Anlayabildiğimiz kadarıyla, insan varoluşunun yegane amacı, salt varlığın karanlığında bir ışık yakmaktır. Carl Jung
Bilgi her zaman galebe çalmaz, hatta her zaman ayakta bile kalmaz. İmparatorluk yıkıldığında Jüstinyen yasalarının yerini Kanon Hukuku aldı. Bilgi yüceydi, sapkınlık oldu ve insanoğlunun merak duygusu neredeyse yok edildi. 11. yüzyılda insanlar, yeniden keşfedilen Grek ve Roma metinleri üzerinde çalışmaya başladılar. Karanlık çağdan kurtuluş başlamıştı fakat bu yedi yüz yıl sürdü ve hiçbir zaman tamamlanmadı. Bugün, bizim öğrenme ve bilime karşı düzdüğümüz iki yüzlü övgülerimize rağmen, aydınlığın ayakta kalacağını hiçbir şey garanti edemez. Aksine, anti-entelektüalizm hiçbir zaman yok olmadı; Orta Çağın dini kurumlarının karanlık oyuklarında yaşamaya devam etti. Karanlık, Amerika’ya ilk üniversiteleri kurulduğunda geldi. Bu üniversiteler köktenci mesleki eğitim kurumları olarak kuruldular. Bilgiyi ilerletme amacıyla değil. Bunların hepsi birer medrese ya da Pazar Okuludur. Şu anda bu muhafazakar eğitim sistemi bile ideolojik köktencilerin saldırısı altındadır. Batı dünyasının tümünde Profesörler fenerlerini hazırlıyor. Karanlık geri geliyor!
Yunanistan’ın Altın Çağında Atina, Aristo’ya “tüm insanlar doğaları gereği bilmeyi arzular” sözünü yazdırmaya yetecek kadar meraklı insanla doluydu. Aristo elbette ki doğru söylemiyordu çünkü onun hemşerileri, entelektüel faaliyete yatkın insanlardı. Atina Panteononun inşa edildiği dönemi yaşamıştı ve şehir, o zaman uygar olarak bilinen dünyanın sanat, kültür, entelektüel faaliyet ve ticaret merkezi haline gelmişti. Sokrat, Platon, Aristo, Eshilos, Aristofanes, Euripides, Menander, Sofokles, heykeltraş Praksiteles, hatip Demostenes, Herodot, Thukididis ve diğerleri Atina’nın sakinleri arasındaydı. Bilim aşkı yaygındı. Çelişkilere neden olan hipotezleri elemek suretiyle meselenin esasını bulana kadar soru sormaktan oluşan Sokratik metot geliştirildi ve Pisagor, Öklit, Arşimet ile Hipparkos, Apollon ve Batlamyus gibi bilimciler tarafından matematik ilerletildi. Bilgi çok değerliydi ama en sonunda itibardan düştü. Ticareti geliştirme mücadelesi bilginin düşmanı idi ve savaşı kazandı. Bilgi her zaman üstün gelmez, hatta her zaman ayakta bile kalmaz.
Roma, tersine hiçbir zaman entelijansiyası ile ün kazanan, meraklı insanlarla dolu bir yer olmadı. Romalılar yağmacı bir halktı. İstediklerini gerektiğinde öldürerek alıyorlardı. Roma, Katolik Kilisesine bağlı Hristiyanlığı devlet dini haline getirmişti ve İmparatorluk çöktüğünde Justinyen Kanunlarının yerini Kanon Hukuku aldı. Bilgi yüceydi sapkınlık oldu ve insanoğlunun merakı neredeyse yok edildi. Çağ karanlığa döndü.
- yüzyılda Avrupa’nın her tarafında insanlar yeniden keşfedilmiş Jüstinyen Kanunları üzerine çalışmaya başladı. Roma Hukuku ve yeniden ortaya çıkarılan diğer konular üzerine çalışmalar kısa süre içerisinde yayıldı ve Katolik Hristiyanlık kendi kendisi ile ters düştü. Kilisedeki iki farklı liderlik sonunda büyük ayrılmayı (skizma ) yarattı: Bu bölünme yeni bilgi merkezlerinin kuruluşuna ve kilise otoritesinde zayıflamaya neden oldu. Bilgi, itibarını yeniden kazanmaya başladı ve nihayetinde hümanizmaya olan ilgi ile beraber Rönesans ve Aydınlanma tarih sahnesine zuhur etti. Karanlık çağdan kurtuluş başlamıştı, fakat bu yedi yüz yıl sürdü ve hiçbir zaman tamamlanmadı. Bugün, aydınlığın, bizim öğrenme ve bilime karşı düzdüğümüz iki yüzlü övgülerimize rağmen ayakta kalacağını hiçbir şey garanti edemez.
Avrupa’da karanlık çağı sarıp sarmalayan cehalet; manastır, keşişhane ve Ortaçağın skolastik üniversitelerinden türedi. Cehalet, evrendeki herşeyi tarif eden, vahiy yoluyla indirilmiş, kendisi Yaratılış olarak bilinen bir ideolojiden oluşuyordu. Aykırı hiçbir düşünceye müsamaha gösterilmedi. Aykırı her düşünce sapkınlık olarak nitelendirilerek mahkeme, idam ve Engizisyonla sonuçlanıyordu. Bugün öğrenmeyle, bilgiyle ilişkili olduğu düşünülen hemen hemen herşey baskılandı. Ve kilisenin nüfuzu azaldığında ve dinsel sapkınlıklar için yapılan duruşmaların ve Engizisyonun varlığı sona erdiğinde bile cehaletin kalıntıları farklı kurumlar aracılığıyla güvenli bir şekilde saklandı. Klasik Yunanda ortaya çıkan, bilgiye karşı olan aşk hiçbir zaman eski itibarını kazanamadı. Anti-entelektüalizm hiçbir zaman ölmedi; Ortaçağ dini kurumlarının karanlık oyuklarında yaşamaya devam etti. Bu karanlık Amerika’ya geldi.
Akıl çağından iki yüzyıl önce Massachusetts, ideolojik doktrinini kabul etmeyenleri sık sık sınır dışı eden, sürgüne gönderen ve hatta idam eden dinci, muhafazakar, Püriten bir koloniydi. Harvard, resmi olarak kiliseye bağlı olmamasına rağmen 1636’da Massachusetts meclisi tarafından öncelikli olarak kongregasyonalist ve üniteryen din adamlarını yetiştirmek için kuruldu. O zamanda Püritenleri ve Harvard Üniversitesini, Hristiyan köktenciliğinden başka tanımlayacak bir sıfat yoktur. Üniversite, Püriten ideoloji ile uyumlu olacak şekilde değiştirilmiş bir akademik müfredat sundu. Bu müfredat, kendisi katolik bir üniversite olarak kurulmuş Cambridge Üniversitesinin müfredatını taklit etti. Kısacası, Harvard zamanının Liberty Üniversitesi (Lynchburg, Virginia’da bulunan dünyanın en büyük Hristiyan üniversitesi ç.n.) , bir İncil okuluydu ve bariz bir şekilde dini bir işleve sahipti. Evrensel bilginin öğrenildiği bir mekan olarak kurulmadı. Harvard’ın müfredatı ve öğrencileri; Harvard, Boston’ın seçkinleri için merkezi kültürel bir kuruluş olarak ortaya çıktığı 18. ve 19. yüzyıllarda laikleşti. İç savaş sonrası üniversite ve ona bağlı profesyonel fakülteler merkezi araştırma üniversitesine dönüştürüldü ama, daha sonra, şimdi olduğu gibi mesleki amaçlı yapılar haline geldi. Üniversitenin tarihi, nüfuzu ve zenginliğinden de anlaşıldığı gibi hem geçmişteki hem de şimdiki gayesi insanları piyasa ekonomisinden yana faaliyette bulunmaları için eğitmektir. Dünyadaki akademik kurumların içinde bağışlardan sağlanan en büyük sermayeye sahiptir ve ABD başkanlarının sekizi oradan mezun olmuştur. Harvard aynı zamanda en az altmış milyarderin de mezun olduğu okuldur. Amerika’nın zengin elitlerinin katedralidir ve evrensel bilgi yerine egemenlerin ideolojisine hizmet etmektedir. Amerika’nın işletme fakültesi sevdası, eğitim fakültesinin kuruluşundan oniki yıl önce, 1908’de ilk işletme fakültesinin kurulmasıyla başladı. Sadece 19. yüzyılın sonlarında, Hristiyanlık müfredattaki ayrıcalıklı yerinden çıkarılarak yerine bir başka ideoloji yerleştirildi—Transandantalist Üniteryanizm. Harvard, her zaman inancın bilgiye üstün geldiği bir kurum olmuştur.
