
Samir Amin (1931-2018) – Büyük Bir Anti-Emperyalist Akademisyen ve Enternasyonalist
Flemming Larsen
Résumé-Abstract : Amin, günümüzün küresel kapitalist toplumundaki aşırı merkezileşmeyi ve işçi hareketi, ulusal kurtuluş hareketleri ve diğer halk hareketlerinin tarihini vurguluyor. Uygun bir enternasyonal için bir çağrı başlatıyor.
ANAHTAR KELİMELER: Emperyalizm, Samir Amin, Enternasyonalizm.
GİRİŞ
‘işçilerin ve ezilen halkların ulusötesi ittifakını’ kurma çağrısı.66
yıllarda olayların yaşandığı Batı Afrika’daki çalışmalarını vurgulayacağım.
Samir Amin’in anısına.
(66) https://monthlyreview.org/2019/07/01/toward-the-formation-of-a-transnational-alliance-of-working-and-oppressed-peoples/
- Flemming Larsen, Danimarka partisi Kızıl-Yeşil İttifak üyesi ve anti-emperyalist örgüt Demos üyesi
Batı Afrika’da geçirdiği zaman Amin’in gelişimi üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Bu yüzden hayatının bu kısmına odaklanacağım. Saha pratiği ile düşüncesinin gelişimi arasındaki bağlantıları vurgulamak istiyorum.
Batı Afrika
Dolayısıyla Samir Amin Batı Afrika’da oldukça fazla çalışmış ve bu sayede bölge hakkında oldukça iyi bir bilgi birikimine sahip olmuştur (her ne kadar zaman zaman Fransız üniversitelerinde ders vermiş olsa da, Üçüncü Dünya Forumu tüm Küresel Güney içindi). Kendisinin 2008 yılında Uppsala Üniversitesi Nordik Afrika Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşmadan oldukça uzun bir alıntıya yer vermek istiyorum. Avrupa’nın Nijer’i örnek göstererek Afrika’ya muamelesi hakkında ve Amin’in “demokrasi” (liberal versiyonda) konusundaki tutumu hakkında çok şey söylüyor. Aynı zamanda bu haftalarda Nijer’de yaşananlara ve daha genel olarak Nijer, Mali, Burkina Faso ve diğer bölgelerde yaşananlara dair bir yorum olarak da görülebilir:
“Avrupa’da demokrasi sosyal ilerleme bağlamında kazanılmıştır ve bu diğer tüm halklar için de aynı koşuldur. Bunun yerine, [Afrika’da Fl.] sosyal gerileme bağlamında bir demokrasi ve seçim karikatürüne sahibiz. Bu tür bir demokrasi arzu edilmeyen bir şeydir.
Afrika’nın kapitalist, emperyalist küreselleşmesinin bir ürünüdür. Bunun k a r ş ı l ı ğ ı
retoriktir, sözde ‘yardım’dır.
Ama bir örnek verelim. Nijer, Avrupa’dan kişi başına en fazla yardımı alan ülke ve ülke en yüksek yoksulluk seviyesinde, en düşük sosyal kalkınma seviyesinde. Bu muazzam yardıma rağmen ülke bir adım bile ilerleyemedi, yani yardım tamamen etkisiz. Ve bir şey hiç etkili değilse, bence bunun nedeni olmaması gerektiğidir.
Bu yardımın amacı aslında kalkınmak değil, yetkilileri yozlaştırmak ve potansiyel muhalefete rüşvet vermek.
Peki neden Nijer?
Çünkü Nijer dünyanın en büyük üçüncü uranyum ihraç eden ülkesi. Ve Cezayir, Libya ve Nijerya arasında yer alıyor. Eğer Afrikalılar bu muazzam zenginliğin kontrolünü ele geçirir ve bunu hem kendileri hem de başkaları için kullanırlarsa, bu sadece siyasi açıdan değil askeri açıdan da çok tehlikeli olacaktır ve Nijer’e yapılan sözde yardımların yoğunlaşmasının nedeni de budur.
