Fikret Başkaya’ya, “Asıl Terör Devlet Terörüdür” başlıklı yazısı nedeniyle açılan davanın ilk duruşması geçtiğimiz günlerde, 21 Mart’ta yapıldı. 21. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Başkaya ve yedi avukatı yanında yüzlerce meslektaşı ve öğrencisi de katıldı.
Doktora yaptığı dönemde Siyasal Şiddet ve Terör başlıklı bir derse de katılmış almış birisi olarak, Fikret Hocanın davaya konu edilen yazısı ile ilgili olarak ilk bahsetmem gereken husus, 7 Kasım 2016’da yayınlanan bu yazının bir “polemik” yazsısı değil “akademik” bir yazı olduğudur. Yazı, “tahkir edici” bir üslupla Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlayıp geçiveren bir polemik yazı değil, siyasal şiddet ve terör kavramları ile devlet, özellikle de ulus-devlet kavramı arasındaki ilişkiyi sorgulayan bir yazıdır. Yazıda, Fransa, ABD ya da İsrail devletlerinin terör ile ilgisi kurulduğu gibi, benzer şekilde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de terör ile ilgisi sorgulanmaktadır. Çünkü terör ile yapısal ilişki kuran, Fikret Hocanın yazısında da ısrarla vurguladığı gibi, devlet’in kendisidir; sadece Türkiye Cumhuriyet Devleti değil –ama Türkiye Devleti hariç de değil.
Fikret Hoca, sadece bu yazıda değil, 21. Ağır Ceza’daki sözlü savunmasında da aynı noktayı vurguladı ve şöyle dedi: “Oysa benim böyle bir yazı yazmaktaki amacım, terör ve terörist kavramlarına açık getirmek, egemenin söylemini açık etmek, söylemle gerçek arasındaki uyumsuzluğu teşhir etmektir… Bir örgütün propagandasını yapmak asla söz konusu değildir.”
Hocanın 2016’da yayınlanan yazısının bir polemik yazısı değil de akademik bir yazı olduğunu belirtmiştim. Hoca aynı üslubunu mahkemedeki savunmasında da sürdürdü ve “Bir baskı ve şiddet yöntemi olarak terör[ün] devletin tanımında” da olduğunu ve devletin yapısına “…mündemiç ve devletle yaşıt” olduğunu vurguladı. Devlet ve şiddet kavramları arasındaki rabıta Jean Bodin ‘in Devlet Üzerine Altı Kitap’ında hatta Thomas Hobbes’un Leviathan’ında da yer almakla birlikte bu konudaki en bilindik argüman Weber’e aittir.
Sosyoloji Yazıları’nda Weber, devletlerin amaçlarına göre değil, kendine özgü somut araçları yani fiziksel güç ve şiddet kullanımıdır açısından tanımlanabileceğini belirtmektedir. Weber şu noktanın altını çizer: “Elbette şiddet, devletin olağan ya da tek aracı değildir” “…ama şiddet kullanımı devlete özgü bir araçtır.” Aynı vurguyu Fikret Hoca’nın Asıl Terör Devlet Terörüdür’ünde ve savunmasında da görürüz. Hoca da devletin “…şiddet kullanma tekeline sahip yegâne aygıt” olduğunu belirterek şöyle devam eder: “Bidayette de baskı, şiddet, korku, yıldırma, korkutmaya sayesinde, zora dayanarak tesis edilmiştir ve varlığını şiddeti, baskıyı, terörü sürekli kullanarak, manipüle ederek sürdürmüştür… Fakat egemen söylem devletin kendi şiddetini, kendi tedhişini tedhiş, kendi terörünü terör saymaz. Zira, neyin terör, kimin terörist olduğuna devletin adamları, onların akıl hocaları, egemen ideolojiyi/resmi ideolojiyi üretip yayan bilimi kendilerinden menkul zevat, “konunun uzmanı” denilenler karar verir… Boşuna, “nereye bakıldığı değil, nereden bakıldığı önemlidir” denmemiştir… Bir devlet ne kadar büyükse, ne kadar güçlüyse, tedhiş [terör] uygulama, dayatma yeteneği de o kadar büyüktür. Şimdilerde terörle mücadelenin sembolü sayılan Amerika Birleşik Devletleri en büyük terörist devlettir. Tabii en büyük teröristin ‘terörle mücadelenin sembolü’ sayılması da rahatsız edici bir ironidir.”
