İşçi Sınıfı Emekle,
Burjuvazi Sermaye ile özdeş olabilir mi?
“Birbirine her bakımdan eşit olan iki şeyin durumu…” özdeşlik demektir [[1]]. Bu anlamda, Marksizm’in temel eserlerinde [[2]], “Emek Sermaye çelişkisinden” söz edilirken, aslında ona özdeşmiş gibi “Proletarya Burjuvazi arasındaki çelişkiden” söz edildiği, hemen herkesçe bilinmektedir. Ama ne yazık ki, bu iki çelişki birbirine özdeş durumda değil, tam aksine temele ilişkin farklar barındırmaktadırlar. Bu farklar hesaba katılmadığı için Marksizm’de, kendine özgü, “sorunsuz” gibi görünen bir tekerleme ve “meşruiyet” yaratılmış bulunmaktadır.
Konuyla ilgili olarak, Marks şöyle yazar:
“Özel mülkiyetin ilişkileri emek, sermayeve bu ikisinin ilişkileridir. Özel mülkiyeti meydana getiren bu öğelerin içinden geçmesi gereken hareket şudur:
(İlkin), her ikisinin dolanımlı ya da dolanımsız birliğidir.
Sermaye ve emekbaşlangıçta henüzbirdir. Sonra ayrıldıkları ve yabancılaştıkları halde, birbirlerini olumlu koşullar olarak karşılıklı bir şekilde geliştirir ve yetiştirirler.
(İkinci olarak), her ikisi karşıttır, karşılıklı olarak birbirlerini dışarıda bırakırlar. İşçi kapitalistin kendi yokluğu olduğunu, kapitalist de işçinin kendi yokluğu olduğunu bilir,her ikisi de ötekinin varoluşunu çalmak ister” [[3]].
Görüldüğü gibi Marks, karşıtların birliği ve mücadelesine önemle vurgu yaparken, aynı zamanda “emek” ile işçiyi; “sermaye” ile de burjuvazinin “aynılığını” veya “özdeşliğini” ifade etmektedir. Oysa köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplum Üretim Biçimlerini koşullandırıp biçimlendiren, “emek sermaye çelişkisi” değil, Emekçi Sermaye çelişkisidir (yani Em-MakÇe). Burjuvazi üretim araçları, özellikle alet ve makineleri özel mülkiyeti altına alınca, Em-MakÇe, İşçi-MakÇe, biçiminde somutlaşır. Böylece Em-MakÇe, kapitalizm için sınıfsal ve toplumsal olarak, “İşçi ile Burjuvazi arasındaki çelişki” biçimine bürünür. Marks, “Emekçi Sermaye çelişkisi” ile “Proletarya Burjuvazi arasındaki çelişki” farkını yok sayarak aynılaştırınca, her iki çelişki arasında “masum, kanıksanmış ve kabul edilebilir” bir özdeşlik anlayışı yaratılmış olur.
Gerçekte, işçi ile emek, farklı kavramlardır:
Emek, üretim sürecinde, işçinin, kas ile bilgi gücünden oluşan emek gücünün, bir ürünü, madde veya metal parçasına aktarılmış veya kodlanmış halidir. Başka bir deyişle emek, üretim sürecinde, emek gücü ile türev emek gücünün veya alet ve makine gücünün bir madde parçasında, ürün olarak var olma biçimidir. Dolayısıyla bu saptama temelinde emek: emekçi bilgikod ve türevi bilgibiçim formu ile niteliği belli, somut/soyut bir üründür. Bu temelde emeğe, hiçbir bakımdan işçi denilmeyeceği gibi işçiye de emek denilemez. İkisi arasında, özdeşlik kurulamaz. Yani “ne konuştuğunu bilmek” koşulu ile işçi, emeğe dönüşecek olan emek gücü sahibidir diye emek/üründür diye ifade edilemez.
Ama emek gücü sahipliği üzerinden emekçi, emeğine ve türev emek gücü payına sahip olabilir. Olması da gerekir! Bu konuda, özel mülkiyetin tarihi yaratılış çizgisinde, emekçinin emeğine, sahiplenmesi gerekir. Zaten tarihsel emekçi üzerinden, emekçinin kendi emeğine ve tarihsel toplumsal türev emek gücü payına sahip çıkamamasından dolayı, büyük insanlık sömürü sistemine maruz kalmıştır. Emek gücü sahibi olarak emekçi, üretim sürecinde, üretim gücüdür. Bir insandır. Emek ise emekçi ile türev emek gücünün ürünüdür. Dolayısıyla, “emek sermaye” diye, toplumsal bir çelişkiden söz edilemez. Ancak EMEKÇİ ile sermaye veya toplumsal düzeyde, sermaye sahibi olarak burjuvazi arasında bir çelişkiden söz edilebilir.
Sermaye ile burjuva kavramları arasındaki farklara gelince:
Sermaye, gerçek anlamıyla, üretime tahsis edilen mülk ve mülkiyet miktarı veya bu anlamda birikmiş emeğin bir bölümüdür. Tıpkı üretim sürecine girmeyen emek gücünün, üretim gücü olmaması gibi üretim sürecine girmeyen mülk ve mülkiyet miktarı da sermaye değildir. Kapitalist, ait olduğu mülkiyetinin belli bir kısmını üretime sokar. Üretim süreci sonunda elde edilen meta ile çoğalan “sermaye” değil, mülkiyettir [[4]]. Her kapitalist, “Yeniden Genişletilmiş Üretim” Sürecine, daha çok kar elde etmek veya mülkiyet elde etmek için mülkiyetinin daha büyük kısmını sermaye olarak ayırıp, üretime tahsis etmek zorundadır. Çünkü kapitalist, “sınırsız kar elde etme” müptelasıdır.
J. J. Rousseau “Eşitsizliğin Kaynağı” adlı eserinde “özel mülkiyet” olgusunu “tüm kötülüklerin anası” olarak teorize edince, Marks, etkiyle mülkiyetin ekonomik ve toplumsal gücünü küçümseyerek onu sadece bir üstyapı kurumu olan “hukuki ilişki” düzeyinde ele alıp ifade etti. Böylece Marksizm’de mülkiyet ile sermaye ayrımı karmaşaya dönüştü. Dolayısıyla Marks’ın belirttiği gibi burjuvazi, sermayeye sahiptir diye burjuvazi ile sermaye arasında özdeşlik kurulamaz. Aslında tarihsel toplumsal kümülatif mülk ve mülkiyet miktarının, bu arada, üretime tahsis edilen kapitalist sermaye miktarının, gerçek sahibi, Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Mirası temelinde, eşit paylı, cari emek gücüne dağıtımlı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet düzeyinde, sosyalist emekçi üzerinden tüm bir insanlıktır. Bu sermaye miktarına, sosyalist emekçi denemeyeceği gibi burjuvazidir de denemez. Sermaye ile burjuvazi arasında, böyle bir özdeşlik kurulamaz.
Kümülâtif Tarihsel Toplumsal Mülk ve Mülkiyetin, burjuvazinin özel mülkiyetinde bulunması, 1800’lerden itibaren, tarihsel olarak gayrı meşru konumdadır. Ama reel yaşamda, meşru bir veri olarak ele alınıp, çalışılarak dönüştürülmeyi beklemektedir [[5]]. Dolayısıyla, kapitalist toplum koşullarında, Sosyalist Emekçinin birikmiş emeğe veya onun bir bölümü olan sermayeye sahip olması, burjuvazinin sermayeye sahipliğinden çok daha yerinde ve güçlü, tarihi bir nedendir. Çünkü genel kabul ile mülk ve mülkiyetin ve anılan sermaye miktarının tarihsel yaratıcısı, insan emek gücü ile Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Mirası temelinde gelişen alet ve makine (türev) emek gücü bileşimidir.
Yukarıdaki alıntısında Marks, “(İlkin), her ikisinin dolanımlı ya da dolanımsız birliğidir. Sermaye ve emekbaşlangıçta henüzbirdir. Sonra ayrıldıkları ve yabancılaştıkları halde, birbirlerini olumlu koşullar olarak karşılıklı bir şekilde geliştirir ve yetiştirirler” ifadesi, sadece Batı Avrupa’da, kapitalist toplum oluşum (kuruluş) aşamasında, burjuvazi ile işçi sınıfının, devrimci pozitif diyalektik değişim düzeyinde birbiri ile uzlaşıp anlaştıkları noktasında doğrudur. Bu döneme ait toplumsal koşullarda, emek değil de EMEKÇİ ile sermayenin (alet ve makineler düzeyinde) çatışması, devrimci ve ilerici bir uzlaşma temelinde yürürlüktedir. Toplumsal düzeyde, bu döneme denk düşen, burjuvazi ile işçi sınıfının, devrimci pozitif diyalektiği, feodalizmi kapitalizme dönüştüren hareketi, yerel (Batı Avrupa), geçici ve dönemseldir. Aynı dönemde, EMEKÇİ ile sermaye (özellikle alet ve makineler) arasındaki çatışmasının karakteri, toplumsal düzeyde uzlaşır karakterli ve olgusaldır. Ama alet ve makinelerin kendini aşması ile ayrışıp, nüve düzeyinden, karşılıklı çatışmak üzere farklı iki olgu biçimine gelince, uzlaşmaz, devrimci ve ilerici karakterli olurlar. Bu gelişme şekli, Tarihi Toplumsallaşma Sürecinde, tarihsel ve evrenseldir.
“(İkinci olarak)” Marks, “her ikisi karşıttır”diyor. Sanki birinci durumda karşıt değildirler.
Her zaman ve her zeminde, her hangi bir toplumsal olgu sürecinde, olgunun temel karşıtlarının (zıtlarının), bir birine karşı duruşlarının temel iki karakteristik biçimi vardır.
Bunlar, uzlaşan ve uzlaşmaz toplumsal karşıtlık biçimleridir.