Bu da Afrika’nın önündeki zorluğun toplumsal ilerlemeyle bağlantılı demokratikleşme süreçleri yaratmak olduğu anlamına geliyor. ‘Demokratikleşme’ dediğimde, ille de mavi baskı çok partili sistemi savunuyor değilim, bu ille de en iyi demokratikleşme süreci değildir. Afrika söz konusu olduğunda sosyal ilerleme, tüm çiftçilerin toprağa erişimi anlamına gelmektedir.”67
Demokrasi pek çok farklı şey olabilir. Batı Afrika’da askeri bir rejimin Batı tarzı resmi bir demokratik rejimden daha az demokratik olması gerekmez.
67″Lande i Syden, foren jer!”, Det ny Clarté 11, Ağustos 2009
Buna iyi bir örnek, 1983’ten 1987’deki suikastına kadar Burkina Faso’nun başkanlığını
yapmış olan subay Thomas Sankara’dır. Sankara Marksist ve anti-emperyalistti. Halkın ülkenin kalkınmasına doğrudan katılımından yanaydı. John Graversgaard Sankara hakkında bir makale yazdı ve John bugün Batı Afrika’da Sankara ve diğer anti- emperyalistleri “dinleyen” genç bir nesil olduğunu söylüyor. Aslında Sankara o kadar popüler ki Macron bile bir konuşmasında onu onurlandırmak zorunda hissetti (bu son nokta John’un onun hakkındaki makalesinde belirtilmiştir).68
Samir Amin Thomas Sankara ile de tanıştı. Sankara onu çeşitli konulardaki görüşlerini dinlemek üzere Burkina Faso’ya davet etti. Samir Amin, çok iyi bir dinleyici olduğunu düşündüğü Sankara hakkında çok olumlu bir izlenime sahipti. Ülkede her konuda hemfikir olmayan çeşitli sol gruplar vardı ve Amin mümkün olan yerlerde birlikte hareket ederken fikir ayrılıklarını kabul etmeyi tavsiye ediyordu (başka bir bağlamda, Amin’in otobiyografik kitaplarından birinde69Mali’nin sol kanat hükümeti için planlama ekonomisti olarak çalıştığı dönemden bahsediyordu – evet, söylemde Marksistti ama giderek daha beceriksiz ve otokratik bir şekilde hareket ediyordu). Samir Amin, Sankara’nın hükümetinin nasıl çalıştığına dair şu örneği veriyor:
“İlk adım, “küçük projeler”, yani kırsal topluluklardaki üretim koşullarını mümkün olduğunca ucuza ve bu iyileştirmenin faydalarının yalnızca ilgili topluluklara tahakkuk edeceği şekilde hızla iyileştirmeye yönelik eylemler açısından düşünmekti. Bu seçim, “küçük güzeldir” gibi şüpheli bir felsefeden değil, hem gerçekçilikten (hemen mümkün olan nedir?) hem de politik akıldan (kırsal yaşamın örgütlenmesi ve demokratikleşmesi bu tür operasyonlarla başlatılabilir) kaynaklanıyordu. Dahası, Sankara – belki de Çin modelinden esinlenerek – şu kararı vermişti
– memurları ve teknisyenleri tabanda, köylerde eğitim kurslarına göndermek. Umut, “kitlelerden öğrenmeleri” (yani onların gerçek sorunlarını bilmeleri) ve “kitlelere öğretmeleriydi” (yani tarım uzmanları, veterinerler, doktorlar, öğretmenler, muhasebeciler olarak bilgilerini onların hizmetine sunmalarıydı).” 70
Nijer’in yeni rejiminin (Mali ve Burkina Faso’daki benzer rejimlerin yanı sıra) bu geleneği
sürdürüp sürdüremeyeceğini göreceğiz.
Bir sonraki bölümde Samir Amin’in küreselleşmiş kapitalizmin doğası, askeri şiddet, ekolojik sorunlar, uluslararası anti-emperyalist dayanışma ve halkın uluslararası örgütlenmesinin gerekliliğine ilişkin bazı temel fikirleri incelenecektir. Bu görüşler çok özet bir biçimde sunulurken, Danimarka toplumsal formasyonunun gerçekliği ile örneklendirilecektir. Amaç, Samir Amin’in bugün de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin daha derinlemesine anlaşılmasını teşvik etmektir.
