Siyasi çevrelerde, özellikle de Kürt toplumunda çok tartışılan ve merak edilen “Doğu Masası” konusunu biraz olsun açıklığa kavuşturmak için, Dünya Barış Günü olarak kabul edilen 1 Eylül’de CHP Genel Merkezi’ni ziyaret ettim.
Önceden randevu aldığım sorumlu ile tek başıma konuşacağımı sanıyordum. Öyle olmadı. İkisi kadın dört kişiyle karşılaşınca da bunun sohbete zenginlik katacağı düşüncesiyle sevindim.
“Doğu Masası” sorumlularından görüştüğümüz isimler ise: Aylin Yaman (PM Üyesi), Semra Dimçer (PM Üyesi), Devrim Barış Çelik (PM Üyesi-Doğu Masası Koordinatörü), Nevaf Bilek (PM Üyesi) idi.
Katılanlar, farklı bölgelerdeki izlenim ve tanıklıklarını aktardılar; bazı verileri paylaşıp örneklendirdiler.
Sohbete katılan sorumluların isteği üzerine, tek tek isimlerini zikretmeden yapılan konuşma ve açıklamalardan alıntılar yapmak durumundayım.
Önce “Doğu Masası“nın ne manaya geldiğini sordum, açıklanması şöyle oldu:
‘Doğu Masası’ kimi çevrelerde ve hatta CHP tabanında da yanlış algılanıyor. Sanki sadece Kürt Masası veya Kürt sorunuyla ilgilenen bir organizasyondan ibaretmiş gibi anlaşılıyor ki, aslında değildir.
Bu organizasyon, bir komisyon veya çalışma kümesi şeklinde anlaşılmalıdır. CHP Genel Merkezi bünyesinde kurulan bu masa örneği, Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki faaliyetlere mahsus olmakla birlikte kendi türünde ilk değildir. Benzer organizasyonlar Karadeniz, İç Anadolu bölgelerindeki çalışmalar için de kurulmuştur.
Doğu Masası görev bölgesinde toplam 24 il var. ‘Doğu Masası’ görev süresi tarih aralığında, 81 ilde CHP üyelik artışı oransal olarak büyükten küçüğe sıralanırsa, ilk 10 ilin tamamı, ilk 20 ilin de 17si ‘Doğu Masası’ illeri.
Esasen ‘Doğu Masası’nın ‘Kürt Masası’ olarak anlaşılmaması gerektiğinin bir kanıtı daha var: Urfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Kars gibi yerlerde sadece Kürtler bulunmuyor; hatırı sayılır oranda Türkler de var. Bazı il ve ilçelerde Türk veya başka etnik topluluklar da yerleşiktir oralarda.
Bir sorumlu, şu noktaya özellikle dikkat çekti:
Kimi gazeteciler ve siyasetçilerin dikkatinden kaçmış olabilir. Aslında bizim Doğu Masası kapsamında yaptığımız çalışmalar ile Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu’nun bu düzlemde açıklamaları ve gezileri, 25 Temmuz 2020 tarihli İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin 2 numaralı başlığı (Türkiye’nin Toplumsal Barışı ve Huzuru Sağlanacaktır) çerçevesi içinde gerçekleşmektedir.
Bu başlık, üç maddede özetlenmiştir:
- Başta Kürt sorunu olmak üzere, toplumsal sorunlarımız demokrasi temelinde ve TBMM’nin öncülüğünde çözülecek; Türkiye’nin tam bağımsızlığı, demokrasi ve üniter yapısı güçlendirilecektir.
- Kadın-erkek fırsat eşitliği sağlanacak; kadına yönelik şiddetin önlenmesi öncelikli bir devlet politikası haline getirilecektir.
- Toplumsal barışın kalıcı hale getirilmesi için, tüm terör örgütleri ve yeraltı suç örgütleri ile mücadele ödün vermeksizin sürdürülecektir.
Sohbetimizin bazı ayrıntılarını somutlaştırmak durumundayım:
CHP’nin Doğu-Güneydoğu illerindeki örgütleri yıllar boyu atıl kalmış ve zaten her seçimde çok düşük oy oranı alan partinin yerel kadroları da bu atalet nedeniyle sokaktaki insanlarla, kitlelerle dinamik bir bağ kuramamışlar.
