Cumartesi , 21 Aralık 2024

Çok Kutuplu Dünya Düzeni; Ekonomiye karşı Jeopolitik Moskova -Tahran – Pekin “Üçlü itilaf” – FEDERİCO PIERACCINI

image001Ülkeler arasında çatışma yaşanmasına neden olan ve son zamanlarda tanık olduğumuz uluslararası gerginlik konuları bazı ülkelerin yönetimlerini karmaşık tercihler yapmakla karşı karşıya bırakıyor. Dünya düzeni devam eden bir değişim sürecini geçiriyor, bu sürecinin doğrudan sonuçları ekonomik, kültürel ve genellikle askeri çatışma sorunlarından müteşekkil politik istikrarsızlık şeklinde ortaya çıkar. Taraflar arasında işbirliği, ekonomik kalkınma ve sosyal gelişme öncelikli konular giderek ülkelerin daha fazla jeopolitik çıkarlarının korumasına feda ediliyor. Bu durum modern kapitalizm kuralları gereği öngörülen ekonomik modelin hâkim olduğu stratejik çıkarların ön planda tutulduğu geçmişe dönüşün olduğu anlamına geliyor.

 

Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler, geçtiğimiz son birkaç yıllık zaman zarfında, enerji arzı, malların transit taşınması, ticari faaliyetlerde kullanılan para birimi, milli sınırların savunması, hava sahasının kullanıma açılması, diğer ülkelerle askeri sanayi işbirliği, teröre karşı ortak mücadele ve milli egemenlik ilkesinin korunması gibi alanlarda hayati önem arz eden konularda genişleme kaydedilmekle birlikte küresel arenaya çıkma girişimlerinde yükselişe geçtiler. Washington yönetimi, yirmi yıllık tek kutuplu dünya düzeni hâkimiyeti dönemini umutsuz bir şekilde uzatmaya çalışarak, gelişmekte olan çok kutuplu dünya düzeninin oluşması önüne her türlü yoldan geçmeye çalışıyor.

 

Pekin, Moskova ve İran yönetimleri, tam da bu iklim şartlarında, stratejik çıkarlarını savunma sürecinde Batılı ülkelerin ekonomik reaksiyonlarıyla karşı karşıya kaldılar. Bazı ülkelerin son yıllarda ekonomik refah düzeyi ile güdümlü politik kararların alınması arasında çelişkili çatışma yaşamalarına tanıklık ediyoruz. Mevcut statüko koşullarından doğan en zorlu sorunların, büyük ölçüde Avrupa ve Amerikalı aktörler tarafından çekip çevrilen ve manipüle edilen küresel finans sitemine yer almada jeopolitik çıkarların ön planda olduğu dünya düzeninin nasıl işletileceği yönündeki karmaşık sorundan kaynaklandığı anlaşılıyor.

 

Daha önce birkaç kez yazdığım gibi işletilmekte olan uluslararası finansal sistemi özende Amerikan’ın bir işidir. Diğer finansal kurumların faaliyetlerinde de ABD Doları hâkim para birimi olarak geçerliliğini sürdürüyor ve bütün bir küresel ekonomik sistem esas itibariyle Amerikan para birimi üzerinde işlem görmeye devam ediyor. Ancak, özellikle son yıllarda söz konusu olmak üzere, Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) ve BRICS Kalkınma Bankası (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) gibi uluslarüstü kurumların faaliyetleri sayesinde paradigmada değişiklik meydana geldi. Uluslararası Para Fonunun (IMF) döviz sepetinde ABD Dolar’ının egemenliği yavaş yavaş erozyona uğramaya başlarken kaçınılmaz olarak Çin para birimi Yuan’ın da IMF döviz sepetine dâhil edileceği görülüyor. IMF kurumsal olarak karşı karşıya kaldığı ekonomik konuları erteleyerek, daha sonraki bir dönemde makul bir çözüm yolu bulmak üzere nafile olarak zaman kaybettiği yıllardan sonra 01 Ekim 2016’da Pekin’i de rezerv para sisteminin ayrılmaz bir bileşeni olarak kabul etmek durumunda kaldı.

 

Konunun en kritik yanı; özel sektör bankacılık işlemlerine nasıl devam edileceği ve Avro-Amerikan finansı yörüngesinde kalmasından dolayı SWIFT ödeme sisteminin nasıl işlem göreceği sorusu hala da gündemde kalmaya devam ediyor. Bu ödeme sistemi tamamen kamu ve özel sektörleri karışımı olmasına rağmen, küresel ekonomik sistemin ve bu sistemin işlerlik kuralların genellikle diğer başkentler dışarıda tutularak, Washington’da (IMF), New York’ta (Wall Street ve FED) ve Frankfurt’ta (EBC) belirlendiği bir durumu ürettiğini rahatlıkla görebiliriz. Merkez bankaların, uluslararası bazı kurumların ve özel bankaların ortaklığından oluşan büyük bir Holding’in egemen olduğu bu finansal sistemin yüzü tamamıyla Kuzey Atlantik’e dönüktür.

 

Batılı çıkarların ön planda tutulduğu bir yapıda yer almayan ülkelerin, Avro-Amerikan çıkarların egemen olduğu finansal sistem tarafından tehdit edilme, misilleme yapılma ve zarar verme faaliyetlerine maruz kaldıklarını da görmek zor bir konu değil.

 

Son yıllarda Rusya, İran ve Çin gibi ülkelere yapılan baskıda, küresel istikrarın tehlikeye atılmasına yol açılmasıyla birlikte, önemli ölçüde artış olduğunu görüyoruz. Batılı ülkeler tarafından kolayca manipüle edilemeyen alternatif bir ekonomik sistemin gerçek anlamda önerilebilmesinin yolu, Batı’nın jeopolitik sindirme politikasına etkili bir geri bildirim alınabilmesi amacıyla, yalnızca Pekin için değil, aynı zamanda, Tahran ve Moskova için de kapatılmış oldu. Batı cephesinin İran yönetiminin nükleer programı geliştirmesine ve Kırım sorununa reaksiyonu, taraf olan ülkelerin stratejik çıkarlarını savunmalarından ileri gelen sonuçları doğurduğunu açıkça gösteriyor.

 

İşin daha başından beri İran’ın nükleer tehdidi söz konusu edilmişti. İran yönetiminin nükleer program geliştirebilme kapasitesine sahip olduğu anlaşıldığında İsrail yönetimi İran İslam Cumhuriyeti varlığına doğrudan stratejik tehditte bulundu. İran yönetimi de kendi nükleer programını geliştirmek marifetiyle ulusal çıkarlarını savunmaya öncelik veren kararları almış oldu. İran’ın amaçladığı asıl hedef; bölge siyaset sahnesinde efektif bir güç dengesini yaratmak suretiyle, nükleer savunma aygıtı üretimine işlerlik kazandırılarak caydırıcı konumunu harekete geçirmek.

 

İran yönetimin almış olduğu kararlar Batı cenahında şiddetli tepkilere neden oldu ve İran’a karşı askeri bir operasyon seçeneğinin uygun olmadığı anlaşılınca, İran ülkesinin ekonomik olarak boğulması yolu tercih edilmeye başlandı. İran’ın küresel bankacılık sisteminden (SWIFT) çıkarılması ve özellikle 2007 – 2013 döneminde uluslararası yaptırımların uygulamaya konulması etkisinin, İran’ın ithalat ve ihracat faaliyetleri başta olmak üzere, özellikle petrol ürünleri ve doğalgazın satış konuları üzerinde ciddi yansımaları oldu.

 

İran’a uygulanan ekonomik ambargonun maddi yükü çok ağır oldu, ülkenin içerde gelişme kaydetmesi ciddi finansal zorluklarla karşı karşıya kaldı. Tahran yönetimi geçirdiği bu deneyim sürecinde, Batı tarafından önüne konulan ambargo engeli ve yaptırımları aşmak çabası içine girerek, ülkesinin çıkarları gereği dünya siyaseti konjonktürden kaynaklı içinde bulunduğu durumu değiştirme yollarını aramaya koyuldu. İran yönetiminin alternatif yolları bulmak amacıyla aldığı kararları, etkili bir ekonomik alternatif kanalın inşa edilmesi yönünde, özellikle Rusya, Çin ve Hindistan olmak üzere, önemli ortaklıkların kurulmasına yol açtı.  Tahran’ın alternatif bir ekonomik kanal bulma girişimi, bölgenin mevcut konjonktürüne göre, başta taraflar arasındaki ikili çıkarlar dikkate alınmak suretiyle, küçük ölçekli bazı ülkelerin yönetimlerince çok değerli bulundu. Hindistan ve Çinli yatırımcı şirketlerin İran İslam Cumhuriyetine yatırım faaliyetleri, Moskova’nın İran’a olan askeri ihracatların sürekli hal alması, petrol ürünleri ve doğalgaz alım satım işlemlerinin ABD Doları cinsinde olması yerine bölgedeki diğer para birimleriyle yapılması, bu güne kadar ilki olmak üzere, Washington yönetiminin bir ülkeye uyguladığı uluslararası nitelikli ekonomik yaptırımların bölgedeki uluslararası özellikli olayların gelişim seyrinde herhangi bir değişime yol açmadı.

