Bir siyaseti olumlu ve olumsuz anlamda eleştirmek için vatandaş, yurttaş olmanız yeterli bir ölçüdür. İnsanlar vergi verir, verilen o vergilerle devlet, daha doğrusu demokratik devlet vatandaşların, toplumun, yurttaşların yaşam kalitesini artırmak için bir çaba içerisine girer. Demokratik devlet kaynakların aktarımında ve bölüşümünde eşit bir şekilde davrandığı ölçüde kişilerin, toplumların verdiği verginin bir karşılığı ve geri dönüşümü olmuş olur. Aynı şekilde devletler toplumun verdiği vergiler ile siyasi partilere İller Bankasından aldığı oy oranına orantılı bir şekilde maddi pay verir. Örneğin: A partisine oy vermeyen bir insanın bile A partisi hakkında tasarrufta bulunma, onun hakkında söz söyleme hakkı vardır, çünkü İller Bankası A partisine o parayı verdiği zaman, esasında o bireyin verdiği kaynaktan nemalanmaktadır. Dolayısıyla HDP’ye veya MHP’ye, CHP’ye, AKP’ye oy versin vermesin kişinin tüm siyasal partiler hakkında söz söyleme, siyasal ve politik tasarrufta bulunma hakkı vardır. Diyarbakırlı bir Kürt olarak, HADEP 1999 yılında bir çok zorluğa göğüs gererek siyasal temsil noktasında seçimlere girip Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini kazandığı zaman, bir çok kişiden de duyduğum ve kendimin de bire bir tanık olduğum şey şu olmuştu: Birisi HADEP’e oy vermeyen bir kişi belediye’ye gittiği zaman, masumane bir talep veya daha gerçekleşmesi zor bir istekte bulunduğunda, bazı belediye yetkililerinin sen ne bedel verdin ki belediyeyi eleştiriyorsun cevabıyla karşılaştıklarını duymaktaydım fakat o arkadaşın unuttuğu bir şey vardı. O insanın bedel vermesine gerek yoktu vergi veriyordu zaten… Ve verdiği o vergilerle içinde oturduğun belediye binaları inşa ediliyordu. Dolayısıyla bu tutum kapsayıcı olmaktan uzak, ötekileştirici bir dilin ve pratiğin ortaya çıkmasına neden olmaktaydı. Arkasından o dönem için söylüyorum… 30 yıllık bir mücadele geleneği olan, yarattığı bu gelenekle düzen partilerinden ayrılan bir siyasal hareketin kadrosal anlamda bu şekillde bir ötekileştirici dil kullanması üzerine bastığı değerlerin aşınmasına, süreç içerisinde ciddi yaralar almasına da sebebiyet vermekteydi. Geçmişten günümüze; mücadele süreci içinde evrilen, en ufak bir kazanımını bile mücadeleyle elde etmiş olan bir siyasal hareket, günümüzde HDP çatısı altında örgütlenmekte, politik mücadelesini bu cepheden doğru yürütmektedir. HDP, öncelikli olarak bir çatı örgütlenmesidir. Çatı örgütlenmesi; DBP’den HDP’ye geçmiş gerek parti kadroları tarafından gerek ise Kürt Hareketi tabanı tarafından tam olarak özümsenip içselleştirildiği kanısında değilim. Bileşenlerin, yani farklı siyasetten gelen insanların oluşturduğu HDP’ye her siyaset (dışarıdan takip eden birisi olarak söylüyorum) kendi rengini, kendi siyasetinin politik ağırlığını koymak derdinde. En son Ahmet Şık’ın istifasında ve ondan önce yaşanan istifalara baktığımız zaman esasında sıkıntının bu olduğu görülebiliyor. HDP, her ne kadar bir Çatı örgütlenmesi olsa da bu çatı içindeki siyasetlerin oluşturduğu bir bileşen hukuku vuku bulsa da harekette ana gövdeyi başını DBP’nin çektiği Kürt siyasal hareketi oluşturmaktadır. Burada sadece suçlu DBP değildir, tabanın zorladığı bir DBP’dir. Söz konusu olan örneğin; biz sayısal olarak fazlayız neden üst yönetimlerde biz daha fazla yer almıyoruz anlayışı, veya Kürtler ile Bileşenler arasındaki kültürel farklılıklar, farklı yaşam tarzları ve bu yaşam tarzları üzerinden sorgulananlar, parti içinde, gelenekselliğin ve modernitenin çatışması, örgütlenme tarzındaki farklılıklar vs, hepsi ayrı bir sorun odağı olmaktadır. Taban’ın HDP içindeki DBP’ye yaptığı baskı işin bir boyutunu oluştururken, Kürt hareketinin ise bu Çatı olayını yeterince kendi tabanına anlatamaması, bunun için bir çaba içerisine girmemesi ise ayrı bir tartışma başlığının açılmasına neden olmaktadır. Özellikle aşağıdan yukarıya doğru örgütlenmesini oluşturamayan, Kürtler adına konuşan ama en basit belediyelere kayyum atanmaya başladığı zaman bile…Mecliste kalalım mı? Yoksa çekilelim mi? bahsinde bile halka sormayan, parti üst yönetiminin aldığı kararlar doğrultusunda hareket eden, halk adına konuşan ama halkın siyasi ve politik katılımlara katılımını sınırlayan bir parti mekanizması mevcuttur günümüzde birileri çıkıp şunu söyleyecektir: HDP üzerindeki baskılar; olağanüstü koşullardan geçiyoruz, bir tek parti ve tek adam rejimi var… Tüm bunlar doğru; ancak parti içi demokrasinin gelişmesi ve bileşen hukukunun işlemesi için arkasına sığınabilecek bahaneler ve mazaretler değil… Tarih bizim en önemli hocamızdır… geçmiş tarihsel süreçlerde yaşananlar bize öğretmektedir ki baskının en fazla en yoğun olduğu dönemlerde bile siyasetler, devrimciler, tarihin genel akışına ilerici müdahalede bulunalar dışarıda çetin bir mücadeleye girerken, içeride ise kendi içlerinde demokratik işleyişten, tartışmadan, eleştiri ve öz eleştiriden hiçbir zaman taviz vermemişlerdir bunu her zaman işletmişlerdir. Cezaevlerinde Komün yaşamı kuranlar; Paris Komünün de doğrudan demokrasiyi işletenler, Bolşevik Parti pratiği, İspanya’da bir taraftan Franko ile mücadele ederken diğer tarafta Barcelona başta olmak üzere kollektif yaşamı kuranlar ve Latin Amerika’daki Zapata örneği. Saydığım bu yapılar, oluşumlar en çetin şartlarda bile kendi içlerinde doğrudan demokrasiyi işletmeyi asla rafa kaldırmamışlardır. Dolayısıyla olağanüstü koşullar onlar içinde vardı, unutmamak gerekir ki Ortadoğu 500 yıldır olağanüstü koşullara sahip… Sonuç olarak ortada bir bileşen hukuku vardır… Bu hukuka göre DBP’de bu bileşenlerden biridir. Dolayısıyla HDP içindeki şahıslar, kişiler ve şahsiyetler eleştirilecekse olumlu veya olumsuz anlamda HDP’nin programına veya bu programın ortaya çıkardığı Bileşen Hukukunu merkeze koyarak eleştirilmedir. Herkes kendi durduğu siyasetin cephesinden diğerini eleştirirse;mahkum etmeye kalkarsa Ahmet Şık örneğinde de görüldüğü gibi HDP partisi ve hukukuna uygun olmayan, somut elle tutulmayan, içi boş tezler ortaya çıkar. Dolayısıyla Ahmet Şık’a yapılan eleştirilerin çoğu, genelde HDP içindeki DBP bileşeninin kadrolarından gelmektedir.HDP içindeki DBP’sinden yani sadece 1 bileşenden en fazla eleştiri gelmesi, yapı içinde esasında Ahmet Şık’ın haklılığını bir nebzede olsa ortaya çıkaran bir durum. Bu eleştirileri;genelde Kürt Hareketinden gelen bir kadronun göğüslemesi veya üzerine alması diğer bileşenlerin genelde sessiz kalması daha çok Ahmet Şık’ın bu kadrolar ile sorunlarını açığa vuran bir durum. Dolayısıyla HDP, bir reorganizasyon sürecine gidip, kendini yeniden yapılandırmalıdır, AKP iktidarına karşı daha güçlü bir muhalefet geliştirebilmek için, düzen partileriyle arasındaki farkı net olarak geniş toplumsal kitlelere hissettirmelidir. Bunun yolu da parti içinde demokrasiyi işleterek, Bileşen hukukunu hayata geçirerek, siyasetin veya siyasal katılımın sadece meclis-belediye düzleminde yapılmayacağını yeniden yaşayarak ve anlatarak olur ancak… Kendi içinde kendini yenileyemeyen siyasal hareketler, dışarıya karşıda güçlü bir muhalefet yürütemezler.