Donald Trump’ın ABD Başkanlığı ilk gündeme geldiğinde, Başkan Barack Obama’nın postal izinde, Suudi Hanedanlığı yanlısı, son derece köktenci, Şiilik (özellikle İran başta olmak üzere) ve Rusya karşıtı bir politika izleyeceği gittikçe belirginleşmeye başlamıştı zaten. Obama ve Trump yönetimleri özünde aynı askeri strateji etki alanına sahipler: Daha fazla cihatçı sahaya sürmek, daha fazla işgal, daha fazla savaş ve herkesin daha az güvende olduğu bir dünya tasarımı. Başkan adayı Donald Trump seçim kampanyası sırasında Rusya ve İran’ı kınayan bir politika izlemişti. Seçtiği bu yolla terörist örgütlerine karşı mücadele vermek yerine adeta terörist grupların üretiminde bulunuyor. Bu politikası aynı zamanda cihatçılara bağış oluyor. Neredeyse tümü Sünni köktenci (fundamentalist) olan cihatçı örgütler, Suudi Kraliyet Hanedanlığından, her biri köktenci Sünni bir klana mensup (Birleşik Arap Emirlikleri altı klandan oluşur) müttefik Arap Krallıklarından, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi yönetimlerden parasal yardım alıyorlar. Amerikan seçmeni, Irak’ı işgal amacıyla politik bir hile yaparak vatandaşına yalan söyleyen George W. Bush’un ABD Başkanı olarak seçilmesinden beri aldatılmış olduğunu görmesinden bu yana, hile yapan yalancı siyasetçilere sırtını çevirdi: İktidar düşkünü hilebazların Başkan seçildiği bir ülkede demokrasi olmaz. Vatandaşlar aldatılıyor.
Başkan Trump yönetimi, yalnızca seküler bir ülke olup, İran’a müttefik Suriye’ye karşı savaş yürütmüyor, aynı zamanda, Sünni köktenci bir diktatörlük yönetimi olan, Suudi Hanedanlığının hamiliğini yaptığı Bahreyn yönetiminin Şii çoğunluklu halkına karşı savaşı da yürütüyor. Yemende yaşanmakta olan, tarafları Sünni-Şii kesimler olan iç savaşı da yürüterek, köktenci Suudi Hanedanlığının Şii İran’a karşı savaş cephesinde de yer almış oluyor. Suudiler Yemen üzerinde kontrol sağlamak üzere ABD yapımı silahlarla saldırı düzenliyor ve bombardımanda bulunuyorlar. Aksi halde Yemen’de katliam olayında ısrar edilmesinde herhangi bir neden görülmüyor.
Dolayısıyla, Başkan Trump yönetimi, beklendiğinden daha fazla, Lockheed Martin ve diğer silah üreticisi firmaların çıkarı doğrultusunda icraatlarda bulunan bir yönetim olma haline geldi. Oysa Trump başkanlığında ABD yönetimi yerine, diğer aday Hillary Clinton başkanlığında bir yönetiminin böylesi bir politika izleyeceği daha çok bekleniyordu. Şöyle ki; Trump Başkanlığında Amerikan çıkarlarını savunma politikası; Evet. Dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren cihatçı örgütleri finanse eden ülkeleri desteklemek; Hayır.
Amerikalılar Başkan Trump döneminde “Savunma Bakanlığı” bütçesini neden % 9 oranında artırıldığını ve diğer bakanlıkların bütçesinde kesinti yapma yoluna neden gidildiğini şimdi artık çok iyi anlıyorlar. (Savaş gazileri hariç; Amerikan Savaş Gazileri Dernekleri, ABD Başkanlık seçiminde, kendilerine daha fazla tahsisat ayırma vaadi karşılığında, Donald Trump’a oy vermişlerdi). Neocon’lar Donald Trump’ı Rusya Devlet Başkanı Putin’in “kuklası” ve Putin’in “Mançuryalı adayı” diye anmaları, Trump’ın ilkesi olmayan, bazı zayıflıkları olan bir başkan şeklinde algılanmasına yol açtı. Egosu manipüle edilmiş bir başkan sıfatıyla Donald Trump şimdilerde kamuoyunun, Putine düşman taraflar; yani Amerika’nın küresel diktatörlük politikasında güvenilir dost ülkeler olan Suudi Arabistan ve Arap dünyasının diğer köktenci Sünni diktatörlük yönetimleri ile ittifak kurmak taraftarı olduğunun bilmesini istiyor. Başkan Trump, yönetiminin, “Kremlin Sarayının” müttefiki değil, “gerçek bir Amerika” yönetimi olduğu şeklinde bilinmesini istiyor.
