Perşembe , 26 Aralık 2024

KAPİTALİZM ISLAH EDİLEBİLİR Mİ, İNSAN VE DOĞA HUZURA KAVUŞABİLİR Mİ? -Mustafa Durmuş

6 Ağustos 2019

2008 kapitalist krizinin ardından 10 yıl geçmiş olmasına rağmen küresel ekonomi toparlanamadı ve tekrar ekonomik durgunluk eğilimine girdi. Bir türlü eski büyüme dinamizmini yakalayamıyor. 

Ayrıca gelir ve servet eşitsizliği ve yoksulluk hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde giderek artıyor. Küresel ısınma başta olmak üzere ekolojik sorunlar gezegeni tehdit eder hale geldi. Bölgesel savaşlar ve çatışmalarla birlikte göçlerin de artması şu ana kadar görülmemiş boyutlarda bir mülteci akınına neden oluyor.

Bu gelişmelere paralel olarak son 40 yıla damgasını vuran neo-liberal ideolojik ve politik hegemonya da sarsıldı, inişe geçti.

Diğer taraftan neo-liberalizme yönelik eleştirilerin ve meydan okumanın Sol’dan ziyade Sağ’dan (manipüle edilerek) geldiğine tanık oluyoruz. Sağ popülist-otoriter liderler ve hareketler dünyanın her yerinde, özellikle de neo-liberal politikaların iyice dışlayıp marjinalleştirdiği kesimlere erişmeye çalışıyorlar (1).

Sonuçta müesses nizam Merkez ülkelerde Trump ve Johnson, Çevre ülkelerde ise Putin,  Bolsonaro, Modi ve Erdoğan gibi otoriter- popülist lider ve yönetimleri iş başına getirmeyi başardı.

SOSYAL DEMOKRASİNİN KRİZİ Mİ?

Avrupa ülkelerinde sağcı popülist-otoriter hareketlerdeki yükselişin nedenini C. Johnson sosyal demokrasinin krizine bağlıyor:

“Küresel eşitsizlikler sosyal demokrasinin iktidar olması için iyi bir fırsat yaratmışken sosyal demokrat partiler bu fırsatı teptiler. Çünkü bu partilere hâkim olan görüş kapitalizmi ehlileştirip, daha adaletli hale getirmekti. Ama kapitalizmin reforme edilmesinin ne denli zor olduğu gerçeğini kavrayamadılar ve sonuçta liberalizme kayıp, sağcılaştılar. Bu da sosyal demokrasiyi zayıflattı.  Oysa sosyal demokrasi günümüzde sadece kapitalizmin ehlileştirilmesi ve sınıfsal eşitsizliğin azaltılmasıyla kendini sınırlandırmamalı, farklı etnisite,  cinsiyet ve kimliklerin, inanç ve kültürlerin varlığı gibi gerçekleri de dikkate alarak bunları eşitleyici ve haklarını kollayıcı bir siyaset tarzı geliştirmelidir” (2).

Sosyal demokrat görüşün güçlü iktisatçı ideologlarından J. Stiglitz küresel sermaye birikimi ve üretime hâkim olan dört önemli olgunun ekonomik sorunların yanı sıra, otoriter -sağ popülizmin yükselişine neden olduğu görüşünde.

Bu dört olguyu şöyle sıralıyor Stiglitz (3): (i) Emek tasarrufuna neden olan teknolojik gelişmeler orta sınıfın bir kısmını işsiz bıraktı (ii) Küreselleşme küresel piyasalar yaratarak pahalı ama kalifiye işçilerle ucuz ama kalifiye olmayan işçileri karşı karşıya getirdi (iii) İşçi örgütleri çok etkisizleşti, zayıfladı (iv) Politik kararları artık çok daha açık bir biçimde en zengin yüzde 1 veriyor. Tüm bu gelişmeler de kapitalizm ile demokrasinin birlikteliğini tehdit ediyor ve otoriter rejimlerin iş başına gelmesiyle sonuçlanıyor.

Yani Stiglitz’e göre asıl sorun kapitalizmin kendi değil, küreselleşmenin de etkisiyle onun uğradığı değişimdir. Dolayısıyla da (ona göre) kapitalizmi karşısına alacak radikal çözümlere değil, onu ehlileştirecek reformlara ihtiyaç var.

Nitekim Stiglitz, 2011 yılında Wall Street’in işgal edildiği eylemler sırasında yaptığı bir konuşmada, işsizlikten, evsizlikten ve finansal spekülasyondan söz ederek, kapitalist sistemin olması gerektiği gibi işlemediğinden yakınıyordu. Ona göre mevcut ekonomi gerçek kapitalizm ya da piyasa ekonomisi değil, saptırılmış, yozlaştırılmış bir ekonomiydi.

Stiglitz’in yanılgısı tam da burada başlıyor. Sistemin iyi işlemediği iddiası doğru değil, aksine sistem mükemmel işliyor.  Çünkü kapitalist sistemde her zaman zengin-yoksul uçurumu, aşırı çalıştırılan ve sömürülen işçiler ve yedek sanayi ordusu,  köylülerin topraklarının çalınması, doğa tahribatı ve sömürüsü, kısaca sermayenin egemenliği hep vardı.  Finansal spekülasyonların ardından şişirilen ve patlayan balonlar ve ardından gelen kriz dönemleri hep oldu. Bu yüzden de sistemde çok sayıda kaybeden, az sayıda kazanan oldu. Kârlara hiç dokunulmazken, zararlar hep sosyalleştirildi. Yani, kapitalist ama aynı zamanda da adil bir toplum yaratmak imkânsız.

Benzer bir reformcu yaklaşımı (bu aralar kurulmakta olan bir partinin kurmaylarıyla birlikte hareket ettiği ileri sürülen)  Daron Acemoğlu da sergiliyor ve Türkiye’de yapısal reformların hayata geçirilmesiyle birlikte Türkiye’nin krizinden çıkabileceğini ileri sürüyor (4).

“FELAKET KAPİTALİZMİ”

Kapitalizmin geldiği noktayı “Felaket Kapitalizmi” olarak tanımlayan G. Monbiot’a göre (5):

“Bugün büyük servetler kapitalist girişimcilikten ziyade; miras yoluyla, tekelcilikle, rant-kollayıcı faaliyetlerle, arazi, emlak, entelektüel mülkiyet hakları gelirleriyle, software, sosyal medya platformları, montaj hizmetleri gibi normalin çok üstünde kâr marjı ve rant sunan faaliyetlerle gerçekleştiriliyor. Öyle ki sermayenin gücü artık iktidardaki oligarşinin gücüne dönüşüyor ve / veya sermaye gücünü oligarşiden alıyor. Bu oligarşik yapı ve sermaye grupları hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir demokratik devlet ya da kontrol altında tutulan bir kapitalizm değil, kaosa dayalı, sermayenin kuralları dışında hiçbir kurala tabi olmayan bir “Felaket Kapitalizmi” istiyorlar. Çünkü kaos ve Felaket Kapitalizminden asıl olarak onlar yararlanıyorlar. Kaos ve hukuksuzluk servetlerinin katlanarak büyümesine hizmet ediyor.

“RANTÇI EKONOMİ RANTÇI DEVLET”

G. Standing (6) ise günümüz kapitalizmini ve kapitalist devletini sırasıyla “Rantçı Kapitalizm” ve “Rantçı Devlet” olarak tanımlıyor. Böyle bir kapitalizm ve onun üstünde şekillenen devletin özünde; özel sermaye gruplarının devletle kurduğu özel-sıcak ilişkiler, bağlantılar, kendilerine sunulan seçici sübvansiyonlar ve seçilmiş sermayedarlara kamuya ait malların-varlıkların devredilmesi, satılması, özelleştirmeler gibi uygulamalar var. Toprak ve su kaynakları, madenler çok uluslu enerji ve maden ve gıda şirketlerine uygun fiyatlardan satılıyor, devrediliyor. Böyle olunca da rant için bu doğa tahrip edilirken, yüzlerce yıldır halkın müşterek kullanımında olan bu alanlar yeni çitlemelerle halka kapatılıyor ya da fiyatlama yoluyla bu alanlar metalaştırılıyor. Böylece halkla bağlarını tamamen koparan politik alan artık bir takım akıldışı teşhirciler tarafından işgal ediliyor. Kısaca seçilenlerden ziyade, seçkinci, kibir abidesi ve sorumsuz atananların ekonomiye ve siyasete ilişkin kararları doğrudan aldıkları ve yönettikleri, buna karşılık hiçbir biçimde hesap vermek istemedikleri bir dönemde yaşıyoruz.

“ZOMBİ KAPİTALİZM”

C. Harman ise 2008 krizinin ardından yazdığı  “Zombi Kapitalizm” adlı kitabında (7);    21. Yüzyıl kapitalizminde bankaların zombi bankalara, şirketlerin ise zombi şirketlere dönüştüğünü anlatıyordu. Yani tüm sistemin insan ihtiyaçları ve duyguları söz konusu olduğunda ölü olduğunu, kaos yaratmak istediklerinde aniden canlanan yaratıklar haline geldiğini ve toplum için hiçbir olumlu iş yapmadığını, buna karşılık egemenler dışında her şey (doğa dahil) ve herkes için tehdit oluşturduğunu yazmıştı.

“AHBAP-ÇAVUŞ KAPİTALİZMİ”

“Ahbap-Çavuş Kapitalizmi” tanımı ise bu yüzyılda kapitalizmi tanımlamak için kullanılan bir diğer tanım. Bu tanım, büyük sermayenin rakipleri karşısında avantaj elde edebilmek amacıyla, devletle özel ilişkiler geliştirerek kapitalizmi nasıl yozlaştırdığını anlatmak için ortaya atılmış bir tanım. Buradan hareketle bu çevrelerin daha dinamik, yaratıcı ve daha etkin firmaların piyasaya girmelerini önleyerek serbest piyasanın işleyişini bozdukları iddia ediliyor.

Buraya kadar yaptığımız özetten, başta Kaz Dağlarının altın çıkarma sevdasına tahrip ve talan edilmesi olmak üzere, Ankara-AOÇ, Munzur, Salda Gölü, Hasankeyf, Gediz Havzası ve diğer yerleşimlerdeki doğa katliamlarının ekonomi politiğini anlamaya yönelik epeyce bir teorik malzeme çıkar.

KAPİTALİZMİN GELECEĞİ VAR MI?

Yelpazenin soluna doğru ilerlemeyi sürdürelim. 2013 yılında “Kapitalizmin geleceği var mı” başlıklı kitaplarında (8) aralarında Wallerstein’in de bulunduğu bazı yazarlar; dinamizmini kaybeden kapitalizmin dünyanın alt üst olması ve baskıcı, homofobik rejimlerin ortaya çıkışıyla sonuçlanabileceğini, bu durumun düzenin sağlanması için faşizm kadar, daha ileri bir demokrasiyi de getirebileceğini, yani geleceğin belirsiz olduğunu ileri sürmüşlerdi.

Kitabın yazarları arasında yer alan C. Calhoun ve M. Mann ulus devletlerin ekolojik ve nükleer felaketlere karşı birleşebileceklerini, böylece küreselleşmenin uysal bir sosyal demokratik versiyonu altında kapitalizmin süreceğini iler sürüyordu.

Wallerstein ise kapitalizmin alternatifinin, kapitalizmin hiyerarşik ve kutuplaştırıcı yönleriyle devam eden bir kapitalist olmayan sistem ya da göreli olarak daha demokratik ve eşitlikçi bir sistem olabileceğini öngörüyordu.

Bu öngörülerin üzerinden altı yıl geçti. Daha çok distopya niteliğindeki öngörülerin hayata geçmekte olduğundan hareketle, sosyal demokrasi ile ıslah edilmiş bir kapitalizmin ya da ileri demokrasiye dayalı bir toplumun -henüz ufukta görünmediğini söylemek fazla karamsarlık olmaz sanırız.

