YAPISAL KRİZ VE SEFİL HALLER
Özgür Üniversite Bahar Dönemi (2018) Başlıyor.
Mehmet Akkaya
Fikret Başkaya’nın konuşmasıyla bahar dönemi derslerini başlatan Özgür Üniversite, bilmeyenler için söylüyorum, İstanbul’da faaliyetlerini sürdürüyor. İsmine uygun eğitim ve entelektüel etkinliklere ev sahipliği yapan kurumda bu dönemde de ülkemizin pek çok aydın, akademisyen ve sanatçısı sunumlar yapıp, seminerler örgütleyecek. Özgür Üniversite, gelenek olduğu üzere her ders yılını Fikret Başkaya’nın bir sunumuyla başlatıyor. Konferans ve seminerler ise 19 Mart’ta başlayacak. Derslere ve etkinliklere katılmak için kısmi bir maddi destek yapmak yeterli oluyor.
Başkaya’nın bu defaki sunumunun başlığı “Yapısal Krizden Çöküşe, Dünyanın Sefil Halleri” idi. Bu konuşmadan bazı satırbaşlarını, ele alıp konuşmayı özetlemek ve değerlendirmek istiyorum. Ekonomik kriz sorunsalının son yıllarda merkezcil bir sorunsal olduğu noktasında Marksist iktisatçıların hemfikir olduğu anlaşılıyor. 2008’den beri ülkemizde ve dünyada bir ekonomik krizin yaşandığı ve bunun her an yaşamı kuşatacağı ileri sürülüyor. Başkaya, son birkaç yıldır bu kriz meselesinin üzerinde yoğunlaşırken, bu seferki konuşmada da görüldüğü gibi krizin sınırlarının ve gücünün düşünülenden de fazla olduğuna işaret etmektedir. Ona göre yalnızca bir ekonomik kriz değil, dünya ekolojik krizin de eşiğindedir. Başkaya’ya göre zaten her şeyin belirleyeni ekoloji ile ekonominin diyalektiğinde içkindir. Bu açıdan da bakıldığında top yekun bir uygarlık krizi söz konusudur.
Bilgi ve Bilimde ‘Uzmanlaşma’
Felakete Götürür
Egemen sınıfların kontrolünde olan eğitim kurumlarının, medyanın, üniversitelerin olup bitenleri doğru yansıtmadığına vurgu yapan Başkaya açısından bilim ve düşün alanındaki uzmanlaşma, dünyanın felakete götürülmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Eğitim kurumlarında da resmi ideoloji dışında bir üretim olmuyor. Onun optiğinde filozoflar da bu üretime katkı sunan kişiler olarak görülmektedir. Hoca’nın konuşmalarına bakılırsa, egemen sınıfların neden büyük filozofları el üstünde tuttukları da anlaşılmış oluyor. Yani egemen fikirleri inşa eden filozoflar, bilim adamları akademisyen ve aydınlar gerçekte egemen sınıfların filozof ve aydınlarıdır. Konuşmada bilginin anonim bir ürün olduğuna dikkat çekilmesi de son derece önemli olmuştur. Bugünkü bilgilerde önceki kuşakların katkısı olduğu gibi, bir bilgi sisteminin organize olmasında herkesin katkısı bulunmaktadır. Bilginin topluma ait olmasına rağmen bir takım burnundan tüy aldırmazların, bu bilgilere sahiplenmesi kabul edilemez. Bu açıdan bakıldığında üniversiteler, insani diyebileceğimiz rol oynamadıkları gibi gericiliğin de kalesi durumuna gelmişlerdir.
