3 Temmuz 2022 tarihinde Ankara’da 5. Olağan Kongresi’ni gerçekleştiren HDP hakkında sıcağı sıcağına değil, biraz bekleyerek değerlendirme yapmak istedim.
Şimdi tam zamanıdır; zira siyasetin merkezi başkentte yaşanan ve herkesin lehte veya aleyhte yorum yaptığı olayın daha fazla geciktirilmesi zaman aşımına uğrayarak önemsizleşir.
Okuyucunun kongrenin havasını anlaması için, öncelikle haber niteliğindeki bilgilere yer vereceğim:
Kongre salonundaki davetliler ve protokol için ayrılan koltuklara, HPD tarafından hazırlanmış olan “Kayyım Raporu” ile 23 Şubat 2020 ile 2 Temmuz 2022 Temmuz arası tarihleri kapsayan “Faaliyet Raporu”nun yer aldığı kitapçıklar bırakıldı.
Protokol bölümü, bilhassa Federe Kürdistan Bölgesi, Ortadoğu ve Avrupa’dan katılımcılar için ayrılmıştı.
Ayrıca parti geleneğinde faaliyet göstermiş belirli sayıda eski siyasetçi (Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder gibi) hazır bulundu.
Sol ağırlıklı HDP bileşenleri, Kürdistani İttifak temsilcileri ve CHP, DEVA, TEK, Saadet ile Yeniden Refah gibi partilerin temsilcileri davete icabet etmişlerdi.
Demokratik kitle dernek ve oluşumlarına (TTB, TMMOB, KESK gibi) ilaveten çok sayıda yöre derneği ve son dönemlerinde hak arayışı içinde olan işçi-emekçi heyetleri oradaydılar.
Bu arada Çerkes (JİNEPS); Süryani, Gürcü, Roman, AGOS gibi çevrelerin temsilcileri de kongreye geldiler.
Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne ilaveten Koçgiri Kültür Derneği ile 5 farklı Alevi-Bektaşi dernek yahut federasyonunun temsilcileri protokoldeki yerlerini almışlardı.
Muhalif basın mensupları ve köşe yazarlarının yanı sıra, bazı akademisyenler de dikkatlerden kaçmadı.
Halk TV, kongreyi canlı izleyip yayımladı. Gazeteci-yazar İsmail Saymaz, bu süre içinde olumlu ve övücü yorumlar yaptı.
Yakınları katledilen veya tutuklu siyasetçilerin aileleri kongrede mevcuttular. Doğu illeri ile Mersin, Ankara ve İzmir merkezli birkaç kadın derneği de özgün giysileriyle salona renk kattılar. (Ayrıntılı bilgiler için bakınız; http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/176140)
Kısacası siyasi çözüm, demokrasi ve özgürlük talep eden HDP, 2015-2016 yılları arasındaki büyük kırılma ve tecritten sonra ilk kez böylesine canlı, coşkulu ve kitlesel bir kongre düzenlemiş oldu.
HDP eşbaşkanı Pervin Buldan şöyle dedi:
Çözüm yeri diyalog ve siyasal mutabakat zemini olan parlamentodur. Çözümsüzlük siyasetlerine karşı ülkeyi bu çatışma ikliminden çıkaracak gerçek çözüm fikriyatı bizdedir. Çözüm için atılması gereken adımlar şunlardır: Eşit yurttaşlık, anadilde eğitim, güçlü yerel demokrasi ve yargı sisteminin yarattığı tahribatların giderilmesi… 1
Buradan itibaren genel bir değerlendirme yapacağım.
Pervin Buldan, iktidar ile muhalefeti kastederek “HDP, salt suyu geçmek için yapılan hiçbir hesapta köprü olmayacaktır” dedi.
Bu ifade, olumsuz şartlara rağmen partisinin siyasi varlığını, gücünü ve özerkliğini koruduğunu göstermektir.
Oysa Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı, HDP ile Kürt oyları arasındaki bağı ya yok saymaya yahut koparmaya çalışmaktadırlar.
Hem iktidar hem de muhalefetin hiç de hayra yorulmayacak birinci emeli, HDP ile ilişkilenmeden onun oylarını kendisine devşirmektir.
Buradaki acı gerçek şudur: Sistemin önde gelen partilerinin gözünde HDP ile Kürt seçmen sadece bir araçtır.
Bu taktiğin en büyük yanlışı şuradadır: Kürt meselesini, esas derdi ve davası olarak gören bir Kürt seçmen var orta yerde.
HDP seçmeni, niteliksel özelliği olan bir seçmendir. Ayrıca yeni bir seçimde niceliksel yani sayısal artışla 8 milyonu bulması mümkündür.
Bazı araştırmalara göre bu oran, yüzde 15 olarak belirlenmiş. Bu haliyle bakılırsa seçmenin sayısal büyümesi, oy verdiği partinin (HDP) siyasal ve Kürt sorununun çözümündeki niteliksel ağırlığının daha artması olarak da yorumlanabilir.
Diğer bir deyimle demokratik değişimin ve siyasetin gerçekleşmesi bağlamında bu parti, mutlaka dikkate alınması gereken önemli bir aktördür.
Kürt meselesini temsil etmesiyle bilinen HDP gibi kurumsal bir yapıyı devre dışı bırakarak sözüm ona “doğrudan Kürt seçmenine ulaşmaya” yönelik siyasi manevralar, bilhassa muhalefet açısından Türkiye’de demokrasiye giden yolu büyük ölçüde tıkayacaktır.
Bayram münasebetiyle Antep’te HDP il yönetimini ziyaret eden DEVA heyetinin oluşum örneğini bir dostum iletti: Suruçlu, Halfetili ve Antepli Kürtler.
DEVA ve Gelecek gibi partilerin bu hususta belli ölçüde iştahları kabarmış olsa da, esas uyarılması gereken parti CHP’dir.
Zira kulağımıza kadar geliyor; bilhassa İstanbul ve çevresinde, HDP tabanına ulaşmak için kaçamak yollar deneyen, gizli saklı işler yapan Kürt kökenli bazı CHP milletvekilleriyle il yöneticileri, son zamanlarda Silivri’deki bir kısım Kürt seçmenin de evlerini ziyaret etmişler.
Demokratik seçimlerde her partinin seçmene bir şekilde ulaşma, kendi programına ikna etme hakkı vardır.
Ancak CHP, burada üç ciddi hata yapıyor:
Bir: Cumhur İttifakı’na giden Kürt oylarının sahiplerini bulup onları ikna etmek yerine, HDP’nin hazır oylarına konmayı deniyor.
İki: Bir varsayım olarak CHP’nin HDP seçmenini yanına çektiğini düşünürsek, bu oylar zaten iktidar karşısındaki muhalefetin oyları sayılır.
Dolayısıyla olası bir seçimde sandıktan galip gelmeye yetmez. Sandıktan başarıyla çıkıp iktidara “güle güle” demenin biricik yolu, şimdiye kadar onu tercih etmiş olan seçmenlerden oy alabilmektir.
Üç: Yasal ve demokratik zeminde faaliyet gösterip mücadele eden Kürt hareketinin öteden beri dile getirdiği “muhataplık, denklik, kurumsal diyalog” gibi mekanizmaları devre dışı bırakma gayretleri veya taktikleri söz konusudur.
Bu ise, başta CHP olmak üzere Millet İttifakı katılımcılarının “yepyeni ve alternatif bir siyaset inşası” söyleminin ne kadar yanıltıcı ve içi boş olduğunu göstermektedir.
Millet İttifakı, zaman zaman HDP’yi devre dışı bırakma yahut görmezlikten gelmenin kendince bahanesini de bulmuştur:
HDP veya Kürt tarafı, gizliden gizliye AKP iktidarıyla muhtemel bir çözüm için temas halindeymiş! Erdoğan, İmralı’daki Abdullah Öcalan’ı devreye sokarak Kürt oylarını bölecekmiş! Edirne Cezaevi’ndeki Selahattin Demirtaş ile Öcalan’ı karşı karşıya getirecekmiş. Dolayısıyla Kürt hareketi, Millet İttifakı’na güven vermiyormuş!
Yeri gelmişken tanıklık ettiğim bir sığ düşünceyi eleştirel düzlemde kamuoyu ile paylaşmak istiyorum:
HDP’nin daveti üzerine İstanbul’da bir araya gelen çeşitli kesimlerden ve farklı siyasetlerden yaklaşık 30-40 kadar aydın, HDP Kongresi öncesinde görüş ve öneriler sunmak üzere söz aldılar.
