Pazartesi , 30 Aralık 2024

Batı Şeria’daki İsrail’in ölümcül operasyonlarının arka planında ne var?

Faik Bulut 

Kolaj: Independent Türkçe

Filistin Haber Ajansı WAFA, 7 Eylül 2024 tarihli haber bülteninde, İsrail güçlerinin düzinelerce ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan ve geniş çaplı yıkım bırakan 10 günlük şiddetli ve sürekli askeri operasyonun ardından, Batı Şeria‘nın Cenin kentinden ve kampından çekildiğini duyurdu.

İsrail ordusu ayrıca Cenin’de 14 militanın etkisiz hale getirildiğini ve 30’dan fazla şüphelinin tutuklandığını duyurdu.

WAFA’nın haberine göre, İsrail’in 2002’den bu yana en kanlı ve en şiddetli saldırı olarak nitelendirilen Cenin’ne yönelik saldırısında aralarında çocukların ve yaşlıların da bulunduğu 21 Filistinli öldürüldü, bazıları ağır olmak üzere birçok Filistinli de yaralandı.

Filistin raporlarında, İsrail ordusunun daha küçük çaplı askeri operasyonlar yürüttüğü Batı Şeria’nın kuzeybatısında bulunan Tulkerim kentinden de çekildiği belirtildi.
 
Batı Şeria’daki Filistin topraklarını gasp eden İsrailliler, İsrail güçleri korumasında El Halil kentinde provokatif gezi tur düzenledi.

Filistin raporları, İsrail’in, 7 Ekim 2023 (Hamas’ın Gazze’deki İsrail yerleşim birimlerine baskınından) bu yana aranan kişileri tutuklama bahanesiyle Batı Şeria’daki baskınlarda 10 bin 300 Filistinliyi tutukladığını belirtti.

Çatışmalar bahane edilerek 700’den fazla Filistinli öldürüldü.

Batı Şeria’da Ağustos-Eylül arasında gerçekleşen askeri operasyonlar yalnız Cenin Mülteci Kampı’nı hedef almadı.

Tulkerim, Nablus, Ramallah ve El Halil gibi şehirlere bağlı bazı yörelerde de ölümcül uygulamalar yaşandı ve yaşanıyor.

Neden?

İşgal altındaki Filistin topraklarında yaşayan ahali iki kısımdan oluşuyor.

İlki yüzyıllardan beri ata-dede mülklerinde ikamet eden Filistinli köylüler ile şehirliler.

Bunlar geleneksel tarım, ticaret ve küçük işletmeleri sayesinde geçimlerini sürdürmekteler. 

İkinci kesim ise şu mültecilerden oluşuyor:

1948 yılı öncesinde ve sonrasında İsrail askeriyle çeteci Siyonist milislerin yaklaşık 700 köy ile çok sayıda şehir ve kasabayı (Lûd, Ramle, Yafa, Hayfa, Celil, Taberiya gibi)  silah zoruyla ele geçirip katliam yapması sonucu baba ocağından kaçıp o sıralar Mısır (Gazze gibi) ve Ürdün Krallığı (Batı Şeria) denetiminde bulunan Filistin topraklarına sığınan ahali. 

Bunlara “iç göçmen”, Arap ülkelerine gidenlere de “dış göçmen” denilmektedir. 

Sadece bir örnekle yetinelim:

1950’de iç göçmenler için Batı Şeria’da kurulan en büyük kamp Nablus ili yakınındaki Balata Mülteci Kampı olarak bilinir. 2023 yılı sayımına göre 23 bin nüfuslu kampta yaşayanlar ana yurtlarından (Ramle, Yafa ve Lûd (İbranice Lod) şehirlerinin işgali sonrası) kaçıp gelenlerdir.

Nüfus yoğunluğu fazladır; kişi başına düşen alan sadece 0,25 kilometre karedir. 1

Nüfus çoğaldıkça gelişigüzel imar ve yayılma alanları ortaya çıkmaktadır.

