Pandemi ve siyasi-ekonomik krizler nedeniyle Ortadoğu‘nun birçok ülkesinde istikrarsızlık ile huzursuzluk had safhaya ulaştı. Irak Kürdistan Bölgesi de bu krizlerden nasibini alıyor.
Yaklaşık 13 yıl süren istikrarlı ekonomik canlanma ve güvenli bölge olmasından dolayı başta Türkiye olmak üzere komşu ülkeler ile batılı yatırımcıların çekim merkezi haline gelmiş olan Irak Kürdistan’ı, 2014 yılında IŞİD‘in Irak ile Suriye coğrafyasında geniş toprakları işgal etmesi (hatta başkent Erbil’in yakınına kadar ilerlemesi) nedeniyle eski cazibesini kaybetti.
Petrol satışı ise -2017 yılındaki referandum (bağımsızlık oylaması) nedeniyle- Türkiye, İran ve Irak’ın ekonomik ve siyasi kuşatması sonucu sekteye uğradı.
Aralık ayı başlarında KDP Grup ve Parlamento Maliye Komisyon Başkan Vekili Hevîdar Ahmed’in bir demeci, mecliste tepki ve suçlamalara maruz kaldı.
Ahmed, Kürdistan hükümetini (maliyesini) suçluyor; “Süleymaniye’deki porejelerin finans kaynakları belirsizdir. Aynı şekilde maaş ödemelerine ayrılmış paraların durumu bilinmiyor. Örneğin Şariu Mievî Projesi’ni ( مشروع الشارع المئوي) gerçekleştiren şirkete yapılması gereken ödemeler nerededir? Ödeme güçlüğü ve hatta çaresizliği söz konusudur…” diyordu. 1
Başbakan Yardımcısı Qubad Talabani’nin sözcüsü Semir Hewramî, Hevîdar Ahmed’i yanıtlamakta gecikmedi:
Daha önce de söyledim. H. Ahmed’in sözleri gerçeği yansıtmıyor. Çünkü Kasım 2021 sonu itibarıyla bütün vilayetlerin merkeze gönderdiği gelirlerden memur maaşlarına tahsis edilmiş toplam miktar 2 trilyon 559 milyar Irak dinarıdır.
Bunun 2 trilyon 102 milyarı Süleymaniye’den elde edilen gelirlerin hükümete aktarılan kısmıdır. Hatta Erbil’deki Kürdistan parlamentosunun masrafları, esas olarak Süleymaniye’den toplanan gelirlerden karşılanmaktadır. Dolayısıyla mensubu ve temsilcisi olduğumuz Süleymaniye vilayetini suçlamak hem yersizdir hem de sizin haddinizi aşmaktadır. 2
YNK Grubu Başkan Yardımcısı Serko Azad Gılalî ise, KDP ile hükümete yönelik eleştirisini sorular yoluyla dillendirmekteydi:
Süleymaniye’nin kabahati ve suçu acaba nedir? Yoksa KDP ile hükümet, kendisini bir türlü benimseyip kabul etmeyen Süleymaniye halkını siyasi ve ekonomik açıdan cezalandırmak mı istiyorlar? Bilinir ki, KDP’ye bağlı şirketlerin aylık petrol geliri 300 milyon dinar dolayındadır. Bu miktar, Kürdistan bölgesi ahalisinin gelirinin yarısı kadardır.
Bir varil petrol 20 dolarken, petrol satışından elde edilen miktar 350 milyon doları bulmuştu. Hâlbuki şimdiki varil fiyatı 70 doları buldu. İlaveten KDP bağlantılı çevrelerin sınır bölgeleri ve gümrük kapılarından kaçak mallar yoluyla elde edilen gelirler de mevcuttur. Her ne hikmetse, hükümetin gelirleri bir türlü yükselmiyor. Bu, ne iştir? 3
Aynı konuda koalisyon ortağı YNK temsilcileri, Kürdistan hükümetine şöyle bir beyan ve uyarıda bulunuyordu:
Bahsedilen proje ve benzerlerinin gerçekleştirebilmesi maksadıyla bazı mallar ve altyapı malzemeleri, aslında kaçak yollardan ülkeye girmektedir. Bu kaçak mallara gümrük vergisi, harç ve rüsum uygulamak imkânsızdır. Kaçak mallardan alınamayan vergiyi hükümete ödemek de mümkün değildir. Bizi, kendi halimize bırakın!
Bu tartışmayı izleyen diğer muhalif partilerden bazı milletvekilleri, o zamana kadar memurların ödenmeyen maaşları ile gelirlerin yönetimindeki başarısızlığın sebeplerini sordular.
Sorulara cevap veren Başbakan Yardımcısı Qubad Talabani (YNK yetkilisi ve aynı listeden milletvekili), şöyle diyordu:
Süleymaniye’de gelir (vergi, harç, rüsum ve benzeri şeyleri) tahsil etmekte zorlandığımızı gerek hükümete gerekse KDP yetkililerine bildirmiştik zaten. Çünkü Süleymaniye’deki yerel yönetim, bize gelir verme niyetinde değildir. 4
İktidarın iki büyük ortağı (KDP-YNK) ile muhalefet (27 parti) arasındaki en büyük ihtilaf ise Aralık 2021’de Yüksek Seçim Kurulu, oylama mekanizması, kota sistemi ve yeni (dar bölge sistemi) seçim yasaları konusunda başgösterdi.
Mesela, Müslüman Kardeşler hareketinin bölgedeki devamı sayılan Kürdistan İslam Birliği (Yekgirtu) Partisi Başkanı Selahaddin Bahaddin, basın toplantısında, KDP ile YNK’yi sert biçimde eleştirdi ve şöyle dedi:
Koalisyon ortakları, diğer partilerin önerilerini görmezden gelmek suretiyle ve elbirliğiyle her şeye hükmedebiliyor.
Bahaddin, partisinin kadın kolları toplantısında ise şunları söyledi:
Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin bağımsız olmaları şarttır. Aksi takdirde, gelecekteki seçimler hem şaibeli olur hem de şeffaflık kuralı ihlal edilir… Geçmişte kendilerini kahraman savaşçılar/mücadeleciler olarak tanımlayanlar (KDP ile YNK), ülkeyi yönetme becerisi ve tecrübesi noktasında başarısız kalmışlardır.
Geçen yıl yapılan seçimler öncesinde kurulan “Yeni Kuşak” hareketi de aynı hususta iki iktidar ortağına (KDP-YNK) benzer eliştiriler yöneltti. 5
Geldiğimiz noktada, 2021 Kasım sonundan bu yana ülkenin birçok şehrinde, bilhassa Süleymaniye’de öğrenci protestoları aralıklarla sürüyor. Üniversitesi öğrencilerinin organize ettiği bu sokak hareketlerinin iki ana talebi var:
Yönetimin kendilerine tahsis ettiği ödeneklerin (burs paralarının) verilmesi ve hakları olan sosyal yardım ve hizmetlerin sunulması.
Gelgelelim Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), bu olayları meşru saymıyor; şiddetle ve polisiye yöntemlerle engelleme yoluna gidiyor.
Hal böyle olunca da sokaklar kolluk kuvvetleriyle gençler arasında geniş bir çatışma alanına dönüşüyor.
Protestocular, tepki babından bazı parti binalarını işgal edip yakıyorlar. Kimi zaman iş tamamen çığırından çıkıp tahripkâr eylemlere dönüşebiliyor.
Öğrencilerin zor yoluyla bastırılması ise kamuoyunun öfkesini artırıyor. Evlatlarına sahip çıkan aileler ile yıllardır süren ekonomik krizin yükü altında ezilen insanlar, bölgenin iki büyük partisi KDP ile YNK’ye karşı tutum alıyorlar.
Sosyal çalkantının bir başka boyutu daha var: Bu tür trajik gelişmeler sonucunda öğrencileri haklı bulan bazı din adamları gösterileri destekleyen fetvalar veriyorlar. Bu yüzden de hükümet ile imamlar arasında sürtüşmeler yaşanıyor.
Iraklı gazeteci Basim Hanna Francis’in (Indenependent Arabia gazetesinde yayımlanan 4-27 Aralık 2021 ve 4 Ocak 2022 tarihli) ilgili yazılarından yararlanarak konunun arka planını ve ayrıntılarını da aktarmak istiyorum.
Hemen belirtelim: Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) olağanüstü hallerde, camilerde topluca namaz kılmayı ve minberlerde hutbe/vaaz vermeyi, belli bir süre için yasaklayabiliyor.
Nitekim Kovid-19 pandemisinin hızla yaygınlaştığı Şubat 2020’de, KBY örülen lüzum üzerine cuma namazının camilerde kılınmaması yolunda genelge göndermişti.
Bunun üzerine Erbil’deki her camide sadece bir imam bulunmuştu. Tek başına cuma selası okumuş, hutbeyi de facebook ve internet üzerinden vermişti. İnternet yayını 1000 kadar dindar tarafından izlenmiş, sanki camideymişler gibi cemaat halinde namaz kılınmıştı.
Oysa bu seferki hutbe engellemesi siyasi ve sosyal gelişmelerle ilgilidir. Yeni yılın ilk günlerinde Kürt kamuoyu, Kürdistan Bölgesel Yönetiminin bazı din adamlarının cuma hutbelerini engeleme ve yasaklama konusundaki icraatlarıyla meşgul ediliyordu.
Bu yasaklara karşı kimi milletvekilleriyle bazı politik İslamcı güçlerin itirazları söz konusuydu.
Örneğin Müslüman Kardeşler geleneğini bulunduğu bölgede sürdüren Kürdistan İslami Birlik Partisi (Yekgirtu) fetva veren din adamlarına arka çıkarak iktidarı eleştirdi.
Zecri tedbirlere başvuranların bölgede birtakım olumsuzluklara yol açıp Kürdistan’ın itibarını zedeleyeceği hususunda yönetimi uyardı.
Huzursuzluk nedeniyle adı ön plana çıkan ve ismi hedef tahtasına konulan sivri dilli din adamı Seyyid Ahmed Pencwinî (ki, aslında muhalif Yekgirtu’nun üyesidir), 31 Aralık 2021 tarihli hutbesinde, Kürdistan Vakıflar (Diyanet İşleri) Bakanlığı’nın kendisini susturmaya yönelik kararına uyacağını şu sözlerle ifade ediyordu:
Bir aydan beridir alınan karar gereğince, şimdilik kaydıyla protestocuları destekleyen hutbe vermeyeceğim. Esasen iktidarla bir sorunum yok; yönetim ile herhangi bir yetkili kesimle husumet içinde değilim. Cami minberlerini ve din âlimlerini günlük siyasetin içine sokmak büyük hata olur.
Çünkü onlar para ve makam peşinde değiller. İktidara ya da mevcut siyasi partilere düşmanlığımız yoktur. Ben ve partim Yekgirtu, toplumu sarıp sarmalamış yolsuzluk ile Kürdistan’ı çembere alan düşmanlara karşıyız. Yasaklama kararı bitince, inşallah daha gür bir sesle sahneye çıkacağım. 6
Bu açıklamayı destekleyen Yekgirtu’ya ait medya organları da benzer bir duyuru yaptılar:
Pencwinî’yi susturma kararı, belli bir müddet için geçerlidir. Toplumdaki huzursuzluk ve gelişen olaylar, onu mevcut hükümete sert eleştiriler yöneltmeye itmiştir. Bütün yaptığı; son derece haklı, adil ve meşru olan öğrencilerin protestolarından yana tavır almaktan ibarettir.
Yekgirtu’ya bağlı “Şer’i İlimler ve Âlimler” isimli kuruluş da bahsedilen Bakanlığın yasaklama kararını “çirkin” bulan bir yazılı açıklamada bulunuyordu:
Pencwinî, idari makamlardaki yolsuzlukları şiddetli bir dille eleştirdi. Hükümet ise, kendisini eleştirenler ile protestoları destekleyen ehliyetli, liyakatli, vatan ve milletine sadık olan vefakâr din âlîmlerini görevlerinden azletmek cihetine gidiyor.
Oysa aynı yönetim, yolsuzluk yapanlara dokunmuyor. Böyle giderse, kamuoyunda büyük karmaşa yaşanacak; kutuplaşan halk kitleleriyle hükümet arasında gerginlikler kaçınılmaz olacaktır. Karar, derhal iptal edilmelidir.
“Bağımsız Protestocu Öğrenciler” adıyla kamuoyuna yönelik duyurunun üslubu ise, uyarı ile eleştiri tarzında kaleme alınmıştı:
Pencwinî’nin hutbelerini yasaklama kararı, ahlak kurallarına aykırı, Baasçı bir anlayışın sonucudur. Vakıflar Bakanlığını, ahlâki olmayan ve yasal dayanağı bulunmayan bu yanlış kararı iptal etmeye davet ediyoruz. Aksi takdirde, kanunen ve tarihi açıdan bu hatadan sorumlu olacaktır.
Karara karşı benzer bir itiraz da Vakıflar Komisyonu Başkan Yardımcısı Hewreman Kebicinî’den geliyordu:
Biz yönetimin Erbil’deki sel felaketinin kurbanları (Aralık 2021’de 11 kişi can vermişti) ile milyonlarca dolarlık zarar/ziyan meselesinin soruşturulup yetkililerin yargıya sevkedilmesini beklerken, ne yazık ki din ve halk uğruna hizmet veren onurlu şahsiyetlerin (imamların) Cuma hutbelerine konuşma yasağı getiriliyor. Bu karar, her bakımdan gayet kötüdür; makul bir gerekçesi yoktur.
İmam (mele-molla) Ahmed Pencwinî’yi sosyal medya ve televizyon üzerinden destekleyenlerin temel gerekçeleri şöyleydi:
Bu karar bâtıldır, çünkü kendisi Kürt halkının yanında yer alan tutumu ve yurtseverliğiyle bilinmektedir. Keza cami minberleri, hak ile hakikatın mutlaka konuşulması gereken yerlerdir. İktidar, kamu yararına yapılan bu tür uyarı ve eleştirilere tahammül etmeli; imamları cezalandırmaktan kaçınmalıdır. Onlar hain veya düşman değil, ülkesine ve halkına sadık insanlardır. Cezalandırma yöntemi, Kürdistan’ın şanı ve itibarını zedelemektedir.
İçerdeki din adamları ile muhalif sesleri susturmak, sokaktaki biçare insanları karamsarlığa ve hayal kırıklığına itmek suretiyle vatandaş ile hükümet arasında uçurumlar yaratır.
Hak ve hakikatı söyleyen din adamlarını hutbe ve vaaz vermekten menetmek büyük haksızlıktır. Bar, gece klübü, pavyon ve masaj yerleri gibi mekânları işletip her türlü rezaleti, melaneti ve çirkin işleri yapmakta olan şirketlere niçin dokunulup cezalandırılmıyor?
Karara itiraz edenler arasında “sosyal demokrat” sayılan Goran (Değişim) hareketinin bazı şahsiyetleri de bulunuyor. Mesela Başkan Yardımcısı Ali Hemê Salih, “Din adamları, Pencwinî’nin hutbe irad etmekten niçin menedildiğini sormalılar” derken; aynı hareketin eski üst düzey yöneticisi Mele Ferman, Pencwinî’yi hem destekleyen hem de uyaran bir mesaj yazmıştır:
“Bölgemizde üst seviyede hüküm süren adaletsizlik ve zulüm, acil çözüm beklemektedir. Lakin esas soru şudur: Nasıl ve kim bunu yapacak? Ancak öncelikle çift hedefli adım atmaya ihtiyaç vardır. İlk hedef, İhvancı katı ve bağnaz görüşlerin yeniden gözden geçirilip revize edilmesidir. Böylece toplumdaki bireyi, yurtsever öğreti ve fikirlerle donatıp hazırlamış oluruz.
Yurdumuzdaki radikal İslami hareket, cemaatler ile İhvan ve taraftarlarının bazı faaliyetleri, Kürt hareketine yönelik tehdit oluşturmaktadırlar. Keza iktidara gelen veya koalisyon ortağı olan bazı İslami güçler, geceleyin iktidarla beraber iş tutarken gündüz muhalefetten yana görünüyorlar. Selefi hareket, mevcut iktidarın sırtını dayadığı duvar mesabesindedir.
(Aynı minvalde) bir yandan Türkiye Cumhuriyeti R. Tayyip Erdoğan’ın eşinin giyim tarzını taklit etmek ve diğer yandan bazı İslami cemaatlerin icat ettikleri (halkımıza yabancı) tuhaf/garip kültürlerini benimsemek, toplumumuz için zararlıdır. Oysa yapılması gereken Kürtlerin yerel/yerli kültürüyle beslenip donanmaktır.
Zaten esas meselemiz, tesettür giyim de değildir. Bu bağlamda (Mele) Pencwinî de İslam’daki ıslahat hareketine dönerek mevcut tartışmalardan uzaklaşmalı ve din adamlarını, sertlik ve bağnazlıktan uzak daha serinkanli dini söylemlere yönlendirmelidir. Çünkü günümüz İslamiyeti, (radikal-bağnaz) İslamcıların (çatışmacı/kutuplaştırıcı) konuşmalar yüzünden kendi içinde kriz yaşamaktadır. Dolayısıyla ricam, sosyal medyadaki katı ve fanatik yayınlardan onun etkilenmemesidir.” 7
Bu arada Barzani liderliğindeki muhafazakâr KDP’ye yakınlığıyla bilinen Mele Omar Cengiyanî de “Pencwinî, Vakıflar Bakanlığının bir memurudur. Kutsal bir kimliği yoktur, olamaz. Dolayısıyla alınan karara uymak zorundadır” şeklinde görüş belirtiyordu.
Bu münasebetle, ara fasıl babından bir hatırlatmada bulunmalıyım:
İslami bir partinin üyesi olması ve ciddi sosyo-politik konulardaki fetvalarıyla nam salan Pencwinî, bir Cuma hutbesinde, IŞİD denetimindeki Deyri Zor-Bağoz köyünü ele geçirip cihatçıları bölgeden temizlemeye yönelik DSG’nin son operasyonu (23 Mart 2019) üzerine eleştirel bir yorum yapmış; DSG silahlı birimlerini, “Bağoz’da katliam yapmakla” suçlamış ve bu yüzden de yoğun eleştirilere maruz kalmıştı.
Akabinde, Erbil’deki avukatlar, Nisan 2019’da Pencwinî aleyhine “IŞİD’e sempati duymak” ve benzeri suçlamalarla dava açmışlardı. Pencwinî ise, bir televizyon kanalında, davacıları “İslam düşmanı” ilan etmişti.
Gerçek şu ki: IŞİD belası, ardından 2017 referandumunun yol açtığı siyasi bunalım ve ekonomik/siyasi kriz sonucu kitlelerin bir şekilde yönetim karşıtı yürüyüş, protesto, miting türünden faaliyetleri nedeniyle KYB hükümeti, Temmuz 2018’ten itibaren “asayiş, güvenlik ve huzur” gerekçesiyle sıkı polisiye tedbirler alma yoluna gitti. Bu arada camilerdeki vaaz ve hutbeler, zapt û rapt altına alındı.
Diyanet ve Vakıflar Bakanlığı’nın genelgesine göre; cami vaizleri ile hatipleri, bulundukları müftülüğe o cuma için hazırladıkları 3 hutbenin/vaazın başlıkları ile muhtevasını sunacaklardı.
Üst makamdan onay çıktıktan sonra, söz konusu dini konuşmaların üslubunu imamın kendisi seçebilecekti. Hoşgörüye ağırlık veren ve gerginlik yaratmayan hutbeleri tercih etme şartı getirilmişti.
Hitabet dili gayet yumuşak olacak; herhangi bir kişi, din veya mezhebi kötüleme/sataşma anlamına gelen ifadeler kullanılmayacaktı. Minberler, fetva vermek maksadıyla istismar edilmeyecekti.
Bu önlemler çerçevesinde Erbil’in kuzeyindeki Rêvandiz şehrindeki molla (mele-imam) Mıhemmed Wartî, “hutbe vermek ve hitap etmekten” menedildi. Mele Wartî, kendince yasağın sebebini şöyle açıklıyordu:
Yönetim, sel felaketi sürecinde din adamlarını camilerde konuşup halktan bağış toplaması için teşvik etmişti. Ancak ben, bu sistem ve mekanizmanın doğruluğu noktasında kuşkularımı dile getirince, camide konuşmam yasaklandı. Yerime başka bir din adamı görevlendirildi. Lakin meselenin ayrıntılarına bakınca, o da görev almayı reddetti. Boykot kararı alan çok sayıda din adamı, camiye gitmedi. Bunun üzerine şehirdeki sansür kurulu üyesi, hükümetin basmakalıp hutbe nüshasını kendisi okumak zorunda kaldı.
Kürdistan yetkilileri, niye bu yola başvurduklarını kendilerince şöyle gerekçelendiriyorlardı:
Ülkeye egemen olan o belalı kaotik ortamda camilerdeki bazı imamlar, IŞİD ile irtibat halindeydiler. IŞİD militanları, 23 Temmuz 2018’de başkent Erbil’deki valilik binasını işgal edince, Asayiş isimli kolluk kuvetleri valiliği kuşatıp işgalci intihar eylemcisi 3 IŞİD militanını saatler sonra saf dışı bırakabilmişti. İşgal edilen binadaki kurbanlar arasında bir Kürt memur ile 4 polis de bulunuyordu.
Dönemin Erbil Valisi Nevzad Hadi, kamuoyuyla benzer bir bilgiyi paylaşmıştı:
IŞİD saflarında katledilen Kürt gençlerinin yurdumuzdaki bazı İslamcı partilere mensup oldukları ortaya çıktı. IŞİD’in 2014’te Irak’ın geniş topraklarının bir kısmını işgal ettiği dönemde, yaklaşık 500 Kürt genci örgüte katılmıştı.
Buna karşılık, o tarihteki Kürt muhalefet partileri, “bu eylemi bahane edip siyasi hesaplaşma ve tasfiye yoluna gidilmemesi” hususunda iktidarı uyarmışlardı.
Aynı dönemde Diyanet İşleri ve Vakıflar Bakanı Piştiwan Sadık Abdullah, din âlimleriyle bir toplantı yaparak “dinlerarası diyalog ile barışın önemine, din adamlarının toplumsal uzlaşmadaki manevi rollerine, inananları İslam dininin iyi meziyetlerine yöneltmesi gereğine işaret” etmişti.
Bakana göre: “Serinkanlı diyaloglar yoluyla farklı görüşler, birbiriyle yakınlaşarak Kürdistan’daki dini ve dünyevi eğitime hizmet edebilirlerdi.”
Görünen o ki, iç ve dış gelişmelerden doğrudan etkilenen Kürdistan bölgesinde bir süre daha istikrarsızlık ve huzursuzluk devam edecektir.
Kanımca hangi milletten, siyasi partiden ve ideolojiden olursa olsun, halkının taleplerini karşılamayan, onları karar mekanizmalarına katmayan ve bir millet adına toplanan gelirleri hakça bölüşmeyen-bölüştürmeyen iktidarlar, krizden mustarip olduklarında kitlelerle arasına kalın duvarlar örmekle yetinmezler.
Bir zamanlar özgürlük uğruna kullandıkları silahlarla haklı siyasi ve ekonomik taleplerde bulunan kitleleri susturmak konumunda kalabilirler.
Dünyadaki bütün örnek ve tecrübeler bu gerçeği gösteriyor. Bize de aktarıp uyarmak görevi düşüyor.
Kaynakça:
1-2. https://www.independentarabia.com/node/289171/
انقسام حاد بين الكتل الكردية حول قانون ومفوضية الانتخابات, Basim Hanna Francis, 27 Aralık 2021.
3-4. https://www.independentarabia.com/node/282791/.
الحزبان الحاكمان في كردستان العراق يتبادلان التهم بالفساد, Basim Hanna Francis, 4 Aralık 2021.
5-6-7. https://www.independentarabia.com/node/291421/, 4 Ocak 2022.
إبعاد رجال دين أكراد عن إلقاء خطبة الجمعة
© The Independentturkish