“KAPİTALİZM SONRASI TOPLUM”

Ancak kapitalizm sonrasının (mutlaka sosyalizm olmasa da) çok daha iyi bir toplum olacağına inancını sürdürülenler de var. Bunlardan biri “Kapitalizm Sonrası” adlı kitabıyla ünlenen P. Mason. Kapitalizm sonrasında bir tür sosyal demokrasi ile sosyalizm arasında bir toplum düşleyen Mason’a göre (9):

“Kapitalizm sonrası/ötesi toplum tezi piyasacı kapitalizmden farklı bir rota çizer. Kalıcı, verimli faaliyetlerin otomasyonuna dayanır, ücreti işten ayrı tutar, ağ etkisini kaldıraç olarak kullanır ve bilgiyi-veriyi demokratikleştirir. Böyle bir toplumda demokratik bir devlet yapılanmasının görevleri şunlar olacaktır: (i) Müşterekler, kooperatifler ve göreceli bolluk havuzlarını kapsayan piyasa dışı ekonomi sektörlerinin oluşumunu mümkün kılmak (ii)-Kamu sektörünü herkese asgari gelir ve temel kamu hizmeti sunacak biçimde genişletmek (iii) Özel mülkiyet ve piyasacı değişim tarafından ele geçirilmemiş ücretsiz kamusal kolaylıklar yaratabilmek için ağ etkisini artırmak (iv)Tekelleri parçalayacak, rant kollayıcı iş pratiklerini caydıracak (emlak-arsa ve finansal rant dahil) yasalar çıkartmak”.

SOSYALİZMİN KRİZİ

Sosyalizmin ve sosyalist düşüncenin kendi krizinden hala çıkamadığı bir dönemde alternatiflerin sistem içi ya da sistemin sınırlarının genişletilmesini hedefleyen ideolojilerden ve buna uygun siyasal örgütlenmelerden gelmesi doğal karşılanmalı.

Giderek daha da gericileşen, insafsızlaşan, emek, doğa ve kadın, farklı kimlik ve inançlar üzerindeki etkileri ölümcül hale gelen, daha da otoriterleşen bir kapitalizme karşı daha insaflı, daha insancıl bir kapitalizme sığınma ihtiyacı (gerçek alternatifinin yokluğunda) anlaşılabilir bir durum.

Nitekim ABD’de Sanders, İngiltere’de Corbyn’in popüler hale gelmesi ve Türkiye’de (sosyal demokrat olmanın temel kriterlerine dahi sahip bulunmayan bir ana muhalefet partisinin etkisizliği koşullarında) neo-liberal politikaların uygulayıcısı ve ilk dereceden sorumlusu bazı eski AKP’lilerin yeni parti kurma girişimleriyle halkın karşısına çıkabilecek cesareti ve yüzü bulabilmeleri de bu yüzden.  Çünkü ideoloji de siyaset de boşluğa izin vermiyor.

KAPİTALİZME İLİŞKİN YENİ TANIMLAMALAR NE KADAR GEÇERLİ?

Neo-liberalizm sonrası kapitalizmin nasıl bir görünüm ve içeriğe büründüğünü anlatan kapitalizm tanımlarına yukarıda kısaca yer verdik (bunlara ilişkin geniş bir değerlendirmenin ayrıca yapılmasının gerekli olduğu kuşkusuz).

Bunlar arasında Türkiye’de de  “Rant Kapitalizmi” ve “Ahbap Çavuş Kapitalizmi” sıklıkla kullanılıyor. Ancak (günümüzde servet biriktirme biçimlerinin değişikliğe uğradığı ve bu konuda devletin rant kollayan faaliyetlere destek olduğu gerçeğini ihmal etmeden) bu tanımlamalara ilişkin şöyle bir eleştiri yapmamız kaçınılmaz.

Rant Kapitalizmi tanımı (niyetten bağımsız olarak) sanayiciyi iyi kapitalist, rantiyeyi kötü kapitalist olarak niteleyerek, aslında rantın kârın içinde değerlendirilmesi gereken bir bölüşüm kategorisi olduğu ve her ikisinin de artı-değer sömürüsünün bir sonucu olduğu gerçeğini gizliyor. Üstelik modern çağın üretim tesislerinde çalıştırılan işçilerin modern çağın kölelerine dönüştüğü gerçeği ortada iken. Yani sorun sadece rantiye ile sınırlı değil, genel olarak sanayici de, tüccar kapitalist de emek ve doğaya zarar veriyor. Kaldı ki bunlar artık iç içe geçmiş durumda. Çok büyük alt ve üst yapı inşaat yapımı işlerini yürüttükleri gibi, büyük perakende mağaza zincirlerini, üniversiteleri, özel hastaneleri işletiyorlar ve bankacılık faaliyetlerinde bulunuyorlar.

ÇEŞİTLERİ BOL OLSA DA DONDURMANIN ÖZÜ AYNIDIR

Ahbap-Çavuş Kapitalizmi tanımında ise yine sorunun kapitalizm değil, onun özgün bir biçimi olduğu belirlemesi yapılıyor. Böylece başka tür bir kapitalizme, yani etik ve sorumlu kapitalizme (sanki öyle bir kapitalizm varmış gibi) ihtiyaç olduğu ileri sürülüyor. Bu değişikliğin ilerici politikalarla ve doğru kamu müdahaleleri ve düzenleme ve denetimleriyle sağlanabileceğine inanılıyor.

Kısaca iki tanım altında da, kapitalizmi sistem olarak karşımıza almamıza gerek yok. Bilinçli devlet müdahaleleriyle ve reformlarla kapitalizmi ıslah etmek, insaflı, sorumlu ve etiğe uygun bir hale getirmek mümkün.

Oysa sistemin yüzeyinde yer alanlarla sistemin derininde yer alanlar arasındaki farkı görmek çok önemli. Bu bilinç daima, Marksist Diyalektik ve Tarihsel Maddeci dünya görüşünün analiz yönteminin temeli olmuştur.

“Öyle ki gökyüzündeki yıldızlara baktığınızda dünyanın evrenin merkezi olduğunu sanabilirsiniz.  Ancak bu yüzey görüntüsüne bakarak aldanmamak gerekiyor. Kısaca kapitalizm dondurma gibi farklı tatlarda sunulsa da,  özü itibariyle aynıdır (10).

Bu çerçevede günümüz kapitalizminin geldiği aşamayı özetle şöyle açıklamak mümkün:

Kapitalizm öyle bir noktaya geldi ki adeta kendini tekrarlarcasına (16. ve 17. Yüzyıllarda yaptığı gibi), sermaye birikimini giderek artan bir biçimde ilkel sermaye birikimi yöntemleriyle (örneğin zorla ele geçirme, el koyma ve gasplar)  sürdürüyor. Bu durumda büyük sermaye grupları ve onların siyasal temsilcileri artık temsili demokrasi oyununu daha fazla oynamak istemiyorlar. Halkın seçtiklerini değil, kendi istediklerini iktidara getiriyorlar. Yani kapitalizmin (sahte de olsa) demokrasi ile evliliği sona ermiş görünüyor. Atanmışların her sermaye grubuna eşit mesafede olmasını da beklememek gerekiyor, zira bir noktadan sonra pasta daralıyor, iştah artıyor, rekabetse derinleşiyor.

KEYNES’İN YANILGISI, MARX’IN GERÇEKLEŞMEYİ BEKLEYEN ÖNGÖRÜSÜ

Kapitalizmin yol açtığı bu sorunlar karşısında (sosyalizmin krizi de henüz aşılamadığından)  Sol adına Keynesçi-sosyal demokrat öneriler değişik biçimlerde gündeme getiriliyor. Bir başka dünyanın mümkün olduğu fikrine inanmayanlar ya da bunu ütopik bulanlar “insancıl ve insaflı kapitalizm” fikri etrafında dönüp duruyorlar. Bu fikir de kabaca Keynesçi ideolojiye dayanıyor.

Bu yazının sınırlı kapsamı yüzünden top yekûn bir Keynes ideolojisi değerlendirmesi yapılamayacağından, kapitalizmin insanlığa refah getirmesi fikrinden başlamak yerinde olur.

Keynes 1930’larda (artan emek gücü verimliliğinden hareketle) 20.Yüzyılda işçilerin maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için günde sadece 3,  toplamda haftada 15 saatlik çalışmalarının yeterli olacağına inanıyordu (11).