Evler iç içedir; neredeyse balık istifi denecek ölçüde insan yaşar buralarda.

Okullar da adeta zincirleme bir yapı arz etmektedir.

Öğrenciler sınıflara sığmayacak kadar kalabalıktır.  

Birleşmiş Milletler Teşkilatı Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) ile Uluslararası Af Örgütünün 2018 yılı verilerine göre;

1948’de bir yıl boyunca süren ve İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanan savaşta 700 binin üzerinde Filistinlinin evlerinden, köylerinden ve şehirlerinden zorla çıkarılmasının ve yerinden edilmiştir.

Tarihten beri, Filistinlilerin Arapça isimlendirdiği haliyle Nekbe (felaket), Filistinlilerin kolektif bilincinde sonu gelmeyen bir mülksüzleşme hikâyesi olarak durur.

Bu trajik durum üzerine BM Genel Kurulu 1948 tarihli ve 194 Sayılı şu kararı almıştır “…evlerine geri dönmek ve komşularıyla birlikte huzur içinde yaşamak isteyen mültecilerin evlerine geri dönmesine uygulanabilir en kısa zamanda izin verilmeli… Geri dönmeyi tercih etmeyenlere ise mülklerine ve mülklerinin kaybına veya gördüğü hasara karşılık tazminat ödenmelidir.”

Filistinli mülteciler on yıllar içinde defalarca toplu olarak yerlerinden edildiler ve bazıları birden fazla defa evini kaybettiler.

1967’de İsrail’in Doğu Kudüs de dâhil Batı Şeria’yı ve Gazze Şeridi’ni, yani Filistin topraklarını işgal etmesi sonrasında yaklaşık 300 bin Filistinli yerinden edildi.

İşgal altındaki topraklarda yaşayan on binlerce kişi daha, İsrail’in bu topraklara saldırganca el koyması, hukuka aykırı yerleşim yerleri kurma politikaları, ev yıkımlar sürgit devam etti.

2 milyonun üzerindeki Filistinli mülteci, BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mülteciler için Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na (UNRWA) kayıtlıdır.

Bunların yaklaşık 775 bini Batı Şeria’da, 1.26 milyonu ise Gazze Şeridi’nde yaşıyor.  

UNRWA’ya göre, Batı Şeria’da 871 binden fazla kayıtlı mülteci var ve dörtte birine yakını 19 mülteci kampında barınıyor. 2

Yukarıdaki gerçeklerden hareketle eski ve yeni birkaç örnek olayı hatırlayıp yeni tespitlerde bulunmanın vakti zamanı geldi artık: 

  1. 1943-48 yıları arasında Filistin topraklarında, özellikle kuzeydeki Taberiye Gölü çevresinde Kibbuttz (yarı askeri üretim kooperatifi) projesini hayata geçirmek suretiyle iskân sömürgeciliğinin öncü mimarı sayılan ve 1943-1948 yılları arasında kurduğu Palmah örgütü aracılığıyla Filistinleri yurtlarından kovan Yigael Alon, 1967 işgali sonrasında Batı Şeria’dan sorumlu bakanlık görevindeydi. 

    Şimdi hayatta olmayan Alon, o tarihte kendince bir tehcir planı uyguladı. Buna göre Batı Şeria’daki Filistinlileri peyderpey zorla yerinden yurdundan etme ve yerlerine Yahudi yerleşim birimleri kurma konusuna yoğunlaştı. Projesi belli oranda gerçekleşti. Vadi Ürdün ile tarıma elverişli alanlarda İsrail köy-kentleri mantar gibi türedi ve giderek büyüyüp yaygınlaştı. 3

    O sırada yarım bırakılan projeyi, Başbakan Binyamin Netanyahu tamamlamaya çalışıyor. 