Fakat, artık böyle değildir, değil mi? Maalesef öyle. Harvard’da iktisadın nasıl öğretildiğini bir düşünün:
Harvard’da öğrenciler, sunumundaki ideolojik önyargılardan dolayı Greg Mankiw’nin Economics 10 Principles dersini protesto edip sınıfı terkettiler. . . . Kendisi de Harvard’da olan Steven Margolis, Mankiw protestosu üzerine bir “münazara” tertipledi. . . . Margolis . . . iktisat fakültesi tarafından kabul edilmeyen —daha sonra alternatif çalışmalar dersi olarak kabul edilen —alternatif bir iktisat dersi teklif ettiğinden bahsetti. Diğer birçok okulda olduğu gibi Harvard’da da öğrencilerin neoklasik modele alternatif herhangi birşey öğrenmelerine ve bunların bölümlerinde kredi olarak sayılmasına izin verilmiyor!
Burası Harvard; muhafazakarlar tarafından sıklıkla aşırı liberal olmasıyla eleştirilen, Amerika’nın Eğitim Panteonunun en parlak yıldızı!
Ancak, böyle olan yalnızca Harvard değil. Yale de 1701’de Connecticut’ın papazlarını ve yardımcılarını eğitmek için kuruldu. Okul, hepsi de Harvard mezunu on kongregasyonalist papaz tarafından kuruldu. Increase Mather’ın “giderek daha fazla liberalleşen, dini açıdan gevşek ve Kilise politikalarını uygulamada aşırı esnek” diye nitelendirdiği Harvard’ın geri kalan rahipleriyle arası açıldığında; Harvard’ın tersine, Püriten dini sağlamlığını koruyacağı umuduyla Yale’in başarısına övgüler düzdü. Sadece başka bir Liberty üniversitesi.
Ve daha sonra Stanford’ın kurucusu Leland Stanford, Harvard rektörü Charles Eliot’ı ziyaret etti ve Kaliforniya’ya Harvard’ın benzerini kurmanın ne kadara mal olacağını sordu. Böylelikle Stanford Batı’nın Harvard’ı oldu; bir diğer muhafazakar, köktenci üniversite.
Kuruluş 1885’de, birtakım şartlar koşan para bağışıyla meydana geldi:
“Mütevelliler…. yetki sahibi olacak ve görevleri şunlar olacak:
Söz konusu üniversitede, öğrencileri mezun olduklarında bazı faydalı uğraşlar için elverişli hale getirecek bir eğitim sistemi kurmak ve sürdürmek.. . . .
Mezhebi eğitimi yasaklamak ama üniversitede ruhun ölümsüzlüğünü, herşeyi bilen iyiliksever yaratıcının varlığı ve onun kanunlarına itaatin insanın en önemli vazifesi olduğunu öğretmek. . . .
Senatör Stanford 1893’de öldüğünde, Jane Stanford yönetimi devraldı. Edward Alsworth Ross, Amerikan sosyolojisinin kurucu babası olarak tanınır hale geldikten sonra, Jane Stanford onu radikalliğini ve ırkçılığını bahane ederek kovdu. Öğrencilere yeryüzünde doğan herkesin bir ruhu olduğu ve onun gelişiminin bağlı olduğu bu dünyadaki birçok şey ve “Ebedi Yaşam”daki herşeyin öğretilmesi emrini verdi. Ve canlı model çizim derslerinde öğrencilerin çıplak model çizmelerini yasakladı. Böylece Stanford da katı köktenci karakteri bünyesinde barındırdı..
