ABD başkanlık seçimlerinin sonucu, Demokratların ve bunak bir senatörün değil, Püriten akımının Jacksoncular üzerindeki zaferine işaret etmektedir. Amerikan vatandaşlarının siyasi görüşlerini hiçbir biçimde yansıtmamakta ve ülkelerinin saplanmakta olduğu uygarlık krizini maskelemektedir.
- Amerika Birleşik Devletleri’nin 46ncı Başkanı Joe Biden.
2020 ABD başkanlık seçimleri, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana genel eğilimi doğrulamaktadır: Amerikan halkı bir medeniyet krizinden geçmektedir ve mantıken kaçınılmaz olarak ülkenin bölünmesiyle sonuçlanacak olan yeni bir iç savaşa doğru ilerlemektedir. Bu istikrarsızlığın, bir süper güç olarak Batı’nın sonuyla sonuçlanması beklenmelidir.
Neler olduğunu anlamak için, Avrupalı seçkinlerin, onları yüzyılın dörtte üçü boyunca koruyan gücün yakın zamanda ortadan kalkmasından duyduğu korkunun üstesinden gelmek ve dünya tarihinin son otuz yılına dürüstçe bakmak gerekmektedir. ABD tarihine geri dönmeli ve Anayasasını yeniden okumalıyız.
NATO ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dağılması varsayımı
Yetmiş beş yıllık tartışmasız bir diktatörlüğün ardından Sovyetler Birliği çöktüğünde, onun ölümünü isteyenler şaşkına döndü. Yıllarca ekonomisini sistematik bir şekilde sabote eden ve tüm başarılarını karalayan CİA, kendi idealleri adına bu rejimi devireceklerin bizzat Sovyet halkları olacağını asla tahmin edememişti.
Her şey devletin yanıt veremediği bir felaketle başladı (Çernobil, 1986). Çeyrek milyonluk bir nüfus topraklarından sonsuza dek kaçmak zorunda kaldı. Bu beceriksizlik, diktatörlüğün meşruiyetinin sonunu getirdi. Bu olayı izleyen beş yıl içerisinde, Varşova Paktının müttefikleri bağımsızlıklarını geri kazandılar ve SSCB dağıldı. Bu süreç Komünist Gençlik tarafından baştan sona yönlendirildi, ancak son anda Moskova Belediye Başkanı Boris Yelstin ve Washington’da eğitilen ekibi tarafından ele geçirildi. Ardından gelen kamu mallarının talan edilmesi ve bunun yol açtığı ekonomik çöküş, yeni Rusya’yı bir asır geriye attı.
Sırası gelen Birleşik Devletler de bu şekilde ortadan kalkacaktır. Merkezcil güçlerini kaybedecek ve çökmeden önce uyrukları tarafından terk edilecektir. Tekneyi batmadan önce terk edenlerin bu felaketten kurtulma şansı daha yüksek olacaktır. Varşova Paktı’nın SSCB’den önce ölmesi gibi, NATO da ABD’den önce ölecektir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin merkezkaç kuvveti
Amerika Birleşik Devletleri çok genç bir ülkedir, sadece iki yüz yıllık bir geçmişi vardır. Nüfusu, dünyanın çok farklı bölgelerinden arka arkaya gelen göçmenlerle oluşmaya devam etmektedir. İngiliz modeline göre, her biri kendi kültürünü korumakta ve diğerleriyle karışmamaktadır. « Eritme potası » (melting pot) kavramı, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan siyahi askerlerin dönüşüyle ve bunun sonucunda Eisenhower ve Kennedy yönetiminde ırk ayrımcılığının kaldırılması ve daha sonra da ortadan kalkmasıyla var oldu.
Amerikan nüfusu eyaletten eyalete çok seyahat etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan Vietnam Savaşı’nın sonuna kadar belli mahallelerde birlikte yaşamaya çalışmıştır. Yirmi yıl boyunca ise olduğu yerde kalmıştır. Ve SSCB’nin dağılmasından bu yana, artık « ırksal » değil, ama kültürel ayrılıklar üzerinden yeniden gettolaştı. Aslında ülke zaten fiilen bölünmüş durumdadır.
Birleşik Devletler artık tek bir ulustan değil, ama birinden farklı on bir ulustan oluşmaktadır.
- Bugün ABD’yi paylaşan birbirine rakip 11 kültürel topluluk.
- Kaynak: Colin Woodard
Anglosakson kültüründeki iç çatışma
Amerikan mitolojisi, ülkenin varlığını Mayflower ile gelen göçmenler, 67 « Hacı Baba » ile ilişkilendirir. Burada Hollanda’da « cemaat » yaşamı sürdüren bir grup fanatik İngiliz Hıristiyan söz konusudur. Kraliyetten, orada İspanyol İmparatorluğu ile savaşmak üzere « Yeni Dünya » ya yerleşme misyonunu edindiler. Bu gruplardan biri Massachusetts’e indi ve burada mezhepçi bir toplum, Plymouth Kolonisini kurdu (1620). Eşlerinin başlarını örttüler ve günah işleyen ve « Saf Yol »dan sapanlara sert fiziksel cezalar verdiler, « Püritenler » olarak adlandırılmaları bu yüzdendir.
Amerikalılar, Hacı Babaların hem siyasi misyonlarını, hem de mezhepçiliklerini görmezden gelmektedirler. Ancak onları Thanksgiving gününde kutlamaktadırlar. Bu 67 fanatiğin bugün 328 milyonluk bir ülkede önemli bir etkisi olmuştur. Aralarında Başkan Franklin Roosevelt veya Başkan George Bush’ların da yer aldığı 46 başkandan 8’i bunların doğrudan torunlarıdır.
Püritenler, İngiltere’de Lord Oliver Cromwell çevresinde bir devrim örgütlediler. Kralın başını kestiler, hoşgörüsüz bir cumhuriyet olan Commonwealth’i kurdular ve İrlandalı « sapkınları » (Papacıları) katlettiler. Bu olaylar İngiliz tarihçiler tarafından « Birinci İç Savaş » (1642-51) olarak adlandırılmaktadır.
Bir asır sonra, Yeni Dünya’nın yerleşimcileri İngiliz monarşisinin ezici vergi yüküne karşı ayaklandılar (1775-83). Bu olaylar ABD’li tarihçiler tarafından « Bağımsızlık Savaşı » olarak kabul edilmektedir, ancak İngiliz tarihçiler aksine bunu « İkinci İç Savaş » olarak görmektedirler. Gerçekten de, bu savaşı veren kolonlar ağır çalışan fakir insanlarsa da, onları örgütleyenler, yeniden kurulan İngiliz monarşisi karşısında mezhep ideallerini savunmak isteyen Hacı Babaların torunlarıydı.
Seksen yıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri, bazı Amerikalı tarihçilerin Anglosakson « Üçüncü İç Savaş » olarak adlandırdığı İç Savaş (1861-65) ile parçalandı. Bu savaş, ilk Anayasaya sadık kalarak gümrük vergilerini kendi aralarında sürdürmeyi amaçlayan eyaletlerle, aksine, gümrük vergilerini federal düzeye getirmek ve böylece geniş bir iç pazar oluşturmak isteyen diğer eyaletleri karşı karşıya getiriyordu. Bununla birlikte, önceki iki savaştaki rekabetlerin izlerini de taşıyacak şekilde Kuzey’in Püriten seçkinlerini Güney’in Katolik seçkinleriyle de karşı karşıya getiriyordu.
Bugün ortaya çıkan Anglosakson “Dördüncü İç Savaş” hala Püriten seçkinler tarafından hazırlanmaktadır. Bu sürekliliği maskeleyen şey, artık Tanrı’ya inanmayan, ancak aynı fanatizmi sürdüren bu seçkinlerin dönüşümüdür. Kendilerini ülkelerinin tarihini yeniden yazmaya adayanlar onlardır. Onlara göre ABD, « Hacı Babalar »ın düzeltmeyi başaramadığı, Avrupalıların ırkçı bir projesidir. Monarkların, İngilizlerin ve Konfederasyoncuların heykelleri gibi kötülüğün tüm simgelerini yok ederek « Saf Yol »un yeniden kurulacağına inanmaktadırlar. « Siyasi doğru »dan söz ediyor, birçok insan « ırkı » olduğunu iddia ediyorlar, « Siyah »ı büyük harfle ve « beyaz »ı küçük harfle yazıyor ve New York Times’ın anlaşılması zor eklerine akın ediyorlar.
- « Pilgrim’s Society » (Hacı Babalar Derneği) merkezinin girişi. İngiltere ve Birleşik Devletler, dünyayı aydınlatan meşaleyi birlikte taşımaktalar.
Amerika Birleşik Devletleri’nin yakın tarihi
Her ülkenin kendi şeytanları vardır. Başkan Richard Nixon, Amerika Birleşik Devletleri’nin önlemesi gereken ilk tehlikenin SSCB ile bir nükleer savaş değil, bu olası Anglosakson « Dördüncü İç Savaş » olduğuna inanıyordu. Nixon, seçim danışmanı olarak görev yapan ve ABD başkanlığına iki kez katılmasına izin veren konunun uzmanı tarihçi Kevin Phillips’i yanına almıştı. Ancak, Hacı Babalar’ın mirasçıları, onun mücadelesini kabul etmediler ve onu, yeniden seçilmesinin ertesi günü J.Edgar Hoover’ın yardımcısı ve halefi tarafından planlanan Watergate skandalına (1972) sürüklediler.
ABD’nin gücü yetersiz kalmaya başladığında, Püriten egemenliğindeki emperyalist lobi, 67 Hacı Baba’nın doğrudan torunlarından biri olan Cumhuriyetçi Oğul George Bush’u iktidara getirdi. Duygusal bir şok örgütlendi (11 Eylül 2001 saldırıları) ve yurttaşlarının felçli bakışları altında ordularını yeni mali kapitalizme uyarladı. Halefi Demokrat Barack Obama ekonomiyi buna uydurarak Bush’un yarım kalan çalışmalarını sürdürdü. Bunun için, ilk görev dönemindeki ekibinin çoğunluğunu Pilgrim’s Society’nin (Hacılar Derneği) üyeleri arasından seçti.
2016’da rahatsız edici bir olay meydana geldi. Kapitalizmin dönüşümüne ve 11 Eylül saldırılarına meydan okuyan bir televizyon sunucusu olan Donald Trump, başkanlığa adaylığını koydu. Önce Cumhuriyetçi Parti’yi, ardından Beyaz Saray’ı fethetti. Richard Nixon’ı devirenlerin tamamı, daha görevi devralmadan ona saldırmaya başladı. Oy sandıklarını beceriksizce doldurarak onun yeniden seçilmesini engellemeyi başardılar. Asıl önemli olan, görev süresi boyunca, yüzyıllardır konuşulmayanların yeniden gün yüzüne çıkmasıdır. ABD nüfusu bir kez daha Püritenler etrafında bölündü.
Dolayısıyla Amerikalıların çoğunluğunun bunak bir senatör için çok isteyerek oy vermediği açık olsa da, 2020 seçiminin Trump’ın lehine veya aleyhine bir referandum olduğunu söylemek bana yanlış geliyor. Aslında Püritenler lehine veya aleyhine bir referandum söz konusuydu.
Hacı Babaların projesine uygun bir sonuç
Bağımsızlık Savaşı veya İkinci Anglosakson İç Savaşı sona erdiğinde, Hacı Babaların halefleri Anayasayı değiştirirler. Ne İngiliz örneğine göre aristokratik bir sistem yaratma isteklerini, ne de halkı küçümsemelerini gizlemediler. Bu nedenle, Birleşik Devletler Anayasası halk egemenliğini değil, valilerin egemenliğini tanımaktadır.
Savaşan ve savaşı kazanan halk bu mevcut durumu kabul etti, ancak egemen sınıfın vatandaşların haklarını hiçbir şekilde sözde bir « devlet aklı » adına ihlal edemeyeceği on değişiklikten oluşan Haklar Bildirgesi’ni (Bill of Rights) dayattılar. Bu şekilde değiştirilen Anayasa hala yürürlüktedir.
ABD’nin anayasal olarak bugün ve hiçbir zaman bir demokrasi olmadığını kabul edersek, seçim sonuçlarına öfkelenmemiz için hiçbir neden yoktur. Anayasada belirtilmemesine rağmen, başkanlık seçimleri için halk oylaması her federe eyalette iki yüzyıl içerisinde aşama aşama kabul edilmiştir. Valiler, Başkanlık Seçiciler Kurulundaki 538 delegelerini atarken anayasadaki yönergeleri takip etmelidir. Bu nedenle bazı valiler, çok fazla bilgi sahibi olmadan oy sandıklarını doldurdular: on ilçeden birini aşan oranda, seçmen sayısı yetişkin nüfusun sayısından daha fazladır. Yorumculara tüm saygımla birlikte, bu nedenle kaç seçmenin gerçekten oy kullandığını ve başkan olarak kimi istediklerini söylemek tamamen imkansızdır.
Karanlık bir gelecek
Bu koşullar altında, seçilmiş başkan Joe Biden, rakibinin destekçilerinin haklı öfkesini dikkate almak zorundadır. Halkını birleştirmeyi başaramayacaktır. Dört yıl önce Trump’ın Amerika’nın Gorbaçov’u olacağını yazmıştım. Yanılmışım, ülkesine yeni bir soluk getirebildi. Nihayetinde ülkesinin toprak bütünlüğünü koruyamamanın sorumluluğu Joe Biden’a ait olacaktır.
Felaketin yaklaşmakta olduğunu görmeyen müttefikler bunun bedelinin ağır ödeyecektir.
Osman Soysal