68https://solidaritet.dk/en-revolutionaer-blev-myrdet-men-thomas-sankaras-ideer-kan-ikke-draebes/ 69Samir Amin: “İleriye Bakan Bir Yaşam− Bağımsız Bir Marksistin Anıları” 70https://www.thomassankara.net/une-revolution-inachevee-un-temoignage-de-samir-amin/
Samir Amin’in vasiyeti
Giriş bölümünde de belirttiğim gibi, Amin’in son makalesinde yer alan 10 noktayı
günümüz gerçekliğiyle ilişkilendirmek için vurgulayacağım.
- “Kendi aralarında karteller oluşturan bin kadar dev şirket ve yüzlerce finans kuruluşu, ulusal ve küreselleşmiş üretim sistemlerini taşeronların statüsüne indirgemiştir.” (‘Vasiyetname’den alıntı)
Amin, çağdaş küresel kapitalist toplumdaki aşırı merkezileşmenin altını çizmektedir. Amin, kapitalizmin 1500’lerdeki ilk tereddütlü başlangıcından bu yana kutuplaşmaya yol açtığını sürekli olarak savunmuştur: bir kutupta (merkez) zenginlik, kalkınma ve güç, diğer kutupta (çevre) ise yoksulluk, engellenmiş kalkınma ve güçsüzlük.
İstatistik kullanmadan, çoğu insanın merkezileşme eğilimini hemen fark edebileceğini düşünüyorum. Her yerde büyük şirketler görürken, birçok sektörde küçük şirketler yok oluyor. Amin’e göre bu eğilim, yukarıda bahsi geçen devler dışındaki tüm şirketlerin taşeron haline geldiği bir noktaya ulaştı; oysa daha önce tekel ya da tekel benzeri olmasalar bile belli bir bağımsızlığa sahip büyük şirketler bulabiliyordunuz. Bu durumu şöyle adlandırıyor:
GENELLEŞTIRILMIŞ TEKELCI KAPITALIZM.
Bu analizi Danimarka’ya uygulayarak, Danimarka kapitalizminin durumunun bir haritasını çıkarabiliriz.
- “Başlıca sağ ve sol partilerin yanı sıra sendikaları ve sözde sivil toplum örgütlerini
evcilleştiren bu oligarşiler artık mutlak siyasi güce de sahipler.”
“Tamamen kapalı bir sistem haline gelen geç dönem çağdaş kapitalizm, her ne kadar bu şekilde adlandırılmamasına özen gösterilse de, totalitarizmin tüm kriterlerine uymaktadır.”
(‘Vasiyet’ten alıntılar)
Danimarka’daki genel kanı muhtemelen bizim o iğrenç otokrasilerin aksine bir demokrasi olduğumuz yönünde olacaktır. Ama a n l a ş ı l a n o ki, Amin’in pek de umursamadığı bir “demokrasi” bu. Çünkü resmi ve gerçek değil. Zaten siyaset büyük kapitalist şirketlere uyarlanmışsa oy kullanabilmemizin ne anlamı var? “Gerekli siyaset”.
Samir Amin Küresel Kuzey’de toplumumuza karşı bazı sert suçlamalarda bulunuyor. Ayrıca kışkırtıcı bir şekilde “tek parti sistemi “nden bahsediyor. Abartıyor mu? Eğer haklıysa, durum kesinlikle ana akım bilincin çok uzağında. Rusya’da oligarklar (aşağılayıcı anlamda) hakkında çok konuşuyoruz ve hatta ABD’de çeşitli lobilerden bahsedebiliriz, ama Danimarka’da? Kenneth Haar, Danimarka’daki lobilerin işleyişini zekice ortaya koymuştur.
AB’deki büyük şirketler71− Danimarka’daki şirketlerin rolü için de benzer bir analiz
kullanamaz mıyız?
- “Bu totalitarizm hala yumuşaktır ama kurbanlar -işçilerin ve ezilen halkların çoğunluğu- isyan etmeye başlar başlamaz aşırı şiddete b a ş v u r m a y a her zaman hazırdır.”