Tuhafıma giden şey ise şuydu: Akademisyen ve eski bir siyasetçi, “HDP ve Kürt hareketinin AKP ile gizli görüşmeler yaptığına dair söylentilerin ortalıkta dolaştığından” bahisle, bunun gerçek olup olmadığını HDP milletvekili Tayyip Temel’e sordu.
Bir başka akademisyen ise, soruyu destekleyerek “partinin tavrını merak ettiğini” dile getirdi. Doğrusu, fazlasıyla şaşırdım.
Sorunun basitliğine mi yorayım, yoksa üstenci ve şüpheci tavırla, Kürt meselesini kavramaktan uzak bir konumda oluşuna mı yanayım, bilemedim. Belki her ikisi de, aynı yüzeysel fikriyatın ürünüydü!
HDP’ye kuşkuyla yaklaşanlar, gazeteci Levent Gültekin’in “Bazı CHP’liler el altından AKP ile işbirliği içindeler; iktidarın verdiği taktikleri hayata geçiriyorlar. Üstelik bunların bir kısmı Kılıçdaroğlu’nun etrafında kümelenmiş olup, onu başkanlık atına bindirme gayretindeler. Seçim zamanı gelince bunları açıklayacağım” yolundaki iddiasını araştırmayı bir türlü akıl edemiyorlar. Ya da “Ey CHP’liler, güçlü bir temsiliyeti ve toplumsal karşılığı olan yasal Kürt hareketiyle niçin açıkça ortak çalışmalar yapmıyorsunuz” şeklinde bir itirazı dillendirmiyorlar.
Nitekim üstü kapalı akıl ve ayar vermeye yönelik yukarıda bahsi geçen tutum, toplantıda bulunan bir Kürt kadının tepkisine neden oldu:
Dayağı, sopayı yiyen ve ötekileştirilen biziz. Zulmü zahmeti çeken de biziz. Oysa bizim için neyin iyi olup olmadığına karar veren ise, her nedense siz oluyorsunuz. Müsaade edin de kendi geleceğimiz ve meselemizle ilgili kararlarımızı kendimiz alalım. Zira her ne kadar bizimle duygudaşlık kurup destek veriyor olsanız bile, ruhumuzu anlamaktan fazlasıyla uzaksınız!
Bu tür bahanelerin muhalefet partileri açısından dört temel maksadı bulunmaktadır:
İlki, kamuoyunda HDP ve Kürtlere karşı bir güvensizlik yaratmaktır.
İkincisi de her türlü baskı, zulüm, tutuklamaya maruz kalan HDP ile demokratik dayanışma türü siyasi destek eylemlerinden kaçınmaktır.
Üçüncüsü de 6 partiden oluşan muhalefetin HDP ile “kurumsal ve program ortaklığı” yapmak istememesidir.
Dördüncüsü ise HDP olmadan sistem içi “muhalif/alternatif” bir Türk siyasi konsepti oluşturmaktır ki, gayet tehlikeli görünen böyle bir anlayış, o çokça sözü edilen “demokrasi”, “toplumsal uzlaşma” ve “barışa” hizmet etmez.
Tam tersine; seçim kazanılmış olsa bile, muhalefetin demokratik sisteme geçişinin önü tıkanacaktır.
Öte yandan kongrede konuşan Mithat Sancar, “gizli pazarlık” hususuna değinerek şunu söyledi:
İktidar bu türden kısır hesaplarla İmralı’yı kullanmak istiyorsa, biz buna alet olmayacağız. Açıkça uyarıyorum; tehdit üzerinden böyle bir oyun oynamayın. Türkiye’yi ve bölgeyi ilgilendiren böyle bir konuyu (Kürt meselesini) siyasi ikbal ve hedeflerinize alet etmeyin.
Öcalan’la gizli yapılması düşünülen bu tür pazarlıkların imkânsızlığını görüp eleştiren bir ifadedir Mithat Sancar’ın sözleri.
Zira özellikle CHP’li kesimlerle kimi ulusal sol çevrelerin biraz da “sömürge aydını” güvensizliğini ifade eden iddiasının bir dayanağı da bilinen şu beylik “havuç ve sopa” siyasetidir.
Hâlbuki olguları yakından gözlemleyenler, AKP iktidarının taktiğinin temelinde “böl ve yönet” siyasetini rahatlıkla görebilirler.
Yakın zamanlarda bunun somut örnekleri de yaşanmıştı: Mesela, belediye seçimlerinde TRT kanalıyla duyurulan Öcalan mektubu ile Güney Kürdistan’daki kardeşi Osman Öcalan’ın röportajına ilaveten, bizzat Erdoğan’ın ağzından duyduğumuz “Öcalan’ın Demirtaş’a çok kızgın ve öfkeli olduğu” yolundaki sözü.
Buna karşılık “havuç” faslında, evet, AKP iktidarı çokça bahsetmesine rağmen somut olarak hiç havuç göstermedi Kürtlere yani Kürt hareketini yanına çekebilecek somut ve dürüst hiçbir öneri getirmedi.
Tam tersine, son 6 yıldan bugüne somut olarak “sopa” gösterdi Kürt siyasi çevrelerine. Sallamakla yetinmedi, o sopayı muhalif olan hemen her Kürt ile Kürt destekçisi Türkiyelinin tepesine indirmekten geri kalmadı. Sopa politikası son hızla ve var gücüyle devam ediyor.
Bahsedilen nedenlerle, akademisyen ve yazar İhsan Dağı’nın “Diken” gazetesinde yayımlanan 21 Haziran 2022 tarihli ve “İktidarın HDP politikası: Havuç ve Sopa” başlıklı yazısı tek yanlı, dolayısıyla eksik bir yorumdur.
Edirne Cezaevi’nde tutulan Selahattin Demirtaş, 1 Temmuz 2022 tarihli “Yeni Yaşam” gazetesinde yayımlanan değerlendirmesinde isabetli bir saptama yapmıştır:
Şu anda AKP’nin çözüm niyeti de kapasitesi de niteliği de yoktur. AKP’nin şu anda atacağı her adım, ucuz seçim hesaplarından öte bir anlam taşımaz; Kürt sorununda çözüm için muhalefet, kendi çözüm stratejisini bugünden ortaya koymalıdır. Muhalefet bunu yapmadığı sürece iktidar Kürt sorununu ve çözüm sürecini istismar etmeyi sürdürecektir.
Eşbaşkan Mithat Sancar ise, Kürt meselesinin çözümünde önemli bir aktör sayılan Öcalan’ın görülmesi ve ona dayatılan tecridinin kaldırılmasına yönelik bir çağrı yapıyor.
Diğer yandan koşullar itibarıyla “Öcalan olmadan Kürt meselesinin çözümü imkânsızdır” ifadesini kullanıyor.
PKK ile HDP arasında bağ olmadığına dair vurgu, yine HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar tarafından tekrar dile getirilmiş oldu.
Sanırım yukarıdaki ifade ve tespitler, bir taraftan hayatın gerçeğini yansıtıyor; diğer taraftan da Kongre’de Öcalan ile Demirtaş lehine atılan kolektif sloganları siyaset diline tercüme etmiş oluyor.
Demirtaş’a gelince, gözlemim ve izlenimim şu yöndedir: Son birkaç yıldır kalmaya mahkûm edildiği cezaevinin kısıtlı şartlarına rağmen kendisine yeni bir alan açmakla yetinmemiş, o zemini iyi kurgulayıp inşa etmesini de bilmiştir.
Deyim yerindeyse, fiziksel değil ama fikirsel bir “huruç harekâtı” sayesinde kamuoyuyla bir gönül bağı kurdu.
Dolayısıyla her öneri, fikir ve mesajının toplumsal bir karşılığı da mevcuttur. Bir parti kadar veya partinin bir kolu gibi faal çalışmak suretiyle, alabildiğine kamu diplomasisi yürütmede beceri kazanmıştır. Bu yöndeki kimi öneri ve fikirlerine yönelik şerhim, şimdilik mahfuz kalsın.
Yukarıdaki gelişmelere rağmen Altılı İttifak, HDP ile masaya oturmayacakmış gibi görünüyor. Gücünü ve belirleyiciliğini göstermekte tereddüt etmeyeceği sanılan HDP, muhtemelen “siyasal ve toplumsal bir odak olarak buradayız” diyerek kendi adayını gösterecektir.
Diğer bir seçenek ise seçim dönemine veya ertesine denk gelecekmiş gibi görünüyor: Kürt hareketi, tecrit çemberini kırabilmek gayesiyle bahsedilen süreç içinde farklı bir oluşuma gitmek veya içinde yer almak suretiyle AKP sonrası iktidarda rol alma girişiminde bulunabilir. Bu seçeneği yabana atmamak lazım; ihtimal her zaman ihtimal olarak kalmayabilir.
Tüzük gereği alınan karar sonucu oluşturulan Danışma Kurulu hususuna gelince, burada birkaç gözlemimi belirtmeden geçemeyeceğim:
Danışma Kurulu’ndan maksat, sadece Kürt ve sol kesimlerle yetinmemek; demokrat ve liberal şahsiyetleri de katarak yelpazeyi genişletmektir. Bir anlamda kamu diplomasisi yoluyla parti hakkında olumlu bir algı yaratmaktır.
Kanımca iyi niyetli olmakla birlikte, bu fikrin çerçevesi iyi çizilmemiştir. Sağdan soldan insanları “pirinç lapası” veya “ortaya karışık” tarzında bir araya toplamaya benziyor.
Nitekim kamuoyuna duyurulmasıyla birlikte bir yandan sosyal medyada meşrebine uygun görüş belirten sağ, sol ve Kürt çevrelerinde polemik ağırlıklı tartışmalara yol açmıştır. Diğer yandan ülkedeki Kürt tabanınca belli ölçüde tuhaf karşılanmıştır.
Pratikte ne kadar uygulanacağı ve bahsedilen kurul tarafından sunulacak bireysel veya kolektif önerilerin ne kadar hayata geçirileceğinin cevabı belirsizdir. Zira geçmişte oluşturulan bu türden kurullardan beklenen verim alınamamıştı.
Şöyle ki;
Bundan yaklaşık 12 yıl önce böyle bir kurul içinde yer almıştım. İlk toplantıya ülkenin farklı yerlerinden giden kurul üyeleri, TBMM’de partiye ayrılan bir salonda, yaklaşık 10-15 parti milletvekilinin katılımıyla görüş alışverişinde bulunmuşlardı.
İzleyen toplantılarda katılan milletvekili sayısı giderek azaldı. Bir keresinde de Pervin Buldan’a sormuştum:
Kamuoyu önünde açıklamayıp bizimle paylaşmak istediğiniz bilgiler varsa, ona göre analiz ve öneri sunarız.
Buldan, “yok böyle bilgi” deyince, yanıtladım:
Bilgi ve fikir alışverişi olmadan danışma kurulundan ne tür öneri almayı düşünüyorsunuz acaba? Bilgi paylaşımı olmadan analiz ve öneri de olmaz!
Bir toplantıya da Gültan Kışanak tek başına gelmişti. Raportör olarak yanında Ahmet Yıldırım vardı.
Kendisine Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’u münasebetiyle gönderdiği mektubun niçin bize gösterilmediğini sordum.
Cevabı, “Çok aceleydi. Biz bile tam bakamadık” şeklindeydi.
Ayrıca şunu da söyledim:
Artık toplantılara tek tük milletvekili geliyor. Raportör, bizim konuştuklarımızı not ediyor. Yani görüş alışverişi yok. Bu durumda, İstanbul ve Marmara bölgesindeki Danışma Kurulu üyelerinin onca emeği ve zamanı heba oluyor. Maksadınız söylediklerimizi not ekmekse, en iyisi şudur: Raportör her kimse, o gelsin İstanbul’a, orada görüşüp analiz ve önerilimizi söyleriz. O da not alıp, döner. Böylece zaman, emek, zahmet ve masraftan tasarruf etmiş oluruz.
O tarihten sonra işlevsel olmadığına kanaat getirip ayrıldım bahsedilen kuruldan. İstanbul’daki diğer kurul üyeleri de benzer tercihi yaptılar.
HDP yönetimi, çoğu zaman formalite düzeyinde kalan ve propaganda yanı ağır basın Danışma Kurulu’na ilaveten şöyle bir yöntem deneyebilir mi:
Tecrübeli ve birikimli Kürt siyasetçileriyle aydınlarının fikirlerini öğrenip hakkıyla uygulamak için, adını koymadan ve herhangi bir çerçeve çizmeden onlarla istişare edebilmenin pratik yöntemlerini bulmalıdır.
Vitrinlik görüntülerin yanıltıcı olduğunu, milletvekili adaylarının tercihi sürecinde HDP görmüş olmalıdır.
Ayrıca HDP, Türkiye’de demokratik siyaset alanındaki ittifaklar anlayışını da güncellenmeli ve Kürt halkının dokusuna uygun hale getirebilmelidir.
HDP ile gözlemim burada bitiyor. Lakin Kürt meselesinin diğer ucunda sayılan Kürt hareketlerinin mevcut vaziyeti hakkındaki değerlendirmeyi birkaç cümleyle paylaşmak durumundayım:
Bir süre önce Amerikalı bir temsilci Suriyeli Kürt siyasi hareketi sorumlularıyla görüştükten sonra Irak Kürdistan Bölgesi’nde Barzani ile buluştu. Ziyaret sonrası Barzani, SDG yetkilileriyle bir telefonda sohbet etti.
Yaklaşık 10 gün önce ise Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, İsrailli mevkidaşı İzak Herzog ile telefonla konuştu.
Farklı kişiler ve mekânlarda olmasına rağmen konuşma sırasında genel olarak Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürt hareketlerinin geleceği hususu da ele alınmış olmalıdır.
Bu sohbetlerin bir yerinde, ilgili tarafların mutabık kaldıkları ortak paydanın bir kısmı da Kandil’deki yasadışı Kürt silahlı hareketiyle ilgili olsa gerek.
O payda da şöyle formüle edilebilir: Sivri, aykırı yanlarının budanarak PKK örgütünün uyumlu hale getirilmesi.
Süreç içinde hizaya getirilen hareketin bölgedeki meşru-yasal Kürt hareketleriyle uzlaştırılıp entegre edilerek adı konulmayan çözümün bir parçası haline getirilmesi.
Muhtemelen böyle bir varsayımdan yola çıkan PKK sorumluları, NATO’nun Madrid’deki son toplantısında “kendilerinin tasfiye edilip bitirilmesi yönünde karar alındığına” dair spekülatif açıklamalar yaptılar.
Eleştiri üslupları, gayet keskin ve suçlayıcıydı. Zira oradakiler hala diplomasinin inceliklerini bilmekten uzak, 1970’li yıllardan kalma beylik bir üslubu devam ettirmekteler.
Neden?
Çünkü bahsedilen hareket, kendini dünyanın merkezine koymuş; muhtemel bir üçüncü dünya savaşının kendisinden dolayısıyla çıkacağı kanısındadır.
İdeolojik açıdan “öncü savaş” teorisini içselleştirmiş olan PKK örgütü, ortaya koyduğu mevcut mücadele tarzı ve geliştirdiği stratejik konseptiyle “Ortadoğu’da devrimci dönüşümün öncüsü” olma iddiasındadır.
Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Dolayısıyla örgütün bu yanlışı terk etmesi zorunluluk haline gelmiştir. Aksi takdirde, adına mücadele verdiğini ileri sürdüğü “geniş halk yığınları” bundan büyük zarar görecektir.
Keza aynı hareketin ittifaklar anlayışını da gözden geçirmesi elzem hale gelmiştir. Yeni bir paradigma-denklem-denge oluşturması söz konusu olmadıkça, mevcut haliyle sürdürdüğü mücadelenin maliyeti giderek artacaktır.
ABD ve Rusya’ya ilaveten bazı bölge ülkeleri, bilhassa İran ile geliştirilen ilişkilerin belirsizliğinin anlaşılabilir tarafları olmakla birlikte sürdürülmekte olan ittifak politikasının günümüzde ve gelecekte Kürtlere kazandırmayacağı açıktır.
1. https://tr.euronews.com/2022/07/03/hdp-5-olagan-kongresinde-neler-konusuldu-hangi-konular-one-cikti, Dilek Gül, 3 Temmuz 2022
© The Independentturkish