3 Eylül 2017
Garp cephesi önderliğinin, Çin’e karşı 3. Dünya Savaşı hazırlığı, ABD Başkanları II. George Bush döneminde başlatılıp, Barak Obama ile tedrici olarak sürdürülmüş. Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle, savaş hazırlığı son sürat hızlandırılarak devam ettirilmektedir.
Bu hazırlığın esas nedeni Çin’in bir türlü durdurulamaz ekonomik yükselişidir. Ki ipuçları; Haziran 2002’de, zamanın ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in, ABD Kara Harp Okulu’nda verdiği konferansta, açıkça ifade edilmişti. Dick Cheney, bu konferanstaki konuşmasında, ABD Oligarşisinin (aslında, Anglo Sakson Oligarşisi veya İngiliz Amerikan İmparatorluğu Oligarşisinin) dünya hegemonyasını sürdürmek için hiçbir çılgınlıktan kaçınmayacağını şöyle dile getirmişti:
“Amerika’nın planı dünyayı yönetmektir. Konunun görünen yüzü tek taraflılıktır, ancak asıl mesele nihayetinde dünyaya egemen olmaktır. Bu, Amerika’nın ezici üstünlüğünü korumasını ve dünya sahnesinde ona meydan okuyabilecek yeni rakiplerin ortaya çıkmasını engellemesini icap ettirmektedir. Dost düşman ayırt etmeksizin herkesin üzerinde hâkimiyet kurmayı gerektirmektedir. Bu Amerika’nın daha güçlü ya da en güçlü olması değil, mutlak surette güçlü olması demektir.”[[1]]
Anglo Sakson (İngiliz Amerikan İmparatorluğu) Oligarşisi bu anlayış temelinde, 1995 özellikle 2000’lerden itibaren, yükselen Çin ekonomisini çökertmek için pek çok ekonomik, siyasi, finansal saldırı, tehdit ve tertiplerde bulundu. 11 Eylül 2001 İkiz Kulelerin yıkılması ile Siyasal İslamcı akımı sözde karşına alıp, esasta destekleyip örgütleyerek emperyalist hegemonya alanları için manipülasyona başladı. Japonya, Güney Kore, Güney Asya Pasifik ada ülkeleri üzerinden Çin’i kuşatmaya alarak, savaş gemilerini sürekli bölgede bulundurmak biçiminde sürdürdü. Yetmeyince, “Asya kaplanları” (Güney Kore, Tayvan, Singapur, Endonezya) ülkeleri ile Japonya üzerinde denenen ve başarılan finanssal kriz yaratma operasyonları tecrübesiyle, 2008’de finansal ev ipoteği (mortgage) krizi ile Çin’e saldırı düzenledi. Geri tepme yapan finansal kriz, esas olarak kapitalist dünya ekonomisi merkezini, alt üst etti. Kriz, özellikle ABD ve müttefiklerini yıkıma uğratıp, ABD’nin baskısına maruz bıraktı. Böylece, Anglo Sakson Oligarşisi, dünyada olduğu gibi özellikle, Avrupa ve Ortadoğu’daki müttefiklerini, stratejik ortak ve işbirlikçilerini, lehine tavır almak zorunda bıraktı.
Tüm bu tehdit, tertip ve saldırılara rağmen, Çin ekonomisi yükselişine devam etti. Ediyor!
2010’a gelindiğinde, Anglo Sakson Oligarşisi, alışılmışın dışında, enerji ve hammadde kaynaklarını ve ticari pazarları Rusya, özellikle Çin’e kapatmak için yoğun ve yaygın fiili saldırıya geçti. Bunlar: 2011’de Irak iç savaşı ile desteklenen ve özellikle tutuşturulan Suriye iç savaş kumpası ile Aralık 2013 tarihinde, Kuzey Afrika’dan başlatılan, Tunus, Mısır ayaklanması, Libya işgali adıyla bilinen “Arap Baharı” saldırısıdır.
Bu saldırı devam ederken, diğer bir cephe de Ukrayna’da açıldı. Şubat 2014’te Ukrayna’da gerçekleştirilen faşist hükümet darbesi ile ABD, Rusya ile AB’nin arasını açmak, Çin’in tasarladığı çağdaş İpek Yolu Projesinin (OBOR) Doğu Avrupa’dan geçmesini engellemek üzere, sürekli manipüle edilebilecek otomatik husumet noktası olarak Ukrayna’yı gündemine aldı. Bu arada Rusya ile dirsek teması sağlayıp, zımni işbirliği ile Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesine göz yumdu.
Merkezi Ortadoğu’da, stratejik konumunu devam ettirmek için Anglo Sakson Oligarşisi, enerji kaynaklarını ve geçiş güzergâhlarını kontrol altında tutmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak, Çin’in çağdaş İpek Yolu Projesinin (OBOR) güney ayağının Merkezi Ortadoğu’dan geçmesini engellemek üzere, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) üzerinden Ortadoğu’nun siyasal haritasını yeniden düzenlemeyi hızlandırmaya devam etti. Bu temelde, bölgesel işbirlikçileri eliyle kurup sevk ettiği IŞİD ile Irak ve Suriye iç savaş saldırılarını geliştirip derinleştirirken; yedek saldırı gücü elde bulundurmak için IŞİD ve türevi siyasal İslamcıları Afrika’ya salıp, oralarda da IŞİD’in yerleşmesini sağladı. IŞİD’in Irak ve Suriye’de yenilgiye uğrayıp kovulması halinde, toplanacakları yerin Afrika olacağı kesindir. Bu demektir ki, ileride IŞİD üzerinden ABD ile AB oligarşileri, hatta Çin, Afrika’da kafa kafaya gelecektir.
Sözün kısacası, Anglo Sakson Oligarşisi, 2015’ya kadar, Çin ekonomisini kuşatmak ve çökertmek için yapmadığını bırakmadı. Fiili bir III. Dünya Savaşı dışında, tüm tertip tehdit ve saldırı seçeneklerini deneyip tüketti. Dolayısıyla 2015’ten itibaren, III. bir Dünya Savaşı hazırlığını hızla, bölgesel vesayet savaşları düzeyinden, Afganistan, Irak, Libya, Sudan, Suriye ve Venezuella’da, doğrudan tehdit ve savaşlar düzeyine yükselti. Doğu Asya’da Japonya, Güney Kore ile birlikte sözde Kuzey Kore ama aslında Çin’i tehdit etmeye bizzat katılarak açıkça sahneye inmeye başladı.
Anglo Sakson Oligarşisinin hızlandırılmış III. Dünya Savaşı hazırlığının en belirgin hamleleri, dünyada gündem oluşturan şu temel düzenlemelerle belirginleşti:
(a) 30 Eylül 2015 tarihinde, Rusya’yı aralarındaki zımni işbirliği sonucu, sürpriz biçimde Suriye’ye soktu.
(b) 23 Haziran 2016 tarihli Brexit referandumu ile İngiltere’yi sürpriz biçimde AB’den ayırmaya başladı.
(c) 8 Kasım 2016 tarihinde Donald Trump’ı, sürpriz biçimde ABD’ye başkan seçti.
Esas amacı: III. Dünya Savaşı hazırlıklarını, hızla tamamlamak, saldırı ile Çin ekonomisini çökertip yükselişini durdurmaktır.
