Son günlerde İran ile ABD arasında imzalanıp bozulan nükleer anlaşmanın tekrar müzakere edilmesini baştan ele alarak bugünkü vaziyeti anlaşılır kılabiliriz.
Neler olup bitmiş sırayla göz atalım:
Amerika’nın eski başkanı Barack Obama zamanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’nun beş daimi üyesi (ABD, Çin, Fransa, Rusya ve İngiltere) ile Almanya’nın imzaladığı İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT), bir sonraki başkan Donald Trump tarafından geçersiz sayıldı.
Trump, 2018’de tek yanlı olarak anlaşmadan çekildi. Bunun üzerine muhafazakârların sayıca çok olduğu İran Meclisi, 2019’dan itibaren NPT Anlaşması kapsamında uygulanan Ek Protokol’ün getirdiği yükümlülüklerden ayrılarak, nükleer enerji programını hayata geçirmek üzere tesislerin kapasitesini artırma kararı aldı.
İran Meclisi, nükleer bilimci Muhsin Fahrizade‘nin 27 Kasım 2020’de öldürülmesinin ardından nükleer faaliyetleri hızlandırmayı hedefleyen “Yaptırımların Kaldırılması ve İran Ulusunun Çıkarlarının Korunması için Stratejik Eylem Planı” yasasını çıkardı.
Biden başkanlık makamına gelince, Trump’ın anlaşmadan çekilme kararını iptal etti ve İran ile yeniden müzakere masasına oturma hususunda mesajlar verdi.
Yeni yılın ocak ve şubat ayları, bu yönde demeç diplomasisi ve sinyalleriyle geçti.
Somut örneklere birlikte bakalım:
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki taahhütlerini tam olarak yerine getirmesi halinde ABD’nin aynısını yapacağını ve İran ile görüşmelere başlamaya hazır olduğunu” açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price ise, “bu konuda Avrupa Birliği’nden gelebilecek bir daveti kabul edebileceklerini” söyledi.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ise, masaya oturma şartlarını açıkça ifade etti:
İran’ın finansal varlıkları, ABD’nin siyaseti nedeniyle Güney Kore ve Japonya’da bloke edildi. Bu yaklaşım değişmelidir.
İran’a uygulanan ekonomik, ticari ve mali yaptırımlar kalkarsa ve ABD’nin mevcut tavrı değişirse, müzakere masasına oturabiliriz.
Avrupalılar nükleer anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmediler; hükümetleri her ne kadar anlaşmanın geçerliliğinden bahsetse de şirketleri ABD’nin sözünü dinliyor. Hepsi de Amerika’nın onayına ihtiyaç duyuyor.
Washington yönetimi, BM Güvenlik Kurulu (BMGK) üyeleri ve Almanya (yani P5+1 devletler grubu) ile İran arasında 2015’te imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı’na (KOEP) dönmenin şartı ise şudur:
ABD, ambargo sonucu İran’ın uğradığı zararları karşılamalı ve bir daha aynı şeyi tekrarlamayacağı hususunda taahhütte bulunmalıdır.
Bu şartlar yerine getirildiği takdirde, nükleer faaliyetlerimizi eski düzeyine getirmeye başlayabiliriz.
Dolayısıyla biz ABD’den laf değil icraat bekliyoruz. Fakat asıl sorun şu ki: Joe Biden, önceki başkan Obama’nın değil, Trump’ın siyasetini devam ettiriyor.
İran Mehr Haber Ajansı‘na göre; Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, İran Atom Enerjisi Kurumu (İAEK) ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEK) arasında imzalanan geçici anlaşmanın, Meclis’te onaylanan “Yaptırımların Kaldırılması ve İran Ulusunun Çıkarlarının Korunması için Stratejik Eylem Planı” yasasına uygun olduğunu belirtti.
Bu ve benzeri açıklamaları, diplomatik ziyaretler izledi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Rafael Grossi, 20 Şubat akşamı bazı temsilcilerle Tahran’da buluştu.
Ayrıca Grossi ile Zarif, iki tarafın nükleer üretim alanında denetim ve işbirliğine ilaveten enerji kurumunun karşılaştığı sorunların çözümü için ortaya koyduğu çabaları da konuştular.