Kapitalizm İnsani Değil
Bir Meta Sistemidir
Yapısal krizlerle dünyanın daha da sefilleştiğine vurgu yapılan konuşmada, kapitalizmin asla insani, demokratik bir sistem olmadığına parmak basılması son derece değerlidir. Bu noktadan hareketle sorunun özünü deşen Başkaya açısından kapitalizm bir meta sistemidir. Mesela bu meta sisteminde balığı denizden kendi ellerinizle, oltanızla tutup ateşte pişirip yemeniz adeta suçtur, yadırganacak bir durumdur. Mutlaka bir bakıl satıcısından, pazardaki bir tezgahtan almalısınız veya bir lokantada yemelisiniz. Ayrıca üretimin ihtiyaçla da bağı kopmuştur. Üretim insanın ve toplumun ihtiyaçlarına göre değil kapitalistin kar mantığına göre yapılmaktadır. Sistemin tüketimi de koşulladığına vurgu yapılan konuşmada, somut ve aktüel örnekler verilmesi de ilginçtir. Evinde yüzlerce kıyafeti olan, onlarca ayakkabısı olan ve bunların bir kısmını hiç giymemiş ya da giymeyecek olan insanların varlığı düşünüldüğünde bu somut ve aktüel açıklamalar da anlaşılır hale gelmektedir. Başkaya’nın değindiği diğer örnekler de oldukça öğreticidir; zira depolarında onlarca yıl tüm insanlara yetecek kadar kıyafet bulunan fabrikalar mevcuttur.
Merkantilist Dönemden Modern Döneme
Çalışma Saatleri Arttı
Başkaya, sunumlarını belli bir konu çerçevesinde yaparken bu konuşmasını da, kendine özgü bir kurgu içinde yapmıştır. Yöneltilen bir soru ve itiraz üzerine de tüketimin, üretimle ilişkisini kurmak gerektiğine değinmiştir. Böyle bir kurgu olunca ülke, dünya, toplum ve doğa sorunları birbirine bağlı olarak değerlendiriliyor. Hoca’nın bu seferki konuşması da öyle oldu. Merkantilist dönemin emekçisi, modern dönemin emekçisine göre daha az çalışıyordu. Eskiden haftanın birkaç günü çalışan serfin veya sonraki yıllardaki emekçinin yerini sanayi proletaryası ile birlikte 14, 16 hatta 18 saat çalışma süreleri aldı. Şimdi de ülkemizde ve bizim gibi toplumlarda çalışma süresinin uzunluğu, insanı intihara sürükleyecek kadar fazladır. Başkaya’nın bu yaklaşımına göre insanlığın durumu eskiye oranla daha zor koşullarla kuşatılmışa benziyor. Üstelik işsizlik yaygındır, geliştiği iddia edilen teknolojiye rağmen çalışma da çok zor koşullarda gerçekleşiyor. Teknoloji, çalışmayı ve emekçinin işlerini de kolaylaştırmış değil. Gelecek kaygısı ise her zamankinden daha fazla. Sunumda verilen örneğe bakılırsa eskiden aileler, çocuklarının kendilerinden daha iyi koşullarda yaşayacağını, üretime katılacağına ve eğitim göreceğine inanıyordu. Oysa şimdiki aileler, kendi çocuklarını kendilerinden daha kötü günler beklediğini düşünüyor ve büyük kaygılar taşıyor.
Teknoloji Değer Üretmez
Değeri Emek Üretiyor
Başkaya, teknoloji ile üretim arasındaki ilişkiye de haklı olarak dikkat çekmektedir. Ekonomik krizi, sürekli tetikleyen unsurlar da söz konusudur. Ortadoğu’nun petrol zengini ülkelerinin de kendilerine fazla güvenmesi doğru değil. Zira petrol üretiminde maliyetler sürekli yükseliyor. Emperyalizm de Arap sermayedarları da petrole çok güveniyor. Sonuç itibariyle petrol de sonsuz değildir. Başkaya’nın teknolojide petrolün belirleyici olduğunu ileri sürmesi enteresandır. Ona göre petrol olmasa teknoloji de olmayacaktır. Daha doğrusu teknolojiyi çalıştıran, çekip çeviren petroldür. İnsanın damarlarındaki kan ne ise kapitalist-emperyalist sistemin damarlarında dolaşan petrol de odur. Petrol ve teknoloji bahsinde, Marx’a da atıf yapılırken “canlı emek” terimi öne çıkartılıyor. Burada kapitalizmi yeniden analiz ederken klasik görüşleri de canlandıran Başkaya açısından yeraltındaki petrol olsun, teknoloji olsun, para olsun bunlar asla değer üretmezler. Değeri, yalnızca emek üretir. Giderek insanın üretimden çektirilmesi, yoğunluğun teknolojiye kayması da krizi tetikleyen hatta bazen krizi ortaya çıkaran unsur olmaktadır.