Anglo Sakson Oligarşisi bu temelde, hızla, iç ve dış, tüm kurum ve kuruluş, yerel ve küresel ilişkilerini, ittifaklarını gözden geçirip yeniden düzenlemeye, saldırı ve savaşa uygun hale getirmeye. Sağ, sol demeden özellikle WASP (white/beyaz, Anglo, Sakson, Protestan) denen ve sadece beyazlardan oluşan çekirdek/native vatandaşlarını yeniden örgütleyip devlete bağlayarak, iç cepheyi güçlendirmeye başladı. Güvenlik ve askeri güçlerin bütçesini artırarak, orduyu tahkim edip güçlendirmeye. Propaganda amaçlı olsa da doğrudan dış yatırımları, doğrudan iç yatırımlara dönüştürmeye, böylece ülkeyi savaşa hazırlamaya çabalamaktadır. Bunun için her türlü burjuva egemenlik aracını kullanarak, geniş kitleleri popülist (halkçı), ırkçı, faşist, burjuva milliyetçi ajitasyon ve propaganda ile etkileyip örgütlemeye çalışmaktadır. Dışta ise karşıt emperyalist bloğu (Çin, Rus, Kuzey Kore ve İran) parçalayıp Çin’i yalnızlaştırmak üzere işe başladı. Çünkü Anglo Sakson Oligarşisi, Rusya ve İran’ı, özellikle Rusya’yı, Çin’den koparıp Çin’i yalnızlaştırdığı ölçüde ancak nükleer silah kullanmak dâhil, III. bir Dünya Savaşında Çin’i çökertmeye muvaffak olabilir hesabındadır. Bu nedenle, ilk iş olarak Rusya’yı baskı altına alıp pek çok yollardan sıkıştırıp, gerektiğinde tavizler vererek, Çin’den koparmaya çalıştı. Çalışıyor.
Bilindiği gibi 1990’da, Reel Sosyalizmin çöküşünü fırsat bilen Anglo Sakson Oligarşisi ve müttefiki AB oligarşileri; Rusya’ya en geniş ittifak ile amansız çullanıp baskı altına aldılar. Ama buna karşın 1980’lerden itibaren, kendi “Reel Sosyalist” potansiyeli, bol ve ucuz emek gücü, doğal hammadde ve çevre imkânları üzerinden, Batılı kapitalist emperyalistlerin ‘İthal Aşılı’ teknolojisi ile yükselişe geçen Çin’in, ekonomik ve siyasi gelişmesini, “pek ciddiye” almayıp, kendileri için oluşacak tehlikeyi gözden kaçırdılar. 1995’lerde durumun ciddiyetini fark ettiklerinde, “atı alan Çin”, Afrika’yı geçip, Latin Amerika’ya ulaşmıştı. Deng Xioping ile yeni sömürgeciliğe göz kırpan, Çinli “komünistler”, Deng Xioping anlayışı ile “siyah-beyaz renklerine” aldırmayan “Çin kedileri, fare yakalamakta” uzmanlaştılar. Böylece ‘İthal Aşılı Kapitalist’ teknolojik uzmanlaşma ile yükselişe geçen Çin, Afyon Savaşlarından önce devam eden tarihi ekonomik ihtişamını yakalayıp geçerken. 1835’lerden itibaren başlayan Afyon Savaşı ve yenilgisi tecrübesine dayanarak, batılı emperyalistlere karşı, “İthal Aşılı Kapitalist” gelişmesine içkin hayli temkinli, hesaplı, dirayetli, sabırlı ve başarılı ekonomik siyasi tutum takınıp, yoluna devam etmeyi “tercih” etti. Devam ediyor.
2000’li yılların başından itibaren Çin, her yıl %10-12 arasında GSYİH üretiminde, kendi rekoru üstüne, rekor kırarak, dünya üretiminin fabrikası haline gelip, 4 trilyon dolar ticaret fazlası ile muazzam miktarda dolar rezervini kontrol eden devasa bir güce dönüştü.
Bu süre zarfında, Anglo Sakson Oligarşisi ve müttefiki AB Oligarşilerinin, saldırılarını göğüslemek için Çin; batılı emperyalist bloğun saldırılarından bunalan Rusya ve İran’ı yanına çekerek, karşıt kapitalist emperyalist bir blok oluşturmaya başladı. Bu tutumuyla yetinmeyen Çin, ülke içi altyapı yatırımlarını belli bir noktaya vardırdıktan sonra, Asya Avrupa çapında hammadde ve enerji kaynaklarının ulaşımını bir birine bağlayan büyük çaplı projeler geliştirdi. Hazar Denizini Kuzey ve güneyden aşıp, Çin’i Batı Avrupa’ya bağlayan, 240 milyar dolar maliyetli, 60 ülkeyi kapsayan çağın ipek yolları “Bir Kemer Bir Yol/One Belt, One Road (OBOR)” inşa projesini uygulamaya koydu. Çin Denizini, Güney Pasifik ülke limanlarına; oradan Basra körfezini, Aden Körfezine; onu da Kızıldeniz üzerinden, Akdeniz limanlarına bağlayan deniz yollarına ait altyapı yatırımlarını geliştirdi. Bu altyapı yatırımlarını, belli noktalarda çağın ipek yoluna bağlayan, inşa projelerine başladı. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika’yı yanına alıp BRİCS denen Ekonomik Ortak Pazarı ve BRİCS yatırım bankasını kuran Çin, Hindistan ve Pakistan’ı da ortaklığa katıp genişletti. Ayrıca IMF’ye karşı, Asya Altyapı ve Kalkınma Bankasını (AIIB) kurdu. 1996 yılında ekonomik, savunma ve güvenlik amaçlı kurulan Şanghay Beşlisine (Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan’a), Özbekistan’ın katılımıyla, yeniden organize olan Şanghay Beşlisini, Şanghay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) dönüştürdü. Bugün ŞİÖ, dünya nüfusunun %40’ını temsil eden ülkelerden oluşmaktadır.
Fakat bu arada, 1980’ler özellikle 1995’lerden sonra, Çinli kapitalizminin yükselişi ile kapitalizmin ‘İthal Aşılı’ sürümü[[2]], alışmışın dışında ve ön görülmeyen bir biçimde yükselişe geçip, Tekelci Kapitalist sürümüne, ekonomik ve siyasi olarak sorun yaratmaya, onunla dünya çapında yarışmaya başladığını gördük.
Yarışmaya başladı ama tek kutuplu bir dünyadan, iki kutuplu bir dünyanın oluşmasına önayak olan Çin, dünyanın yükselen ikinci büyük ekonomik gücü olmasına rağmen, dünya ekonomisine hâkim, Anglo Sakson Oligarşisi ve müttefiki AB oligarşilerden savaş ve şiddet araçları ile dünyanın yeniden paylaşılmasını istemediği gibi böyle bir eğilim de göstermiyordu. Sadece Taywan sorunu ile Kuzey Kore nükleer silah denemeleri üzerinden, karşıt emperyalist bloğun tepkilerini ölçmeye çalışıyor. Ülke savunması dışında, savaş ve şiddet araçlarını kullanmayacağını, bir dünya savaşına cevaz vermeyeceğini, her tutumuyla ortaya koyuyor. Koymaya devam etmektedir. Anglo Sakson Oligarşisi ise Taywan ve açıkça Kuzey Kore’yi tahrik ve tehdit ederek, onun üzerinden Çin’in siyasi tutumunu anlamaya ve kontrol etmeye çalışıyor.
İyi de!
Biliyoruz ki, kapitalist emperyalist I. ve II. Dünya Paylaşım Savaşlarının tarihi tecrübesi ile sabittir ki, yükselen kapitalist emperyalist güç, hâkim kapitalist emperyalist güçlere meydan okumaya geçerdi. Hâkim olan emperyalist güç veya güçlerden, dünyanın yeniden paylaşmasını isterdi. Dönemin Almanya’sı, Japonya’sı ve İtalya’sı böyle davranmıştı. Çünkü kapitalizmin doğasında var olan dengesiz gelişme, I. ve II. Dünya Paylaşım Savaşlarında, gelişip yükselişe geçen kapitalist emperyalist güçleri, böylesi tarihi bir rolde oynatmıştı. Ama günümüzde, kapitalist emperyalist dünya ekonomisindeki reel gelişme, her nedense Çin’i, I. ve II. Dünya Paylaşım Savaşları tarihi tecrübesinin tam tersine, “meşru” kapitalist emperyalist dünya ekonomisi ağları üzerinden, yine “meşru yollardan”, kendinden emin adımlar ile pastadan pay kapmaya çalışan bir rolde oynatmaktadır.