Uzlaşan toplumsal karşıtlık biçimi
Uzlaşan toplumsal karşıtlık biçimi, esasta pozitif diyalektik karakterdedir. Bu toplumsal karşıtlık biçimi, toplumsal olguyu olumlayan, sürdürüp varlığını devam ettiren, düalitik pozitif olgu diyalektiği biçimindedir. Bu pozitif diyalektiğin biri devrimci ve sistemi kurucu, diğeri muhafazakâr ve gericidir.
(a) İlerici ve uzlaşan devrimci pozitif diyalektik karşıtlık biçimi: toplumsal olguyu kurmaktan sorumlu olan güçler arasındaki, devrimci birliktir. Örneğin, köleci toplum kuruluş aşamasında, efendi ile köle; kapitalist toplum kuruluş aşamasında, burjuvazi ile işçi sınıfı arasında, devrimci birlikteliklerde olduğu gibi.
(b) Muhafazakâr, tutucu ve gerici karakterlerdeki, uzlaşan pozitif diyalektik karşıtlık biçimi: Toplumsal olgunun, olgunluk ve çözünme aşamalarında, toplumsal olguyu korumak ve muhafaza etmekle sorumlu olan güçlerdir. Bunlar, yeni gelişen toplumsal güçlere karşı, muhafazakâr, tutucu ve uzlaşan gerici roldedir. Örneğin, köleci toplumda, efendi ile köle, feodal beye karşı; feodal düzende, feodal bey ile serf burjuvaziye karşı; kapitalizmde, burjuvazi ile işçi sınıfı, ‘Sosyalist Emekçiye’ karşı uzlaşan gerici rolde bulunurlar.
Uzlaşmaz toplumsal karşıtlık biçimi
Uzlaşmaz toplumsal karşıtlık biçimi demek, esasta uzlaşmaz negatif devrimci diyalektik karşıtlık biçimi demektir. Eski toplumsal olgunun çözünmesi ile buna karşın yeni toplumsal olgunun oluşum (kuruluş) dönem diyalektiğidir. Bu diyalektik hareket dönemi: feodal toplumsal olguyu muhafaza eden, toprak beyi ile toprak kölesinin gerici birlikteliğine karşın, feodal toplumsal olguyu çözmek ve kapitalist toplumu kurmaktan sorumlu olan, burjuvazi ile işçi sınıfının devrimci birlikteliğinin olduğu dönemdir. Bu nedenle burjuvazi ile işçi sınıfının devrimci birlikteliği, aynı zamanda, feodal toplum üretim biçimine karşı, kapitalizme ait uzlaşmaz Toplumsal Altyapı Çelişkisinin (uzlaşmaz TAÇ) gücünü temsil ederler. Buna karşın, mevcut toplumsal olguyu uzlaşıyla savunan karşıtların, yeni toplumsal olgu güçlerine karşı, mevcut olguyu muhafaza eden, tutucu ve gerici güçler oldukları için onlar da uzlaşan Toplumsal Altyapı Çelişkisinin (uzlaşan TAÇ) gücü olarak, sistemi temsil ederler. Bu arada, sistem dışına taşan sınıf mücadelesinde, uzlaşan TAÇ’ın güçleri, gerici konumda, sistem içi sınıf mücadelesi pozisyonunda yerlerini alırlar.
Yukarıdaki ifadesinde Marks, “her ikisi karşıttır” ile vurgulamak istediği şey, kapitalizmin, oluşum aşamasından, kapitalist toplum olgunluk aşamasına geçtikten sonra, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çatışmanın, sözde “uzlaşmaz” ve “düşmanca” bir karaktere büründüğüne vurgu yapmak istemektedir. Ve şöyle demektedir: “karşılıklı olarak birbirlerini dışarıda bırakırlar, İşçi kapitalistin kendi yokluğu olduğunu, kapitalist de işçinin kendi yokluğu olduğunu bilir, her ikisi de ötekinin varoluşunu çalmak ister.”Bu ifade tarzı, Hegel’ci idealist düalitik diyalektik, efendi-köle diyalektiği kurgusunun, Marks’ta devamından ibarettir. Çünkü proletarya ile burjuvazi arasındaki çatışma, kapitalist toplum oluşum, olgunluk ve çözünme aşamalarının tümü dâhil, hiçbir zaman kapitalizmi çözüp dönüştüren, kapitalizm ile uzlaşmaz ilerici, devrimci, negatif diyalektik biçimde değildir. Olmamıştır! Tam tersine onlar, her aşamada ve tüm zamanlar için birbirlerine karşı uzlaşır konumdadırlar. Çünkü “burjuvazi işçiyi, işçi de burjuvaziyi üretir” (Marks, Grundrisse). Birbirini üreten güçler, birbirini yok edemezler. Ama feodalizmin çözümü ve kapitalizmin oluşum aşamasının çakışması döneminde, senyör serf birliğine karşı, burjuvazi proletarya birliği, uzlaşmaz negatif diyalektik biçimindeki sınıf mücadelesini üretebilir, üretmiştir.
Her hangi bir toplumsal olguyu belirleyen ikizler (bağımsız ve bağımlı karşıtlar), istisnai, kısmi ve geçici anlar dışında, hiçbir aşama süresince uzlaşmazlığa düşmezler. Kısmi ve geçici olsa da uzlaşmazlığa düşerlerse eğer, toplum veya toplumsal olguda, toplumsal anarşiye yol açarlar. Çünkü onlar, birlikte önce toplumsal olguyu kurar, sonra da muhafaza ederler. Genel gidiş budur. Dolayısıyla her hangi bir toplumsal olguyu belirleyen ikizler, hiçbir biçimde ait oldukları toplumsal olguyu çözüp yıkmazlar, yıkamazlar. Yıksalar da yerine neyin konacağını bilmezler, sistem içinde dönüp dolaşırlar. Fransız Devriminin, dünyaya hediye ettiği “Solculuğun” teorik temeli budur. Dolayısıyla, çok iyi bilinir ki, toplumsal uzlaşmazlık demek: farklı iki toplumsal Üretim Biçimine (olgusuna) ait bağımsız değişken güçler önderliğinde, gerici (tez) ve ilerici (Anti-Tez) güçler arasında gelişip oluşan, negatif devrimci diyalektik hareket demektir.
Aslında yukarıdaki söyleminde Marks, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşan, muhafazakâr ve tutucu toplumsal çelişkinin külahı ile yapısal, sürekli devrimci rol oynayan emekçi sermaye (alet ve makineler) arasındaki çelişkinin “külahlarının” yerini değiştirirken, Hegel tarzı özdeşliklere öykünmüştür.
Eğer biz, bu derinlikli yanılsama ve öykünmenin doğasının farkına varmadan, durumu kabullenecek olursak, Marks’ın yanılsamasına geçiş yapmış. O andan itibaren, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkinin, uzlaşan gerici, tutucu karakterinden; sözde işçi sınıfının uzlaşmaz, ilerici ve devrimci toplumsal karakterini kabullenip, kanıksamış oluruz. Böylece işçi sınıfını diyalektik değişim için uzlaşan A-Tez karşıtlığı düzeyinden, sözde Anti-Tez olan “devrimci, uzlaşmaz” karşıtlık düzeyine taşınmış oluruz. Dolayısıyla bu noktadan itibaren, efendi-köle diyalektiğinde, Hegel’in köleyi ele aldığı gibi biz de proletaryayı, “Üretim Güçlerinin başat devrimci öğesi” olarak görmek zorunda kalırız. Böylece proletarya, “devrimci sınıf mücadelesinin öznesi ve önderi”, proletarya diktatörlüğünün kurucusu, sosyalizmi inşa eden biricik temel güç, “kendini kurtarırken”, toplumu da kurtaran tarihsel toplumsal bir güç olarak kabullenmiş oluruz.
Marks’ın, muhafazakâr, gerici karakterdeki, burjuvazi proleter çelişkisi ile toplumsal altyapıları koşullandırıp belirleyen, sürekli devrimci karakterdeki emekçi sermaye çelişkisini bir ve aynılaştırarak, oldukça önemli temel diyalektik bir yanılsamaya savrulmuş oluruz. Bu savrulmanın olukça ağır teorik ve pratik bedeli, Reel Sosyalizm ve yıkılışı ile yaşanmıştır.
Tüm diğer toplumsal Üretim Biçimlerine emsal teşkil edecek şekilde, toplumsal geçişler için örnek olarak, Kapitalist toplum sürecini ele alıp inceleyelim. Kapitalist toplum Üretim Biçimi veya kapitalist olgu süreci: oluşum (kuruluş), olgunluk ve çözünme aşamalarından geçmiştir.
Kapitalist toplumsal olgunun, birinci aşaması, oluşum (kuruluş) aşamasıdır:
Oluşum (kuruluş) aşaması demek, aynı zamanda, bir önceki toplumsal olgu olan, feodalizm ve onun çözünme aşaması demektir. Burada, feodalizmin çözünme aşaması ile kapitalist toplumun oluşum (kuruluş/sentezlenme) aşaması çakışmaktadır. Başka bir deyişle, Tarihi Tutarlılık Yasası temelinde, her iki toplumsal üretim biçimi, aynı zeminde, söz konusu aşamayı paylaşırlar. Feodalizm, çözünmesi ile eskiyi; kapitalizm ise kuruluşu ile yeni olanı bu aşamada temsil ederler. Dolayısıyla kapitalist Üretim Biçiminin, oluşum aşamasının ikizleri olan işçi sınıfı ile burjuvazi, dünya çapında ama sadece, belli bir dönem (14. ve 15. Yüzyıldan, Sanayi Devrimine/1800 kadar) için Batı Avrupa’da, kendi arasında devrimci, ilerici, uzlaşan pozitif diyalektik değişim dönemi yaşayıp, kapitalizmi inşa etmişlerdi. Buna karşın, aynı dönem ve yerde, çözünen feodal toplum olgu ikizleri olan toprak beyi ile serf, muhafazakâr, tutucu ve uzlaşan, gerici pozitif diyalektik bir değişimi düzeyini yaşıyorlardı.
Kapitalist toplumsal olgunun, ikinci aşaması, olgunluk aşamasıdır:
Burjuvazinin önderliğinde, burjuvazi ile işçi sınıfının birlik ve beraberliği, bir taraftan feodal toplumsal sürece hâkim olup, ekonomik olarak iktidar olurken; öte yandan siyasal devrimler yolu ile toplumu, kapitalist toplum olgunluk aşamasına taşıdı. Başka bir deyişle, oluşum aşamasında, Batı Avrupa’da, feodalizme karşı yeni gelişen kapitalist toplumsal olgu ikizleri, yani burjuvazi ve işçi sınıfı, birbirlerine karşı uzlaşan ilerici devrimci koşullarda ve kapitalizmi olumlarken; aynı zamanda feodalizme karşı, günlük uzlaşmaz negatif diyalektik tarzda yürütülen, devrimci sınıf mücadelesi ile feodalizmi çözerek, kapitalist toplum sentezlerini geliştiriyorlardı. Bu sentezler ile olgunluk aşamasına geçişten hemen sonra, kapitalist toplum olgu ikizlerinin, bir önceki aşamaya ait ilerici ve devrimci misyonu tükendi. Bu aşamanın başından itibaren, kapitalist toplumsal olgu ikizleri, kendi arasında sistem içi uzlaşan birlik ve mücadele sürdürürken; olgunun bağrında gelişen, yeni topluma ait kuruluş güçlerine (sosyalist emekçi güçlere) karşı, sistemi savunmak için önce muhafazakâr, daha sonra tutucu, gerici uzlaşan pozitif diyalektik karakterde, sınıf mücadelesi biçimini geliştirecekler. Bu durum gerçekleşmeyince, tutucu ve gerici uzlaşan Toplumsal Altyapı Çelişkisi (uzlaşan TAÇ) aşaması, kapitalist toplumsal sürece damgasını vurup devam eder oldu.
Kapitalist toplumsal olgunun, üçüncü aşaması, çözünme aşamasıdır:
Bu aşama kapitalizmin çözünme aşamadır. Bu aşamada, kapitalist toplum oluşum (kuruluş) aşaması güçlerinin devrimciliğinin tam tersine; işçi sınıfı ve burjuvazi, tarihi gerici bir role konuma geçtiler. Bir zamanlar toplumu olumlayıp kurarken, şimdi çözünme ile karşı karşıya direniyorlar. Bu aşamada kapitalizm artık, kendisine yabancı ilerici, devrimci, uzlaşmaz Toplumsal Altyapı Çelişkisi (uzlaşmaz TAÇ) dönemi ile karşı kaşıya gelişini yaşamaktadır.
Kapitalizmi, negatif diyalektik değişim ile çözecek olan, yeni topluma ait devrimci güçlerin (sosyalist emekçinin) oluşması zorunluluğunun doğum sancılarını belirleyen devrimci nüve, bu aşamada, sınıf mücadelesini yeni bir sürece taşımaktadır. Başka bir deyişle, kapitalist toplumsal olgunun çözünme aşamasında, aynı zamanda, kapitalist toplumun bağrında, sosyalist toplumsal olgu sürecinin, nüve düzeyinde beliren “oluşum” aşamasındayız. Sosyalist Emekçi yaratıldıktan sonra, eski ile yeni toplumsal altyapıya ait toplumsal olgu güçleri, farklı mülkiyet ve üretim ilişkileri düzeyinde karşı karşıya durarak, uzlaşmaz sınıf mücadelesini başlatmış olacaklardır. Bu temelde ve kaçınılmaz bir biçimde, yeni gelişecek olan sosyalist toplumsal güçler, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi ile kapitalist toplumsal güçleri tasfiyeye ederek, kapitalist toplum mülkiyet ve üretim ilişkilerini devrimci tarzda çözen, sosyalist toplumsal olgu sürecini başlatacaklardır. Yeni sürecin bu aşamasında, ilerici ve devrimci yeni toplumsal güçlerin (Sosyalist Emekçi ile emekçi olmayanlar) temsilcisi olarak Sosyalist Emekçi, kapitalizmin toplumsal güçleri olan burjuvazi ve işçi sınıfının muhafazakâr, tutucu ve gerici eğilimlerine karşı; sınıf mücadelesini, devrimci, negatif diyalektik değişim, dönüşüm biçimine yükseltecektir. Bu aşamadan itibaren dünya, artık sosyalist devrimler çağına geçiş yapmış olacaktır.
Geçmiş, günümüz ve gelecek tüm tarihsel toplumsal Üretim Biçimleri, yukarıdaki toplumsal değişim ve dönüşüm aşamalarını yaşamış veya yaşamak zorundadır. Bu Diyalektik Tarihi Materyalizmin kaçınılmaz akışıdır. İşte bu temelde, Lenin, bu akışı, “yeni toplumun, eski toplumdan, başlayan doğuşu; eski toplumdan, yeni topluma geçiş biçimi, doğal bir tarih sürecidir” [[6]] diye dehanın parlaklığı ile ifade ediyordu.