Tahran yönetimi, bu ziyaretten memnun göründü. Nitekim UAEK nezdindeki İran Daimi Temsilcisi Kazım Garibabadi, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, R. Grossi ile İranlı yetkililer arasındaki görüşmelerin “yararlı geçtiğini” duyurdu.
Grossi ertesi gün, İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi ile buluştu. Salihi, İran parlamentosunda çıkarılan yasa uyarınca uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştireceklerini UAEK yetkililerine bildirdiklerini söyledi.
Ziyaretin esas amacı, UAEK tarafından duyurulmuştu: İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) çerçevesinde uygulanan Ek Protokol ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) gereğince İran’ın uygulamakta olduğu “gönüllü şeffaflık önlemlerini” 23 Şubat’tan itibaren durdurma kararını görüşüp çözüm yoluna gitmek!
Çünkü İran’ın aldığı bu karar, UAEK adına ülkede bulunan denetleyicilerin doğrulama ve izleme faaliyetlerine etkisi ciddi derecede olumsuz olacaktır!
Elbette işler öyle kolayca ve sütliman gitmiyordu. İran tarafında bazı sorunlar olduğuna dair haberler basına sızdı.
Son gelişmeleri Batılı ülkelerin çaresizliğine yoran ülkenin ruhani lideri Ali Hamaney, İran parlamentosundaki radikal muhafazakâr kesim ile nükleer enerji kurumunun bazı yetkilileri, uzlaşmacı diye tanımlandıkları Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif‘in nükleer pazarlıkta fazlaca tavizkâr davrandıklarını öne sürdüler.
İran Meclisi’ndeki bazı radikal milletvekilleri ise, Cumhurbaşkanı Ruhani ve UAEK temsilcileri arasında varılan mutabakat görüşmelerine katılan bütün yetkilileri, Yüksek Yargı makamına şikâyet ettiler.
Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Zarif şöyle bir demeç verdi:
İAEK Başkanı Ali Ekber Salihi’nin UAEK ile yaptığı anlaşma bir başarıydı. Eğer İran Meclisi’ndeki milletvekilleri, Milli Güvenlik Yüksek Kurulu kararını görmüş olsalardı, bu gereksiz davranış meydana gelmezdi.
Muhafazakâr kesime yakınlığıyla bilinen Kayhan gazetesinde ülkenin Ruhani Lideri Ali Hamaney’i temsil eden Hüseyin Şeriatmedari de bahsedilen radikal milletvekillerinin varılan anlaşmadan şikâyet etmelerini yersiz bulduğunu açıkladı.
İran’ın müzakereye başlamak için Amerikan tarafına ileri sürdüğü şartlar yerine getirilmeyince, 23 Şubat’ta iki taraf yetkilileri arasında karşılıklı eleştiri başladı.
Dışişleri Bakanı Zarif, ABD’nin ülkesine uyguladığı ekonomik ambargoyu kaldırması için İran Meclisi’nin mühlet verdiği 23 Şubat gününe kadar olumlu bir cevap alamadığı için nükleer enerjiyi denetlemekle görevli UAEK müfettişlerinin faaliyetlerini kısıtladıklarını açıkladı.
Zarif, İRNA haber ajansına şöyle konuştu:
UAEK kuruluşuna 15 Şubat günü resmen bildirdik: İran Meclisi’nin aldığı kanun hükmündeki kararın müddeti 23 Şubat’ta bitiyor. Dolayısıyla karar, bu tarihten itibaren uygulamaya başlandı. Biz, bu doğrultuda enerji programımızı uygulayacağız. Bu programı anında değil, günlük veya haftalık olarak UAEK’ya bildirmiş olacağız.
Bu arada Zarif, Batılı devletlere görüşme için verilen mühlet 23 Şubat’ta bitmiş olmasına rağmen müzakere için kapıyı açık bırakmayı da ihmal etmedi ve şöyle dedi:
Attığımız tüm adımlar, geri döndürülebilir. 23 Şubat’taki durum, anlaşmadan vazgeçtiğiniz anlamına gelmiyor.
Soru şudur: İlgili taraflar neden masaya oturamadı?