Ama geçmiş deneyimin tam tersine bu sefer, hegemonya alanlarını kaybetmekten korkan, hâkim kapitalist emperyalist Anglo Sakson Oligarşisi saldırganlaşıp, savaş hazırlığı yapıyor. Çin’i ve dünyayı III. bir Dünya Savaşı ile tehdit ediyor.
2015’şe kadar gördük ki, Anglo Sakson Oligarşisi, her türlü ekonomik, siyasi tertip ve saldırılar ile Çin’in yükselişini durdurmaya çalıştı. Ama nafile! Günümüzde ise Çin’in “meşru” yürüyüşü ve durdurulamaz yükselişi, Anglo Sakson Oligarşisini, adeta çıldırtan noktaya getirmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda, I. ve II. Dünya Paylaşım Savaşları tarihi tecrübesinin tam tersine, Çinli kapitalizminin pasif bir tutum ile bu devasa yükselişinin, hangi maddi nedenlere dayandığını çözümlemek. Günümüz dünyasını anlama açısından, kapitalizmin, sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerde gelişen ‘İthal Aşılı’ sürümünü ve gelişmesini anlamak, çok önemli ve gerekli bir konudur. Dolayısıyla ‘İthal Aşılı Kapitalizmi’, Çinli kapitalist gelişme somutunda incelemek, maddi temellerini tanıma açısından son derece önem arz etmektedir.
Bilindiği gibi 1970’lerin ortalarından, özellikle 1980’lerin başından itibaren, yapay zekâ ile ergonomik dijital teknolojinin üretim alet ve makinelere uygulanmasıyla, iletişim ve bilişim alanlarında meydana gelen dijital ve esnek üretim tarzı, kapitalist emperyalist oligarşilere; uzaktan, küresel kapitalist üretim ve finansal piyasaları denetleme ve kontrol etme gücünü sağladı. Bu temelde kapitalistler, meta ve sermaye ihracı yanı sıra, güvenle fabrikaları, gerektiğinde sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelere kaydırıp kontrol ederek, ‘İthal Aşılı Kapitalizm’ temelinde, doğrudan sanayi yatırımları ile kendileri adına, doğrudan üretim ve fason üretim yaptırabilir düzeye ulaştılar.
Oysa tam da bu dönemde, merkez kapitalist ülke ekonomileri, çok daha ileri düzeyde teknolojik otomasyon sistemlerinin üretime uygulanmasına gebeydi. Fakat merkez kapitalist ülkelerde, mevcut gelişme düzeyini aşan ölçüde, üretim alet ve makinelerin otomasyonu ve üretimi uygulanması, kontrol edilemez boyutta, korkutucu işsizliğe ve toplumsal kargaşaya yol açabilirdi. Ki, bu ülke emekçilerinin işsizleşmesi ile gelişecek olayları kontrol altında tutmak çok zor olurdu. Bu kaygı nedeniyle, merkez kapitalist ülkelerde, alet ve makinelerin daha fazla gelişmesi ve otomasyonu demek, yeni toplumsal bir mülkiyet biçimine, davetiye çıkarmaya neden olmak demekti. Ki, bu da, kapitalist sistemin sonu demek olurdu. Bu korku ve kaygı nedeniyle, kapitalist emperyalist oligarşiler, üretim alet ve makinelerin patent haklarını satın alıp derdest etmeye başladılar. İdari ve yasal tedbirler geliştirerek onların, gelişmelerini kontrol altına aldılar. Böylece, daha gelişkin tarzda otomasyona geçmeden, kontrol edilebilir üretim alet ve makinelerin teknolojik düzeyleri ile üretimi gerçekleştirmek zorunda kaldılar. Bu temelde, kontrol edilebilir teknolojik düzey ve doğrudan sanayi yatırımları ile dünyanın sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerinde, “İthal Aşılı Kapitalist” üretime dayalı meta üretimi yapmanın daha karlı olduğunu tespit ettiler. Çünkü bu ülkeler, tekelci rekabet ve üretim için bol ve ucuz emek gücü, dışsal ekonomi için doğal çevre, ucuz hammadde ve enerji kaynakları ile düşük vergi avantajları ve yolda sevkiyat boyunca montaj yapma imkânları sağlıyordu. Bu koşullar altında, yapılacak meta üretim maliyeti ile kapitalist merkez ülkelerdeki meta üretim maliyetleri karşılaştırıldığında, merkez kapitalist ülkelerde, toplumsal kargaşa yaratacak, yüksek otomasyon riskine girmeden, eldeki mevcut ileri teknoloji ile sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerde, yapılacak meta üretimi ile daha yüksek karlar elde edebileceklerini gördüler.
