Hrant, 11 yıl sonra…
Fikret Başkaya
Taamüden suç işleyen kişi ağır cezaya çarptırılır. Taamüden cürm, bilerek ve isteyerek, önceden tasarlayarak suç işlemektir. Eğer taamüden cinayet işleyen devletse, kim, kimi cezalandıracaktır? O zaman sorunun üstüne gidiliyormuş gibi yapılarak dosya kapatılır… Tabii haklı olarak şöyle bir soru akla gelir: Devlet neden cinayet işler, masum bir insanı katleder? Devletin yüksek çıkarları için… Hrant Dink, taameden işlenmiş bir devlet cinayetinin kurbanıydı. Katli vacipti zira devletin yüksek çıkarlarına zarar verdiği düşünülüyordu… Yüzyıllık yalanı ifşa ediyordu. Koskaca bir halka reva görülen zulmü hatırlatıyordu. Rejimin ayıbını açığa vuruyordu. Ve devlet ricali de, ayıbı açığa vurmanın daha büyük ayıp olduğunu düşünüyor olmalıydı… Eğer resmi idelojiye radikal bir itirazınız varsa, TC Devleti adınızın üstüne bir kırmızı çarpı işareti kor ve ömür-billah yakanızı bırakmaz… Zira, resmi ideolojiye, resmi doğrulara karşı çıkmak, rejimin tabularına dokunmak, rejimin büyüsünü bozmak, ‘mayınlı alana girmektir…
Hrank Dink, kutsal devletin ‘yasak saydığı’ alana girme cesaretini göstermişti, haysiyetli bir tavır ortaya koymuştu. “Kutsal devlet” de artık sesini kesme zamanının geldiğini düşünyordu ve gereği düşünüldü… Hrant’a ‘adalet’ dendi, göstermelik, yargılamalar, duruşmalar birbirini izledi… Kutsal Devletin işlediği vahşi cinayetin ‘açığa çıkarılacağına’ inananlar çoğunluktu… Hem cinayetin faili devlet olacak ve hem de o cinayet açığa çıkarılacak, sözde “adalet” tecelli edecek… böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı değil midir? Zira, bu ülkede devlet cinayetlerinin bir adı da “faili meçhul cinayetlerdir” ve üstelik sayıları, yüzlerle, binlerle, onbinlerle… ifade edilen cinayetler… Uzağa gitmeye gerek yok, Cumartesi Annelerine bak anlarsın…
İşte ‘hukuk devleti’ dedikleri böyle bir şey… Hukuk devleti, “hukukun üstünlüğü” söylemi dillerden düşmüyor. Elbette hukuku olmayan bir devlet mümkün değildir ama oradaki hukuk devletin hukukudur… Doğrusu da, “hukuk devleti değil, devlet hukukudur… Yasalar devlet gerekli gördüğü zaman ve kadar geçerlidir… “Olağan durumlarda” geçerlidir… Son bir kaç yılda Türkiye’de yaşananlar, söylemek istediğimi yeteri kadar açıklıyor… Devlet kural kor ama koyduğu kurala, yasaya işine geldiği zaman uyar… Aynı kanun, aynı yargıç, ‘olağan durum’ sona erdiğinde tam tersine uygulanır, tam tersine kararlar verilir…
“Devletin Yüksek Çıkarları” safsatası hiç bir zaman sorun edilmez. Karşı çıktığınızda da “bu bütün devletlerde vardır” denir. Hani sui misal emsal olmazdı! Devletin Yüksek Çıkararı aslında mülk sahibi egemenlerin yüksek çıkarlarıdır ve orada hukunun, adaletin, ahlâkın esamesi okunmaz, okunması mümkün değildir… Mesele egemen sınıfların “yüksek çıkarlarıysa”, gerisi teferrüattır denir… Mesela “örtülü ödenek” de sorun edilmez… Oysa “örtülü ödenek” demek, yasa dışı, ahlak dışı, gayri insanî işler yapılacağının ilanıdır. Bir devlet yaptığı bazı işleri neden halktan gizleme gereği duyar? Eğer yaptıkları kendi koyduğu kanunlara, ahlaka aykırıysa, meşru değilse, verili yasal çevreçeve dahilinde suç kategorisine giriyorsa’ o zaman “devletin yüksek çıkarları duvarının arkasına saklanmaktan başka çare yoktur… Aksi halde yediği naneleri halktan gizlemesine gerek olur muydu? Bu tür sorular doğrudan şu devlet denilen netameli aygıtın “neliği”, “ne olup-ne olmadığıyla” doğrudan ilgilidir… İnsanlar boşuna devletin iyisini bekleyip duruyorlar… Boşuna bekliyorlar zira, devletin iyisi olmaz… Ne kapitalizm reforme edilebilir bir şeydir ve ne devlet ehlileştirilebilir… Aksi halde biri kapitalizm olmaz, diğeri de devlet olmazdı…
Hrant, ‘kutsal devletin’ yüksek çıkaraları için katledileli tam 11 yıl oldu… Sahattin Ali, “kutsal devletin” yüksek çıkarları için katledileli de tam 50 yıl geride kaldı… Faili meçhul cinayetler cumhuriyetinde başka türlü olabilir miydi?
Sayıları az da olsa, bu dünyada doğru bildiklerini söyleme cesaretini ve basiretini gösteren, entellektüel dürüstlüğün ve tutarlılığın gereğini yapan yiğit insanlar hiç bir zaman eksik olmadı. İşte sevgili Hrant Dink onlardan biriydi. Geride kalan 11 yılda sahte bir yargılama oyunu oynandı. Öyle bir oyun ki, haysiyet sahibi insanları bezdirmemesi, çileden çıkarmaması mümkün değildi… Oysa bu devletten adalet beklemek abesle iştigal etmektir, bir şeyi olmadığı yerde aramaktır… Hem devlet olacak ve hem de adalet olacak… böyle bir şey bu dünyada mümkün değildir… O zaman bir önerim var: Gelin şu devlet denilen netameli aygıtın niteliğini tartışalım… Bakalım devletin “iyisi” olur muymuş… Eğer devletin niteliği hakkında bir fikir açıklığına, yeterli kavrayışa ulaşabilirsek, kimden neyi isteyip-istemeyiceğimiz de netleşmiş olur… O zaman olmayan duaya amin demeye de gerek kalmaz….