Saddam Hüseyin dönemindeki Irak’ta Kitle İmha Silahları olduğu (WMD) gerekçesiyle Irak işgal edilmişti (Saddam o dönemde Moskova’ya daha yakın duruyordu). ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesine kadar, 2002-2003 döneminde, Washington’da bürokrasi koridorlarında Saddam’a karşı öfke hali hâkimdi. Daha sonra dönemin ABD Başkanı ve yandaşı basın-yayın kuruluşlarının dünya kamuoyuna yalan söylediği ortaya çıkmıştı. Amerikan kamuoyunda bir kesim için bunu görmek pek zor olmadı. Ancak, CNN kanalının 03 Haziran 2015’te yaptığı bir anket “Amerikan yetişkin nüfus kitlesinin % 52’si Başkan George W. Bush’un izlediği politika konusunda olumlu ve % 43’ü ise olumsuz düşünceye sahip olduğunu gösteriyordu. Anket konusu bu toplumsal kitlenin Amerikan aristokrasinin iki iktidar kanadı; Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bölünmüş, partizanlık duygusuyla hareket eden, dünyada olup bitenler konusuna gözleri kapalı, asalak yapıda bir toplumsal tabaka olduğu görülüyor. Bu toplumsal kesim Amerikan aristokrasinin yürütmekte olduğu bütün savaşların aslında halka karşı olduğunu görme ferasetinden yoksun, aristokrasi sınıfı açısında birer kurbanlık koyun olduklarının farkında olmayan kalabalık bir güruh. Ve şimdi de İran yönetiminin Yemen ve Bahreyn’e saldırılarına son vermek bahanesiyle İran’ı işgal etme stratejisi izlenecekse, 2002’de Irak’ta yaşanan katliam benzeri bir yayılma tutkusunun inşası olur. Dünya kamuoyu bu türde bahanelerle Amerikan yayılmacılık politikasının nereye varacağını çok iyi biliyor. Saddam Hüseyin dönemi Irak yönetiminin olduğu gibi, bugünkü İran yönetimi de Moskova’ya yakın bir politika izliyor. İran’ın bu tutumu Amerikan aristokrasisinin kabul etmediği bir politika olup, temel itirazını teşkil ediyor. Ancak, gelinen bu aşamada, Başkan Trump yönetiminin hangi ülkeyi ilk olarak işgal etmek istediği henüz açık olarak anlaşılamıyor; belki Rusya, belki Çin ve belki Kuzey Kore olabilir.
Bununla birlikte, Amerika’nın güçlü kaslarında biriken enerjinin Vietnam, Grenada, El-Salvador ve Panama’da boşaltılmasında; daha önce İran, Guatemala, Şili, Ukrayna ve benzeri ülkelerde yapılan darbelerde; Üçüncü Dünya ülkelerinde bazılarının adeta boks antrenmanı kum torbası olarak kullanılması marifetiyle kitlesel halde kan akıtılması sırasında olduğu gibi, Sam Amca’nın güçlü kollarını göstermek üzere, Başkan Trump yönetiminde ABD için Ortadoğu bölgesi uygun bir coğrafi mekân olduğu görülüyor. ABD ana akım “haber” kanalları, her zaman olduğu gibi, ülkelere “demokrasi” getirmek ve bölgede “barışı” sağlamak adına, Irak, Libya, Filistin, Lübnan, Mısır ve elbette Latin Amerika ülkelerinde ve dahası küresel düzeyde tahakküm kurma faaliyetlerinde olduğu gibi, sertleşen Amerikan güçlü kollarını esnetmek üzere olası işgal operasyonlarına meşruiyet kazandırmak amacıyla Başkan Trump’a yardım etmeye istekli davranıyorlar.
Yeni muhafazakâr gazete The Washington Post (bu güne kadar destek vermediği ABD işgali vaki değil) 02 Nisan günü nüshasında “ABD yönetimi, Bahreyn militanlarının silahlandırılmasında giderek daha fazla oranda İran’ın elinin olduğunu görüyor” haberini manşette vermişti. Bahreyn’i ABD’nin Basra Körfezindeki güvenilir müttefiki ve ABD Beşinci Filosuna ev sahipliğine yapan ülke olarak takdim etmişti. Sünni liderliğinde hükümet icraatlarına itiraz eden barış amaçlı Şii protesto hareketlerinin başlamasından altı (6) yıl sonra ABD ve Avrupa Birliği (AB) analistleri “artan oranda yükselişe geçen bir tehdit unsuru” olduğunu görüyorlar. Bahreyn’de yaşanmakta olan sosyal ve siyasal kargaşayı yıllardan beri izleyen ABD bir istihbarat yetkilisinin verdiği bilgiye göre ABD yönetiminin “İran’da istikrarsızlık yaratma faaliyetine ihtiyaç olduğunu görüyoruz” şeklinde bir tasarımı olduğu anlaşılıyor. Mülakat veren diğer yetkililer gibi söz konusu bu istihbarat yetkilisi bölgede alınan hassas istihbaratın anonim özelliği üzerinde ısrar etmiştir. Geri planda amaca uygun olarak duran politika konusunda hiçbir yorum dile getirilmiyor. Köktenci Suudi Kraliyet Hanedanlığının desteklediği örgütler, köktenci Sünni Kraliyet Halifelik ailesinin hoyratça Bahreyn’i ele geçirmesi; Şii çoğunluk nüfusa zulüm eden ve ABD malı silahları kullanan Halifelik klanını kontrol altına almak üzere ABD Donanmasına ait Beşinci Filonun kiralama realitesi ABD “haber” kanalları üzerinde sistematik olarak baskı altına alınıyor. Amerika’nın, onlar için ve kurban gidenlerin ölü bedenleri için, “özgürlükler ülkesi” olduğu mesajı veriliyor; bazı “dostlar”, bazı “müttefikler”, Amerikan aristokrasi sınıfından bazıları……
Reuters haber ajansı 22 Mart günü “Özel Haber” etiketiyle flaş bir haber geçti: “İran yönetimi Yemen savaşında Hutsilere destek verme adımı atıyor”. Daha sonra bu haber kaynağının ABD yönetimi ve bölgedeki müttefik devletleri olduğu anlaşıldı. 2002’de de haber kaynağının yine ABD rejimi ve müttefik rejimleri olduğu görülmüştü. Reuters’in geçtiği haberde (veya propaganda amaçlı bu yazısında) göz ardı edilen şey; haber konusu çatışmalardaki arka plan: Suudi Hanedanlığının Şiilere karşı olan savaşı; ABD’nin Suudi Arabistan’a silah temin ettiği ve Suudilerin Şii düşmanlarını bozguna uğratması amacıyla Suudi askerlerine eğitim verdiği.
Yemen artık başarısızlığa uğramış bir devlet halinde: El-Kaide ve IŞİD örgütü gibi köktenci-Sünni örgüt türevi gruplar için mükemmel bir barınak. Bu durumda, hiç kimse Amerikan’ın Irak, Libya ve Suriye’de, ne gibi faaliyetlerde bulunacağı konusunda dersler çıkarmadığını söyleyemez. Aşırı sağ, aşırı uç örgütler; köktenci Sünni aşırı sağ gruplar sahaya sürülüyor. Amerikan silah üretici firmalarının üretim çarklarını işler halde tutmaya yarıyorlar. Herkes Donald Trump’ın “imalat” konusunda uzman olduğunu biliyor. Silah üretimi “ABD Federal Hükümetinin 100 üretici firması” tarafından yapılıyor. İlk 25 firma aşağıya çıkarılmıştır:
1: Lockheed Martin.
2: Boeing.
3: General Dynamics.
4: Raytheon.
5: Northrop Grumman.
6: McKesson.
7: United Technologies.
8: L-3.
9: Bechtel.
10: BAE.
11: Huntington Ingalls.
12: Humana.
13: SAIC.
14: Booz Allen Hamilton.
15: Healthnet.
16: Computer Sciences.
17: UnitedHealth.
18: Aecom.
19: Leidos.
20: Harris.
21: General Atomics.
22: Hewlett-Packard
23: Battelle.
24: United Launch Alliance.
25: Los Alamos National Lab.
Bu 25 firmanın ürettiği silahlar toplam üretimin % 35’ine karşılık geliyor.
Zenginler sınıfı için sosyalizm; fakir toplum katmanı için kapitalizm. ABD aristokrasi sınıfı için tencere dibin kara, seninki benden kara” tarzında bir durum oluyor. ABD aristokrat tabakası için Rusya, “hiç şüphesiz bizim bir numaralı jeopolitik düşmanımız” oluyor. “Bugün dünya barışı önünde en büyük tehditin kim” olduğu sorusuna karşılık Rusya cevabı veriliyor. Ancak, 65 ülke arasında yapılan bir anket göre “dünya barışına en büyük tehdit” olarak ABD listenin ilk başında yer alıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, önceki Başkan Barack Obama’nın, her ikisi de Rusya’nın müttefiki olan, Suriye ve Ukrayna’ya karşı saldırgan politikasını “haklı gösterdiği” yalan dayanağını (insanlık adına) ifşa etmek yerine aynı politikayı sürdürmeye devam ediyor. Başkan Trump, en nihayetinde, Rusya’yı yenmek ve dolayısıyla bütün dünya üzerinde hâkimiyet kurmak amacıyla, Suudi Hanedanlığı ve müttefikleriyle ittifak kurmak suretiyle, ABD üretimi silahların satışını artırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Bu faaliyete ABD Savunma Bakanlığının icraatı değil de, ABD Saldırı Bakanlığı (U.S.Aggression Department) icraatı diyelim. ABD Savunma Bakanlığı sadece yozlaşmış bir Bakanlık olmuyor, aynı zamanda, “Dünya barışına en büyük tehdit” oluyor. ABD Savunma Bakanlığı demokratları değil, diktatörleri savunuyor ve iktidara getiriyor. Bundan dolayıdır ki halifelik diktatörlüğüne karşı itiraz sesini yükselten Şiiler kurşun yağmuruna tutuluyor. Ve ABD yönetimi şimdi “Bahreyn’de militanların silahlandırmasında İran’ın elinin gördüğünü” iddia ediyor. ABD’nin bu iddiasına aksi yönde, İran’ın Bahreyn’deki gelişmelerde hiçbir elinin olamadığı konusunda ciddi kanıtlar var. Başka ülkeleri işgal etme yolunda yalandan bahaneler bulmada ünlü bir ülkenin temsilcileri tarafından böylesi bir spekülasyon yapılmalı mıydı? “Güvenilir” bir medya kuruluşu üzerinde kamuoyuna yanlı bildirim yapılmalı mıydı? Elbette böyle olmaması gerekirdi. Ancak, diktatörlük yönetimlerinin bu tarzda “haber” veren medya kuruluşları devrede olur. Sadece diktatörlük yönetiminde; bir ülkedeki sosyal yaşam realitesinin bilinmez kalması, diktatörlük bir yönetim olmanın gereğidir. Bu durum, herhangi bir diktatörlük yönetiminde nihai bir samizdat olur. Dolayısıyla, Amerika’daki ana akım “haber” kanallarından bu gerçekliğin böyle uluorta yayınlanması pek beklenmez. Yayınlanıyorsa, herhangi bir sakınca görülmeksizin, yayınlanmak üzere gönderilmiş olması gerekir. Tam da bir “blog” işi; “düzmece haberler” verilir, bu tarzda yanlı raporlar yayınlanır. Bugünkü dünya koşullarındaki diktatörlük yönetimlerinde bile, eski zamanlarda olduğu gibi, hakikat artık tamamen yasaklanamadığı için, dedikodu tarzında haberler ile birlikte, rejimin tasarladığı yanlı bilgilendirme amaçlı “sahte haber” kategorisinde yönlendirme yapılır. İktidar sahipleri, “gelişen sosyal olayları kendi çıkarınız doğrultusunda dikkatli bir şekilde kontrol edecek kadar zeki değilseniz, ölüme gönderilen askerler olmaktan öteye gidemezsiniz” diye düşünüyorlar. Ve elbette, ölmeye giden askerler de en çok biat eden asker oluyorlar. Bir ülkedeki aristokrasi çalıştırabileceği en ucuz işgücünü ister; en ucuz işgücünden faydalanmak küresel imparatorluğun kurulmasında, artık her bir şeyinde ilerleme kaydedildiği, merkezi bir aşamayı teşkil eder. Bugün bulunduğumuz nokta, tam da söz konusu olan aşamadır. İnsanlığın geldiği bugünkü aşama, sürekli gelişme arz eden, aristokratik aldatmacanın olduğu zamansız bir aşama.
Aristokratik aldatmacanın olduğu bu zamansız aşama halklara felaket getiriyor. Ve halka verdiği zarardan dolayı, her ülkede, hep gizlenmiş oluyor. Her yerde…
Kaynak: http://www.strategic-culture.org/news/2017/04/08/invade-iraq-2003-invade-iran-2018.html
Çeviren: Nizamettin Karabenk