    Nitekim bu niyet İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz tarafından şu şekilde dillendirilmiştir:

    “Batı Şeria’da Ürdün kimliği taşıyan çok sayıda insan bulunmaktadır. 700 bin Ürdün uyruklu dâhil, yabancı kimliğiyle yaşayanların geleceği yeniden gözden geçirilecektir.”

    Esasında 700 bin olduğu ileri sürülen Ürdün uyruklu sayısı, gerçekte 400 bindir. Diğer bir deyimle İsrail, Batı Şeria’daki Filistinlilerin hatırı sayılır bir bölüğünü Ürdün’e kovmayı/sürgün etmeyi tasarlamaktadır.  
     
  2. Öte yandan aşırı sağcı İsrail yönetimi, Gazze’deki soykırımı sürdürürken Arapların yaşadığı tarihi Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait evlere el koymakta, Siyonist ırkçı-dincilerin Müslümanlarca kutsal sayılan Mescid-i Aksa alanını işgal ederek kışkırtıcı dini ayinler yapmalarına göz yummaktadır. 

    Bu arada Filistinlilerin Batı Şeria’daki topraklarını gasp ederek oralara yeni Yahudi Yerleşim birimleri inşa etmekte; kurulan her köy-kent tarzı bu birimleri Filistin köylülerine yönelik saldırı karargâhı ve üssü işlevi görmekteler. 

    Nitekim Milli Güvenlik Bakanı ırkçı Siyonist İtamar Ben Gvir, taraftarı yerleşimci milislere 45 bin silah dağıttı. Onun gibi ırkçı olan Maliye Bakanı Bazelel Smotriç ise, azgın yerleşimcileri Filistin köy ve kasabalarına saldırtmaktan çekinmiyor.

    Bu yerleşim birimlerini teşvik edip kuranlar, Batılı ülkelerdeki temsilcileri diasporadaki Yahudilerden bağış toplamakla yetinmiyorlar. Aynı zamanda Batılı irili ufaklı ticari şirket ve holdinglerin maddi desteklerinden yararlanabiliyorlar.

    İşgal karşıtı faaliyetleriyle tanınan muhalif sivil toplum kuruluşu olan İsrail merkezli “Sessizliği Bozalım” tarafından yayınlanan 28 Ağustos 2024 tarihli rapora göre; Batı Şeria’da yeni Yahudi yerleşim yerleri için Filistin topraklarını zorla ele geçirme planı üç noktada yoğunlaşıyor: 

    “A-1993 Anlaşması gereği ‘C’ bölgesi kapsamındaki arazileri İsrail denetimi ve egemenliği altına almak. B- 700 ile 800 bin olan Yahudi Yerleşimci sayısını 1 milyonun üzerine çıkarıp hem gasp edilmiş topraklarda yerleştirmek suretiyle Filistinliler aleyhine işgal faaliyetini ve demografik değişimi gerçekleştirmek. C-İsrail askeri denetim altındaki bu bölgeyi, sivil bürokratlara devrederek ırkçı Siyonist silahlı milislerin bölgede yarı askeri bir konuma gelmelerinin yolunu açmak.”
     
  3. ABD generali Keith Dayton, 1993 Oslo Anlaşması sonrasında Filistin yönetimine bağlı askeri birliklerin güvenlik ve denetim alanında eğitmek için 2005 yılında Batı Şeria’da harekete geçti.

    Süreç içinde “Yeni Filistin’in inşası” konsepti çerçevesinde eğitim, iktisat ve sosyal programlara hayata geçirmeye çalışmıştı. Sadece toplumsal-kültürel-ekonomik konulara yoğunlaşarak Filistin halkının toprağı ve işgalden kurtuluşu için verdiği mücadeleyi unutturmak görevini üstlenmişti.
     