Muhtemel yanıtları şöyle olmalı:
Bir: ABD, son günlerde Irak Kürdistan Bölgesi başkenti Erbil‘deki bazı Amerikan askeri tesislerine yönelik füze saldırılarını da göz önüne alarak ikili taktik güdüyor.
Bir yandan İran’ın Suriye ve Irak’taki Şii milislere yardımlarının önünü kesmek istiyor; diğer yandan özellikle Irak hükümetini yanına almak suretiyle İran’ı o bölgede yalnız bırakmaya çalışıyor.
İki: İran, öne sürülen şartların müzakere masası gündeminde olmadığını söylüyor. Böylece zamanın ve şartların kendi lehine geliştiğini düşünerek pazarlıkta el yükseltme yoluna gidiyor.
Bu arada İranlıların elinde bulunan Amerikalı rehinelerin serbest bırakılması için de ABD ve İran temsilcileri arasında görüşmeler yapılıyor.
Amerikan tarafı eski şartlarla masaya oturulamayacağını vurgulamış; ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken şöyle konuşmuştu:
Biz, 2015’te varılan anlaşmanın yetersiz olduğunu düşünüyoruz. Bu seferki anlaşma, süre olarak beş yıldan fazla olmalı ki İran’ın nükleer başlıklı füzeler üretme hususunda giderek artan girişimlerini engellemeli ve Suriye’de Beşar Esat rejimiyle bazı terör gruplarına verdiği desteğin önüne geçebilmeli.
ABD Başkanı Biden ise, müzakere tarihi öncesine denk düşen konuşmasında “İran’ın Ortadoğu’da istikrarı bozan faaliyetlerini sınırlamak için AB üyesi devletleri birlikte hareket etmeye” çağırmıştı.
Aynı günlerde İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Eraqibi, şu öneriyi yapıyordu:
Amerika, AB üyesi devletlerle oturup nükleer anlaşma konusunda ne yapacağını görüşsün. Buna karşılık biz de, Çin ve Rusya gibi ortaklarımızla istişarede bulunduktan sonra müzakere masasına oturalım.
Geçen hafta Gazete Duvar‘da ABD yeni Başkanı Joe Biden’ın Ortadoğu’da nasıl bir politika izleyeceğini irdeleyen ve dikkat çeken iki makale yayımlandı.
Prof. Dr. İlhan Uzgel’in kaleme aldığı ilk makaleden konumuzla ilgili ibareler şöyle:
Biden, henüz bir Ortadoğu planı ortaya atmadı ve herhangi bir ziyarette bulunmadı ama iki gelişme bazı ipuçları veriyor. İlki İran ile 2015 Nükleer Anlaşmasını görüşmeye hazır olduğunu açıklamasıydı. Bu, Obama dönemi politikasına dönüş anlamına geliyor.
İkincisi de, Biden Suudi prens M. Bin Selman, Sisi ve Erdoğan’ı aramadı, Netanyahu’yu bir ay sonra aradı.
Türkiye, siyasal rejimi açısından genel olarak Rusya ve Çin ile Ortadoğu’da ise bu otoriter liderlerle aynı kategoride görülüyor ve bu yönde bir muamele görecek. Bunun yanında İsrail’e destek devam etmekle birlikte, Filistin’e Trump döneminde kesilen yardımın yeniden başlaması yüksek ihtimal. 1
Diğeri, isabetli değerlendirmeleriyle bilinen Fehim Taştekin’e ait:
ABD Başkanı Joe Biden’ın, selefi Donald Trump’ın 2018’de çöpe attığı nükleer anlaşmaya dönmek için AB’den gelen görüşme teklifini olumlu karşılamasıyla diplomasinin suları ısınıyor…
Taraflar oyunu yeniden başlatacak ama topa ilk vuruşun hangi noktada yapılacağı büyük mesele. Biden, Trump’ın aksi bir yola giriyor girmesine de paradoksal olarak selefinin dayattığı kurallar üzerinden oyuna dönmek istiyor.
Ne var ki İran’ın bu koşullara boyun eğmesi için geliştirilen azami baskı stratejisi başarılı olamadı. Trump o kadar ileri gitti ki savaş ilanı dışında Biden’ın üzerine koyabileceği bir şey kalmadı. O yüzden diyalog kaçınılmaz bir seçenek.
Son 3 yılın stratejisi, İran’ın petrol satışlarını sıfıra indirip para transferi ve yabancı yatırımları önleyerek ülkeyi ekonomik olarak çökertme hedefi üzerine kuruluydu. Bu baskılar toplumsal ayaklanmaları tetikleyecek, bunun sonucunda rejim ya yıkılacak ya da Trump’ın sıraladığı taleplere boyun eğecekti. İranlıların değerlendirmelerine bakılırsa ülke en zor dönemi atlattı.
İran siyasetinin ağır topları, ta başından Batılılarla müzakereye girmenin hata olduğunu düşünüyor.
Bütün kavga Tahran’dan davranışlarını değiştirmesi beklentisine endeksli… Belki ABD’nin Orta Doğu siyasetindeki açmazlarını da bu tartışmaya dâhil etmek gerekiyor.
Senatör Chris Murphy 19 Şubat’ta Foreign Affairs dergisine, ‘Amerika’nın Ortadoğu Politikası Modası Geçmiş ve Tehlikeli’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. ‘Son 20 yılda Körfez’e ABD üsleri ve silahları yığarak çatışmaları körükledik ve otokratları güçlendirdik’ diyen Murphy, Amerikan dış politikasını değiştirmenin vaktinin geldiğini söylüyor.
‘Petrole karşılık güvenlik’ doktrini üzerine kurulan Amerikan siyasetinin, çıkarlar değişirken aynen korunmasının’ mantığını sorguluyor. Askeri müdahalelerle siyasi hedeflere ulaşma çabasını kibirli bir özgüvene bağlıyor; Ortadoğu maceralarının sürekli savaşları körüklediğini hatırlatıyor. 2
Konuyla bağlantılı olarak devam edelim.
Amerikan National Interest dergisi, ABD Başkanı Joe Biden’ın dört haftalık beklemeden sonra İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu‘ya 17 Şubat’ta telefon etmesini şöyle yorumluyordu:
“Bu kadar uzun beklemek, İsrail siyasi çevrelerinde kaygıya yol açmış. Eski Başkan D. Trump ile al takke ver külah kabilinden ahbap çavuş ilişkisine alışkın olan, üstelik Filistin topraklarında Yahudi yerleşim merkezlerini genişletmenin kılavuzu ve öncüsü gibi hareket eden İsrail’deki ABD Büyükelçisi David Friedman’ın desteğiyle kendini güvencede hisseden Netanyahu, başkanlık koltuğuna oturan Biden’dan hemen telefon beklemiş ancak hayal kırıklığına uğramıştı.
Beyaz Saray açıklamasında gecikmenin ‘kasıtlı olmadığı’ vurgulanmakla birlikte ‘sohbetin sıcak geçtiğine’ dair bir ifade yer almıyordu. Oysa Netanyahu, telefon konuşmasının ‘gayet nazik geçtiğini’ kamuoyuna açıklamıştı.
Beyaz Saray ne kadar inkâr etse de, kulis yorumcuları aynı fikirde değiller. Onlara göre; eski İsrail Başbakanı Netanyahu’nun başkan Barack Obama döneminde Amerikan Kongresi’nde yaptığı bir konuşmada İran ile nükleer silah anlaşmasına küstah ve pervasız bir üslupla karşı çıkmıştı. Biden’ın kendisine geç telefon açması da, bir bakıma o ukala tutuma bir çeşit misilleme imiş. Zira konuşmanın yapıldığı tarihte Biden, Obama’nın başkan yardımcısıymış.
Biden, genel olarak Amerika/İsrail ilişkisini ‘köklü, uzun süreli, derin dostluk’ şeklinde tanımlamış. Fakat Netanyahu ile ilişkisinden hiç bahsetmediği gibi ona herhangi bir iltifatta da bulunmamış. Bu da gösteriyor ki, ABD ile İsrail arasındaki sıkı ilişkiyi, kişiselleştirip Biden-Netanyahu bağlantısı şeklinde göstermekten kaçınmış. Dahası var: İsrail Başbakanı, bundan böyle Beyaz Saray’dan her istediğini kolayca alamaz ve Trump döneminde olduğu gibi kafa-kol ilişkisi temelinde dediğini yaptıramaz.”
