Kıbrıs’ın kuzeyinde Türkiye’deki hegemonya değiştikçe ekonomik sosyal ilişkilerin de değişti süreçleri yaşayıp duruyor, hükümet değişikliği değil, hegemonya! 1974’te aslında Türkiye solunun da hesaplaşması gereken bir olaydı ama maalesef bu olmadı… TC’nin işgali ile başlayan süreç tam bir trajedi sürecini getirdi, tıpkı 1910’larda ve sonra farklı tarihlerde olduğu gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde de gayri Müslimlerin birikimlerine el konarak sermaye birikimi yaratılmaya çalışıldı, tam anlamı ile Osmanlı fetih mantığı yürütüldü, toplam nüfusun yüzde 40’larına denk gelen 200 bin Kıbrıslı Rum her şeylerini bırakıp güneye gitmeye zorlandı, adanın yüzde 37’deki 200 bin Kıbrıslı Rum’un bıraktığı ev, otel, içinde hammaddesi ile fabrika ne varsa yağmalandı, ganimet sayıldı, el kondu… Osmanlı dönemi terimleri ile gene söylersek ganimet alanı “yurt” yapılsın diye şenlendirme için Anadolu’dan köyler olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyine taşındı, el konan Kıbrıslı Rumların mallarına, mülklerine, bahçelerine, tarım alanlarına yerleştirildi… Bu yağmalama ve ganimet düzeninden yararlanmak isteyen için de UBP’nin bizzat örgüt binaları da kullanıldı, yeni işe girmek isteyen, kuzeyde tapu isteyen her şey bir siyasi parti ve lideri Denktaş üzerinden şekillendi… 1970’lerin Türkiye’sinin hegemonyası Kıbrıs’ın kuzeyinde böyle bir idare kurmayı uygun buldu… Tüm bunlara rağmen 1981’de ilk “serbest” seçimlerde UBP ve Denktaş başarısız oldu, 1976’nın özel koşullarında idarenin başına seçilmişlerdi ama 5 yılda yeterli desteği alamadılar… Türkiye’nin cunta idaresi dokunuşları ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları gece yarısı Denktaş kazandı diye ilan edildi, Kıbrıslı Türkler bu sonuca hiçbir zaman inanmadı… Mecliste ise 40 vekilin 21’ini kazan siyasi partilere hükümet kurma izni verilmedi, dönemin ana muhalefet başkanı Alpay Durduran Denktaş’a çıkıp çoğunluğum var demesine rağmen, seçim sonrası UBP hükümeti istifa etmedi, sonra esrarengiz şekilde 2 vekil saf değiştirdi ve UBP düzeni yeniden sürdü…
1980’ler Özal’lı yıllardı, yeni bir hegomanyı kuruluyordu, Kıbrıs’ın kuzeyi gene Türkiye’nin ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda şekillendi. Kıbrıslı Rumlardan kalan ama devletin idare ettiği tüm varlıklar bir kez daha yağmalandı, özelleştirme denerek hepsi elden çıktı, yeni iş insanlarına sermaye yaratıldı, Özal ile beraber offshore bankacılığın önü açıldı, esas etkisini 1990’larda gösterecek olsa da, Özal ile süreç başlatıldı, böylelikle kara para aklama süreci de başlamış oldu… Türkiye’nin koşullarında yapılamayan ticaretin merkezi de Kıbrıs’a kaydı, Kıbrıs’a gelen ürünler bavullarla Türkiye’ye taşındı, bir kez daha Türkiye’nin arka bahçesi olarak ekonomi şekillendi.
1990’larda SSCB çöküşü insan ticaretini de körükledi, içinde “sol”cu siyasi parti yöneticilerinin de olduğu “girişimciler” Kıbrıs’ın kuzeyinde gece kulüplerinde çalışmak için Konsomatris getirilmeye başlandı, ortada olanın böyle “masum” bir şey olmadığı, “sex kölesi” ticareti olduğunu herkes biliyordu ama “ekonomik sıkışmışlık” içinde çıkış yolu olacağı sanıldı. Böylelikle organize suç yapılanmaları da adada kökleri salmaya başladı. 1990’ların ortasında Türkiye’deki kumarhanelerin kapatılması ve Kıbrıs’ın kuzeyinde açılmaları ile Türkiye’nin bütün organize suç örgütleri bir şekilde adada üs kurdu. Offshore’larda aklanan paralar, gece kulüplerinde insan ticareti, kumarhaneler ile adada suç cennetine döndü ada…
Siyasi olarak da değişiyordu… 1990 seçimlerinde muhalif partiler UBP ve Denktaş gitsin diye bir araya geldi, Türkiye bu defa çok açık şekilde seçimlere müdahale etti, Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanı açıkça UBP’ye oy istedi, elçilik köy köy dolaşıp oy talep etti ve UBP kazandı ancak muhalefet bu kez boykot edip meclise girmedi. Bu siyasi krizi doğurdu, 1993’teki seçimlerde ise UBP’den kopanların oluşturduğu yapı DP ile CTP hükümet kurdu ve yıllardır adadaki Anadolu’dan gelenlerin baskı yapıp bekledikleri yasa değişikliği oldu, bir kez Kıbrıslı Rum mallarının yağmalanmasında yeni süreç başladı, daha önce yalnız uzun dönem kiralanmasına imkân verilen birçok araziye tapu verilmeye başlandı, bu da ciddi bir siyasi rant yarattı, siyasi ortamı şekillendirdi. Ama uzun soluklu olmadı, 90’ların sonunda bankalar krizi ile tüm ekonomi alabora oldu…
2000’lere ekonomik krizin de getirdiği sorunlar ve adada bir çözüm ile AB üyesi olma ihtimalleri üzerinden yeni bir toplumsal hareketlilik ile girildi, buna Türkiye’deki AKP’li yıllar da eklenince statükoda yenilenme süreci oldu… Rüzgâr tersten esiyordu, Türkiye’de yeni bir hegemonya kurulurken Kıbrıs’ın kuzeyine etkilememesi düşünülemezdi. AKP kendi çıkarı için Kıbrıs’ın çözüm sürecini kullandı, bunun için müdahale edip UBP ve Denktaş’ı saf dışı bırakmak için, Kıbrıs’ın kuzeyindeki toplumsal muhalefet ile beraber hareket etti. Annan planı referandumu reddi, yeni bir dönemin inşasının önünü açtı. Kıbrıslı Rumların bıraktıkları mallar, mülkler bir kez daha yağmaya açıldı. AKP dönemi tipik ekonomi büyüme modeli, betona yatırım Kıbrıs’ın kuzeyinde de hayata geçti. 1993’te tapusu verilmeye başlanan arazilerin tümü yüksek meblağlara el değiştirdi, yeni sermaye özellikle deniz kenarlarını beton yığınına çevirdi, ülkenin her yanı bir anda şantiye döndü, dağ bayır, her yerde binalar yapılamaya başlandı. Elbette emlak piyasası ve kara para aklama arasındaki ilişkileri söylemeye gerek yok… Bankacılık sisteminin çökmesi ile offshore dönemi kapandı ama rutinde farklı usullerle bankalarda para aklandığının herkes farkındaydı. İnsan ticareti “stabl”(!) duruma geldi, özellikle gelişen feminist hareketin hedefi haline gelindiği için daha az göze batacak hareketlilik içinde olundu, kumarhaneler ise mevcutlar ile devam edildi ama yeni betting işleri yavaş yavaş başlanmış oldu… 2005 seçimlerine daha özenerek de olsa AKP müdahale etti, UBP’nin önünü kesip CTP’nin hükümette olması sağlandı ama belli olan şuydu AKP yol almıştı ve Kıbrıs’ın kuzeyinde çözüm istiyormuş gibi davranmaya devam etmesine gereği yoktu…
2010’a ada gene ekonomik krizlerle boğuşarak girdi, AKP kurumsal olarak oluşturduğu ağlarla istediğini yaptırdığı için seçim süreçlerinde daha az görünür olmuştu, bu nedenle 2009’da UBP yeniden tek başına hükümete geldi, 2010’da da onun lideri Eroğlu cumhurbaşkanı oldu, zaten Türkiye’de de 2010 referandumu ile AKP tüm kontrolü eline geçirmişti. 2010’lar yeni bir özelleştirme furyası ile geçti, havayolları, havaalanları, su gibi birçok kritik alanda özelleştirmelerle Kıbrıs’ın kuzeyindeki ekonomik yapı Türkiye’nin hem sivil idaresinin hem de AKP’ye yakın sermayenin kontrolüne geçti. Türkiye’de hızla dönüşmeye başlayan organize suç türlerinin uzantıları da Kıbrıs’a dahil oldu. İnsan ticareti tüm yönleri ile adada hissedilir oldu. Para aklama şekilleri gelişti, emlak piyasasından kumarhane işlerine, “üniversite öğrencisi” ile taşınmasından, para transferlerine ciddi rakamlara ulaşıldı. Betting ofisler arttı ve elbette sanal betting de dönemin ruhuna uygun gelişti. Ve en tehlikelisi geçmişten farklı olarak, belli organize suç türlerin kısıtlı sayıda kişinin elinde toplanmaya başlanması idi… Ortada ciddi miktarda para dönmekteydi ve “vergi” olarak hükümet edenleri rahatlattığı gibi, iş imkânı, kiralanacak mekanlar, ticaret yapılacak çevrelerin genişlemesi gibi nedenlerle halka ekonomik getiri sağlamaktaydı.
2020’lere Türkiye’nin kendi siyasi krizleri, ekonomik sıkışmışlıkla girilmesi elbette Kıbrıs’ı da etkiledi. Statükonun yenilenmesi ihtiyacı doğurdu. Bu nedenle 2021’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine AKP bir kez daha olanca gücü ile yüklendi, görünür şekilde müdahale etti, birçok Kıbrıslı Türk’ün gözünde bu bir kayyum ataması olarak algılandı. 2022 erken genel seçimlerine de bu ortamda girildi. AKP’nin de desteğini alan UBP seçildi ama seçimde en dikkat çeken unsur sanal betting’in yasallaştırılacağına ve tanınmamışlıktan yararlanılacak ekonomik modellerin geliştirileceğine dair söylemler oldu. Seçim bittiğinde ise özellikle sanal betting konusunda adeta “tekel” konuma gelen Halil Falyalı infaz edildi. Sedat Peker olayı ile Türkiye organize suç yapılanmalarında “yeni bir düzene” geçiş için operasyon yapıldığı belli oluyor, bu nere evrilecek göreceğiz ama Kıbrıs’ın kuzeyinde ne olacağına bakmak gerek.
Örneğin uzunca bir süredir Türkiye’nin talebi deniz limanlarının özelleştirilmesidir. Uluslararası denetimde olmayan TC’li bir sermayenin kullanılmada olacak Mağusa ve/veya Girne limanı neden önemli olsun? Kıbrıs’ın kuzeyinin kullanımı için ciddi büyüklükte Rizeli bir işadamı tarafından yapılan Ercan havaalanı yalnız Kıbrıslı Türkler için mi yapılıyor? Her dönem Kıbrıslı Türklerin talebi olarak görüşme masasında geldi, dünya ile yasal bağ için, Maraş/Varoşa’nın eski sahiplerine iadesi karşılığı Ercan ve Mağusa’nın uluslararası denetimde kullanıma açılması konusunu bu kez Kıbrıslı Rum liderliği masaya koydu ama üstünde hiç konuşulmadan AKP desteği ile seçilen ve Kıbrıslı Türklerin kayyum dediği Ersin Tatar reddettiğini açıkladı. Diğer taraftan 1974’te girilmeyen daha önce 40 bin Kıbrıslı Rum’un yaşadığı lüks otellerin de olduğu Maraş/Varoşa’nın “bizim”(!) mülkümüz olduğu, Osmanlı Vakıf malı olduğu, iskana açılacağı daha çok dile getirilmeye başlandı, yani yeni bir ganimet, yeni bir yağma konusu da gündemde… 100 milyar TL’lik bir “piyasa”dan bahsedilen ve yasallaştırılması sürecindeki sanal betting konusu da artık “ihale”ye açık, yeni patronlarını bekliyor… Organize Suç İndex’inin 2021 raporunda insan ticareti, uyuşturucu, kaçak mazot konuları da tanınmamış olsa da Kıbrıs’ın kuzeyi de anılmakta… Bu listeleri uzatmak mümkün ama net olan bir şey var ki, Türkiye’de yeraltı re-organize oluyor, siyasi bağlar yenilenmekte, belli ki 2023 için hazırlıklar yapılmakta, Falyalı infazını da burdan okumak gerek… Çok da gerçekçi durmuyor mu? Geçen hafta Kıbrıs’ın kuzeyinde bir kurşunlama olayı daha yaşandı, Bulut Akacan’ın babası ayağından kurşunlandı, kurşunlama olayı sonrası Bulut Akacan dedi ki, TC elçisi beni çağırdı, daha önce tetikçilik yaptı diye şikayet ettiklerimle ilgili yanlış yaptığımı söyledi, köylüsü olduğunu kendisinin olayı halledeceğini şikayeti geri çekmemi istedi… Başsavcılık da devreye girdi, dava geri çekildi! Davalar ilerletilmedi… TC elçisinin organize suç işlerinde arabuluculuk yaptığı sürecin gözümüzün önünde deşifre olduğu olaydan sonra bazı konular artık bizlere abartılı gelmiyor…
Bundan sonra ne mi olacak? Anlaşılıyor ki belli rantlar ve networkler yeniden üleştirilecek, paylaştırılacak yeni gelir ortamları bazılarına yaratılacak, yeni “mafya babaları” ile tanışacağız ve bu yeni dönem bizi yeni bir de siyasi sisteme götürecek gibi, Erdoğan’ın açıkladığı Kıbrıs’ın kuzeyine külliye projesi saf bir bina konusu değil, Türk usulü başkanlık rejimi ile geliyor, bu geçişin daha yumuşak olması için yeni ganimet dağıtımı gerekebilir, Maraş/Varoşa’nın tapularının dağıtıldığını da bu çerçevede görebiliriz, orda otellerin de olacağını düşündüğümüzde bu yeni de kumarhaneler demek, yani Kıbrıs’ın kuzeyi 2023’e organize suça daha çok gömülürken Türk usulü başkanlık rejiminde mehteren yürüyüşü ile daha da karanlığa yürüyüşü sürüyor olacak… Direnmezsek yarın aydınlık olmayacak…