Şi Cinping’in iktidar gaspı: Çin tipi Bonapartizm*
Peter Symonds
6 Mart 2018
Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetimi, devlet başkanlığı makamı için iki dönemlik sınırı kaldırarak, son otuz yıllık kurallardan keskin bir kopuş gerçekleştirdi. Bunun sonucunda, ordu ve devlet aygıtı üzerindeki denetimini pekiştiren ve geçtiğimiz beş yılda başlıca siyasi rakiplerini temizleyen Şi Cinping, süresiz olarak görevde kalabilecek.
Şi’nin Çin’in siyasi diktatörü olarak ortaya çıkması, onun kişisel özelliklerinin bir işlevi değil; esas olarak ülkeyi saran aşırı toplumsal gerilimlerin bir yansımasıdır. Kötüleşen bir ekonomi ve toplumsal altüst oluş olasılığı ile karşı karşıya olan Çin bürokrasisi, can havliyle, güçlerini Şi figürü etrafında sağlamlaştırmaya çalışıyor. Bu, Marksistlerin klasik şekilde Bonapartist olarak adlandırdığı bir yönetim biçimdir.
1932’de Almanya’daki keskin siyasi kriz üzerine yazan Lev Troçki, Bonapartizmin asli özelliklerini şöyle açıklıyordu: “İki toplumsal tabakanın (zenginler ile yoksullar, sömürücüler ile sömürülenler) mücadelesi en yüksek gerilime ulaşır ulaşmaz, bürokrasinin, polisin ve askerlerin egemenliği için koşullar kurulmuş olur. Hükümet, toplumdan ‘bağımsız’ hale gelir. Bir kez daha hatırlayalım: Eğer bir mantara simetrik olarak iki çatal batırılırsa, mantar bir iğnenin ucunda bile durabilir. Bu, tam da Bonapartizmin şemasıdır.” [Almanya: Tek Yol]
ÇKP, otuz yıllık kapitalist restorasyonun ardından, Çin’i dünyadaki en eşitsiz ülkelerden birine dönüştürdü. Toplumun bir kutbunda, 300’den fazla milyarder (ABD dışındaki her ülkeden daha fazla) devasa karlar elde ediyor ve savurgan yaşam biçimleri sürüyor. Diğer kutupta ise, yüz milyonlarca işçi ve köylü kıt kanaat geçiniyor; birçoğu hala tam bir yoksulluk içinde yaşıyor.
ÇKP yönetimi, geçmişte, işsizliği kontrol altında tutmak ve toplumsal huzursuzluğu önlemek için çok yüksek düzeylerde büyümeye bel bağlıyordu. Ancak 2008/2009 küresel mali krizinden beri, Çin ekonomisi, uzun süredir toplumsal istikrarı sürdürmek için kritik bir nokta olarak görülen yüzde 8 büyümenin çok altında düzeylere doğru yavaşlamaya devam ediyor. Dahası, büyümeyi arttırmak için kullanılan mekanizmalar (büyük çaplı teşvik paketleri), mali bir çöküşü tetikleme tehdidi yaratan devasa düzeylerde bir borç yaratmış durumda.
Çin, aynı zamanda, esas olarak, Obama ve Trump yönetimleri altında ülkeyi özellikle Asya Pasifik’te ekonomik ve diplomatik olarak saldırgan bir şekilde zayıflatmaya çalışan ve savaş hazırlığı olarak Asya’daki askeri güçlerini takviye den ABD ile uç noktadaki jeopolitik gerilimlerle ve artan çatışma tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor. Trump’ın Kuzey Kore’ye yönelik savaş tehditleri ve Güney Çin Denizi’ndeki askeri cepheleşme, ABD emperyalizminin küresel egemenliğinin önündeki başlıca engel olarak gördüğü Çin’i hedef alıyor.
İçeride ve dışarıda tehlikelerle karşı karşıya olan ÇKP aygıtı, Washington’a karşı koyabileceği ve bugün 400 milyon kişiyi bulan devasa Çin işçi sınıfının herhangi bir hareketini bastırabileceği umuduyla, Şi’nin elini güçlendiriyor. Bununla birlikte, Troçki’nin açıklamış olduğu gibi, Bonapartizm, doğası gereği istikrarsız ve geçici sınıfsal güç dengelerine dayanır: işçi sınıfı, mevcut durumda, iktidara giden yolu bulamazken, burjuvazi, krizinden çıkmak için başka hiçbir yol bulamaz.
ÇKP’nin Çin devlet başkanlığı üzerindeki iki dönem sınırlamasını terk edeceğini duyurması, Batı medyasında şoka, kınamaya, kaygıya ve eylem çağrısına neden oldu. ABD ve müttefikleri, New York Times’ın başyazısında belirttiği gibi, Çin’in 1970’lerin sonunda açılmasının onun II. Dünya Savaşı sonrası yapı ile bütünleşmesine yol açacağını ve “ekonomik ilerlemenin, en sonunda siyasi özgürleşme getireceği”ni umut etmişlerdi.
Aslında, ABD, işçi sınıfı için değil ama genişlemiş bir Çin orta sınıfı için “siyasi özgürleşme”nin, Washington ile daha uyumlu bir hale getirilmiş bir yönetim oluşturmak için manipüle edilebileceğini umuyordu. Bu beklenti, ABD’nin taleplerine derhal boyun eğmeye isteksiz olduğunu kanıtlamış ve Washington’ın saldırganlığına karşı koymaya çalışan bir Çinli önderin belirsiz bir gelecek için iktidara yerleştirilmesiyle, suya düşmüş durumda.
New York Times’ın başyazısı, şaşırtıcı bir ikiyüzlülükle, Çin’in “hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, açık tartışmaya, serbest piyasa ekonomisine ve belirlenmiş bir dönemin ardından görevden ayrılan seçilmiş önderler için bir tercih hakkına dayanan liberal düzene meydan okuyor” olduğunu ilan ediyor. Gazete, “Çin’in evrimi konusunda giderek artan kaygılara rağmen, Batı, henüz bu tehdidi ciddiye almış değil.” uyarısında bulunuyor.
New York Times, tam da temel demokratik hakların ve yasal kuralların ABD’de, Avrupa’da ve dünya genelinde saldırı altında olduğu; Facebook ve Google gibi dev şirketlerin Washington adına interneti sansürlediği ve polis devleti önlemlerinin işçileri ve gençleri hedef aldığı bir sırada, Batılı demokrasilerin erdemlerinin çığırtkanlığını yapıyor.
Egemen sınıfların, siyasi bir diktatörün onların çıkarlarını korumanın biricik yolu olduğu sonucuna vardığı tek yer Çin ya da Rusya değildir. Aynı temel toplumsal ve ekonomik süreçler (en önemlisi, zenginler ile yoksullar arasındaki devasa ve durmadan genişleyen uçurumun yarattığı keskin toplumsal gerilimler), sözde liberal demokrasilerdeki burjuvaziyi otokratik yönetim biçimlerine yönlendiriyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, faşizan Başkan Trump, ticaret savaşına ve Çin’e karşı savaşa hazırlanır ve işçi sınıfına karşı polis-ordu aygıtını güçlendirirken, generallerin ve milyarderlerin hakim olduğu bir yönetime başkanlık ediyor. Almanya’da, ülkeyi aylardır hükümetsiz bırakan keskin siyasi kriz, ancak düzen partilerinin büyük koalisyonu biçimindeki bir parlamenter diktatörlük yoluyla çözülmüş durumda. Fransa’da, geleneksel partilerin çöküşü eliyle başkanlığa itilmiş olan Macron, işçilerin özelleştirmeye, işlerin ortadan kaldırılmasına ve çalışma koşullarının tahrip edilmesine yönelik muhalefetini ezmek için acımasız çalışma kararnamelerini kullanıyor.
Dünyanın dört bir yanındaki egemen çevreler içinde demokratik süreçlere ilişkin derin hayal kırıklığı ve hükümetlerin kemer sıkmaya yönelik muhalefetin üstesinden gelmedeki başarısızlığı, 2016 federal seçimlerindeki bir başka yetersiz sonucun ardından, Avustralyalı perakende satış milyarderi Gerry Harvey tarafından şöyle özetlenmişti: “Tek çaremiz, Çin’deki gibi ya da ona benzer bir diktatöre sahip olmaktır.”
İşçiler ve gençler, Bonapartizme ve diğer otokratik yönetim biçimlerine doğru hızlanan bu eğilimi en şiddetli uyarı olarak görmeliler. Demokratik haklar, yalnızca, işçi sınıfının, diktatörlük yönünde dürtüler üretiyor olan kapitalizmi yıkma ve toplumu sosyalist eksende yeniden biçimlendirme mücadelesi temelinde savunulabilir.
*wsws. org