Yapısal Kriz ve Sefil Haller
Yapısal Kriz ve Sefil Haller temalı sunumda sanırım proletarya vurgusu da izleyenlerin dikkatini çekmiştir. Çalışan, ezilen ve sömürülen büyük toplum kesimlerini işçi sınıfı mı yoksa proletarya terimi mi daha doğru karşılamaktadır? Başkaya’ya sorulacak olursa ikincisi doğrudur. Çünkü sermaye karşısında emeğiyle geçinen herkes proleterdir. İlla büyük sanayide “tipik bir işçi” olması gerekmez. Bir üniversite hocası da, bir beyaz yakalı da, emeğiyle geçinen bir diğer kişi de proleterdir. Bu anlamaya göre proletaryanın zayıfladığı, orta sınıfların kitleselleştiği argümanı gerçekleri yansıtmıyor.
Tarihseli güncele bağlarken, gelen bir soru üzerine de bir kez daha proletaryaya vurgu yapan Başkaya için bu sınıf, emeğinden başka bir şeyi olmayan toplum kesimi olarak tasvir edilmekle birlikte, onun her türden sömürücü sistemlerin mezar kazıcısı olduğuna da işaret edilmiştir. Tarihsellik bağlamında kapitalizmin 1873’te başlayan ilk büyük krizinden sonra yeni tipte sömürgelerin ortaya çıktığı hatırlatıldı. Sonraki bunalımlar ise bilindiği gibi emperyalist savaşları çıkardı. Dünya bugün de, haksız, emperyalist savaşların tehdidi altındadır. Üstelik şu anda da Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın birçok coğrafyasında emperyalist saldırılar devam etmektedir.
Aracın Rotasını Sola Bükmek
Silkinip Sıçramak
Çeşitli yaş ve meslek gruplarından yüzlerce izleyicinin katıldığı açılış konuşmasında sosyalizm düşüncesinin bazı teorik ve güncel sorunlarına da değinen Başkaya, bu defa resmi ideolojinin sınırlarını daha genişleten bir sunumla karşımıza çıkmıştır. Zira Sovyetik uygulamaları, bilhassa Stalin dönemini resmi ideoloji gerekçesiyle mahkum ediyor. Stalin’i ve Mustafa Kemal’i aynı kefeye koyuyor. Oysa birisi Rus sömürücü sınıflarını mülksüzleştirirken diğeri, Türk egemen sınıflarının sözcüsü olmuştur. Geleneksel sol hareketlerin yöntemlerini de Marksist bulmuyor Başkaya. Elbette Başkaya’nın bu ve benzeri kimi düşüncelerine katılmamız mümkün değilse de, meseleye eleştirel bakışı örnek alınabilir. Zira konuşmada da bu eleştiri kurumu üzerinde özellikle durulmuştur.
Düşünceyi eleştirel düzeye yükseltmekten söz ediliyor ki, buna katılmamak elde değil. Keza Başkaya’nın devletleştirme ve toplumsallaştırma arasındaki yaptığı ayrım da ilgi çekecek türdendir. Sovyetik uygulamaya uygun olanı da devletleştirme ya da millileştirme değil, sosyalleştirme, eş deyişle toplumsallaştırmadır. Kötümser ve karamsar pek çok tablo çizen Başkaya’nın iyimser diyebileceğimiz düşünüş ve eylem tarzlarına işaret etmesi ve proletarya başta olmak üzere tüm dünya insanını eyleme çağırması son derece önemli olmuştur. Başkaya’nın, konuşmasını ‘aracın rotasını sola bükmeliyiz ve silkinerek, sıçrayarak aşmalıyız yoksa ezileceğiz’ biçiminde sürdürmesi, umarız yeni ders yılının manifestosunu temsil edecektir.