(‘Vasiyet’ten alıntı)
Küresel Güney’den bunun pek çok örneğini biliyoruz. Danimarka kamuoyunda en iyi bilinen örnek muhtemelen demokratik yollarla seçilmiş Allende’nin sosyalist girişimlerinin kabul görmediği ve ABD tarafından desteklenen bir darbeyle devrildiği Şili’dir. Yabancı güçlerin bu tür durumlarda “yardıma” geldiği bir dizi başka örnek de verilebilir – emperyalist dünya (düzensizliğinin) bir parçası!
Danimarka’ya daha yakın bir örnek de var. 1970’lerde İtalyan Hıristiyan Demokrat lider Aldo Moro, güçlü komünist parti PCI ile merkezde işbirliği yapmayı amaçlıyordu. ABD’ye yaptığı bir ziyaret sırasında Kissinger tarafından tehdit edilir. Dul eşi (Moro 1978’de öldürüldü) bir devlet komisyonuna Kissinger’ın kocasına şunları söylediğini bildirdi: “Bay Moro, ülkenizdeki tüm güçlerin doğrudan birlikte çalışmasını sağlayacak siyasi planınızdan vazgeçmelisiniz. Ya bunu durdurursunuz ya da bedelini ağır ödersiniz. Bunu nasıl anlayacağınız size kalmış.”72Moro, Kızıl Tugaylar tarafından kaçırıldıktan ve birkaç ay esir tutulduktan sonra öldürüldü, ancak başkalarının da bir şekilde – sadece kurtarılmasını engelleyerek de olsa – olaya karıştığına dair işaretler/kuvvetli şüpheler vardı. Kimsenin bu olayın iç yüzünü öğrenebildiğini sanmıyorum.
Askeri şiddet hakkında daha fazla bilgi bir sonraki bölümde.
- “… üçlünün [ABD, Batı Avrupa ve Japonya – Fl.] tarihsel emperyalist güçleri, gezegen üzerinde ABD tarafından yönetilen kolektif bir askeri kontrol sistemi kurmuşlardır.”
(‘İrade’den alıntı)
Samir Amin’in emperyalizm görüşünün kısa bir özeti:
- Kapitalizm, Marx’ın bahsettiği gibi sadece tek bir ülke içinde değil,
küresel ölçekte kutuplaşma yaratır
- Dünya Küresel Kuzey (merkez) ve Küresel Güney (çevre) olarak ikiye
ayrılmıştır. Burada göz ardı ettiğimiz ara formlar var.
Sömürgecilik ve daha sonra yeni sömürgecilik (eski yapılar devam etti) nedeniyle dünya bu şekilde görünüyor
71Kenneth Haar: “Kapitalens Europa− Lobbyisterne, konkurrencestaten og EU’s voksende demokratiske underskud”
72Gert Sørensen: “Den dobbelte stat− Krønike om magtens hemmeligheder i Italien”, s. 140-41
- Bugün Küresel Kuzey’in gücü, aşağıdakiler üzerindeki güce dayanmaktadır
- Doğal kaynaklar
- Teknoloji
- Küresel finans sistemi
- İletişim araçları
- Kitle imha silahları
- Dev şirketler ekonomik güce ve dolaylı olarak da siyasi güce sahiptir. Ancak yine de orduyu konuşlandırmak için devletlere ihtiyaçları var, eğer çevre ya da diğerleri buna uymazsa.
Bir zamanlar emperyalist güçler birbirlerini boğazlarken, şimdi ABD, Batı Avrupa ve Japonya “üçlü” olarak bir araya gelmişlerdir – ABD’nin tartışılmaz liderliği altında.
NATO artık dünyanın dört bir yanında konuşlanmış büyük bir askeri örgüt haline gelmiştir. Buna ek olarak ABD, diğer ülkelere daha kolay hükmedebilmek için üsler konusunda ikili anlaşmalardan oluşan bir sistem inşa etmektedir.
Şu anda ABD ile Danimarka arasında bu amaçla gizli müzakereler yürütülmektedir. Bu şu anlama geliyor: Amin’in “kolektif askeri kontrol” tezi (ne yazık ki) giderek daha fazla doğrulanıyor. Bence önemli bir anti-emperyalist mücadele NATO’ya ve Danimarka’daki Amerikan üslerine karşı mücadeledir.
- “Dolayısıyla, kapitalizmin çözmekten aciz olduğu büyük ekolojik sorunlarla (özellikle iklim değişikliği) karşı karşıyayız…”
“Ancak çağımızda, ekolojik ve askeri yıkım gücü ve güçlülerin bu güçleri kullanma eğilimi göz önüne alındığında, Karl Marx’ın zamanında kınadığı risk, savaşın birbirine karşı olan tüm kampları yok etme olasılığının çok gerçek olmasıdır.”
(‘İrade’den alıntılar)
Kapitalizm ve emperyalizm, Küresel Güney’in yoksulluk, hastalık, barınma yetersizliği vb. biçimindeki acılarına ek olarak, bu büyük ölümcül tehlikeleri de ima etmektedir. Rosa Luxemburg da ‘sosyalizm ya da barbarlık’tan bahsetmişti, ancak atom bombası ve muhtemelen ekolojik yıkımın tehlikeleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Pek çok kişi hiç gerçekleşmeden dünyanın sonundan bahsetmiştir, ancak nükleer bir soykırımın ne anlama geleceğini tasavvur etmek için fazla hayal gücü gerekmez. Ekolojik ve iklimsel yıkım gezegeni bu kadar çabuk yok edemez, ancak iklim değişikliğinin yıkıcı sonuçları olabileceğinden artık çok az insan şüphe duyuyor. Bir kez daha Güney en çok etkilenen bölge oldu, ancak özellikle bu yıl Kuzey de bazı sonuçları hissetti.
Samir Amin de bu kıyamet tonlarını kullandığında, tam olarak şunu söylemek istiyor: Bir
şeyler yapılmalı, işçiler ve ezilen halklardan oluşan uluslararası bir ittifak kurulmalıdır.
- “Üçlünün halkları uluslararası anti-komünizmden vazgeçmiş görünüyorlar.
emperyalist dayanışma…”
(‘Vasiyet’ten alıntı)
Amin, dünyanın bizim bölgemizdeki solu çok eleştiriyor. Daha önce de belirtildiği gibi Amin, Batı liberal demokrasisinin oldukça biçimsel olduğuna ve sözde demokratik haklarımızı mevcut ‘düzen(sizlik)e’ önemli bir itirazda bulunmak için kullanmadığımıza inanmaktadır.
Bununla birlikte, başka bağlamlarda, örneğin otobiyografilerinde 1968 olaylarını güçlü bir şekilde kutlamıştır, bu nedenle bu, dünyanın bizim bölgemizdeki solu genel olarak yazdığı anlamına gelmez. Aksine, onun düşüncesi Güney ve Kuzey’deki sol güçlerin birbirlerine yardımcı olması/desteklemesi gerektiği yönündedir, ancak muhtemelen belirleyici değişikliklerin başlangıçta Güney’den geleceğini beklemektedir.
Dolayısıyla onun sert sözleri bizim için bir uyandırma çağrısıdır− meydan okumaya hazır mıyız?
- Amin’in makalesi “itaatkâr medya “dan bahsediyor.
Dünyanın genel durumu bu kadar vahim görünürken, insanlar neden bunu görmüyor ve neden bu kadar zayıf bir sol kanadımız var? Açıklamanın bir kısmı, muhtemelen dünyanın bizim bölgemizde bilge ve iyi olanın biz olduğumuza dair (neredeyse) tam bir fikir birliği olması. Gazetelerimizin ve televizyon/radyomuzun bu kadar tek taraflı hale gelmesi dehşet verici. Sürekli olarak Batı’nın yaptığı her şeyde haklı olduğu kabul ediliyor – diğerlerinin de aynı şekilde bilge olması gerekiyor. Bu gerçekten Avrupa merkezciliktir (Amin’in de hakkında bir kitap yazdığı bir konu).
Danimarka’da basılı tek bir sosyalist günlük gazetemiz yok. İki tane merkez sol günlük gazetemiz var ve bu gazetelerin yaklaşım ve görüşlerinin ne kadar Batı-merkezci olduğuna her defasında şaşırabilirsiniz.
Bunun örneklerini objektif bir şekilde ortaya koymak için anti-emperyalistlere açık bir görev
düşüyor.
- “Bu koşullarda, tüm dünyadaki işçilerin ve ezilen halkların ulusötesi bir ittifakını inşa etmek, çağdaş emperyalist kapitalizmin yayılmasına karşı koyma mücadelesinin temel hedefi olmalıdır.”
“İşçi Enternasyonallerinin deneyimleri, geçmişe ait olsalar bile, ciddi bir şekilde incelenmelidir. Bu, aralarından bir model seçmek için değil, çağdaş koşullara en uygun biçimi icat etmek için yapılmalıdır.”
(‘Vasiyetname’den alıntılar)
Samir Amin çalışma tarzında her zaman tarihsel farkındalığa sahip olmuştur. Bu durum
yazılı analizlerinde ve “sahada” projeler üzerinde çalışırken de açıkça görülmektedir.
İşçi hareketinin, ulusal kurtuluş hareketlerinin ve diğer halk hareketlerinin tarihini bilmek, planlanmakta olan gibi uluslararası bir örgütün bir geleceğe sahip olması için çok yardımcı olacaktır. Bu aynı zamanda geçmiş enternasyonallerin hem başarılarını hem de tuzaklarını bilmeyi de içerir.
- “Amaç, sadece bir hareket değil, bir örgüt olarak gelişebilecek bir ittifak kurmak
olmalıdır.”
(‘Vasiyetname’den alıntı)
Amin, (önceki enternasyonallerden farklı olarak) tek bir ülkeden birkaç temsilcinin bulunabileceği geniş bir anti-emperyalist örgütlenme öngörmektedir. “Bizi birleştiren şeylerin bizi bölen şeylerden daha önemli olduğunu” vurgular (bkz. daha önce Sankara’ya verdiği tavsiye).
- “Bu nedenle, işçilerin ve ezilen halkların yeni ulusötesi ittifakını oluşturmak amacıyla bir toplantı düzenlemeyi önereceğiz.”
(‘Vasiyet’ten alıntı) Ve Amin’in makalesi73şöyle bitiyor:
“Yoldaşlar, tarihsel sorumluluk duygunuza sesleniyoruz. Bu toplantı, yeni devrimci sosyalist ilerlemeler elde etmenin (geçmiş devrimlerin derslerini d e ğ e r l e n d i r e r e k ) koşullarını belirlemeye yardımcı olabilir. Böyle bir ilerlemenin olmaması halinde dünya kaos, barbar uygulamalar ve yeryüzünün tahribatı ile yönetilmeye devam edecektir.”
Bu öneriyi hayata geçirmek üzere bir komite çalışmalarını sürdürmektedir. Komitenin başlangıç toplantısı olarak adlandırdığı söz konusu toplantının düzenlenmesinde çeşitli zorluklar yaşandı. Şimdi ise Eylül 2023 sonunda Rio de Janeiro’da yapılacak gibi görünüyor. Dünya çapında bu makalede bahsedilenlere çok benzer görüşlere sahip (en azından) iki benzer örgüt var: Uluslararası Halklar Meclisi (IPA – Vijay Prashad’ın “Tricontinental “ı dahil) ve Progressive International (PI). John Graversgaard ve ben yukarıda adı geçen komite ile uzun süredir temas halindeydik ve son zamanlarda diğer iki örgütle de temasa geçtik.
Danimarka’nın zengin bir geleneğe sahip anti-emperyalist örgütü olan Demos ile bu
uluslararası çalışmada onları temsil etme konusunda anlaştık.
Yukarıda bahsi geçen üç örgüt yakın zamanda bir işbirliği toplantısı gerçekleştirdi ve biz bundan büyük memnuniyet duyduk. Başlangıç toplantısına hem IPA hem de PI katılacak gibi görünüyor.
Samir Amin’in analizlerini ve düşüncelerini incelemek isteyenler için Monthly Review web sitesi de dahil olmak üzere internette çok sayıda fırsat var. Ayrıca çok sayıda kitap yazmıştır.
73Hernekadar söz konusu makalenin yazarı Firoze Manji olsa da, her zaman Amin’in makalesinden bahsettim. Bunu yapmamın nedeni Amin’in daha önce benzer bir makale yazmış olması ve Firoze’nin tavsiyeleri takip etmeye çalışan komitenin bir parçası olmamasıydı (ancak Firoze başka önemli çalışmalar da yapmıştır).