Bu üniversiteler cahil insanlar tarafından köktenci mesleki eğitim kurumları olarak kuruldular. Bunların hepsi birer medrese, birer Pazar okuludur.
Sonuç olarak Liberty üniversiteleri Johnny Appleseed kadar Amerikalıdır ve görünüşe bakılırsa kendi kendilerine çoğalmaktadırlar. Kimisi uluorta kimisi de Harvard, Yale ve Stanford gibi örtülü bir şekilde Amerika’nın her tarafında mevcutturlar.
Amerikan eğitim sisteminde mesleki eğitim, iç savaş sonrası arazisi bağışlanmış üniversitelerin kurulmasıyla daha ileriye taşındı ve London School of Economics gibi, piyasa ekonomisine dayalı kapitalizmi açıktan destekleyen bir dizi enstitü kuruldu. Örneğin, Harvard’dan iki yüzyıl sonra 1844’de kurulan Hillsdale Koleji kendini, “sivil ve dini özgürlüğün, bu dünyada akıllı bir dindarlığın ve nimetlerin devamlılığı için doğru ve güvenilir bilginin yayılmasının gerekli olduğuna dair inancın hüküm sürmesinin sonucunda oluşan paha biçilemez nimetler için Tanrıya minnettar” olarak tarif ediyor. “Üniversite kendisinin, modern insanın Yahudi-Hristiyan inancı ve GrekoRomen kültüründen aldığı entelektüel ve ruhsal miras ile en açık ifadesini hukuka uygun Amerikan özyönetim deneyiminde bulan bir mirasın vasisi olduğunu düşünüyor.” Hillsdale Üniversitesi Amerikan muhafazakarlığının tarihinde ve gelişmesinde önemli bir aktördür. Önde gelen muhafazakar teorisyenlerden Russell Kirk kariyerinin önemli bölümünü orada yaptı ve üniversite Avusturyalı iktisatçı Ludwig von Mises’i barındırdı ve onun kişisel kütüphanesi olarak hizmet etti. Aynı zamanda şirketler de ortodoks, klasik kapitalizmi desteklemeleri için üniversitelere devasa miktarlarda para dağıttı: Örneğin, ülkenin onuncu büyük finans holdingi BB&T, “kapitalizm ve serbest piyasa ekonomisinin temelleri üzerine eğitim ve araştırmayı geliştirme amacıyla” Georgia eyaletindeki Terry College of Business üniversitesine on yıl içerisinde 1.5 milyon dolar vermeyi taahhüt etti.
Tüm bunlar Amerika’nın “bilim ve teknoloji” aşkıyla ters düşüyor gibi görünüyor. Fakat Amerika’nın bilime merakı falan yok ve kanıt da ortada. Evrim kapı dışarı edildi çünkü İncildeki yaratılış düşüncesi ile çelişiyor. İklim ve çevre bilimleri atıldı çünkü onlar da serbest piyasa kapitalizmi ile ters düşüyor. Sadece bilimleri kapı dışarı etmekle kalmadılar; bunlarla alâkadar olan bilim insanlarını da lanetlediler. Mühendislerin, Amerikalıların hiçbir katkılarının olmadığı bilimsel keşifleri kullanarak yarattıkları tüketici ürünleri kataloğu Amerikalıların yegane düşkün oldukları şeydir. Başkan, daha fazla bilim insanı ve matematikçi “yetiştirmemiz” gerektiğini söylüyor ama, şu Amerikalıların hayranlık beslediği kişilere bakın—Bill Gates, müteveffa Steve Jobs ve Mark Zuckerberg! Bunların hiçbiri matematikçi ya da bilim insanı değil. Hatta üniversite mezunu bile değil. Bizim bilime olan saygımız kurumuş bir göl kadar sığ ve tüm yaptığımız, çamurda debelenmek. Eğer Amerikalıların bilime gerçekten saygıları olsaydı, deneysel olarak doğrulanmayan fikirleri reddeden bilimsel yönteme saygıları olurdu. Öte yandan Amerikalılar, sürekli, yalnızca deneysel olarak kanıtlanamayan değil hiçbir işe yaramadığı da gösterilebilecek olan fikirleri uygulamaya koymakta ısrar ediyorlar. Amerikalıların icra ettiği hiçbir işe yaramayan ve bugüne kadar da hiçbir işe yaramamış pratikler listelenecek kadar çoktur. Bilime saygılı hiçbir kültür böyle işlemez.