Bu değişim dönüşümün motor gücü, uygar topluma ait ‘Emekçi ile alet ve Makine Çatışmasıdır (Em-MakÇa’sı)’. Bu çatışma, üretim araçları, özellikle alet ve makinelerin belli bir gelişme düzeyi tarafından belirlenip yürütülmüştür.
Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, Em-MakÇa’nın, asla gerici bir anı veya dönemi yoktur. Bu çelişki ve türevleri, devrimci ve süreklilik arz eden gelişme ve ilerleme gücünü, bağımsız değişken olarak, alet ve makinenin sürekli gelişmesinden almaktadır. Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, Em-MakÇa, şimdiye kadar ilkel topluluk ve uygar toplumlar biçiminde olmak üzere iki değişik biçimde kendini somutlaştırdı. Üçüncü bir geçiş biçimi için de gündemdedir.
Yaşanan temel iki farklı Em-MakÇa biçimi şunlardır:
(Birincisi), Doğa ile Alet ve bilinç arasındaki Çatışma (Do-AlbiÇa) biçimindedir. Sürü insanından, insani toplumsallaşmaya adım atan insanlık, alet ve bilinç geliştirme sarmalında geçerken, doğal biyolojik güçlere (seleksiyon, mutasyon ve çeşitlenme yasalarına) karşı savaşmaya başlamıştır. Do-AlbiÇa sürecinde, alet ile emekçi insanı temsil eden bilinç, birlikte, henüz yeni doğmuş bebek gibidir. Birbirlerine karşı mücadeleleri son derece sönük, yok denecek düzeyde ama devrimci uzlaşır ve uyumludur. Mezopotamya’nın ilkel topluluk neolitiğinde, bu devrimci uyum ve uzlaşma, aleti geliştirip, köle sahibi ile uzlaşmazlığa düşünce insanlık, ilkel topluluktan köleci uygarlığa taşınmış oldu.
(İkincisi), Emekçi ile Alet ve Makine arsındaki Çelişki (Em-MakÇe) biçimindedir. Em-MakÇe, farklı uygar Üretim Biçimlerini (köleci, feodal, kapitalist) belirlemiştir. Her Üretim Biçimi, yukarıda izah edilen temel iki Toplumsal Altyapı Çatışması üzerinden, yukarıda izah edilen üç aşamadan geçerek; yeni bir Üretim Biçimi sürecinde tükenerek aşılmıştır.
Gündemde olan Em-MakÇe biçimi ise şudur:
(Üçüncüsü), ‘Sosyalist Emekçi’ ile Alet ve Makineler arasındaki Çatışma (Se-MakÇa) biçimindedir. Nasıl ki, Doğa ile Alet ve bilinç Çatışması (Do-AlbiÇa), bağrından uygar toplumlara ait Em-MakÇa’yı yaratıp geliştirerek, ilkel topluluk Geçim Biçimini, uygarlığın toplumsal Üretim Biçimlerine vardırdıysa; kapitalist toplum İş-MakÇa’sı da bağrından, ‘Sosyalist Emekçi’ ile Alet ve Makineler arasındaki Çatışmayı (Se-MakÇa) yaratıp geliştirerek, kapitalizmi sosyalizme vardırmak zorundadır. Aynı biçimde, Se-MakÇa da bağrından, komünist topluma ait toplumsal üretimi ‘Organize eden ve Yöneten Güçler’ ile Makineler arasındaki devrimci uyum ve Çatışmayı (Oy-MakÇa’sı) yaratıp geliştirerek, sosyalist toplumu, Komünist Topluma vardırmak zorundadır.
Bu temelde, şimdiye kadar, Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, uygar toplumlara ait Em-MakÇa, kendini farklı üç biçimde gerçekleştirmiştir:
1) Köleci toplumda, köle ile aletler arasındaki çatışma; Köle-AlÇa olarak, Merkezi Orta Doğu ve Akdeniz havzasında yaşanmıştır.
2) Feodal toplumda, serf (toprağı işleyen köle) ile alet ve basit makineler arasındaki çatışma, Serf-AlÇa olarak, Merkezi Orta Doğu ve Akdeniz havzasında yoğun yaşanmıştır.
3) Kapitalist toplumda,işçi ile alet ve makineler arasındaki çatışma, orijinal ve ithal aşılı kapitalist gelişme biçimleri ileİşçi-MakÇa olarak, Batı Avrupa’dan başlayıp dünya çapında yayılarak hala yaşamaktadır.
Yukarıdaki çözümleme temelinde, Emekçi Sermaye Çelişkisi (Em-MakÇe’nin) ile Proletarya Burjuvazi arasındaki toplumsal çelişkinin, farklı karakterlerini daha da netleştirmek için değerlendirmeye devam etmek gerekirse, farklı olarak şunları da belirtmek gerekir:
Kapitalist Toplum Alt Yapı Çelişkisinin (İş-MakÇe’nin) Ana Karakteri:
Alet ve makineler, ilk ilkel aletin yapılmasından günümüze, emekçi ile sermaye (üretime sokulan üretim araçları, özellikle alet ve makineler) arsında, devrimci karakterde, sürekli ilerleyen çatışmalı tarihsel toplumsal bir süreç başlatmışlardır. Bu süreç, farklı toplumsal üretim biçimlerini yaratan bir çatışmadır. Bu çatışma, Marksist literatürde, yanlış bir biçimde, “emek sermaye çelişkisi” olarak bilinir.