İsrailli şarkiyatçı (doğubilimci) Zvi Bar’el’in, sol eğilimli Haaretz gazetesinde yayınlanan 21 Şubat tarihli değerlendirmesindeki yorumu ise şöyle:
“Amerikan-İran diyalog treni, İsrail istasyonunda durmayacaktır. Biden yönetimi, İran’la oturacağı görüşme masasındaki programına İsrail’i teskin edecek bir konuyu gündemine almamıştır. Ancak bu tür bir müzakere, İsrail açısından gelecekte açılacak olan bir ‘fırsat penceresi’ gibidir. Zira İran-Amerika nükleer diyalogu, ileride varılacak anlaşmaların ilk halkası işlevini görecektir.
Tel Aviv ve Washington’daki kaynaklara bakılırsa İran’la görüşme masasına İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katılması teklifi reddedildi. Çünkü İran, 2015 yılındaki Nükleer Anlaşması’nda adı geçen bu ülkelerin imzalarının bulunmadığını söylemişti.
Avrupa Birliği ülkelerinden bir diplomata bakılırsa, esasında nükleer silah üretimi meselesini görüşecek olan taraflar, konunun teknik yanına ağırlık verecekler. Masada İsrail çıkarlarını zedeleyecek bir tartışma olmayacak. Dolayısıyla İsrail, bu görüşmeyi desteklemelidir.
Gelgelelim bu husus, 2015 yılından bu yana İran ile nükleer silah meselesinin görüşülmesine kesinlikle karşı çıkan İsrail’i tatmin ve temin etmeyecektir. İsrail yönetiminin arzusu, askeri yöntemlerle nükleer üretim merkezlerinin tahrip edilip problemin halledilmesidir ki, bu da hem ABD hem de AB tarafından reddedilmektedir.”
Eski tutumunda ısrar etmekle birlikte yakın zamana kadar İran ile nükleer anlaşma masasına oturacak olan Amerikan tarafı konusunda herhangi bir görüş belirtmeyen İsrail hükümeti, 23 Şubat Salı akşamı acil bir toplantı yaptı.
Başbakan Netanyahu, Dışişleri Bakanı Gabi Eşkinazi, MOSSAD istihbarat şefi Yosi Kohen, Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri Meir ben Şabat ile ilgili emniyet yetkililerinin hazır bulunduğu toplantıda, ABD-İran görüşmelerine ek olarak olası bir mutabakat halinde alınacak güvenlik tedbirleri konuşuldu.
İsrail merkezli Kanal 12 televizyonunun haber-yorumuna bakılırsa; İsrail istihbarat ve askeri birimlerince İran’ın nükleer başlıklı balistik füze üretme kapasitesinin yakından takip edilmesi kararlaştırıldı.
Dışa dönük İsrail tutumu ise şöyle özetlendi: İran ile sağlanacak olan anlaşma eskisi gibi beş yıl ile sınırlanmamalı; elverdiğince daha uzun süreli olmalı ki, bu zaman diliminde İran’ın nükleer tesisleri sürekli kontrol ve denetim altında tutulabilsin.
ABD-İran diyalogunun kaçınılmazlığını gören İsrail yönetimi, “Trump’ın İran’a uyguladığı ekonomik ambargo ile askeri/diplomatik baskıdan bekleneni elde edemediği” kanaatine varmış olacak ki, Biden’ın diyalog politikasının daha uygun olabileceğine ve şartlı ama sessizce desteklemek gereğine inanmış görünüyor.
Resmi olmayan bu görüş, İsrail Yediot Ahronot (Son Haberler) gazetesinde de dillendirilmişti:
Donald Trump, 2018’de İran ile imzalanmış olan nükleer anlaşmadan çekilmekle istediğini elde edemedi. İran Devrim Muhafızları’nın bölgedeki ihtirasını engelleyemedi. Bununla birlikte eğer Trump anlaşmadan tek yanlı çekilmemiş olsaydı, 2015’te varılan anlaşmanın olumsuz ve bozuk yanlarını da bugün düzeltme imkânı olmazdı.