Yukarıdaki alıntıya paralel düşünceler, Hocanın 2016’daki yazısında da yer almaktaydı. Bu yazıda da Fikret Başkaya şu noktaların altını çizmektedir: “Yazık ki, insanlar devlet gibi, devletin istediği gibi düşünme-davranma aymazlığından bir türlü yakayı kurtaramıyor. İdeolojik kölelik şeylerin gerçeğine nüfuz etmeyi engelliyor. Siyaset erbabı, medya ve akademi (bir bütün olarak eğitim sistemi densin) insanların düşünce dünyasını şekillendiriyor, daha doğrusu dumura uğratıyor… Mesela, Amerikalıların %49,2’si, Filistinlilerin İsrail toprağını işgal ettiğine inanıyor! Filistinlilerin İsrail’i işgal ettiğine inanan insanların, başkanlık seçimlerinde, Senato ve Temsilciler Meclisi seçimlerinde, yerel seçimlerde kullandıkları oyun bir karşılığı olabilir mi? Dünyanın başka yerlerinde katliamlar yapan, masum insanlara hunharca terör uygulayan ABD yöneticilerini seçenlerin hiç sorumluluğu yok mu? Onun için “masum vatandaş” söyleminin de sorun edilmesi gerekiyor. Bu dünyanın insanları onca zulüm ve vahşete neden maruz kalıyor? “Masum” denilenlerin pasif onayıyla değil mi? Öyleyse masumiyetin sınırı da tartışma konusu yapılmalıdır…” Bu alıntıda ifade edilen düşüncelerle, Ernst Fraenkel’in The Dual State: A Contribution To The Theory of Dictatorship başlıklı çalışmasında yer verdiği “çift devlet”(dual state) ya da Morgentau’nun The Decline Of The Democratic Politics: Politics in The Twentieth Century kitabında II. Dünya Savaşı sonrası ABD’sini analiz etmek için kullandığı “güvenlik devleti” ya da In Defense of the National Interest’te tartıştığı “tek eylem ilkesi/güç mücadelesi” kavramları arasındaki fark ve benzerlikleri başka bir yazıya bırakmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
- Ağır Ceza Mahkemesi’nin Hakimi, Başkaya’ya yazısında yer alan “HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, milletvekillerinin, parti yönetici ve üyelerinin tutuklanması, parti binalarına saldırılar, devlet terörünün yeni bir eşiği aştığını gösteriyor. Tabii bu baskı, şiddet ve devlet terörünün karşılıksız kalması mümkün değildir… Bu dünya var oldukça insanlar haysiyet mücadelesinden asla vazgeçmezler. Şu ünlü saldırı- direnme/karşı saldırı diyalektiği… Ve hakları, özgürlükleri, haysiyetleri için mücadele edenler için de kaybetmek diye bir şey yoktur.” İfadesinin, şiddeti meşru görmek ve/ya özendirmek olarak yorumlanıp yorumlanamayacağını sordu. Fikret Hoca ise siyaset teorisi ve pozitif hukuktaki “meşru müdafaa” ve “direnme hakkı” kavramlarını hatırlatarak ayrıca yine aynı yazısında şu noktanın altının çizildiğini de ilave etti: “Buraya kadar söylenenlerden terörün mahkûm edilmediği gibi bir sonuç çıkarmamak gerekir. Elbette bir insanlık suçu olan teröre karşı çıkmamak mümkün değildir. Buradaki amaç, egemenin söyleminden kurtulmak için terör ve terörist konusuna açıklık getirmektir. Aslında terörizmin zayıfın değil, güçlünün silahı olduğunu hatırlatmaktır…”
Savunma esnasında söz alan avukatlar da bu konuya değinmeyi ihmal etmediler ve dünya üzerindeki birçok anayasada da, siyaset teorisinde de bu konunun tartışıldığını ve direnme hakkının meşru bir hak olduğunu belirttiler. Özellikle Avukatlardan Levent Kanat’ın Fikret Hocanın bu ifadelerini John Locke’un Yönetim Üzerine İki İnceleme adlı eserine referansla açıklaması gayet yerindeydi.
Ben de bu haftayı, Fikret Hocanın da savunmasında yer verdiği, Santiago Rámon y Cagal’ın ünlü sözü ile bitirmek istiyorum: “Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Her halde ya gerçeği hiç söylemedin, ya da adaleti hiç sevmedin!”
Weber, M. (2011). Bürokrasi ve Otorite. Ankara: Adres Yayınları.
Weber, M. (2012). Ekonomi ve Toplum. İstanbul: Yarın Yayınları.
Weber, M. (2012). Sosyoloji Yazıları, çev. Taha Parla, İstanbul: Deniz Yayınları.
Fraenkel, E. (1941). The Dual State: A Contribution To The Theory of Dictatorship. New York: Oxford University Press
Morgenthau, H. (1962). The Decline Of The Democratic Politics: Politics in The Twentieth Century, Vol. 1. Chicago: University of Chicago Press.
Morgenthau, H. J. (1951) In Defense of the National Interest, New York: Knopf