Bu hesapla kapitalist emperyalist oligarşiler, Dünya Ekonomisinin reel gerçekliği temelinde, kendi merkez ülkelerinden fabrikalarını söküp, sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelere kurdular. Dolayısıyla, doğrudan sanayi yatırımları ile bir yandan, kendi ülkelerindeki kitlelerin çevre duyarlılığını savuşturup, kendi ülkelerini; dünya üretimini denetleyip kontrol eden, finanssal merkezi üsler haline getirip, yüksek kar elde etmeyi garanti altına almış oldular. Öte yandan, sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelere, doğrudan sanayi yatırımları yaparak, ‘İthal Kapitalizmin’ bağımlılık yaratan köklerini, dönemin yüksek teknolojisi ile aşılayıp, onu, ‘İthal Aşılı Kapitalizm’ biçimine yükselttiler.
Bu gelişmeler temelinde, neoliberal iktisatçıların sözde “dâhiyane” tavsiyeleri üzerine, kapitalist emperyalist oligarşiler, ellerinde birikmiş sermaye fazlası ile fiziki üretim ünitelerinin sanal mülkiyeti üzerinden, portföy yatırımları ile var olan “Sermaye Piyasasını” güçlendirdiler. Böylece dünya çapında, resmi hisse senedi borsalarını, yeni teknoloji ile bir birine bağlayıp tahkim ederek, paradan para kazanmak üzere başladılar kumar oynamaya.
1980’lerden itibaren sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürgelere kaydırılan doğrudan sanayi yatırımları ile dünya kapitalist meta üretimini, “finanssal borsalar” ile derdest edebileceklerini hesapladılar. Bu yeni anlayış üzerinden küresel piyasalar (borsalar) üzerinden portföy yatırımları ile manipülasyona, dünyayı düzenleyip kontrol etmeye başladılar. Japonya ve “Asya Kaplanları” ülkelerine düzenlenen yapay ve “başarılı” finansal kriz saldırıları sonucu edindikleri tecrübe ile 2008’de bu sefer de Çin’i vurmak istediler ama umduklarını elde edemediler. Böylece dünya ekonomisi, özellikle merkez kapitalist ülkeler, GSYİH üretiminde, sıfırın altına düşerek ekonomik çöküntüye girdi. Ama Çin ekonomisi, %10-12 gibi GSYİH üretiminden, ancak %6-7’ye geriletilebildi. Kısa bir süre sonra Çin, toparlanıp tekrar yükselişe geçti. Ama merkez kapitalist ülkelerde, 1908 krizinin etkileri hala devam etmektedir.
(Devam edecek)
[1] William Blum, 6 Kasım 2016, Amerikan dış politikasına dair görüşlerden bir derleme, Anti-Empire Reports. http://ozguruniversite.org/2016/11/23/amerikan-dis-politikasina-dair-goruslerden-bir-derleme-william-blum/
[2] ‘İthal Aşılı Kapitalizme’ dair, daha geniş bilgi için bkz. Nazım Can, 30. 03. 2016, Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -3- Kapitalizmin “İlericiliği ve Devrimciliği” Sorunu. http://ozguruniversite.org/2016/05/03/toplumu-bicimlendiren-olgularin-tarihsel-eylemi-3/