  4. Batı Şeria’nın farklı şehirlerinde ve bilhassa insanlık dışı mahrumiyet merkezleri sayılan mülteci kamplarında son zamanlarda yoğunlaşan  direniş işgali, İsrail’in zulüm ve zorbalığına son verip bağımsız bir devlet kurmak değil, aynı zamanda 1948 yılından bu yana  dayatılan yurtsuzluk ve yoksulluktan  kurtulup insanlık onuruna yakışan bir hayata kavuşmaktır.

Gazze’deki soykırım savaşına mücadelenin bir parçası sayılan Batı Şeria’daki direnme ve dayanışma faaliyeti, son iki yıldaki acı tecrübelerin ışığında yeni bir yöntemle devam edeceğe benziyor.

Ulusal Kurtuluşçu (El Fetih örgütü), sosyalist ve Marksist (Halk Cephesi, Demokratik Cephe, Halk Partisi), İslamcı (HAMAS ve İslami Cihad) ve ilerici-demokrat örgütlere bağlı silahlı milisler üç ana meseleyi gündemlerine almışlar:  

Batı Şeria’daki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altındaki ana hareket (El Fetih) yaklaşık 45 bin kişilik silahlı milis ve askeri/kolluk kuvvetine sahiptir.

El Fetih’in bütün gövdesiyle direniş cephesine katılmasına ilişkin cevap beklenirken üç önemli seçenekten söz ediliyor:

  1. Ortak bir direniş komuta merkezi kurmak,
     
  2. Batı Şeria ve özellikle yurtsuzlar yurdu sayılan mülteci merkezlerindeki gençleri silahlandırmak. Silahlandırma işini İslami Cihad üstleniyor.
     
  3. Halkı saldırılardan koruyabilecek Himaye Komiteleri oluşturmak. Amerikan gazetesi The New York Times, 10 Eylül tarihli nüshasında, “İsrail operasyonları sürecinde Batı Şeria’daki direniş hareketi yeni bir güç ve ivme kazanıyor, daha ileri yöntemlerle mücadele ediyor” yorumuna yer verdi.

    Bağlantılı olarak bir ekleme:

    Birinci (1987) ve İkinci İntifadanın askeri ve siyasi lideri sayılan Mervan Bergusi, aynı zamanda El Fetih örgütünün silahlı milisleri olan El Aksa Şehitleri Tugaylarının da komutanıydı. 

    Mervan Bergusi, İsrail tarafından tutuklandı ve Ürdün’e sınır dışı edildi. 7 yıl sürgünde kaldı. Oslo Anlaşması’ndan sonra 1994’te Batı Şeria’ya geri döndü. 1996’da Filistin Meclisine Ramallah milletvekili olarak seçildi. 1999′da El Fetih’in Batı Şeria sorumlusu oldu. 2000 yılında başlayan İkinci Filistin intifadasının da lideri olan Bergusi, 15 Nisan 2002’de Ramallah’ta İsrail ordusu tarafından tutuklandı. Yargılama sonucu 5 defa müebbet ve ayrıca 40 yıl hapse mahkûm edildi.

    22 yıllık tutsak Bergusi, Hamas-İsrail ateşkes görüşmelerinde İsrailli esirler karşılığında serbest bırakılması şart koşulan en önemli Filistinli siyasi-askeri şahsiyet konumundadır. Şimdiler de “Filistin’in Mandelası” sayılan Bergusi’nin çıkması halinde Gazze’dekinden daha fazla silahlı milis ve askeri birimlere sahip olan Batı Şerialı direniş hareketinin efsanevi önderi haline gelecektir. 

    İsrail yönetimini korkutan Bergusi,  teslimiyetçi siyasetlerin sembolü haline gelmiş Mahmud Abbas’ı da ürkütmektedir. Zira direnişçi kesim ve ahalinin büyük bir kısmı, Bergusi’yi Filistin yönetiminin başkanı olarak görmektedir.