 

İran yönetimi, büyük müttefik ülkelerin yardımı ve finansal desteği sayesinde, Batı cephesi tarafından uygulanan ekonomik ambargo ve bankacılık faaliyetleri önüne konulan kısıtlamanın etkisiz hale getirilmesi çabasında başarılı oldu.  Sonuç itibariyle, İran yönetiminin alternatif çıkış yolu bulma işinin bu yanından dolayıdır ki Batılı aktör ülkeler İran ile nükleer program geliştirme müzakereleri sürecine başlamış oldular. İran yönetimi stratejik hedeflerine ulaşma politikasını sürdürme sürecinde (İsrail’in sahip olduğu nükleer program karşısında caydırıcı olabilme),uygulanan ekonomik yaptırımlardan doğan baskılara boyun eğmeyerek adeta devrimci bir döneme girmiş oldu. Ancak, İran’ın bu süreçte elde ettiği başarıya pek vurgu yapılamıyor.  İran gibi bir ülke, uzun zamandan beri ilk defa, muhalif uluslararası bir sistemin negatif etkilerinden ciddi bir zarar görmeksizin ulusal çıkarlarını savunma becerisini göstererek, spekülasyon yapmada, yaptırım uygulamada adeta cephane gücüne sahip olan ve de SWIFT bankacılık sisteminden çıkarma gibi aslında yasal olmayan bir yaptırımı uygulayabilen Batıdan gelen taleplere boyun eğmedi.

 

Jeopolitik ve ekonomik çıkarların çatışması söz konusu olduğunda Çin ve Rusya gibi iki dev ülkeyi anmamak artık mümkün görünmüyor. Küresel süpergüç sıfatına sahip bu her iki ülkenin, genellikle jeopolitik alanı başta olmak üzere, uluslararası ekonomik işbirliği dâhilinde, stratejik hedeflerini devamlı bir dengede tutmaya ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Ukrayna’da meydana gelen darbeyle birlikte Kırım Sorunu veya Güney Çin Denizinde “Spratly Adalarında” inşaat faaliyetleri Moskova ve Pekin başkentleri nezdinde başat öncelikli hedef haline gelip, tarafların jeopolitik çıkarlarının ön planda tutulduğu ileriye dönük hedeflere örnek konulardır.

 

Çin yönetiminin ekonomik alanda edindiği güç ona uluslararası planda büyük bir avantaj sağladı: Batılı ülkelerin bu konjonktür şartlarında Çin’e ekonomik saldırıda bulunmaları artık mümkün görünmüyor. Deniz sahası sınırları dahilinde güvenlik sağlamak, ulusal bütünlüğünü güçlendirmek, Asya kıtası genelinde etki alanında genişleme ve ticari faaliyetlerinde gelişme kaydetmek gibi konular, belirlediği ana hedeflerine ulaşmasında, Çin’e bir özgürlük kazandırıyor. Batı cephesinin, özel sektör bankacılık faaliyetlerinde Çin yönetimine herhangi bir veto uygulaması veya daha ciddi bir cezalandırma yolu olarak; olası bir ekonomik ambargo uygulama yoluna gitmesi bir yana, herhangi bir yaptırım uygulayabilme gücü bulunmadığı anlaşılıyor. Dünya çapında üretim yapabilen bir fabrika ülke sıfatıyla Çin’e herhangi bir ekonomik baskı yapılması halinde, Çin’in beklenilen üretime son verme olasılığı Batı cenahında kabul edilmesi çok zor kayıplara neden olur.

