığı bir iç savaş değil, yabancı terörist güçlerin savaştığı bir vekalet savaşı olduğundan, Batılı anlatımlarla Suriye’ye müdahale için sunulan gerekçe param parça oluyor. Sürdürülmek istenen bu vekalet savaşında Şam Yönetimi ve lideri Beşar Esad yurtsever birer kahraman ve yabancı saldırıların kuşatması altında bir milletin savunanları oluyorlar. İşte bundan dolayıdır ki, Anglo-Amerikan ana akım medya kuruluşları Suriye’de sürdürülmek istenen savaşın İspanya İç Savaşına benzerliklerini ortaya koyan yeni bir propaganda hattı arayışı içindeler.
O halde, bu cihatçılar nereden geliyorlar? Hangi güç bu cihatçılara silah veriyor, lojistik destek sağlıyor, finansman ve barınma sağlıyor, yaralıların tedavi ihtiyaçlarını gideriyor? soruları günedeme gelir. Bu savaşçıların kırktan fazla ülkeden geldikleri yönünde raporlar var.
Bu savaşçılara ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabaistan, Katar yönetimleri tarafından fon sağlanıyor, eğitim ve silah veriliyor. Türkiye, Ürdün ve ırkçı İsrail yönetimleri tarafından da barınma sağlanıyor. Bu güçler Tekfirci, Vahabi gururplar olup, İslam’ın diğer formlarını kabul etmiyorlar. Benimsedikleri İslam formu dışında kalanları ölümle cezalandırılmayı veya köleleştirilmeyi hak eden mürted kişiler olarak bakıyorlar. Dünya kamuoyu bu kiralık savaçıların icraatlarını kayderek on-line üzerinden interenet ortamına verdikleri sivil şahısların kafalarını kesme, insanları yakma ve boğma olaylarını, kitlesel infazlarını, anlamsız cinayetlerini gördü. Batı yine de Beşar Esad’ı şiddet uygulayan bir zalim olarak kınıyor.
Anglo-Amerikan ana akım medya kuruluşlarının yaptıkları bu kirli propagandanın sonu olmayacak mı? Son zamanlarda cihatçı örgütlerin kitlesel cinayet olayları üzerinde propaganda görüntülerinde azalma var. Ana akım medya için ABD güçleri, Ortadoğu bölgesindeki vassal yönetimlerin propagandasını yapmak ve katliam yapan cihatçı müttefiklerin işledikleri cinayetleri gizlemek adeta bir tabu haline gelmiştir. Doğrudan veya dolaylı olarak IŞİD örgütü güçlerini veya El-Kaide örtgütünün çeşitli türev örgütlerini destekleyen, “Batılı değerlerle” motive olan Birleşik Devletler, İngiltere ve Fransa yönetimlerini düşünün. Övünülen bu Batılı değerler aslında neo-emperyalizm, neo-kolonyalizm ve oryantalizmin değerleridir. Bundan dolayı da ABD’nin Ortadoğu’daki otokratik, mutlakiyetçi monarşi yönetimleri ve emirlikleri ile mütefik olması paradoksal değil.
Suriye yönetimine destek anlamında Rusya’nın askeri müdahalesi, bazı Batılı yönetimlerin yabancı cihatçı güçlerle alçakça ittifakına yol açtı. Rusya 1936’da İspanya’ya destek verirken doğrusunu yapıyordu ve şimdi de Suriye’nin yanında yer alarak yine doğrusunu yapıyor. İngiliz muhafazakarların (Tories) bir çoğu 1936’da Franco faşistlerinin başarılı olmasını umut ediyordu; 2016’da da Suriye’de vekalet savaşı sürdüren cihatçıların başarılı olmalarını dört gözle bekliyorlar. Fransa konusuna gelince, Fransız hükümetinin izlediği politikaya ne demeli? Halk Cephesi hükümeti 1936’da sahip olduğu dünya görüşü gereği bir politika izleme cesaretini gösteremedi; 2016’da ise Fransa “sosyalist” hükümeti geçen Kasım ayında Pariste yapılan katliamdan dolayı ABD vassalı bir yönetim gibi davranıyor. Ülkelerinin bağımsızlığı için savaşım veren gururlu ve öfkeli Fransız yurtseverlerine ne oldu, acaba?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İslam devleti (IŞİD) ve El-Kaide örgütleri ve de bu örgütlerin bağlı yapılanmalarını muhatap almayarak, Suriye savaşında “ateşkes” önermek suretiyle ABD güçlerinin Suriye’de düzenledikleri renkli devrimi tasfiye etmeye çalışıyor. Bu süreçte Başkan Putin’e iyi şanslar dileyelim. Bu yazıyı kaleme alırken, yabancı cihatçı güçler, bundan sonra da Şam’a karşı savaşı sürdürebilmek amacıyla örgüt isimlerini değiştirmek için acele ediyorlardı, yeniden silahlanmak ve nefes almak için zaman kazanmaya, Suriyeli ve “ılımlı” sıfatını almaya çalışıyorlardı. Minsk olaylarının yeniden sahneye konulması gibi bir durum. Başkan Putin’in Suriye’de ateşkes sağlama çabasının erken doğum olacak bir herekete dönüşmemesini umut ediyoruz. Aynı zamanda ABD yönetimi gibi bir aktörün oyunda “partner” olmasının ne kadar da riskli bir hamlede bulunduğunun farkında olmak gerekiyor…. Koynunda engerek yılanı beslemek gibi bir durum…
“O halde, neyin olmasını bekliyoruz? Bu bir diplomasi faaliyeti. Başkan Putin, herkes safını belirledikten sonra, hiç kuşku olmasın, en kısa sürede cevap verecektir.
İspanya İç Savaşı konusuna gelince, tarihçilerin araştırma alanına girer. Anglo-Amerikan ana akım medya kuruluşları Suriye’ye saldırmaya zemin hazırlamak üzere, inceden inceye bahane uydurmanın göstergesi olması dışında Suriye savaşının devamını gerektirecek herhangi bir durumun olduğunu düşünmüyorum.Ve Batılı yönetimlerin bir kez daha, nihayetinde hepimizi tehdit edebilecek bir güce karşı mücadelede, yanlış cephede yer aldıklarına tanık oluyoruz.
Kaynak: http://www.strategic-culture.org/news/2016/03/02/spanish-civil-war-and-syria-ii.html
Çeviren: Nizamettin Karabenk