    M. Abbas, kendisine rakip gördüğü Bergusi’nin dışarı çıkması için ısrarcı değildir. Onun Ankara’ya gelip TBMM kürsüsünde “Neye mal olursa olsun Gazze’ye gideceğim” sözünün altında başka hesaplar yatmaktadır.

    Örneğin İsrail’in viraneye çevirdiği Gazze’de muhtemelen ilgili İsrail yönetimiyle anlaşmalı biçimde Hamas’ın devrik iktidarının doğurduğu idari-siyasi boşluğu doldurmak istiyor. Böylece kendisinden umudu kesmiş Filistin halkının az da olsa desteğini alma umudunda, güya hem Gazze hem de Batı Şeria’nın rakipsiz otoritesi haline gelme hesabı yapmaktadır. Bu hesap ise, Mervan Bergusi ile El Fetih direnişçilerinin de işgalden kurtulma çabalarını engellenmesi anlamına gelmektedir.

     
  4. Batı Şeria sürdürülen operasyonlar Gazze’deki soykırım ve tehcir savaşının bir parçasıdır. Ancak her iki bölgedeki çatışmalarda anlık başarılar kazanmasına rağmen İsrail yönetimi Filistin direniş hareketini bitirememiş; halkın meşru davasının dünya gündemine girmesine engel olamamıştır.

    Hizbullah’ın eylül başlarında füze ve roket saldırısına maruz bıraktığı İsrail’in kuzey kesimleri, İsrail askerini hayrette bırakmaktadır. Sözgelimi Tel Aviv yakınlarında kurulu istihbarat ve dinleme merkezi Glilot ve 8200 rakamlı karargâh, roketlerden nasibini aldı. İsrail tarafı bir gerçeği henüz itiraf etmese de, anılan istihbarat merkezinin vurulması askeri-emniyet kesimi arasında tartışma ve endişelere yom açtı.

    Demek ki İsrail, eskisi kadar caydırıcı güç değildir. Nitekim İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi şu açıklamayı yaptı:

    “İsrail ordusu, kuzey sakinlerinin (yerleşimcilerin) karşı karşıya olduğu (Hizbullah füze-roket) tehditleri azaltmaya çalışıyor. Bununla birlikte sıradaki aşamada saldırıya hazırlanıyor.”

    Örneğin ABD merkezli Wall Street Journal gazetesi, 2 Eylül 2024 tarihli nüshasında  “Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’daki üç cephede birden savaşı yürütmekte olan İsrail ordusu bitkin düşmüştür” yolunda bir tespit yaptı.

     
  5. İsrail basınına bakılırsa Tel Aviv, ABD’nin sadece Direniş Cephesi’nin bölgedeki hareketliliğini tırmandırmamak için müzakerelere ivme kazandırmayı amaçladığını tahmin ediyor. İsrail tüm bu arka planı gerekçe göstererek, Lübnan sınırı ve Batı Şeria da dâhil olmak üzere tüm cephelerde yoğun ve uzun bir savaşa hazırlanıyor. Ordusunun karşılaşacağı temel zorluk olan insan gücünü azami ölçüde artırmanın yollarını arıyor.

    İsrail muhalif medyası ile askeri-istihbarat uzmanları, bu savaşta zafer elde edilmeyeceğini ve koltuğu uğruna ülkesini tehlikeye atan Netanyahu’nun milli güvenlik açısından tehlikeli biri olduğunu sıkça vurgulamaktalar.

    Aynı noktadan hareketle Netanyahu’nun istifası için, iki hafta önce 700 bin muhalif İsrail Tel Aviv’de yürüdü. İsrail’in planı savaşta “dördüncü aşama” olarak adlandırılıyor. Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Bou Habib, bu konudaki ilk somut adımı cumartesi günü şu sözlerle açıkladı:

    “İsrail arabulucular aracılığıyla bize Gazze’de ateşkes sağlandıktan sonra bile Lübnan’da ateşkesle ilgilenmediği mesajını gönderdi.”