Bölgedeki hızlı gelişim, çalkantı ve dönüşümler karşısında şaşkın kalmışlar, en yumuşak ifadeyle olup bitenlerle bölge çapında yaşananları arkadan, adeta bir seyirci gibi izlemişler.
Peki, bu çalışmaların amacı nedir?
- Amaç; CHP’nin şimdiye kadar az oy aldığı veya alacağı varsayılan bölgelerde örgütsel kapasitesini artırmaktır.
- Atıl durumdaki yerel kadroları faaliyetlere katmak suretiyle harekete geçirip kendilerini dinamik hale getirmektir. Dolayısıyla fiiliyatta iş yapmaktır.
- Bölgede yapılan kamuoyu yoklamaları ve anketlere göre Doğu-Güneydoğu’da CHP’ye yönelik bir teveccüh oluştuğu görüldüğünden, partiye olan bu ilgiyi doğru temelde yönetmektir.
- Vatandaş temsiliyetini artırmak ve ilişkileri devamlı kılabilmektir.
- Bu bölgelerde CHP’nin kazanmasını sağlamak ve milletvekili sayısını artırmaktır. Çünkü son genel seçimde CHP, oradaki 24 ilde Millet Meclisi’ne seçilen 126 milletvekilinden sadece 8’ini kazanabilmiştir.
Bu noktada, sohbete katılan dört sorumludan ikisi, özetle şunları anlatıyor:
CHP Genel Başkanı K. Kılıçdaroğlu‘nun Türkiye genelindeki gezi, konuşma ve izlenimlerini örnek alarak her kesimle ilişki kuruyoruz. Sayın Kılıçdaroğlu, faaliyetlerimiz konusunda önemli oranda bize inisiyatif vermiştir. Deyim yerindeyse çalışma ve gayretlerimiz hususunda elimizi serbest bırakmıştır.
Onun toplumsal helalleşmeye ilişkin söz ve faaliyeti, Irak’taki Kürt yönetimi yetkililerini ziyarete izin vermesi, kendisinin Suruçlu Şenyaşar ailesi ve Roboski ziyaretleri işimizi kolaylaştırmaktadır.
Adam adama markaj yöntemiyle insana dokunmayı, yüz yüze konuşup kendi fikrimizi anlatarak onları ikna etmeyi esas alıyoruz. Bilhassa milliyetçi-mukaddesatçı, genel anlamda muhafazakâr kesimlere ulaşmaya çalışıyoruz.
İlla oy istemiyoruz. Önceliği, gittiğimiz çevrelerin dertlerini ve sorunlarını dinlemeye veriyoruz. Hakkımızdaki önyargılar veya yanlış bilinenlerin yerine doğruları anlatıyoruz.Mesela Erzurum’daki bir kadınla sohbetimizde, bir hadiseye tek tarafından baktığını görünce, ‘Bir de şu yanıyla bakınız’ dedik. O da, ‘Hiç böyle düşünmemiştim’ diyerek bizim anlattığımıza hak verdi.
Tabii, gittiğimiz yörelerdeki kadrolarımızı da yanımıza alıyoruz bu çalışmalarda. Öncelikle bu kadroları teşvik ve motive ediyoruz. Zira yöre insanlarını tanıyor ve hakkında bilgi veriyorlar. Diğer yandan onlar da ataletten kurtulmuş oluyorlar. Böylece örgütümüze de canlılık geliyor.
Arada bir yerel örgütlerimize haber vermeden gittiğimiz de oluyor. Bunu, yerel kadrolara peşinen söylüyoruz: ‘Sizden habersiz gelebiliriz. Şimdiden bilginiz olsun ve yadırgamayın!’ diyoruz.
Onları bu tür çalışmalara ya hiç katmıyoruz yahut çok az katıyoruz. Çünkü bu tür gezi ve ziyaretlerimiz duyulunca, iktidar devlet gücünü devreye sokup ters yönde (muhtemelen engelleme/sabote etme amaçlı) karşı tedbirler alabiliyor. Bu da sıradan vatandaş ile yerel kadrolar açısından sıkıntı demektir.
CHP Genel Merkezi’nde salt “Doğu Masası” bulunmuyor; aynı zamanda “Saha Çözüm” adıyla bir masa veya organizasyon da var.
Bu organizasyon, örgütlerden sorumlu genel başkan yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Oğuz Kaan Salıcı ile Yerel Yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ordu Milletvekili Seyit Torun‘un siyasi sorumluluğunda yürütülüyor.
“Saha Çözüm”ün iki koordinatörü bulunuyor. Örgüt Biriminden PM Üyesi Devrim Barış Çelik, Yerel Yönetim Biriminden Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün. Bünyesinde çalıştırdığı kişi veya kadroların vasıfları şu şekilde tanımlanıyor:
Parti politikaları çerçevesi ve doğrultusunda bulunduğu kentin sorunlarını bilen, iletişim konusunda eğitim almış ve profesyonelleşmiş ekipler (gençlik veya kadın kolları gibi) arasından seçilen kişiler.
Bu ekipler, bulundukları yörelerdeki bütün kapıları (ev, hane, işyeri vs) tek tek çalıyorlar, orada bulunanlarla temas kurup hem CHP politikalarını anlatıyorlar, hem de ekonomik ve siyasi krize çözüm yollarını gösteriyorlar.
Ev-işyeri ziyaretlerinde bir bakıma 1990’lardaki Refah Partisi‘nin bu alandaki kolektif faaliyet ve tecrübelerinin örnek alındığına veya yöntemlerinden esinlendiğine dair bir izlenim edindim.
Bu hususu, sohbetimize katılanlarla şu ifadelerle tartıştım:
Aslına bakarsanız, insana dokunmak geleneği pek yeni sayılmaz. Bozuk düzene muhalif olanların bu alanda ciddi tecrübeleri var.
Sol gelenekte, “kitle içinde örgütlenme” kavramı kullanılmaktadır. Ne yazık ki solcular bu kurala sırt çevirip 40 yıldır kitlelerden koptular.
Ev ziyaretlerine ilişkin birtakım veriler de paylaşıldı:
CHP yetkilileri, “Saha Çözüm” kapsamında o zamana kadar iyi bilinmeyen veya farkına varılmamış sorunları yerinde tespit edebilmek gayesiyle Erzurum’da toplam 49 bin, Batman’da 57 bin hane/işyerini ziyaret etmişler.
Aynı oranda olmasa bile Diyarbakır ve Mardin’de de benzeri ziyaretler yapılmış. Ortalama günlük ziyaret sayısı 1500 olarak verildi.
Beşli sohbete katılan “Doğu Masası” sorumlularına, yöre ve alan çalışmalarındaki izlenimlerini sordum.
Yanıtların ortak noktalarını belirtmeliyim:
- CHP, ilgili bölgelerde yükselişte… Partiye katılımda artış var. Mesela Batman’da yüksek oranda (yüzde 315 gibi) katılım var.
(Doğrusu bu yüzde, yanılgıya yol açabilir. Aklımda kaldığı kadarıyla sayı olarak katılım oranı 4 bin 300 kişi dolayında idi). - 24 ildeki toplam CHP üyesi 85 bin ile 90 bin arasındayken, şimdiki durumda bu sayı 125 bin dolayında.
(Türkiye’nin ikinci büyük partisi açısından bu sayı, mütevazı bir rakam olarak görülmelidir. Her zaman 10 üzerinden 1-2 ders notu alan öğrencinin 3 veya 4 alması iyi gelişmedir, ancak ders geçmeye yetmezmiş gibi bir durum var ortada. Ancak geçmişe oranla parti açısından cesaret vericidir.) - Partinin söylem gücü artıyor. Her ile aynı yöntemle gidilmiyor. İllerin özgünlüğü göz önüne alınarak farklı çalışmalar yapılıyor.
- Yereldeki insanlarla metropoldeki akrabaları arasında dinamik bir etkileşim var. Buradakiler bir şekilde ikna edildiğinde, büyük şehirdeki yakınları da ikna olabiliyorlar. Tam tersi de olabiliyor: Şehirde oturanlar, Doğu’daki akrabalarını iktidardan uzaklaşıp muhalefete yaklaşmaları konusunda ikna edebiliyorlar. Yani kimlik ve aidiyet (aile veya aşiret) yöreden göçüp şehirde yaşayanları yakından etkiliyor.