Bu yazının girişinde, emek, üretim süreçlerinde ürüne kodlanmış emek gücüdür. Sermaye ise bu mülkiyet de denen bu ürünün, üretime tahsis edilmiş kısmıdır demiştik. Dolayısıyla üretim süreçlerinde bulunan üretim araçları, özellikle alet ve makineler sermayedir. Sermaye de birikmiş emeğin bir bölümüdür. Bu tespit temelinde, Marksist “emek sermaye çelişkisine” atfen denebilir ki, emek ile emeği çatıştırmak, en azından bugüne kadar saçmadır. İkisini karşı karşıya getirip, bundan toplumsal temel çelişki diye söz etmek, kafa karışıklığı değilse çözümsüzlüğün ta kendisidir.
Ama muayyen bir gelecekte, yüksek teknoloji kullanılacak üretim süreçlerinde, makine ile makine çatışması yani türev emek ile türev emek çatışması olacaktır. Günümüzde ise hala, türev emeğin, türev emeğe veya sermeyenin sermayeye karşı mücadele edeceği, teknolojik gelişmeyi henüz üretime uygulayacak pozisyona ulaşamadık. Onun için, “emek sermaye çelişkisinde”, ‘emek’ YERİNE ‘emekçi’ kavramını koyarsak, çelişki, çok daha doğru ve net bir anlam kazanır. O zaman çelişkinin sadece toplumsal değil, toplumsal üretim biçimlerini de yaratan, tarihsel ve yapısal çelişki olduğu anlaşılmış olur. Böylece çelişki, burjuvazinin üretim araçlarını özel mülkiyet edinerek, sadece sınıfsal değil ama onu da yaratan üretici güçler arası çelişki olarak belirginlik kazanır. Emekçi ile sermaye arasındaki çelişki, Üretim Güçlerinin iki temel öğesi arasındaki çelişkidir (Em-MakÇe). Bu çelişkinin, yapısal biçimi ile onun sınıfsal ve toplumsal bir üretim biçimine ait olduğunu karıştırmamak gerekir. Yapısal olarak bu çelişkinin, bir tarafında, üretim gücü olan emekçiler (köle, serf, işçi ve sosyalist emekçi [[7]]); diğer tarafında da üretim sürecinin başat devrimci öğesi, devindirici motoru, toplumları biçimlendiren üretim gücü olarak, üretim araçları, özellikle alet ve makineler bulunur.
Tarihsel olarak, değişik üretim biçimlerinin var oluşunun temelinde, emekçi ile alet ve makineler arasındaki çelişkinin (Em-MakÇe’nin) devrimci gücü yatmaktadır. Em-MakÇe’nin, belli tarihsel koşulları tarafından belirlenen Üretim Biçimi ve onun yarattığı toplumsal altyapının uzlaşan TAÇ aşaması, Üretici Güçlerin, özellikle alet ve makinelerin süreklilik arz eden gelişmesi ile aşılır. Üretim aletleri ve makinelerin, belli bir gelişmesinden sonra, toplumsal gelişim süreci, uzlaşan TAÇ aşamasının bağrından, uzlaşmaz TAÇ aşamasını üretip yükselterek, devrimci toplumsal geçişi sağlar. Bu tarz tarihsel hareket, ilkel, köleci, feodal ve kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerine yol açmıştır. Yine bu tarz hareketin koşullandıracağı tarihsel hareket, ‘Sosyalist Emekçi’ üzerinden, sosyalist toplumun mülkiyet ve üretim ilişkilerini gündeme sokacaktır.
İşçi Sınıfı ile Burjuvazi Arasındaki Çelişkinin Ana Karakteri:
Proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki, kapitalist sistemi (veya kapitalist toplum olgusunu) temsil eden çelişkidir. Bu sınıfların çatışması, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri temeline dayanır. Bu temel, Kapitalist uzlaşan ilerici ve gerici TAÇ aşamalarından geçer. Kapitalist uzlaşan TAÇ aşamaları, “emekçi ile sermeye arasındaki çelişkisinin (Em-MakÇe’nin)” geliştirip biçimlendirdiği, belli bir tarihsel dönemin somut ifadesidir.
Burjuvazi ile proletarya çelişkisi, esas olarak pozitif diyalektik karakterli, uzlaşır, sistem içi gerici reformist bir çelişkidir. İki sınıf, hem birlikte, hem de bir birine karşıttır. Bunlar arasındaki sınıf mücadelesi, sadece Batı Avrupa’da kapitalizmin oluşum aşamasında, devrimci pozitif karakterde rol oynamış; dünyanın diğer alanlarında, olgu ve çözünme aşamalarında tutucu, gerici pozitif karakterde rol oynamaya devam etmektedir. Kapitalizmde burjuvazi, bağımsız diyalektik değişken, işçi sınıfı ise bağımlı diyalektik değişken roldedir. Ama misyonları, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkiler sistemini kendi lehlerine değiştirip tahkim ederek, devamını sağlamak ve yeniden üretmektir. Dolayısıyla işçi sınıfı, ne düzeyde güçlü ve örgütlü olursa olsun, asla sistemi dönüştüremez. Bolşevik devrimi ve 70 yıllık Reel Sosyalist inşa bunun deneysel tanığıdır. İşçi sınıfının, kapitalizmde negatif diyalektik karakterde, uzlaşmaz bir konuma yükselme gücü ve mecali yoktur. Böyle bir şey onun doğasına aykırıdır. Onun tarihi misyonu, ücretli iş dilenmek, lehine kapitalizmi var etmek, yeniden üreterek sürdürmektir.
Bu nedenle, Büyük Ekim Devrimi başarıldığı halde, 1918’de Lenin, kapitalizmi geliştirmek üzere kolları sıvayıp, Yeni Ekonomik Politikayı (NEP) uygulamaya koydu. Ama aynı Lenin 1921’lerde, “İşin özünde yanıldık. Kapitalizmin hemen hemen hiç var olmadığı bir ülkede sosyalizm kurulabilirmiş gibi davrandık. Sosyalist toplumu gerçekleştirmeyi istemeden önce, kapitalizmi kurmak gerekir” [[8]] diye yakınarak, işçi sınıfı idealizminin hezimetini de sergilemiş oldu.
İşçinin doğasında, güçlü bir biçimde, kapitalist olma eğilimi vardır. O, bu rüya ile yaşar. Bu onun bağımlı değişken doğasından kaynaklanır. Burjuvazinin doğasında ise kendini koruma, sonsuz büyütme ve güçlendirme eğilimi vardır. Bu onun bağımsız değişken doğasından kaynaklanır. Günümüzde, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişkinin kapitalizmi üretme karakteri tutucu, muhafazakâr ve gerici olarak, büyük insanlığın geleceği için vahim bir noktaya gelip dayanmıştır.
Demek ki, emekçi sermaye çelişkisi(Em-Mak-Çe) ile “işçi sınıfı ile burjuva çelişkisi” veya Marks’ın kısaca “emek sermaye” dediği çelişki bir ve aynı şey değildirler. Marks bu benzerliği, sınıf mücadelesinde proletaryayı “DEVRİMCİ ÖZNE” haline getirmek amacıyla yapmıştır. Bunun temelinde Hegel’ci idealizmin derin mantık oyunları vardır. Hegel’in meşhur mantıksal özdeşlik manipülasyonları: “Varlık yokluktur, yokluk varlıktır”, “Ussal olan gerçektir, gerçek olan ussaldır”, “Maddi olan düşünseldir, düşünsel olan maddidir” vs. Karl Marks da Hegel gibi aynı şekilde, “sermaye burjuvazidir, burjuvazi sermayedir.”, “emek işçidir, işçi emektir.” “Emek sermaye çelişkisi”, eşittir, “proletarya burjuvazi çelişkisine” demekte hiçbir beis görmemiştir.
İşte Marksizm’e sinen idealizm budur.
(Devam edecek)
Sevgili dayzam Yılmaz Güney’i, kaybetmenin, 35’ci yıl dönümünde anar, anısı önünde saygıyla eğilirim.
DİPNOTLAR:
[1] Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Özdeşlik, Remzi Kitabevi (1989), s. 317.
[2] Komünist Manifesto, 1844 El Yazmaları, Alman İdeolojisi, Felsefenin Sefaleti, Kapital 1.2.3. ciltler, Anti-Dürhing vs…
[3] Marks, K. (1844), El Yazmaları, Birikim Yayıncılık, 5.Baskı (2009), S. 98-99.
[4] Marks, K. (1867), Kapital Cilt II, Basit Yeniden Üretim, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 350…
[5] Marks ve Engels, zamanında, kapitalizmin antitezi olarak işçi sınıfını değil de ‘Sosyalist Emekçi’ olduğunu görüp tespit etmiş olsalardı, bugün sermaye, gerçek sahibi olan‘Sosyalist Emekçinin’ özel mülkiyetinde toplumsallaşmış, sosyalizm yaşıyor olacaktı.
[6] Lenin, (1919), Komün Dersleri, Sol Yayınlar, 3. Baskı (2008). S. 88.
[7] Tarihte ilk kez, üretim süreçlerinde, sosyalist emekçi ile Tez olan bağımsız diyalektik öğe; A-Tez’li olan diyalektik öğeler safında yerini alacak, A-Tez olan diyalektik öğeyi atıl vaziyete sokacaktır. Bu durum, eşitlik üreten alet ve makinenin, özgürce gelişme isteğinin ürünü olarak, kula kulluğun son bulacağı, temel sömürü biçimlerinin, tarihin çöplüğüne atılacağı, 21. Yüz Yıl sosyalizminin ayak sesidir.
[8] Braudel, Fernand (1963), Uygarlıkların Grameri, İmge Yayınları (2014), 4. Baskı, S. 594.