     
  6. Paris merkezli dünyaca ünlü Fransız gazetesi Le Monde gazetesi, Ortadoğu ve Arap dünyası uzmanı tarihçi Jean-Pierre Filiu, 2 Eylül tarihli makalesini yayımladı:

    “Ne yazık ki dünya âlem İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü intikamcı katliamlarına sıradan bir olay sayma hususuna alıştı/alıştırıldı.”

    Hizbullah’sa iki cepheyi birbirine bağlıyor ve Gazze’de ateşkese varılmasıyla ateşi keseceğini söylüyor.

    İngiltere’deki Leeds Üniversitesi’nde Sömürgecilik Sonrası Düşünce ve Retorik Kürsüsünde çalışan Prof. Salman Sayyid, ReOrient isimli eleştirel Müslüman çalışmalarını konu alan derginin editörü.

    Küreselleşme ve neoliberal akılla karakterize edilen politik ekonominin geri çekilmekte olduğunu iddia etmek ile bunun bildiğimiz dünyanın sonu olduğunu öne sürmek farklı.

    Daha kesin olansa Tel Aviv tarafından başlatılan soykırımcı vahşetin, kendisini insan haklarının ve medeniyetin koruyucusu olarak sunan uluslararası liberal düzenin paramparça olduğunu açığa çıkarmış olması. 4

     
  7. Türkiye-İsrail arasındaki ticari ilişkilerin boyutu da kamuoyunda hala tartışılmaktadır. Önümüzde üç farklı örnek bulunuyor: 
  • İşgal altındaki Batı Şeria’nın en büyük çelik tüccarı Mahmud el-Veher, Türkiye’den çelik ve diğer ürünlerin ithalinin Filistinliler için önemini değerlendirerek “Tüm dünyayla İsrail yoluyla ticaret yapıyoruz. Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret kesmek Filistin ile de kesmek demek” dedi. 5 
     
  • İYİ Parti Grup Başkanvekili Turhan Çömez, İsrail ile mal sevkiyatının sürdüğünü iddia ederek, “Ya yolda rota değiştiriliyor ya da Yunanistan ile Romanya üzerinden sevkiyat yapılıyor” dedi. 6
     
  • Independent Arabia gazetesinde yayımlanan 11 Ağustos 2024 tarihli bir haber-yoruma göre ise İsrailli tüccarlar, Türkiye tarafından uygulanan ticaret yasağını delebilmek için Filistinli şirketleri veya iş adamlarını devreye sokuyorlar.  

    Yani satış Filistinli tüccarların siparişi üzerine ihtiyaç duyulan mallar alınıp satılabiliyor. Görünüşte Batı Şeria’daki Filistinli şirket sahiplerine gönderilen mallar, aslında İsrailli şirketlerin ellerine geçiyor. 

    Buna karşılık İsrailli şirket, adına sipariş verdiği Filistinli tüccara belli oranda komisyon ödüyor. 

Kaynakça:

1. https://www.independentarabia.com/node/606896/, Rağide Atme makalesi, 1 Eylül 2024.
2. https://www.amnesty.org.tr/icerik/filistin-70-yillik-yurtsuzluk;  https://www.bbc.com/turkce/articles/cn05p4zm35zo, 11 Ocak 2024.
3. خطة ألون وسعي نتنياهو لتنفيذها في الضفة الغربية, د. شهاب المكاحله, 2 Eylül 2024. 
4. Perspektif internet gazetesi, 24 Ağustos 2024.
5. https://x.com/anadoluajansi/status/1777284560729874603, 8  Nisan 2024.
6. https://www.sozcu.com.tr/turhan-comez-sozcu-ye-konustu-israil-le-ticaret-devam-ediyor-buna-kusku-yok-p77794.
7. https://www.independentarabia.com/node/605516/, Halil Musa haberi, 11 Ağustos 2024.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

Takvim

Eylül 2024
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30  

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE