1 Asıl adı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization) olan NATO, başkomutanı Amerikalı general olan bir askeri (militer) saldırı paktıdır… İkinci emperyalist savaşın ardından 4 Nisan 1949’da 12 Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkesi tarafından kuruldu. Şimdilerde üye sayısı 29’a ulaşmış bulunuyor… Onca üyeye rağmen bir ABD örgütüdür veya NATO demek ABD demektir… Her ne kadar kuruluş amacı, -görünen amacı densin- Avrupa’yı, muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı korumak idiyse de, asıl amaç, Avrupa’yı ABD yörüngesinde tutmak, vasalleştirmekti… Avrupa’yı hizaya getirmenin, iki aracı daha vardı: Marshall Yardımı ve Avrupa Birliği (AB). İşte, bu üçü sayesinde, Avrupa’nın, dünya sisteminin etkin bir aktörü olması engellendi…
2 NATO’nun aslî işlevi ve varlık nedeni, bir dış saldırıya karşı Avrupa’yı korumak değildi. Avrupa’nın dışından çok, asıl içiyle ilgiliydi… Avrupa’da anti-kapitalist hareketlerin önünü kesmek, komünist partilerin iktidarını engellemek, ama hepsinden önemlisi, Avrupa’nın etkili bir rakip olmasını engellemekti… Etkili bir rakip olmasını engellemenin yolu da muhtemel bir Avrupa-Sovyetler Birliği ittifakını engellemekten geçiyordu. Eğer Avrupa yüzünü Atlantik’e, Batıya değil de doğuya çevirseydi, bir yarım-kıta olan Rusya ile işbirliğine girseydi, her şey farklı olurdu. Nitekim General Charles de Gaulle, Sovyetlere yakınlaşmaktan yanaydı ve İngiltere’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşıydı. Zira, ona göre Avrupa Birliğine katılmış bir İngiltere, ABD’nin Avrupa’daki truva atı demeye gelirdi…
3 1947 yılında ABD, dünyayı, “Hür dünya” ve “Komünist Totalitarizm” olmak üzere, iki kutuptan ibaret ilan etmişti. Koskoca Üçüncü Dünya yok sayılmıştı. Onu “Hür Dünya’nın” bir parçası veya “Hür Dünyanın” sömürü, yağma ve talan alanı, ‘korunmuş av sahası’ olarak görüyordu… Bir yıl sonra da (1948) Jdanov’un, daha doğrusu Stalin’in ünlü raporu ilan edildi. Jdanov Raporu da dünyayı iki parçaya ayırıyordu: Sosyalist ülkeler : Rusya ve Doğu-Avrupa ve kapitalist ülkeler. Böyle bir ayrım, kapitalist dünyadaki çelişkileri yok saymaktı… Başka türlü söylersek, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin emperyalizme karşı yürüttükleri mücadeleleri yok saymak demeye geliyordu… Sovyetler Birliği ‘Barış içinde birlikte yaşama” söylemiyle, ABD ve vasalleştirdiği Avrupalı ve Japon müttefikleri tarafından gelebilecek bir saldırıyı önlemek, bunun karşılığında da emperyalist güçlerin iç meseleleri olarak gördükleri sömürgelere karışmamaktı… Fakat, Çin Devriminin başarıya ulaşması ve 1955 yılında Asya ve Afrika halklarının Bandung Konferansıyla yaptıkları çıkış, Sovyetlerin sömürge ve yarı-sömürge ülkelere yönelik yaklaşımını değiştirecekti…
4 Aslında ortada bir Sovyet tehdidi yoktu. İleri sürüldüğü gibi NATO, “savunma amaçlı” bir askeri pakt değildi. Asıl 1955’de Varşova Paktı’nın kurulması, NATO cephesinden gelebilecek bir saldırıyı göğüsleme amaçlıydı… İlerleyen yıllarda bir nükleer silah dengesinin oluşması, kapsamlı bir çatışma ihtimalini zayıflatmıştı. Eğer NATO ileri sürüldüğü gibi, Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olsaydı, Sovyet sisteminin çöküşünün ardından Varşova Paktı lağvedildiğinde NATO’nun da lağvedilmesi gerekirdi…
Tam tersine geride kalan dönemde etkinlik alanını genişletmeye devam etti…
5 Türkiye’nin NATO’ya ‘güvenlik endişesi ve gerekçesiyle’ katıldığı söylendi ama bağımsızlığından oldu. Bir ABD uydusu haline geldi. Bağımsız dış politika uygulama yeteneğini kaybetti… Tüm askeri darbelerin ( 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, başarısız bir darbe girişimi olan 15 Temmuz) arkasında NATO vardı… Kontrgerilla tipi ‘yapılanmalar’ da doğrudan NATO’nun eseriydi… 1977, 1 Mayıs Taksim katliamı da dahil 1960’lı ve 1970’li yıllardaki terör ve şiddet sarmalı, NATO’nun marifetiydi…
Aslında son dönemde çok sözü edilen ‘paralel yapılar NATO’nun (dolayısıyla ABD’nin) peydahladığı yapılardı. Dinci gericiliğin devleti ve toplumu kuşatmasında NATO’nun tartışmasız dahli vardı. Aynı şekilde “Komünizmle mücadele derneklerinin sahaya sürülmesi, 12 Eylül darbesi döneminde resmi ideolojinin yeni bir versiyonu olan “Türk-İslam Sentezinin peydahlanması da…
İyi de, ‘hırsızın hiç kabahati yok mu? denecektir… Bütün bunlar devletin ve Türkiye’nin mülk sahibi sınıflarının tercihiydi…
Emperyalizmle çıkar ortaklığının sonucu olan şeylerdi… Elbette geride kalan dönemde NATO macerasının bu ülkeye, bu topluma ödettiği bedel, sadece yukarda kısaca söylediklerimizle de sınırlı değildi. Türkiye NATO üyesi olmak, emperyalist ABD’ye yaranmak için 15 bin kilometre uzaklıktaki Kore’ye bir tümen ve bir tugay asker gönderdi… Yoksul Anadolu çocukları ABD emperyalizminin çıkarı için canlarını verdiler, yaralandılar, esir düştüler, kayboldular, uzak diyarlarda telef oldular…
Emperyalist çıkarlar için başka yerlere asker gönderme aymazlığı bu gün de kaldığı yerden devam ediyorlar… Gerekçe de malûm: “Dünya barışını tesis etmek!”… Şu barış denilen herkes için aynı anlama geliyor mu? Gelebilir mi?…
6 Bu vesileyle bir hatırlatma uygun olur: ABD’nin Türkiye’nin ‘stratejik ortağı’, ‘stratejik müttefiki’ olduğu söylenip duruyor…
Oysa, hegemonik/emperyalist bir gücün stratejik ortağı, stratejik müttefiki olmaz. Sadece ‘stratejik çıkarları’ olur… Başka türlü olabilir miydi? Bu tür söylemler kitleleri aldatmak için uydurulan, bu dünyada reel bir karşılığı olmayan safsatalardan ibarettir…
7 Son günlerde, milliyetçi, “ulusalcı” (doğrusu bu ikisi arasındaki farkı anlamış değilim) ve AKP çevrelerinde “anti-emperyalizm” modası başladı… Oysa, “her söz her ağıza yakışmaz” denmiştir. Politik İslamcılar her şey olabilirler ama asla anti-emperyalist olamazlar. İki nedenle, birincisi, dünyayı anlamaktan acizdirler; ikincisi kapitalizmi asla sorun etmezler. Kapitalizmi ‘insanlığın normal hali’ sayarlar… Onlar için anti-emperyalizm yabancı düşmanlığından, Hristiyan düşmanlığından ibarettir… Büyük bir kapitalist güce yamanmaktan vazgeçip, daha küçüğüne yamanmak anti-emperyalizm değildir. Her ikisi de kapitalist olduğuna göre… Türkiye NATO’dan çıkmadan bağımsız olamaz. Anti-kapitalist olmadan da anti -emperyalizm mümkün değildir… Zira kapitalizm emperyalizmdir… Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir…