Fikret Başkaya‘nın “ÇIKIŞ BURADAN: Perspektifi ve Paradigmayı Değiştirmek” adlı yeni kitabı Yordam Kitap’tan çıktı. Fikret hocanın kendi deyimiyle “Paradigmanın İflası isimli kitap ile başlayan bir yolculuğun önemli bir durağı bu kitap.” Kitabın tanıtım yazısındaki sözler de bunu tamamlar nitelikte: “Çıkış Buradan, büyük bir yalanla hesaplaşan yetkin fikir insanı Fikret Başkaya’nın entelektüel yolculuğunun geldiği yeri delalet ediyor.“ Gelin biz de bu yolculuğa birlikte çıkıp Fikret hocanın tüm bu süreçte önem verdiği konulara kısa kısa değinerek yol alalım.
Çıkış Buradan, bir şeyi neden olamayacağı üzerinden tanımlayarak çıkış bulmayı hedefleyen radikal bir perspektif ve paradigma değişikliğine işaret etmekte. Peki ama neden ve neyi değiştirmek gerekmekte? “… Vakit daraldı. Eskisi gibi üretmenin, tüketmenin ve yaşamanın mümkünatı kalmadı. Mümkünatı olmayan şeyi üç aşamada geçebiliriz. Önce onu anlayarak, sonra bilince çıkararak ve nihayetinde aşarak…” diyor ve ekliyor Fikret hoca: “Başka türlü düşünmek, yapmak insan iradesini aşan şeyler değildir…”
Çıkış Buradan sistemin ekonomik, politik, toplumsal ve ekolojik çıkmazlarını eleştirmekle yetinmiyor, çok daha fazlasını yapıyor. İşleyiş mantığına nelerin alternatif olabileceğini, nelerin yok edilip nelerin yeniden inşa edilmesi gerektiğini nedenleri ile açıklıyor.
Kapitalizm, insanlık tarihinde bir sapma, bir parantezdir. Yaşayan her şeyi metalaştıran bu sistem yaşamı mezara ruhu da mezar içinde ki cesede dönüştüren bir yapıdadır. Evet, bir medeniyet ama kadavra medeniyetidir. Böyle bir sistemin rasyonel ilan edilmesi irrasyonel düşüncenin en üst noktasıdır. Şu soruyu sorabiliriz diyor Fikret hoca; Madem bu sistem rasyonel o zaman neden gezegen yaşanmaz halde? Sosyal kötülükler neden iklim krizleri ile el ele ilerliyor? Öyle bir sistemde yaşıyoruz ki, eşya onu üreten insandan daha değerli halde. İnsanın değer kaybının burada da sona ermediğini söylüyor kitap. Bir tespitte bulunuyor: Sahip olmak insan olmanın önüne geçmiş durumda… Bu akıl almaz mantık bize şunu net anlatıyor , kapitalizm çözdüğünden daha fazla sorun yaratıyor. Hal böyle olunca da insanlığa sunacağı bir şey kalmıyor. Asıl sorun nedir biliyor musunuz; kapitalizmin insana ve doğaya uyguladığı vahşetin sorun edilmemesi.
Fikret hoca konuşmalarında şu konunun üzerinde çok durur: Üretimin tüketimi belirleme süreci kullanım değeri yerine değişim değerini geçirdi. Değişim değeri ile artı değer arasında ki ilişkiyi iyi anlamak kapitalizmi anlamak için çok önemlidir…
Parayı kapitalist ekonominin politik suç aleti olarak görürsek bu aletin ekonomiyi ve toplumu nasıl yönettiğini daha net görebiliriz. Madem ekonomi ve toplum dedik, o vakit Fikret hocanın çok önemli bir tespiti ile devam edelim. Bugün bir diziliş söz konusudur: Ekonomi —> Toplum —> Doğa. En başta ekonominin bulunması onun hem toplumu hem de doğayı işgal ederek ele geçirmesinin sonucudur. Oysa işleyiş tam tersi yönde olmalıdır: Doğa —> Toplum —> Ekonomi şeklinde yapılanmalıdır. Bu yapılanma da ekonomi , toplumun üstünde ve dışında değil onun içinde ve hizmetinde olmalıdır. Biraz önce ifade ettiğimiz kullanım ve değişim değerleri burada daha somut olarak karşımıza çıkmakta . Birinci diziliş değişim , ikinci diziliş kullanım değerlidir.
Kapitalizmin kutuplaştırıcı yapısı diyor Fikret Başkaya; piramit tipi örgütlenmiş toplumsal yapıda hayat bulur. Kapitalizmin aşamalarından değil emperyalizmin aşamalarından bahsetmeliyiz. Kapitalizm , emperyalizm üretmeden, emperyalizm savaşsız, savaş da iç/dış düşmansız yapamaz. Kapitalizmin bir şeyi daha ürettiği vurgulanıyor: Teknoloji. Günümüz koşullarında sorgulanması gereken teknolojinin kimin tarafında, kimlerin yararına kullanıldığı ve nasıl fetişleştirildiğidir. Teknolojinin büyüme, kalkınma, modernleşme, muasır medeniyete ulaşma gibi noktalarda olmazsa olmaz olarak gösterilmesi tamamen ideolojik bir yaptırımdır. Teknoloji durduk yere ortaya çıkmaz. İşçiye, emekçiye, doğaya ve diğer sermayedarlar ile rekabette önemli bir koz olarak kullanılır.
Kitaptaki önemli tespitlerle devam edelim. Kapitalizmde sömürü gizlidir. Çalıştım kazandım, hakkımı aldım denir. Bu gizliliği pazarlayan ve adına iktisat denen asıl görevi ideolojik manipülasyon olan sahte bir bilim var. Üniversitelerde okutulan ve adına “İktisada giriş“ denen dersin gerçek adı “kapitalizme giriştir.” Kaynaklar sınırlı ama ihtiyaçlar sınırsızdır diyen bu sahte bilim, büyümeyi, ilerleme ve kalkınma ile eşitleyip baş tacı eder. Oysa ilerleme yanlış yolda geride kalmaktır! Geride kalınan bu yolda bağımsızlık da tartışmalı bir kavramdır. Bugünün bağımsızlığı, bağımlılığın yeniden üretilmesidir. Bağımlılığın sürekliliği devletin sermaye ile özdeş olmasının da bir sonucudur. Kapitalist toplumda devlet, sermayenin devletidir ve o yüzden de devletçilik diye bir şey söz konusu değildir. 1980’lerle birlikte devlet sosyal alanlarda küçüldü ama sermayeyi korumak için büyüdü. Bu tarihle birlikte devlet kendi anti tezini yürürlüğe soktu: Özelleştirme!
Özelleştirmeyi, serbestleştirme ve kuralsızlaştırma izledi. Özelleştirme ile ortak mülkiyetin sermayeye devri, serbestleştirme ile sermaye hareketlerini sınırlayan düzenlemelerin kaldırılması, kuralsızlaştırma ile de toplum lehine olan kuralların sermaye lehine çevrilmesi söz konusuydu. Tüm bunların neticesinde ekonomik büyüme denen şey aslında yoksulluğun, açlığın, sefaletin, yıkımın, savaşın, talanın, rantın ve şiddetin büyümesidir .
Bir ülkenin tarımı nasıl çökertilir diye sormakta Fikret hoca: Bir ülkenin topraklarını kullanmak için o ülkeyi işgal etme dönemi geride kaldı. Ulus ötesi şirketler nerede hangi tür tarımın yapılacağına, hangi gübrenin, tohumun, ilacın kullanılacağına karar vermekte.
Üretimin bütün aşamaları standart hale getiriliyor böylece çiftçinin söz hakkı elinden alınıyor. Günümüzde , üreten çiftçi marketten yumurta alan tüketiciye dönüştü.
İnsanlık ve uygarlık önemli bir kavşakta diyor Fikret hoca kitabında. Kavşak, yön değiştirmek başka yönlere gidebilmeyi tercih etmektir. Bu tercihin ilk adımı yeni düşünceler üretmek ve onu örgütleyebilmektir. Ölü bilgilerden, kalıplaşmış düşüncelerden çıkmak gerekmekte. Ama tüm bunları geç kalmadan hayata geçirmeli. Politika sosyalleşmeli. Yani herkes politikanın içine girmeli. Ama maalesef bu gerçekleşmiyor. Bugün 20 sol parti , 40‘tan fazla fraksiyon var. Peki sormak gerek; işçinin emekçinin, ezilen ve sömürülenlerin 60‘tan fazla çıkarı mı var? Bu bölünme itibar, etkinlik ve en önemlisi inandırıcılık sorunu yaratıyor.
Kötü sistemde iyi politikalar üretmek zordur bu durumdan eko-sosyalist bir paradigma ile çıkılabilir tespiti çok büyük önem taşımakta. Eko-sosyalist geçiş programı ekonomik, ekolojik ve demokratik planlama ile sağlanmalıdır uyarısı da ayrıca dikkate alınmalı.
Çıkış Buradan kitabı bir sürecin devamı ve anlatısı. “… Yeni bir örgütsel işleyiş modeli gerekiyor. Bunun için geride kalan 200 yılda patlak veren halk devrimlerinde oluşan örgütlenme biçimlerinden hareketle geçmişten ders çıkarıp bugünün imkanlarını da hesaba katarak yeni bir örgütlenme modeli oluşturmak gerekiyor…”
Yazımızın yolculuğu burada bitiyor ama PARADİGMANIN İFLASI isimli eserle başlayan ve ÇIKIŞ BURADAN isimli kitapla süren yolculuk devam ediyor…
*GazeteKarınca(8.5.22)