- Keza iş dünyasındaki çıkarlarını ve faaliyetlerini riske atmak istemeyen iş insanları, dolaylı yollardan yakın ve uzak çevrelerinde önemli roller oynayabiliyorlar. Sözgelimi çok sayıda Ağrılı sanayici ve iş insanı, iktidarla iş tutmasına rağmen memleketinde akraba ve dostlarından utanarak tavır değiştirebiliyor. Çevresel etkileme/etkilenme denilebilir buna.
- Bu düzlemde korucular ile bazı aşiretlerin devletle birlikte olduğu bilinen bir gerçek. Bu alanda fazla çalışma yürütülmemeye özen gösteriliyor. Yine de bazı aşiretler, denge değişikliği ve siyaset rüzgârının yön değiştirmesiyle iktidar adayı olarak gördüğü CHP ile temas kurabiliyorlar.
(Masa sorumluları veya yerel kadrolar da bunlara “gelme” deyip geri itmiyor. Üst düzey bir yetkilinin ifadesiyle “Gelen kitleyi aşiret olarak değil, sosyal bir topluluk ve bireysel tercih sıfatıyla” değerlendiriyorlar.) - Dindar ve muhafazakâr çevreden gelen Doğulu gençler, dini siyasete alet eden AKP veya benzeri bir iktidara karşı güvensizler. Şunu söylüyorlar:
Bu adamlar gelseler bile, yine dinden imandan dem vurup aynı yolsuzluk ve haksızlıkları yaparlar. Bu yüzden Atatürk ve onun getirdiği laiklik ilkesinin önemini daha iyi kavrıyoruz.”
- Doğu ve Güneydoğulu insanlar, “adalet, hukuk ve özgürlük” konusunda ortaklaşabiliyorlar.
- “Doğu Masası” sorumluları, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun yıllar önce belirlediği “Doğu’da yüzde 10 oranını yakalarsak, seçimde kazanırız!” yolundaki sloganı, kendilerine şiar edinmişler.
Doğrusu “Doğu Masası” kadrolarında kararlılık ve gayret var. Ancak henüz Kılıçdaroğlu’nun hedeflediği yüzde 10’luk seçmen veya taraftar kitlesi sağlanamamış görünüyor. Son iki anket bunun göstergesidir.
Diyarbakır merkezli Rawest Araştırma, Haziran 2022’nin son haftasındaki anket sonuçlarını kamuoyuna açıkladı. 1565 kişi ile yapılan araştırmaya göre:
4 il (Diyarbakır, Urfa, Mardin, Van) genelinde AKP’nin oy oranı yüzde 37,7’den yüzde 23,8’e düştü. HDP’nin oyunda ise önemli bir değişim olmadı: yüzde 51,3.
CHP ise 4 ildeki oy oranını bir önceki seçime kıyasla yaklaşık 4 kat artırarak yüzde 2,7’den yüzde 9,8’e yükseltti. 1
ASAL Araştırma ve Danışmanlık Şirketi, ağustos ayı “Siyasi eğilimler araştırması” anketinin sonuçlarını açıkladı:
Diyarbakır’da katılımcıların yüzde 59,7’si HDP, yüzde 18,6’sı AKP, yüzde 4,8’i CHP dedi.
Mardin’de HDP yüzde 51,2, AKP yüzde 25,5; CHP ise yüzde 6,0 oy oranına sahip.
Urfa’da yüzde 45 AKP, yüzde 28,5 HDP, yüzde 5,5 CHP çıkıyor.
Van’da ise HDP yüzde 53,5, AKP yüzde 26,9; CHP yüzde 5,1. 2
Sohbetten çıkardığım neticeleri şöyle formüle edeceğim:
Bir: Geçmişe oranla bir gayret ve saha çalışması var. Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi (TEAM) Direktörü Ulaş Tol’un Gazete Duvar‘daki 14 Ağustos 2022 tarihli tespiti isabetlidir:
Muhalefet, ‘kabullenilmiş çaresizlik modu’ndan çıkmıştır. İktidarda hikmet kaybı olurken muhalefet daha hikmetli davranmaya başladı. Kutuplaştıran taraf olmaktan birleştirici taraf olmaya yöneldi. Dindar, milliyetçi, seküler çevreler bir araya gelip birlikte davranabilmeye başladılar.
İki: Anlaşılan “Doğu Masası”kadroları, Independent Türkçe gazetesinde yayımlanan makalelerimi yakından izliyorlar. Daha önceki bir yazımda mealen şöyle bir eleştiri yapmıştım:
CHP’li kimi siyasetçiler ile İstanbul İl Yönetimi’ndeki bazı elemanlar, işin kolayına kaçarak ve hazıra konmayı tercih ederek HDP taraftarlarını partilerine devşirme peşindeler. Oysa bu tutum hatalıdır. Zira HDP oyları da muhalefet havuzunun oylarından sayılır. Bir muhalif havuzdan kepçeyle su alıp diğerine aktarmakla AKP seçimde mağlup edilemez. Cumhur İttifakı seçmenini ikna edip kazanmak esas alınmalıdır.
Genel Merkez’de merhaba demek için ziyaret ettiğim üst düzey bir yetkili, “Biz HDP seçmenini devşirmiyoruz. Kararsızlar ile iktidara oy vermiş kesimleri kazanmaya yoğunlaşıyoruz” demişti.
Buna rağmen taşrada ve metropolde işin kolayına kaçan kimi CHP’lilerin bu türden “oy devşirme” işini azalttıkları ama tümüyle vazgeçmedikleri görülüyor.
Üç: Yerel kaynaklardan edindiğim izlenimlere göre, genel olarak bölgedeki HDP insanı kendisini bu partiye kilitlemiş durumda. O kadar ki, Cizre’de yaşlı bir din adamı şunu söylemiş: “Demirtaş bile seçimde AKP ile uzlaşsa, onları yüzüstü bırakırım ve HDP’ye asla oy vermem!”
Her şeye rağmen HDP’ye oy verenlerin sürekli kayyım türü cezalandırmalar ve baskılarla karşılaşması, kimi zaman onların da CHP’ye sempatiyle bakıp yakınlaşmalarına yol açabiliyor.
Dört: Genel olarak CHP’nin özel olarak “Doğu Masası”kapsamında çalışanların Doğu-Güneydoğu bölgesinde karşılaşacakları muhtemel güvensizlik ve bilhassa Kürt kesimindeki tepkiler, HDP’ye yönelik ikircikli, çifte standartlı tutumdan kaynaklanacaktır.
Gözlemlediğim kadarıyla Altılı Masa’ya egemen olan davranış tarzı, bu partiye yönelik “Paşa konağının kapısına gelmiş köylüyü küçümseyip dışlama” muamelesidir.
Şimdiye kadar üstü örtülüp geçiştirilen bu dışlama tutumu, CHP İstanbul milletvekili Gürsel Tekin’in “HDP yasal ve TBMM’de bulunan meşru bir partidir. Gelecekte kendisine bakanlık verilmesi muhtemeldir…” şeklindeki açıklamasından sonra yeniden patlak vermiştir.
Sağcı milliyetçi siyasetçiler, adeta Tekin’i itham bombardımanına tuttular. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de, olayı alevlendiren bir konuşma yaptı:
HDP’nin olduğu masada biz olmayız. Bizim olduğumuz masada da HDP olmaz. Bu hassasiyetimiz devam edecek. Parti yetkilileri konuyla ilgili, parti hassasiyetleriyle ilgili gerekli açıklamalar yaptı.
Bu sert çıkış, bana Ortaçağ Avrupa’sındaki “cadı avlarını” hatırlattı:
Cadı avı; şeytanla ilişkilendirilen bir bakış açısıyla 1480’lerde Dominiken Engizisyonunda ortaya çıkmış ve hem Katolikler hem de Protestanlar için olağan hale getirilmiştir.
Bu suçla cezalandırılanların (idam ve ateşte yakma gibi) çoğunu büyük işkenceler gören kadınlar teşkil etmiştir.
O zamana kadar mezhepsel açıdan dünya ile ahiret işlerini tekeline almış olan Katolik kiliselerinin (Vatikan’ın) zulüm ve zorbalığına karşı ölümüne direnen Protestan mezhebinin öncülüğünü yapan ve fikirleriyle Katolik tahakkümünü sarsan Luther, Zwingli ve Calvin gibi Protestan liderler, şartlandırılmış kamuoyundan tecrit olmamak için ve kitle desteği alabilmek uğruna, cadı avı kampanyalarını Katoliklerden daha fazla desteklemişlerdir.
Biz, “bakanlık verme” tartışmasına kaldığımız yerden devam edelim.
HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, kullanılan dili şöyle eleştirdi:
HDP anayasal çerçevede kurulmuş, 10 yıldır siyaset yapan Anayasal bir partidir. Meclis’e bizi leylekler getirmedi. HDP meşruiyetini asıl toplumsal mücadelesinden, mücadele içindeki duruşundan ve halkın teveccühünden alır.
‘HDP’nin olduğu yerde ben olmam’ gibi sözleri biraz sakin, olgunlukla düşünerek söylemek lazım. Biz Meclis’teyiz diye siz Meclis’ten çekilecek misiniz?
Muhalif görünümlü sorumsuz laflar edilmemesi gerekiyor. Toplumdaki kutuplaştırmayı, ayrımcılığı, nefret söylemini artırmak değil, tam tersine demokrat bir üsluba, söyleme sahip olmak bunu gerektiriyor…
Kanımca sıcak tartışmaların ortamında önemli birkaç nokta gözden kaçırılıyor.
Şeytanlaştırılmaya çalışılan HDP, 7 Haziran 2015 seçimi sonrası dönemin AKP Başkanı ve Başbakan A. Davutoğlu zamanında geçiş hükümetine bakan vermişti, bu bile görmezlikten gelinip unutturulmaya çalışılıyor.
Dönemin AKP’si böyle bir teamül içine girebilmişken, Akşener’in “istemezük” tutumunun altında başka bir maksat olmalıdır.
İlk elde “Acaba, HDP seçmeninin oyu Meclis’e yansıyıp temsil gücü kazanmasın diye yeni bir hesap mı yapılıyor?” sorusu akla geliyor.
Peki, böylesi bir durumda “Demokrasi, hak-hukuk ve adalet temelinde güçlendirilmesi vaat edilen Parlamenter sistem” sözü inandırıcı olabilir mi?
Kılıçdaroğlu’nun uzlaşmacı, helalleşmeci tavrı ile Akşener ve İYİ Parti’nin çatışmacı/ötekileştirici tavrı arasındaki zıtlık muhalefetin kazanmasını sağlayabilir mi?
Kazanacak muhalefetin koalisyon hükümetinde, başta Kürt meselesi olmak üzere adalet, hukuk, demokratikleşme tarzı söylemlerin hayata geçirilme şansı olabilir mi?
Şu sorum, İYİ Parti yönetimine:
Kendisine ihtiyaç duymasından ötürü CHP’nin İYİ Parti’den vazgeçemeyeceği yolundaki hesap iyi yapıldı mı?
Yoksa güçlenip yüzde 20’lere yükseldiğinde, CHP olmazsa seçim sonrasında iktidarı kaybedip muhalefet partisi konumuna geçecek AKP ile bir pazarlık mı söz konusu olacak mı?
Bu noktada, İYİ Partiyi analiz eden Dağhan Irak’ın Diken gazetesinde yayımlanan 6 Eylül 2022 tarihli iyimser yorumunun doğru çıkmasını umuyorum:
AKP ve Erdoğan’ın denklem dışı kaldığı bir senaryoda, herkesin yatırımını AKP sonrasındaki ilk döneme değil, bir sonrakine yapması olasıdır… Dolayısıyla şu anki söylemlere değil, seçim sonrasındaki eylemlere bakarak karar vermek en doğrusu. Zira kimse aklından geçeni söylemiyor. 3
Bu faslı, bir anlatımla kapatacağım:
Balkan göçmeni bir ailenin kızı, İstanbul’un mutena bir semtinde emlak işleriyle meşguldür. Her Balkan kökenli gibi Kemalist ve laik olduğunu söylüyor.
Evrensel ölçekte demokrat olan bu dostum, geçtiğimiz Ramazan ayındaki bir iftar yemeğine katılan üst düzey CHP yetkilisine yaklaşıp şu soruyu soruyor:
Acaba CHP olarak HDP ile daha şeffaf ve denk bir ilişki kuramaz mısınız?
Yetkilinin yanıtı şöyle oluyor:
Bunu bana değil, Sayın Meral Akşener’e sorsanız daha iyi olur.
Sohbetimizde iç siyasetten dış politikaya geçiş yaparken CHP’nin iki yıl önce yayımladığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi‘nde dış siyasete bakışını da bulduk.
“Doğu Masası” ile yakından ilgili olması nedeniyle bu hususta da bilgi verelim:
CHP, yurtdışındaki ilişki ve faaliyetlere ağırlık verecek olan Balkanlar ve Ortadoğu gibi masalar kurulması hususunda karar almıştır.
Bahsedilen Beyanname’nin 13 numaralı başlığında ise (Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı-OBİT) dış politikanın ana hatları çizilmiştir:
Akılcı, barışçıl ve gerçekçilikten sapmayan, uluslararası hukuka ve meşruiyete önem veren bir dış politika izlenecektir. Bölge merkezli dış politika yaklaşımından yola çıkarak, kurucu üyelerinin İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin olacağı ve bölgemizde huzur, barış ve istikrar oluşturmayı hedefleyen Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı-OBİT kurulacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı başkanlığındaki bir heyet, 5-8 Eylül 2021 tarihleri arasında Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi (IKBY) başkenti Erbil’de Kürt lideri Mesud Barzani ile IKBY Başkanı Neçirvan Barzani ve diğer parti yetkilileriyle görüşmüştü.
Salıcı’nın BBC Türkçe bültenine verdiği beyanıyla, “Ziyaret, OBİT kapsamı ve amaçları doğrultusunda” gerçekleşmişti. 4
Kanımca, CHP tarihinde ilk sayılan böyle bir ziyaretin birinci aşamasında murat hâsıl olmuştu: İki taraf arasındaki buzlar erimiş, önyargılar biraz olsun giderilmişti.
Bu konu hakkındaki izlenimimi ise, CHP ile ilgisi olmayan farklı kaynaklarla daha sonra yaptığım bir sohbete dayandırıyorum:
“Türkiye, Suriye, Irak ve İran bir araya geldiklerinde sonuç hep Kürtlerin aleyhine oluyor” kanaati taşıyan Mesud Barzani, CHP tarafından duyurulan İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi‘nin Kürt meselesi ve Ortadoğu‘ya ilişkin yaklaşımını anlayınca (daha doğrusu Kürtçeye çevrilmiş ilgili 2 ve 13 nolu maddelerinden haberdar olunca) o zamana kadar duyduğu endişelerden belli ölçüde arınmıştı.
Kılıçdaroğlu, OBİT çerçevesindeki dış politikasının ana hatları hakkında, 9 Ocak 2020 tarihli tamamlayıcı bir açıklama yapmıştı:
Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nın kurulması, Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin bir araya gelmesi… Daha sonra gerekirse buraya Mısır’ın, İsrail’in veya diğer çevre ülkelerin gözlemci olarak katılmaları… Ortadoğu’nun barışa ihtiyacı var. Vekâlet savaşlarından Ortadoğu’nun kurtarılması lazım. Türkiye’nin burada aktif rol üstlenmesi lazım. 5
Masa yetkilileri anlattı, ben de gazeteci emanetiyle söylenenleri aktardım.
Bu arada kendi gözlem ve çıkarsamalarımı da yazdım. Değerlendirilmesi okuyucuya kalmıştır.
Kaynakça:
1. https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/guneydogu-anketi-4-yilda-akp-ve-chp-oylari-nasil-degisti-1963690.
2. http://mezopotamyaajansi35.com/components/88122611/content/view/181329, Mezopotamya Ajansı, 3 Eylül 2022.
3. https://www.diken.com.tr/iyip-altili-masa-ve-bir-performans-sanati-olarak-siyaset/,
4. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-58528184, 11 Eylül 2021.
5. https://m.bianet.org/bianet/siyaset/249767-chp-heyeti-ile-barzani-gorustu-iliskiler-guclendirilmeli, 5 Eylül 2021.
© The Independentturki