Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı
Filistin sokaklarında yine kan ve ölüm var. Geçtiğimiz aylarda ve özellikle de son haftalarda, İsrail işgali altındaki Batı Şeria‘nın kuzeyindeki Cenin Mülteci Kampı ve Doğu Kudüs‘te sıra dışı şiddet olayları yaşanıyor.
Son bir ayda meydana gelen şiddet olaylarının arka planını anlayabilmek için, biraz geriye gitmemiz gerekiyor, biz de bunu yapacağız.
Mart ayı sonunda, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas arasında gerçekleşen kısa buluşmanın ana konusu, ABD Başkanı John Biden’ın Filistin meselesinin çözümüne ilişkin planı idi.
Bu arada İsrail’in işgal altındaki Filistinlilere ve Abbas’ın idari faaliyetlerine ilişkin yaklaşımı da görüşüldü.
Bu ziyaret sırasında Blinken, ülkesinin tutumunu yinelemiş oldu:
Sorunun çözümü için ihtilaflı iki tarafın mutabakata varması durumunda, Amerikan yönetimi kendilerine yardımcı olmaya hazırdır.
Başkan Biden; (İşgal altındaki Filistin toprakları olan) Batı Şeria ile İslamcı HAMAS örgütü denetimindeki Gazze’de güvenlik, ekonomik ve sosyal düzlemde istikrar sağlanmasını temel kural olarak görüyor.
O halde, Filistinliler ile İsraillilerin haklarına kavuşmaları için ortak gayret gösterilmesi şarttır. İsrail için öncelik taşıyan genel asayiş durumundaki istikrar, Filistin halkının onurlu bir hayata kavuşmasının da yolunu açacaktır.
Blinken ve görüşmeye katılan ekibinin herhangi somut bir plandan söz etmemesi, Beyaz Saray’ın bu hususta yeni bir müzakere ve siyasi süreç başlatmayı planlamadığını gösteriyor.
Bu demektir ki, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın üzerinde durduğu esas nokta, 2022 yılının sonlarına doğru açıklık kazanacaktır.
Görüşme gündeminde çözülmeden kalmış başka sorunlar da var:
Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı ya da kısa adıyla UNRWA’nın faaliyeti, eski Başkan Donald Trump zamanında durdurulmuştu.
Şimdi bu kuruluşun yeniden aktif hale getirilmesiyle bu sayede insani ve sağlık yardımları içeren çeşitli hizmet alanlarının açılması öngörülüyor.
Aynı kapsamda mesleki gelişmenin sağlanması; Filistin kolluk kuvvetlerinin eğitimden geçirilip bu alanda şeffaflığın güçlendirilmesi; Filistin resmi kurumlarıyla sivil toplum kuruluşları arasında ortak çalışma zemininin hazırlanması; bağlantılı olarak bölünmüş ailelerin resmi belgeler ışığında bir araya getirilmesi; Gazze bölgesindeki elektrik ve su kesintilerinin halledilmesi; İsrail denetimi altındaki işyerlerinde Filistinlilerin çalışmasına izin verilmesi de umuluyor.
Blinken, şimdiye kadar yarım kalmış bu tür faaliyetlerin yeniden uygulamaya geçirilip tamamlanması ve bu münasebetle Filistinlilere ait topraklarda haksız yere yeni yerleşim yerleri inşa etmeyi sürdüren Yahudilerin önüne geçilmesi konusunda, kendi ekibinin İsrail tarafıyla kapalı kapılar arkasında sürekli konuştuğunu da vurguluyor.
Ziyaret sırasında yaratılmaya çalışılan iyimser ortama ve umut vaat eden sözlere rağmen şöyle bir acı gerçekle karşı karşıyayız:
Yeni bir Filistin-İsrail müzakeresinin başlatılması ve iki ayrı devlet (daha doğrusu İsrail denetimi altındaki topraklarda bağımsız Filistin devleti) kurulması henüz ufukta gözükmüyor. Nitekim Biden’ın iktidarı teslim aldığı ilk dönemde “ABD Başkonsolosluğunun Filistinlilerin yaşadıkları Doğu Kudüs’te açılmasına” ilişkin vaadi de hâlâ gerçekleşmedi.
O halde, ABD Dışişleri Bakanı’nın vaatlerinin çerçevesi bellidir:
Filistinlilere mali olarak ve güvenlik açısından yardımda bulunmak; bu halkın yaşam şartlarının düzeltilmesini sağlamak; İsrailli yetkililerle işbirliği yapmaları şartıyla Filistinlilere hayatı zehir eden kontrol noktalarını azaltıp benzeri denetimleri gevşetmek…
Burada bir konuya daha değineceğiz:
İsrail’in ilk başkenti Tel Aviv’in doğusundaki Ramat Gan kentinde kurulu Bar-Ilan Üniversitesi bünyesindeki Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA) tarafından İngilizce yayımlanan “A Strategy for Peace with the Palestinians” (Filistinlilerle Barış için Bir Strateji) başlıklı ve Kasım 2012 tarihli kitapçığı kaleme alan Max Singer, Hudson Enstitüsü’nün (ABD) kurucusudur.
BESA’nın da önde gelen araştırma görevlilerindendir.
M. Singer’in kitapçıkta dile getirdiği görüşler, genel hatlarıyla İsrail’in bakış açısını yansıtmaktadır.
“Filistin-İsrail barışı” noktasındaki “ön şartlı iyimserlik”, yazının ruhuna sinmiş gibidir. Tipik örneği şu cümlelerde görülmektedir:
“Bu çalışma, İsrail ve diğer ülkelerin Filistinliler ile İsrail arasındaki barışın nasıl izleneceğine ilişkin bir analizden ibarettir. Vurgulanmalıdır ki barış, her daim İsrail’in temel gayesi olmak zorundadır.
İsrail açısından barışın manası şudur: Arap dünyasının İsrail’in varlığını ortadan kaldırmaya yönelik uzun vadeli çabalarını sona erdirmek. Filistinliler için ise uzun erimli düzenlemeler yapmak suretiyle onların İsrail’in varlığına rıza gösterip onun bir ‘Yahudi Devleti’ olduğunu kabul etmelerini sağlamaktır.
Çünkü savaşın sürgit devam etmesi sadece tehlikeli değildir; aynı zamanda can alarak insanların hayatına mal oluyor. Derin ekonomik ve ahlaki tahribatlar yaratıyor. Gerçeği konuşmak gerekirse, İsrail halkının büyük çoğunluğu, bu görüşü benimsiyor…
Barış için bir strateji hakkında düşünen herkes, Filistinlilerin barıştan ne anladıklarına ve hangi amaçla hareket ettiklerine ilaveten neyi yapmaya güç yetirebildiklerini de iyi idrak etmek mecburiyetindedir…
Filistinlilerin büyük bir kesimi, İsrail ile barıştan büyük bir kazanç sağlayacağına inanmamaktadır… Maruz kaldıkları tahribat ve zayiat, bunu kabullenmeye elvermiyor…
Nitekim Nesim Kukali Filistin Kamuoyu Araştırma Merkezi’nin Kasım 2011’de gerçekleştirdiği bir ankete cevap verenlerin yüzde 89,8’i, yurtdışında sürgünde yaşayan Filistinlilere işgal edilmiş olan anayurtlarına dönme hakkı verilmedikçe, İsrail ile barış yapılmasına ve bağımsız (bir Filistin) devleti kurulmasına karşı çıkmıştır. Ankete katılanların çoğu, İsrail’in Ortadoğu’da makbul bir devlet olmadığı görüşündedir…
Arap dünyası ile Filistinlilerin politik vaziyetine ve dünyayı algılayış tarzına gerçekçi bir gözle bakıldığında görülmesi gereken husus şudur:
İsrail’i barışa götürecek en etkili yol, Filistinlilerin ne yapıp edip bu devletin kendi toprağına yürekten bağlılığına inanmış olduğunu ve her türlü tehlike veya meydan okuma karşısında sarsılmaz bir kararlılıkla kendini savunmayı göze alabileceğine inanmalarını sağlamaktır.
Filistinlilerin idrak etmeleri şart olan bir şey daha var:
İsrail, giderek büyüyen bir güçtür. Dolayısıyla Arap dünyası; Batılı ülkeleri bozguna uğratmak suretiyle ‘Müslüman topraklarında’ kurulmuş olan İsrail Devleti’ni ortadan kaldırma hedefinden vazgeçtikleri zaman, barışa ulaşmanın başka yöntemleri için önlerine fırsatlar da çıkacaktır. Olgunluk, sabır ve cesaret gösterildiğinde barış gerçekleşecektir.”
Dikkat edilirse araştırmacı-yazar M. Singer, İsrail’in görüşünü benimser ve destekler tarzda bir analiz yapmıştır.
Buna rağmen onun yukarıdaki son paragrafı, bilhassa son cümleleri doğrultusunda Mısır, Ürdün, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, S. Arabistan, Fas gibi Arap ülkeleri ve hatta Filistin Yönetimi, bahsedilen şartları yerine getirip İsrail’i tanıdılar.
Yetmedi; bu ülkelerle İsrail, İran’a karşı çok boyutlu ittifak kurmaya da başladılar. Mart sonlarında Al Naqab’da (Necef) toplanan söz konusu ülkelerin dışişleri bakanları “Arap dünyası” adına İsrail’i “Ortadoğulu bir devlet” olarak kabul ettiler.
Akabe bölgesinde yapılan zirvede (Mısır, Ürdün, Irak, Bahreyn ve BAE başkanları ve S. Arabistan Dışişleri Bakanı) ise İran’a karşı, Arap-İsrail İttifakı görüntüsü verdiler.
Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas, hemen her türlü işbirliğine hazır olduğu İsrail Hükümeti ile “barış için müzakere yapılması gerektiğini” ısrarla savunuyor.
Oysa militarist İsrail yönetimi, işgal ettiği topraklarda (Batı Şeria ve Kudüs gibi) yaşayan Filistin hedeflerine sürekli saldırıyor.
Anlaşılan o ki; barış için İsrail’in dayattığı şartlar kabul edildikçe, Siyonist-militarist yönetim daha fazla zor, şiddet ve silah kullanarak neredeyse her gün Filistinlileri tutukluyor, darp ediyor, yaralıyor veya öldürüyor.
Son haftalarda Filistinlilerin tekrar ayağa kalkıp “yıkılmadık” veya “bir ölür bin diriliriz” dercesine direnişe geçip İsrail içinde şiddet eylemlerine yönelmelerinin baş nedeni budur.
Bugünlerde Filistin sokağında neler oluyor?
Yukarıda çizilen karamsar tablo karşısında kendisinden başkasına güveni kalmayan Filistin halkının önünde tek seçenek bulunuyor: Her şeye rağmen boyun eğmemek ve canını dişine takarak direnmek.
2011’de Tunus ile başlayıp diğer Ortadoğu ülkelerine sıçrayan halk ayaklanmaları, Batılılar ve medya tarafından “Arap Baharı” diye tanımlanmıştı.
Bu süre içinde Filistin meselesi adeta unutulmuştu. Fırsattan istifade eden İsrail, Filistinlileri tam bir tahakküm altına alma çabası içine girdi.
Arap dünyasından bu tavra karşı çok cılız itiraz sesleri çıktı ancak kimse kulak asmadı. ABD eski Başkanı Donald Trump’ın damadı aracılığıyla planladığı sözde “Asrın Barışı”, bu milli sorunu sadece bir ekonomik mesele derecesine indirgedi. Plan belli oranda ters de tepti; Filistin meselesi yeniden dünya kamuoyunun gündemine girdi.
Ne yazık ki büyük devletler, bilhassa ABD, Avrupa Birliği ve İsrail soruna ilgi duyup çözmek yerine, yukarıda örneğini verdiğimiz resmi görüşmeler yoluyla gündemi erteleme ve oyalama yoluna gittiler.
Bu sırada İsrail, alabildiğine operasyonlar yaparak Filistinlilerin direncini/iradesini kırmaya ağırlık verdi. Filistin topraklarını Yahudi yerleşimcilere adeta peşkeş çekti.
Fanatik Yahudiler lehine demografik ve coğrafi değişiklikler yaptı, yapmayı da sürdürüyor.
Can boğaza dayanınca da Filistinliler; sindirme, bastırma, engelleme, tutuklama, öldürme, mal ve mülke el koyma edimlerine karşı direnmekten başka çıkar yol göremediler.
Birkaç örnek verelim:
İsrail ordusu, düzmece bir mahkeme kararına dayanarak tarihi Şeyh Cerrah bölgesinde yaşayan Filistinlileri evlerini terk etmeye zorluyor.
Bahaneye inanılırsa, güya bu evler, “Eskiden orada oturan Yahudilerin imiş!”
Bu yılın şubat ayından beri İsrail kolluk kuvvetleri ve askeri birimleri, Batı Şeria’nın bazı şehirlerinde ve Filistinli Arapların yaşadığı Doğu Kudüs’ün eski mahallelerinde bilhassa Mescid-i Aksa’nın bulunduğu kutsal mekânlar ile Şeyh Cerrah çevresinde müdahalelerde bulunuyor; şiddet kullanıyor veya orada ikamet edenlerin mülklerine el koyuyorlar.
İsrail egemenliğindeki kentlerde 22-29 Mart tarihlerinde yaşanan 3 ayrı saldırıda, toplam 11 İsrailli hayatını kaybetmişti.
Beerşeba (Arapça Birsebaa) kentinde 22 Mart’ta düzenlenen bıçaklı saldırıda 4 kişi can vermiş; Hadera’da 27 Mart’ta IŞİD (DEAŞ) üyesi 2 cihatçı tarafından otomatik silahlarla yapılan eylemde 2 polis öldürülmüş, 6 kişi yaralanmıştı.
Başkent Tel Aviv’in doğusunda bulunan Bnei Brak’ta 29 Mart günü gerçekleştirilen silahlı saldırıda ise 5 kişi hayatını kaybetmişti.
Misilleme olarak 29-31 Mart günlerinde Cenin kentinde İsrail güçlerinin düzenlediği askeri operasyonlarda 1 Filistinli hayatını kaybetti, 13 kişi yaralandı.
7 Nisan’da Filistin fedailerinin, başkent Tel Aviv’in üç farklı noktasında gerçekleştirdikleri intihar eylemleri sonucunda 2 kişi öldü, 15’i yaralandı.
Son dört haftada değişik bölgelerde düzenlenen bu tür eylemlerde toplam 14-16 İsrailli öldürüldü.
ABD’nin İsrail Büyükelçisi Tom Nides’in, “Tel Aviv’de başka bir saldırı görmekten dehşete düştüm…” diye tanımladığı hadise bu eylem idi.
Geçerken belirtelim: Türkiye’nin İsrail Büyükelçiliği’nin Tel Aviv’deki Filistin eylemini “terör” olarak nitelemesine karşı çıkan İslamcı HAMAS örgütü sözcüsü Hazım Kasım, El Meyadin TV kanalına verdiği demeçte, “Türkiye Büyükelçiliği’nin ve Bahreyn Dışişleri Bakanlığı’nın Tel Aviv’deki şehadet operasyonunu kınama eylemini kınıyoruz!” dedi.
Tel Aviv eylemi sonrasında İsrail Başbakanı Naftali Bennett, kolluk kuvvetlerine, “Yeni terör dalgasını önlemek için elinizi serbest bırakın, mutlak güç ve irade sizdedir!” diyerek katliam için izin verdi.
Olaylar şöyle gelişti:
İsrail askeri birimleri, bilhassa “terör yuvası” olarak gördükleri 500 bin kişinin yaşadığı Cenin Mülteci Kampı’na peş peşe operasyon yaptılar.
Tel Aviv’de eylem yaptığı belirtilen bir Filistinlinin evine operasyon düzenleyerek ailenin teslim olmasını isteyen İsrail kuvvetleri, kampta yaşadığı öğrenilen eylemci Ahmed Saadi’yi katlettiler.
Nablus şehrinin belli bölgelerine yönelik operasyon ve saldırılarda İsrail askerleri, çocuklarını okula götürmekte olan Avukat Muhammed Assaf’ı öldürdüler.
Başka bir köydeki operasyon sırasında ise 31 kişi yaralanmıştı.
Keza Nablus’ta bulunan Yunus Peygamber’in mezarının da içinde yer aldığı ziyaretgâh/kabristan tahrip edildi.
Gazze’yi yöneten HAMAS Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, işgal edilen topraklarını geri alma mücadelesini anmak için her yıl düzenlenen “Filistin Toprak Günü” münasebetiyle yukarıda bahsedilen Tel Aviv’deki eylemden ötürü memnuniyetini ifade ederek şu tespiti yaptı:
Bu tür eylemler, Filistin haritasını yeniden çizmektedir.
HAMAS, İslami Cihad Hareketi, Filistinli Marksist ve ulusalcı gruplar, Tel Aviv eylemini kutlayarak, bunun meşru bir savunma olduğunu söylediler.
İsrail’in Batı Şeria’da baskıyı artırarak saldırması sonucu 22 Filistinli katledildi.
İsrail ordusunun resmi sözcüsü tarafından yapılan açıklamada ise, “Ordu, temas hattını ve İsrail halkının güvenliğini sağlamaya tüm gücüyle devam edecek” deniliyordu.
Kanlı hadiseler bundan ibaret değil ve yer yer devam ediyor.
Örneğin İsrail polisi, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün eski şehir bölgesindeki Mescidi Aksa’ya 15 Nisan’da sabah ve Cuma namazı için kitlesel biçimde giden Filistinli cemaate saldırdı.
Bu kutsal alan ve çevresi savaş alanına dönüştü.
Polis ses bombaları ve plastik mermiyle topluluğa saldırınca, Filistinli gençler de taşlar ve Molotof kokteyli benzeri yakıcı cam şişelerle karşılık verdiler.
Çatışmada 205 Filistinli yaralandı, 400 kadarı da tutuklandı.
Pesah veya Hamursuz Bayramı, bir Yahudi bayramıdır. Mısır’da kölelikten kurtarılan Antik İsraillilerin göç hikâyesini anar.
15-22 Nisan arasında kutlanan Pesah Bayramı, bu yıl ramazan ayının üçüncü haftasına denk düşüyordu.
Süleyman Tapınağı’nın İslam dünyasının kutsal mekânı Mescidi Aksa’nın alt katmanlarında bulunduğuna inanan fanatik Yahudi gruplar, bu bayramı vesile ederek Mescid-i Aksa avlusunda kurban kesmeyi planlıyorlardı.
İsrailli Siyonist ırkçılar, geçen sene gerçekleştirdikleri ölümcül kışkırtmalardan birini tekrar sahnelemeye niyetliydiler.
Bu hazırlıklara tepki duyan Filistin direnişi hareketinin El Cezire TV kanalında yayınmlanan açıklamasında ise şu ibare yer aldı:
Mescid-i Aksa iç sahasında yapılacak sözde ayin kurbanları kesme girişimi, bütün kırmızıçizgilerin aşılması ve ateşle oynanması anlamına gelmektedir.
Filistin Devlet Başkanlığı, “Mescidi Aksa’ya baskın yapmak, Filistin halkına savaş açmaktır!” yolunda bir açıklama yapmıştı.
Tel Aviv’deki son eylemin ardından İsrail’in misilleme babından bilhassa Cenin Mülteci Kampı ve Nablus bölgelerinde yaptığı operasyonlar hakkındaki değerlendirmelere de bakalım:
Filistinli kimi yorumculara göre; İsrail askerlerince gerçekleştirilen geniş çaplı kanlı ve yıkıcı operasyonlar, Filistinlileri korkutup sindirmeyi hedefliyor; diğer yanıyla da Tel Aviv dolayında Filistin fedailerince yapılan intihar eylemlerinden sonra İsrail’in caydırıcı gücünü koruduğuna dair mesaj veriliyor.
Aynı hadiseler dizgesi, İsrailli uzmanlar arasında da tartışılıyor.
İsrail’in en fazla izlenen Channel 12 televizyon kanalında yayınlanan açık oturuma katılan uzmanlara göre; son bir ay içinde başta Tel Aviv olmak üzere ülkenin farklı şehirlerinde meydana gelen olaylar yüzünden, Yahudi kamuoyu, histeri ve öfke nöbetine tutulmuş vaziyettedir.
Bu haliyle bakıldığında Tel Aviv’in Dizengoff’taki eylemden sonra, İsrail algı savaşlarını bir kez daha kaybetmiştir.
Filistinlilerin eylem ve direnişlerini taktik açıdan başarılı bulan İsrailli uzman Rogel Elfar, şöyle bir tespitte bulunuyor:
Şimdi İsrail medyasının stratejik başarısızlığıyla karşı karşıyayız. Daha önce, başa çıkması zor olmayan silahlı bir tehditle karşı karşıya kalırdık. Ancak İsrail’in en büyük güvenlik açıklarından biri, silahlı bir adamın kalabalık bir eğlence merkezine gelip ateş açması ve bunun İsrailliler için çok trajik bir şekilde sonuçlanmasıdır. Bu konu İsrail kamuoyunda varoluşsal bir endişe yaratmıştır.
İsrail televizyon kanalları, Dizengoff eylemi sırasında ordu mensuplarının (subaylar, özel kuvvetler ve diğer unsurlar) kimliklerini sadece gazetecilere değil, aynı zamanda kamuoyuna da açıkladılar.
İsrail emniyet ve özel harekât mensuplarının yüzleri, kimlikleri, kullandıkları silah türleri, teçhizatları ve çalışma yöntemleri de teşhir edildi.
Devlet sırrını ihlal eden medyaya tepki gösteren ordu-polis ve ŞABAK (İç İstihbarat Servisi) teşkilatı yetkilileri, bu kanallar aleyhinde davacı olup şikâyette bulundular.
Buraya kadar yazdıklarımızdan hareketle birkaç tespitte bulunmamız mümkündür:
- İsrail, havuç ve sopa, ceza ve mükâfat gibi taktiklere başvurup Filistinlilere yönelik tahakküm ilişkisini pekiştirme stratejisinde başarılıymış gibi görünse de, gerçekte baskı, zulüm, toplu cezalandırma ve öldürme gibi yöntemleri ters tepmektedir. Her türden bastırma ve imha operasyonuna başvurması stratejik, “ödüllendirme” siyaseti ise taktik olarak kalmaktadır.
- Cezalandırma salt bireysel düzlemde kalmamaktadır. Topluca ve topyekûn cezalandırma, kaçınılmaz olarak kendi zıddının ve karşıtının ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Örnek vermek gerekirse; Tel Aviv’deki eylemi gerçekleştiren Filistinli direnişçi Cenin Mülteci Kampı’nda öldürülmekle kalınmadı; ailesinin teslim olması ve operasyon sonrası yerle bir edilecek evinden çıkması da buyruldu. Bu da yetmeyince 500 bin kişinin yaşadığı Cenin Kampı, dört bir yandan ablukaya alındı. Sokağa çıkmak yasaklandı; keyfi taciz, dayak ve baskınlar düzenlendi.
- Demek ki işgal esas, göstermelik “cici ve yumuşak siyaset” ikincil konumdadır. İşgale karşı direniş, bu acı gerçeğin doğasında mevcuttur. Direniş ise, İsrail’in siyasi sözlüğünde “terörist faaliyet” olup devletin “bekası yani ölüm kalım meselesi” olarak ele alınınca, akan sular durmaktadır.
- Bu ikilem yani işgal ve baskının kendi zıddını doğurması, İsrailli siyaset erbabı ile istihbaratçılarının önceden kestiremeyecekleri bir durum oluşturur: Öngörülmeyen sürprizler, her defasında İsrailli yetkilileri şaşırtmaktadır. Bununla baş edemeyen İsrail ise, bu kez, Filistin yönetimine bağlı emniyet-istihbarat birimlerinden “bilgi” almak zorunda kalmıştır.
Fiiliyatta İsrail’in herhangi bir valisi konumuna düşürülen ve iktidar koltuğu uğruna Filistin silahlı direnişini istemeyen Mahmud Abbas ile ekibi, bu hususta İsrail Hükümeti açısından son derece değerli istihbarat ve güvenlik bilgileri sunmaktadır.
Mesela İsrail istihbarat Cenin Kampı’ndan bir türlü istenilen bilgiyi alamadı; kuşatmaya karşı direnişin sabah saatlerine kadar sürdüğü bu şehirdeki gençler, İsrail askerleriyle taktik savaşına girdiler ve her defasında işgalci güçler ile karşı istihbaratçıları yanılttılar.
Filistin Yönetimi’ne rağmen Cenin Kampı’nda son direniş İsrail’i gerilettiyse eğer; bu, orada yaşayanların Mahmud Abbas ile başında bulunduğu milliyetçi El Fetih örgütüne mesafeli davranıp kendi vicdanları ve kararları doğrultusunda davranmalarından kaynaklanmaktadır. Cenin’deki itaatsizlik hali öyle güçlüdür ki, El Fetih örgütü saflarında ikilik baş göstermiştir.
- İtaatsizliğin yaygın olduğu Cenin’deki gençleri kendine çeken örgüt, sert siyasi tutumu ve askeri söylemleriyle ön plana çıkan İran destekli İslami Cihat örgütüdür. O kadar ki, El Fetih’ten kopanlar, bu örgüte katılmaktadırlar.
Onların ses getiren eylemleri, Cenin’de eylem ve direniş uğruna can verenlerin ailelerini maddi, manevi ve fiziki açıdan tatmin etmek anlamına gelmektedir ki bu; bir yandan daha çok eylem yapmaya teşvik etmek suretiyle İsrail toplumuna olabildiğince zarar (mal veya can) vermek demektir, diğer yandan İsrail’in toplu cezalandırma taktiğinin istenilen hedefe ulaşmasını engelleyebilmektedir. Bağlantılı olarak Cenin’deki toplu direniş, Ramallah ile Nablus’taki gençlerin oraya gizlice gitmelerine yol açmıştır, üstelik de düzenlenen kitlesel şenliklerle uğurlanarak.
- Cenin’in jeopolitiğini iyi kavramak gerekiyor. Cenin, İsrail’in orta bölgelerine yakındır. Yani İsrail’in hassas yöreleri sayılan şehir merkezlerine komşudur. Bu kamptan yola çıkan bir direnişçi ve eylemci, İsrail’in güvenlik duvarlarındaki açığı-gediği bulup kolayca karşı tarafa sızabilir.
- Filistin direnişçilerinin yeni kuşağı, başını dik tutup boynunu eğmemesiyle nam salmaktadır.
9 Nisan 2022 tarihli askeri operasyona eşlik eden İsrailli bir gazeteci bu konuda şunları yazmıştır:
Zırhlı araba içinde Cenin Kampı’na girdiğimde gözlerime inanamadım. 1000 kişiden fazla genç, ellerindeki taşlar ve yakıcı maddelerle birlikte aleyhimizde slogan atarak bize doğru ilerlediler.
Aralarından biri öne çıkarak askeri cipin kapısına taşlarla vurmaya başladı. ‘Aç kapıyı! İşte buradayım ve elimde taş var!’ diyerek askerlere meydan okudu.
Bu kuşak çılgın ve gözü karadır. 7 arkadaşının kurşunla vurulmasına ve karşılarında onca asker olmasına rağmen direnmekten vazgeçmediler. Onca asker, 60 devriye aracı ve buldozerlere rağmen baskın yaptığımız kamptaki gençleri bir türlü korkutamadık.
Umarım, ‘Filistin’de neler oluyor’ sorusunun cevabını bir yere kadar açıklayabilmişimdir.
Kaynakça:
Mehr haber ajansı, 30 Mart 2022.
https://tr.mehrnews.com/news/1901245/Tel-Aviv-deki-eylem-Filistin-haritasyüzde C4yüzde B1nyüzde C4yüzde B1-ye
https://www.tasnimnews.com/tr/news/2022/03/30/2688509/
https://www.tasnimnews.com/tr/news/2022/04/11/2694136/
https://ilkha.com/guncel/hamas-tel-aviv-eylemi-islenen-suclara-karsi-mesru-bir-savunma-hakkidir-192531
https://ilkha.com/guncel/hamas-tel-aviv-eylemi-islenen-suclara-karsi-mesru-bir-savunm
https://www.israilpost.com/haber-telaviv-sialahlieylem-israil-isgal-siyonizm-direnis-idf
https://tr.mehrnews.com/news/1901525/Siyonist-Rejim-gyüzde C3yüzde BCyüzde C3yüzde A7lerinden-Cenin-e-yeni-baskyüzde C4yüzde B1n
https://tr.mehrnews.com/news/1901421/Hamas-direniyüzde C5yüzde 9Fin-Tel-Aviv-deki-eylemini-kyüzde C4yüzde B1nayan-Tyüzde C3yüzde BCrkiye-yi-eleyüzde C5yüzde 9Ftirdi
https://www.independentarabia.com/node/319296/
https://www.aa.com.tr/tr/dunya/filistin-devlet-baskanligi-aksaya-duzenlenen-baskin-filistin-
https://arabi21.com/story/1416146
https://www.alaraby.co.uk/
https://www.al-akhbar.com/Palestine/335150
© The Independentturk