 

Güney Çin Denizi sahasında toprak/alan kazanma talebi konusunda yıllarca devam eden anlaşmazlıklardan sonra Washington yönetiminin yapmayı başarabildiği tek şey; uluslararası bir mahkemeden anlaşmazlık konusu bölgeden binlerce mil uzakta kalan alan/bölge için aslında pekte ilgisi olmayan kararları almak oldu. Çin yönetimi, Batı cephesinin itiraz açıklamaları ve retorik sanatını icra etmesini fazla ciddiye almadan, stratejik odak noktalarını sağlama almak marifetiyle iddialarını sürdürmeye devam etti.

 

Ukrayna’da meydana gelen darbe ve daha sonraki süreçte Kırım’ın ilhak edilmesi olayları Rusya’nın sahip olduğu nükleer silah kapasitesinin tartışmasız bir biçimde Amerikan saldırganlığına karşı caydırıcı olduğu görüldü. NATO’nun kurumsal olarak, Rusya ülkesinin doğusunda kalan bölgede, Kiev savaşına aktif olarak müdahil olma olasılığı, Rusya Federasyonunun konvansiyonel askeri gücü nedeniyle sıfır düzeyde kaldı.

 

Böylesi bir senaryo dâhilinde Rusya’nın maruz kaldığı ekonomik ambargo ve çevreleme politikası gibi yaptırımların etkisi ve Rusya’nın uluslararası planda izole edilme girişimi göz ardı edilemez. Moskova yönetimi, Ukrayna krizi döneminde, ülkesinin ekonomik çıkarları pahasına jeopolitik çıkarlarını korumak üzere, aslında, bir anlamda çok zor, ama aynı zamanda, gerekli olan kararları almak durumunda kaldı. Moskova’nın bu kararları almakla göze aldığı risklerin maliyeti finansal hesapların yapılmasına öncelik vermek konusundan çok daha yüksek düzeyde seyrediyordu. Sivastopol limanı ve Karadeniz filosunun stratejik caydırıcı konumu Dünya kamuoyunun NATO ve Rusya güçleri arasında, Ukrayna’da olası bir çatışma meydana geldiğini görmekten kurtarmış oldu. Böylesi bir senaryonun dikkate alınmasında, petrol ürünleri fiyatında ciddi oranda düşüşün olması Rusya ekonomisine zarar vermesine rağmen, Moskova’nın karar almasını etkilemedi.

 

Moskova yönetimi, İran ile mevcut durumundan olduğu gibi, ne pahasına olursa olsun, milli çıkarlarını savunmak üzere “yüzünü doğuya doğru döndürmek” zorunda kaldı. Başkent Pekin’i de içine alan çok yönlü anlaşmalar dosyası Batı ekonomik gücünün giderek daha kırılgan hale geldiğini ve gerektiğinde ihmal edile bilineceğini de kanıtlanmış oldu. İran, Çin ve Rusya’nın izlediği politikaları kapsayan gelişmelerin hikâyesi uluslararası ilişkilerde bir son söz (epilogue) niteliği taşıma özelliği var.

 

Bu üç ülke arasındaki ilişkilerin gelişimi Batı cephesi kaynaklı askeri saldırıya karşı düşük düzeyde direnç gösterme kapasitesine sahip ülkelere yönelik mesajları güçlendiriyor. Küçük ölçekli bazı ülkeler daha güçlü müttefik ülkelerin desteğine bağlı olduklarından dolayı, meydana gelen değişimler bu ülkelerin sosyal gelişmesi ve izledikleri politikalar üzerine etkisini değerlendirmek için daha çok erken. Benzer senaryoların ekonomik etkileri göz ardı edilemez ve genellikle sorunun ekonomik etkisi öncelikler dengesinde karar verici faktör olma özelliğinde olur. Jeopolitik çıkarlarını ülkesinin ekonomik çıkarları önüne koyan bir yönetiminin neler yapabileceğini şimdiden öngörmek zor bir konu.

 

Batılı ülkelerin kibir’ine son zaman örneği boru hattı üzerinde enerji transit taşıma konusunda görülebilir. Ortadoğu coğrafyası, İran doğalgazını Irak ve Suriye üzerinden Avrupa’ya bağlayan boru hattı inşaatında rahatsızlık verdiği kabul edilen planlar nedeniyle Irak ve Suriye’de meydana gelen, ama ifade edilmesi pek tercih edilmeyen yıkım faaliyetleri ve ölüm olaylarından çokça çekmiştir. Benzer bir durum Güney Akım, Kuzey Akım ve Türk/Mavi Akım faaliyetleri arasındaki bağlantılar konusunda yapılan tartışmalarda da görülmüştü. Transit ülkelerin hepsi (Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan, Sırbistan ve Slovenya) taahhütlerini yerine getirmelerinde büyük sorunları olduğu görülüyor. Batı cephesi, ekonomik şantajlarının zirveye ulaştığı benzer durumlarda, ne yazık ki, blok halde işletme faaliyeti icra edilebilir veya stratejik öneme haiz doğalgazı veya petrolün geçiş koridoru faaliyetinde yavaşlatma yoluna gidilebilir. Küçük ölçekli ülkeler, ekonomik yaptırımlar yelpazesine ve aynı zamanda uluslararası yaptırımlara maruz kalmaktan kaçınmak amacıyla önemli kalkınma kaynaklarından vaz geçmek zorunda kaldılar.

Uluslararası finans siteminin dayatacağı güçlüklere karşı direnç gösterebilmenin yollarından birisi, yüksek düzeyde bağımsızlık anlamına gelen güçlü bir ulusal ekonomiden geçer. Bundan dolayıdır ki bütün ülkeler BRICS Bank ve Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) gibi kurumlara Batı bankacılık sistemine alternatif sistem olarak bakıyorlar.

Yakın gelecekte, uluslararası spekülatif saldırılarına kırılgan halde olan ülkeler AIIB ve BRICS Bank faaliyetleri üzerinden siyasetten olumlu projelere atılım yapmaları mümkün olabilecek. Çok kutuplu dünya düzeninin geleceği, Rusya ve Çin gibi süpergüç ülkeler için değil, ancak, Üçüncü Dünya ülkelerini kabul edilemez yoksulluk düzeyinden daha makul bir yoksulluk düzeyine çıkartmak üzere bir fırsat tanınması olarak temsil ediyor. Rusya ve Çin arasındaki mevcut ilişkilerin asıl hedefi; konuyla ilgili diğer ülkelerin Batı cenahı geleneksel finans kanallarından (Dünya Bankası, IMF) gelen uluslararası nitelikli baskılara karşı direnç gösterebilmeleri için gerekli araçları sağalmak. Amaç; söz konusu bu diğer ülkelere ulusal stratejik çıkarlarını savunurlarken çok kutuplu dünya düzeninin sağlayacağı imkânları değerlendirme yolunu açmak.

Dünya’nın tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçiş yapma realitesi uluslararası ilişkiler alanında birçok çehrenin değişim geçirmesine neden olur. Ülkeler arasındaki ekonomik bağlar ve nükleer güç dengesi nedeniyle süpergüç sıfatına sahip ülkelerin birbirlerine karşı askeri güç kullanma opsiyonu daha düşük olasılıklı bir seçenek haline geldi. Manipülasyon yapma ve finansal terörizm enstrümanlarıyla sosyal olayların gelişim seyrini etkilemek bağlamında bazı nihai araçlar süpergüç ülkelerini pek etkilemedi ve alternatif bir ekonomik sistemin oluşturmasına yol açması yönünde de eğilim gösterdiler.

Bu türden gelişmelerin kaydedilme olasılığını öngörmek pek zor bir iş değil. Dünya milletlerinin küresel düzeyde daha fazla entegrasyonu, para birimi olarak Doların bankacılık ve ticari işlemlerde hâkimiyetinde tedricen aşınma meydana gelmesine neden olurken, ABD’nin Tek Kutuplu Dünya Düzeni döneminin sona ermek üzere inişe geçme dönemi de hız kazanmış olacak. Bu düşüşe geçme döneminin hız kazanması uluslararası planda işbirliği olmasını artıracak ve çok kutuplu yeni bir dünya düzenine geçiş döneminde gezegenimizin tam teşekküllü çok kutuplu dünya düzeni çağı yaşamasına rehberlik edecek.

Bir devrim hareketi, yakın gelecekte, son zamanların tarih yazımı açısında hiçbir şey olmamışçasına sürmekte olan uluslararası ilişkiler düzeninin dayandığı nazik dengesinde şimdiye kadar hiç görülmedik düzeyde değişikler meydana getirerek, her bir şeyin yeni bir değişime uğramasına yol açacak.

Çeviren: Nizamettin Karabenk

 

Kaynak:http://www.strategic-culture.org/news/2016/08/20/multipolar-world-order-economics-vs-politics. html.

Takvim

Ağustos 2016
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031  

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE