Latin dillerindeki ‘politikanın’ bizdeki karşılığı; siyaset, seyislik, at idare eden, idam, memleket idaresi gibi anlamlar içeriyor. Meydan-ı siyaset de, idam cezasının infaz edildiği yer. Burjuva toplumunda siyaset profesyonel politikacıların işidir, bir meslektir… Kapitalizm öncesi dönemlerde bugünkü gibi bir siyasetçiler taifesi mevcut değildi. Aslında siyasi partiler aracılığıyla mesleklerini icra eden profesyonel politikacılar taifesi, mülk sahibi sınıfların ve onların devletinin taşeronudur… Ve ‘bal tutan parmağını yalar’ denmiştir… Tabii siyaset yapma işinin bir grup profesyonele tevdi edildiği bir rejimin ‘demokratikliğinden’ söz etmek de abestir… Politikacının misyonu ve varlık nedeni, kitleleri kandırmak, aldatmak, oyalamak, egemenlik sistemini ve tabii ideolojik köleliği, üretmek, yeniden üretmektir…
Eski Rejimlerde [Ancién Régime] bugünkü gibi ayrı bir siyaset erbabı yoktu. Eski Rejimler yıkıldığında, ‘bundan sonra kim yönetecek’ sorusu gündeme gelmişti. Eski yönetici sınıflar tasfiye edildiğine, sahneden çekildiğine göre, kimin yöneteceği, nasıl yöneteceği, nasıl bir yönetim olacağı tartışma konusu olmuştu. İşçiler yönetemez çünkü, cahildirler, kadınlar yönetemez zira ‘duygusaldırlar’, kolay etkilenirler, yönlendirilirler dendi… O zaman geriye eğitimli, bilgili ve parası olanlar kalıyordu… İş onlara düşüyordu… İşte temsili demokrasi denilen bu sorunun cevabı olarak peydahlandı. Politika yapma işi bir kısım ‘orta sınıf’ unsurlarının işi haline geldi…
Kapitalist için kâr ne ise, profesyonel politikacı için de oy aynı şeydir. Kapitalist gözünü bir sonra üreteceğine çevirir, gözünü bir sonraki üretim çevrimine diker. Onun için önemli olan ürettiği değil, üreteceğidir… Politikacı da gözünü gelecek seçimlere diker. Daha milletvekili seçilip, parlamentonun kapısından girdiğinde gelecek seçim kaygısına kapılır.
Durmadan yalan söyler, sürekli bir şeyler vadeder ama verdiği sözlerin hiç birini tutmaz… Zaten verili kapitalist ilişkiler dahilinde, istese de tutamaz… Bugüne kadar hiçbir siyasi partinin programında yazılan hiçbir şeyin gerçekleştiği görülmemiştir. Mesela tüm siyasi partilerin programında ‘işsizliğin ve yoksulluğun’ ortadan kaldırılacağı yazılıdır ama işsizlik ve yoksulluk katlanarak devam eder… Kaldı ki, kapitalizm dahilinde işsizliği ve yoksulluğu ortadan kaldırmak zaten mümkün değildir… Zira, sistem işsizliği ve yoksulluğu artırmadan yol alamaz, var olamaz… Dolayısıyla işsizliği ve yoksulluğu önleme retoriği, olmayan duaya amin demek gibi bir şeydir… Ve insanlar, vaadettikleri hiçbir şeyin gerçekleşmediği, sürekli yalan söyleyen bu kaşarlanmış burjuva siyasetçilerine ve burjuva partilerine oy vermeye devam ederler… Gerçi her seferinde ‘daha az kötü’ olana oy verdiklerini düşünürler ama, ‘daha az kötü olan da netice itibariyle kötü olduğuna göre!’
Profesyonel politikacı, ait olduğu, üyesi olduğu parti zemin kaybettiğinde, daha doğrusu kitleleri aldatma-oyalama yeteneği aşındığında, ya yeni bir parti oluşumuna dahil olur- ki, esasen “yeni parti” denilen eski şarabı yeni şişede sunmaktan ibarettir- ya da seçim şansı yüksek olan bir partiye kapağı atmanın yollarını arar… Eğer transfer olmayı başarırsa, eski partisine demediğini bırakmaz… İktidar partisinden gelecek bir ‘bakanlık’ teklifini koşa koşa kabul eder ve daha düne kadar etmediği küfür, hakaret kalmamış ‘yeni liderini’ öve öve bitiremez… Tabii bütün bunları da ‘vatan, millet, Sakarya…’ için yaptığını söyler. Profesyonel politikacının biricik amacı, kendisini, ailesini ve yakın çevresini zenginleştirmek, bu amaçla da bütçeyi ve hazineyi yağmalamaktır.. O sahte bir oyunun figüranıdır sadece. (Tabii aralarında az sayıda da olsa, gerçekten kamu yararı kaygısıyla bu işe girişenler de vardır ama onların iradesinin bir karşılığı yoktur).