Her durumda, 23 Şubat’ta ilgili taraflar masaya oturmayınca, Başbakan Netanyahu fırsatı kaçırmadı; baskı unsurunu devreye soktu:
Nükleer anlaşma yeniden uygulamaya girsin ya da girmesin İran’ın nükleer silaha sahip olmasını engellemek için her türlü adımı atacağız.
Bu noktada tuhaf olan bir şey var: İran’ın nükleer silah üretme hırsına set çekilmesini ısrarla tavsiye eden İsrail yönetimi, Biden ekibinden bazılarının İran’ınkine benzer biçimde İsrail’in nükleer tesis ve silahlarını denetleme fikrine asla yanaşmıyor!
Nitekim İsrail’in güneyindeki Negev (Naqab) bölgesinde kurulmuş bulunan Dimona (Damone) Nükleer Tesisi’nin genişletildiğini gösteren uydu görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından, İran Dışişleri Bakanı Zarif, Amerikalı ve Avrupalı liderleri, Tel Aviv’in nükleer silah programına karşı sessiz kalmakla suçluyor.
Bu konuda Foreign Policy dergisinin 19 Şubat tarihli nüshasında ortak bir makale yayınlayan Victor Gilinsky ile Henry Sokolski’nin değerlendirmesi ise şöyle:
ABD, nükleer silah üretme konusunda çifte standarda dayalı bir politika izliyor. Nükleer silah üretimi ve yayılmasını önleme konusunda kararlı olduğunu ilan eden Amerikan yönetimleri, İsrail’in nükleer silah üretme faaliyetini görmezden geliyorlar.
Ağustos 2018 tarihli New Yorker dergisi, şu gerçeği ortaya çıkardı: Eski Başkan Bill Clinton döneminden beri, bütün Amerikalı liderler, Ortadoğu’daki tehdit böyle sürdüğü müddetçe, Yahudi devletinin bekası uğruna, nükleer silah üretiminden vazgeçmesi için İsrail’e baskı yapmayacaklarına dair gizli taahhütte bulunmuşlar.
Dolayısıyla ABD’nin İsrail nükleer faaliyetine yönelik politikası ne olursa olsun, Başkan Biden’ın bu riyakârlığa son verme zamanı gelmiştir. Zira eski tutum ‘kutsal bir ayinmiş’ gibi genel kabul gördükçe, iş giderek çığırından çıkıyor ve Amerikan yönetimi, Tel Aviv’i (İsrail yönetimi) kontrol edemez hale geliyor ki, bu da nükleer silahların yayılmasını önleme politikasını boşa çıkarmış oluyor. 3
Bu noktada bir soruya daha yanıt bulmak durumundayız:
Yıllar boyunca Yahudi lobileriyle olan derin bağlantısı, Biden’ın İsrail nükleer silahlanmasını engellemesine müsaade eder mi?
İsrail’de yıllardan beri koalisyon yoluyla iktidarda kalmayı başaran koyu sağcı Likud Partisi‘ne tam destek veren American Israel Public Affairs Committee (AIPAC) isimli Yahudi lobisinin 1980’lerde senatör seçilen Biden’ı çok yönlü kıskaca alıp Filistin sorununda İsrail’in görüşlerini benimsediğine dair birçok örnek verilebilir. Bağımsız siyasi yorumcu Rannie Amiri, bunlardan biridir. 4
Son başkanlık yarışında Yahudi lobi kuruluşu sayılan Political Action Committees (PACs), Biden’ın seçim kampanyası için 3 milyon 830 bin 209 dolar bağış yaparken, Trump’ın kampanyasına sadece 955 bin 274 dolar vermişti.
Demokrat Parti’yi desteklemesiyle bilinen Yahudi lobi grubu The Jewish Democratic Council of America (JDCA), adını taşıyan web sitesinde, “Her iki partideki başkan adayları arasında güçlü ve uzun süreli olarak İsrail yanlısı siyasetler izleme konusunda Biden’dan daha iyisi yoktur” tespitini yapmış; 2019 ve 2020 yıllarında Yahudi seçmenleri Biden için oy kullanmaya çağırmıştı. 5-6-7
Nükleer silah pazarlığında ortada görülen sadece “söz düellosu” değildir. İran ile İsrail, medya kanalıyla en modern silahlarıyla “gövde gösterisi” yaparak birbirlerine meydan okumaktan geri kalmıyorlar.
İsrail yönetimine yakın duran Jerusalem Post gazetesi, Netanyahu hükümetinin nükleer başlıklı roket taşıyabilen ve radara yakalanmayan F-35 tipi savaş uçakları ile KG46A tipi hava ikmal uçaklarından aldığını yazdı.
Böylece İsrail bombardıman uçakları İran’ın coğrafi derinliklerine kadar varıp hedefleri vurabileceklermiş.
Ek olarak uzun menzilli Arow füzeleri de, İsrail hava sahasını hedefleyen balistik füzeleri uzaktan karşılayıp imha edebilecekmiş.
İran, bu gövde gösterisine sessiz kalmadı: Gelişkin Behmen radarı ürettiğini açıkladı.
İranlı General Ali Rıda Sabahi, dünyada eşi bulunmayan bu gelişkin radar sisteminin her türlü hayalet (görünmez) uçağı, İHA, SİHA veya alçaktan uçabilen en küçük bir cismi bile anında tespit edebildiğini iddia etti.
Aynı hususta Lübnan’daki Hizbullah örgütünün silah gücü de gündeme geldi. İsrailli General İshak Brik, Kanal l7 televizyonunda geçen hafta yaptığı söyleşisinde, “Hizbullah’ın elindeki 150 bin kadar roket ve füze arasında isabet oranı hayli yüksek olan silahlar mevcuttur. Bunlardan üç veya dört adedi İsrail’in farklı yerlerindeki trafo merkezlerini, devasa su depolarını ve diğer altyapı tesislerini vurduğunda ülkede hayat felce uğrar” dedi. 8
Yazıyı sonlandırmadan önce ABD, İsrail ve Batı Avrupa ülkelerinin İran yönelik politik taktiklerine ilişkin iki önemli noktaya da işaret etmemiz gerekiyor:
1-) ABD Başkanı Biden ve ekibi, İran ve Ortadoğu politikasının ana hatlarını Amerikan devletinin klasik kurumsal stratejisini göz önüne alarak çizme yoluna gideceklerdir. Siyasi- diplomatik taktiksel manevralar, genel hattın dışına çıkmayacaktır. Stratejik değişim, taktik dönüşümleri de içerecektir.
Mesela Çin ile Rusya‘nın yükselişini önlemeyi hedef alan Asya ve Pasifik stratejisi, ister istemez İran dâhil bölge ülkelerini de etkileyecektir.
Bu anlamda İran’a yönelik politikalar inişli ve çıkışlı bir yol izleyecek gibi görünüyor. Nitekim Biden yönetimi,
Trump zamanında başlayan yaptırımların sadece sembolik olan kısmını iptal etti. Buna karşılık bugüne kadar İran’a yaklaşık 1 trilyon dolar zarar veren asıl yaptırımlar ise henüz kaldırılmış değil.
Amerikan yönetimi, ister askeri yolu tercih etsin isterse siyasi-diplomatik yöntemleri denesin, müzakere ve pazarlık süreçlerinde AB, İsrail, Mısır, Ürdün, S. Arabistan gibi ülkelerle istişare halinde olacaktır.
Zira İran ile Körfez ülkeleri arasında uzlaşma veya çatışma yollarından birinin açılması ABD ile İran diyalogunun gidişatına bağlıdır.
ABD bir yandan İran’la diyalog ve diplomasi yolunu denerken, diğer yandan sert politika izlemekten kaçınmayacaktır. Bunu ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’ın 24 Şubat tarihli demecinden de anlayabiliyoruz:
Nükleer programını süratle devam ettirme hususunda İran’ın attığı son adımlar, ABD için acil meydan okuma manasına gelmektedir. Dolayısıyla bu meseledeki sabrımızın da bir sınırı vardır.
2-) Batılı medya organları, özellikle ABD merkezli medya kuruluşlarının İran hakkında haber-yorum yapmalarının birtakım önyargılı klişeleri vardır.
New York veya Washington’da çalışan hemen her basın mensubuna bu tür basmakalıp ibareler adeta ezberletilir.
Örneğin; İran’dan söz edilirken, mutlaka “İslam Cumhuriyeti”, hükümetinden bahsedilirken de “İran rejimi” veya “Mollalar”; İran dış politikası demek yerine “İran’ın davranışları/ faaliyetleri” denilmektedir.
Amerikalı resmi bir görevli, “İran, politikasını değiştirmeli” diyeceğine, “İran, davranışlarını değiştirmek zorundadır” ifadesini kullanır.
Keza bünyesinde onlarca etnik topluluğu barındırmasına rağmen bu ülke insanları, “İranlılar” şeklinde toptancı bir mantıkla ele alınırlar.
Herhangi bir görüntü konulmak istendiğinde mutlaka “dinci fanatizmi” simgeleyen sakallı İranlılar, ya sıkılmış yumrukları havaya kalkmış biçimde yahut sakallı bir grup İranlı Amerikan bayrağını yırtıp yakarken gösterilip ön plana çıkarılırlar.
Gazete sayfası veya televizyon ekranında güncel olsun veya olmasın ABD-İran ilişkisi hakkında herhangi bir habere yer verilirken, kesinlikle baştan ayağa kara çarşaf giymiş peçeli İranlı kadın, başkent Tahran’da ABD karşıtı duvar resimleri veya yazılarının önünde poz verirken gösterilir.
Ekonomi ve ticaretle ilgili İran ile ilgili haberlerde mutlaka uzun kuyruklarda bekleyen İranlı görüntüleri konulur ki, ülkede kriz ve yoksulluk algısı yaratılabilsin.
İran hakkında yazılan kitapların başlıkları da algı tasarımının bir parçasıdır: Saklı İran, İran’ı Keşfetmek, Peçe Arkasındaki İran, Peçeyi Atmak, Peçeye Karşı Öfke…
Kitap tanıtım ve içeriklerinde de “devrimci, tehlikeli, Allah, cihat, atom, terörist vs” sıfatları da bolca kullanılmaktadır. 9
Örnekler uzatılabilir ancak bununla yetinelim.
İran’daki yöneticilerin ellerinin temiz ve sütten çıkmış ak kaşık olmadıkları herkesin bildiği bir gerçektir. Yine de yabancı medyayı ve Türkiye’deki kopyacıları sayılan basın-yayın kuruluşlarını izlerken örneklendirdiğimiz önyargılı tanımların maksatlı oldukları akılda tutulmalıdır.
Basın dünyasındakilerin haber-yorum yaparken nesnel olmaya gayret göstermeleri ve basın ahlak kurallarına azami ölçüde bağlı kalmaları gerekmektedir.
Kaynakça:
1. https://www.gazeteduvar.com.tr/stratejik-ozerklikten-stratejik-cekilmeye-makale-1514013, 22 Şubat 2021.
2. file:///H:/DESKTOP/Nükleer dans yeniden_.mh, Gazete Duvar, 22 Şubat 2021.
3. https://foreignpolicy.com/2021/02/19/biden-should-end-u-s-hypocrisy-on-israeli-nukes/
4. https://www.palestinechronicle.com/the-day-joe-biden-threatened-to-kick-my-ass/
5-6-7. https://jewishdems.org/2020-israel/
– https://jewishdems.org/frequently-asked-questions-on-the-jewish-vote/
– Bağlantılı bir ekleme: Genç Biden’ın senatör seçildiği 1970’lerden başlayıp ve 2000’lerde başkan yardımcılığı yaptığı dönemde, İsrail’in bölgedeki politikalarına nasıl arka çıktığı konusundaki ayrıntılı bilgiler için CovertAction Magazine isimli dergide çıkan 13 Şubat 2021 tarihli makale linki bakınız:
file:///C:/Users/B/Downloads/Bought-And-Paid-For_%20Biden’s%20Long%20History%20P,
8. Ray El Yom, هل سيُؤدّي سِباق التّسلُّح الإيراني الإسرائيلي الشّرس حاليًّا إلى الحرب ؟, 21 Şubat 2021.
9. https://www.mcsweeneys.net/articles/how-to-write-about-iran-a-guide-for-journalists-analysts-and-policymakers
© The Independentturkish