Başkan daha fazla bilim insanı ve matematikçi “yetiştirmeliyiz” derken acaba mesleği icabı çok fazla bilim ve matematik bilmesi gereken mimarlardan daha fazla sayıda yetiştirmeliyiz mi demek istedi? Emin değilim! Yoksa antropolog mu demek istedi? Florida valisi Rick Scott’un antropoloji bölümlerini verimli kariyer oluşturma konusunda hazırlıksız oldukları için yerden yere vurduğu ifade edildi. Egemenlerin onayladığı türde bir bilim dalı değil demek ki! Pekala, sözünü ettiği acaba gökbilimci ya da paleontolog muydu? Hangi endüstri yalnızca “bilim insanı” ister? Ve bir grup kuramsal matematikçi arayan bir şirketin varlığı konusunda endişelerim var.
Meseleyi anladığınızdan eminim.
Fakat tüm bunlar yetmezmiş gibi, bu muhafazakar eğitim sistemi bile ideolojik köktencilerin saldırısı altındadır:
Gürültülü, patırtılı toplantılardan üç gün sonra Teksas Eyaleti Eğitim Kurulu . . . tarih ve iktisat kitaplarına muhafazakar bir damga vuracak, Amerikan kapitalizminin üstünlüğüne vurgu yapan, Amerika’nın kurucularının katıksız laik hükümete bağlılıklarını sorgulayan ve Cumhuriyetçilerin politik felsefelerini daha olumlu bir bakış açısından ele alan bir sosyal bilimler müfredatını onayladı. Cumhuriyetçilerin tamamının lehte oy kullanmasıyla 10’a karşı 5 oyla parti çizgisinden yana sonuç çıktı.
Bu Teksaslı politikacıların yaptıklarında şaşılacak birşey belki de yoktur. Ancak ne bir tane profesör, ne bir tane dekan, ne bir tane bakan / başkan, ne de bir profesörler örgütü bu duruma karşı koyup itiraz etti. Amerikan yüksek öğrenim sistemindeki kendini adamış bilginlerin tamamı neden suskun kaldılar ve görünmez oldular? Bilgiye olan sadakatleri konusunda artık söylenebilecek birşey kalmış mıdır? Daha da kötüsü bu ders kitaplarının yazarları, bunlar üzerine yazmak yerine Teksaslıları memnun etmeye daha çok hevesliydiler. Bu nasıl bir entelektüel dürüstlük? Akademideki karanlık nasıl bir karanlıktır?
Dahası var:
Vali Bobby Jindal geçtiğimiz günlerde ülkenin her eyaletinde kullanılabilecek en geniş okul senedi programına* imza attı. Jindal’ın okul tercihlerini genişletecek dediği bir dizi “reformun” bir parçası . . . ve eleştirmenler; ülkedeki kamusal eğitime devlet tarafından yapılan en büyük saldırı diyor.
Amerika’nın profesörler örgütü ve onların yöneticileri yine ortalarda yoklar. Ne düşünüyorlar acaba? Öğrencileri köktenci ideolojiyle tamamen zehirlendiği zaman sınıflarının ne hale geleceğini acaba hiç hayal ettiler mi? O zaman bu profesörler ne öğretebilecek? Köktenci ideolojiyle çelişen hangi konular yasaklanacak? Ne tür ifadeler politik açıdan yanlış olarak değerlendirilecek? Avrupa’da insanlar, Holokostun gerçek olduğuna dair resmi Siyonist anlatımı inkar ettikleri için hapse girebilirler. Evrimi anlatan öğretmenler, İncildeki Yaratılışı inkar ederler ya da evliliğin bir kadın ve bir erkeğin birlikteliğinden ibaret olmadığını falan söylerlerse suçlu durumuna mı düşecekler?Neden olmasın? Kilise, Galileo’ya bunu yaptı. Kendinize, Aryan üstünlüğünü savunmayan kaç tane Alman profesörün Nazi ideolojisinin sonuçlarına dayanabildiğini sorun.