Aslında burjuva politikacısının ve burjuva partilerinin misyonu, topluma tuzak kurmaktır. Lidere sınırsız itaat esastır. Aksi halde hiçbir şansı kalmaz. Zaten partiler başkanların özel şirketi gibidir. Ne demek istediğimi anlamak için salı günleri Meclis’teki grup toplantılarına bakmak yeter. Milletvekilleri başkanlarını boşuna huşu içinde izlemezler.
İktidar partileri seçimleri kazanmak için sürekli olarak seçim kanununu değiştirirler, mevzuatla oynarlar. Ve bir de siyasi partilerin demokrasinin vazgeçilmezleri olduğu söylenir ve bu yalana inananların sayası da az değildir maalesef. Oysa, tam tersi doğrudur: Siyasi partiler demokrasiyi katletmenin araçlarıdır… Bizzat kendileri anti-demokratik olan, demokrasinin kırıntısına bile yaşama şansı tanımayan bu partilerin demokrasiyle ne gibi bir ilgileri olabilir?
12 Eylül Anayasası’ndan ve mevzuatından asla şikâyetçi değildirler. Eğer aksi söz konusu olsaydı, bu ülkeyi bir askeri kışlaya çeviren cunta anayasası hala yürürlükte olur muydu? Mesela yüzde 10 barajı kırk yıl sonra hâlâ yerinde durur muydu? Aslında seçimlerin insanları aldatmaktan başka bir amacı yok! Kitleleri oyalamak için sahnelenen sahte bir oyun. Yüzde 10’luk seçim barajı daha baştan seçmenlerin önemli bir bölümünü devre dışı bırakmak demektir. Diyelim 4 parti sırasıyla %9,5-%9- %8,5 ve %8 oy aldı. Bu daha baştan seçmenlerin %36’nın oyunun çöpe atılmasıdır. Buna bir de seçimlerde oy kullanmayanları, kullanmak istemeyenleri ekleyin. Oynanan oyun ortada değil mi? Böyle bir mevzuat ve pratik geçerliyken, oyların %20’sini alan bir partinin iktidar olması pekâlâ mümkündür. Ve buna “milli iradenin gerçekleşmesi” diyeceklerdir, oysa gerçek dünyada “milli irade” diye bir şey yoktur…
Seçim barajını “yönetimde istikrar, temsilde adalet” gerekçesine dayanarak savunuyor olmaları da rahatsız edici. Tabii bununla kendilerini ele vermiş oluyorlar. Öyle ya, istikrarı sağlamak için insanların kullandıkları oyların yarıya yakınını yok saymakta bir beis yoktur. Oradaki amaç aslında “yönetimde istikrar” ama sorun kimin istikrarı olduğuyla ilgilidir… Yüzde on barajı, Kürtleri ve Solu Meclise sokmamak için konmuştu. Fakat beklemedikleri bir şey oldu 7 Haziran [2015] seçimlerinde Kürtlerle Solun ittifakı barajı aştı… Ve gereği düşünüldü: Seçim yok sayıldı… Sonrası herkesin malûmudur… Tabii “istikrar” da tesis edildi…
Esasen, seçenle-seçilen arasında bir ‘temsil’ ilişkisi de yoktur. Siyasi parti denilen “şirketin” patronu tarafından tayın edilene oy veriliyor… Oy kullanmanın “bir vatandaşlık görevi” olduğu da söylenir… Oysa vatandaşlık görevini yapabilmek için önce ‘vatandaş olmak’ gerekir. Bir nüfus cüzdanına, bir vatandaşlık numarasına sahip olmak, vatandaş olmak için yeterli koşul değildir… Gerçek vatandaş kime, neden oy verdiğini bilen olabilir… Gerçekten vatandaş, vatandaş olsa, bu sefil partiler olur muydu? İnsanlar bu saçma oyunda figüran olmaya, itilip-kakılmaya razı olurlar mıydı?
Politika yapma işi yegane amaçları sömürü, yağma ve talan düzenini meşrulaştırmak ve sürdürmek olan, bal tutup parmağını yalayanların işi olmaya devam ettikçe, işlerin sarpa sarması kaçınılmazdır. O zaman yapılacak şey belli: Politika yapma işini profesyonellerin elinden almak!