Burada bunlar olmaz sanıyorsunuz değil mi? Oluyor bile.
Devlet okullarında çalışan öğretmenlere şimdi yıllardan beri onları sorumlu kılma kisvesi altında saldırıyorlar. Eğitim Bakanlığı, standartlaştırılmış sınav sonuçlarının öğretmen niteliğini ölçmek için geçerli ve güvenilir olacak şekilde kullanılabileceğini varsayıyor. Birçok araştırmacı ise kullanılamayacağını söylüyor. Sınav sonuçlarını bu şekilde kullanmanın, Hiçbir Çocuk Geride Kalmasın Kanunun ( No Child Left Behind act ) olumsuz sonucu olduğunu söylüyorlar. Kolej ve üniversite camiası, mezunlarına kara çalınmasına karşı yıllardan beri sessizler. Fakat şimdi, Eğitim Bakanlığı, eğitim fakültesi mezunlarını standartlaştırılmış testlere tabi tutmak suretiyle, üniversite öncesinde 12 yıl boyunca okuyan öğrencilere nasıl eğitim verildiğinden yola çıkarak, eğitim fakültelerini değerlendirecek düzenlemeler konusunda delegeleri ikna etmeye çalıştı ama başarılı olamadı. . . . Delegelerin bazılarının bakanlığın planının anahatlarının lehinde hareket etmeyeceği anlaşıldığında bakanlık memurları bu konuyla ilgili toplanmak amacıyla yapılan görüşmeleri sona erdirdi.
Fakat çabaların sona erdiğini zannetmeyin.
Şimdi Obama yönetiminin yetkililerinden istediklerini yapmalarını sağlayacak yasal düzenlemeleri yayınlamalarını bekleyebiliriz — kongre onayı olmadan, ya da dahası, kendi seçtikleri bir grup delegeyi ikna etme gereği duymadan istediklerini yapmak suretiyle eğitimi makul hale getirebilirler.
Elbette ki bu kaçınılmazdı! Öğrencilerin standartlaştırılmış testlere verdikleri notlar öğretmenlerinin yeterliliğini ölçmede kullanılabiliyorsa, bu notlar aynı zamanda neden öğretmenlerini yetiştiren profesörlerin niteliğini ölçmede de kullanılamasın ki?
İlk eğitim fakültelerindeki profesörlerle bu iş başlar, sonra işletme fakültelerindekilerle devam eder, sonrasında teknik fakültelerdekilerle vs. vs. Gericilik hiç tepetaklak olmuyor. Batı dünyasının her tarafında profesörler fenerlerini hazırladı. Karanlık geliyor!
John Kozy toplumsal, politik ve ekonomi ile ilgili konularda yazan emekli felsefe ve mantık profesörüdür. Kore savaşında ABD ordusunda hizmet verdikten sonra yirmi yılını profesör olarak, kalan yirmi yılını da yazar olarak geçirdi. Formel mantık üzerine yazdığı ders kitabını piyasada, akademik dergilerde yayınladı ve bieçok gazetede konuk yazar olarak yazılar yazdı.
John Kozy is a frequent contributor to Global Research. Global Research Articles by John Kozy
*Okul senedi, okul belgesi, okul makbuzu, çocuklarını yerel kamu okullarına kaydettirmektense kendi seçtikleri özel bir okulun okul ücretini ödemek için kamu kaynaklarını kullanmaları konusunda ailelere izin veren makbuz veya senet ( ç.n. )
Çeviren: Özgür Girişen
*Global Research, 7 Haziran 2012