Ona göre kapitalizm altında teknolojik gelişmeler bu verimlilik artışını, bu ise bolluğu, yüksek reel ücret düzeylerini, toplumsal refah artışını beraberinde getireceği gibi, insanlara bol miktarda boş zaman sunarak onların entelektüel, sosyal ve kültürel gelişimlerinin de hızlanacağını ileri sürmüştü.

Keynes’ten 85 yıl önce Karl Marx insanların çok az çalışacakları, her günlerini ayrıca planlayabilecekleri, doğa ile baş başa olabilecekleri, entelektüel tartışmalar yürütebilecekleri zamanlarının olacağı bir bolluk, eşitlik ve refah toplumu öngörüsünde bulunmuş ve böyle bir toplumda bir insanın olası bir gününü tahayyül etmişti. Marx’ın öngördüğü bu özgürlük ve bolluk (Keynes’in aksine kapitalist toplumda değil) komünist bir toplumda mümkün olabilecekti (12).

Marx’ın öngörüleri hala test edilmeyi bekliyor çünkü dünya kısmen başarılı da olsa, kötü bir reel sosyalizm deneyiminden sınıfta kaldı. Oysa teorik olarak komünizm, başarılı bir sosyalist toplumdan sonraki aşamayı anlatıyor.

Diğer taraftan Keynes’in öngörüsünün gerçekleşmediği kesin. Çünkü 2019 yılı itibariyle çalışma saatleri bırakın azalmayı, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde haftada 50 saatin üzerine çıktı. Reel ücret artışları yavaşladı, hatta fiilen reel ücretlerde düşüş yaşanıyor, gelir eşitsizlikleri daha da arttı ve güvenceli istihdam imkânı artık istisna oldu (13).

Önümüzdeki bayram tatilinin süresinin uzatılıp uzatılmaması konusunda olduğu gibi, insanların tatil hakkı turizm sektörünün ihtiyaçlarına göre belirleniyor. “Tesisler dolduğuna göre bayram tatilinin uzatılmasına gerek olmadığını” söylüyor atanmış turizm işletmecisi bakan.

Kısaca Keynes öngörüsünde yanıldı zira bir burjuva iktisatçı bakış açısıyla ekonomideki gelişmelerin sadece emek gücü verimliliği gibi iktisadi gelişmelerce belirlendiğine inanıyordu. Oysa ekonomideki ve sosyal hayattaki gelişmeleri ekonomideki gelişmelerin yanı sıra başka faktörler de etkiliyor.

Bunların başında; Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’ da altını çizdikleri gibi “sınıf mücadeleleri” olgusu geliyor. Onlara göre toplumların tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir (14). Günümüzde bunu tüm ezenlerle ezilenler arasındaki mücadele olarak, daha geniş anlamda yorumlamak mümkün.

Bu yüzden de emek gücü verimliliği Keynes’in dönemine göre kat be kat artmış olsa da (teknolojik gelişmeyi, robotları ve yapay zekâyı düşünelim)  artan üretim, gelir ve refahın paylaşımı bu verimlilik artışına göre yapılmıyor. Yani Burjuva neo-klasik bölüşüm teorisinin ileri sürdüğünün aksine, insanlar son birim emeklerinin verimliliğine göre gelirden ya da refahtan pay almıyorlar.

Kaldı ki sorunlarımız sadece insan, toplum ve siyasetle de sınırlı değil. Çünkü örneğin doğa can çekişiyor.

Bundan 10 yıl kadar önce bilim insanları sınırlarına erişmekte olduğumuz gezegene ait 10 risk olgusuna vurgu yapmışlardı: İklim değişikliği, okyanuslardaki asitlenme, kimyasal kirlilik, nitrojen ve fosfor yığılması, içme suyu kaynaklarındaki azalma, topraktaki dönüşüm, biyo -çeşitlilik kaybı ve ozon tabakasının incelmesi (İngiltere gibi bazı ülkelerde son tarih 17 Mayıs 2019 idi). IPCC ise bu yüzyılın yarısına kadar küresel çapta tüm emisyonları net olarak sıfıra kadar düşüremezsek küresel ısınmayı 1,5 C’nin altında tutamayacağımızı ileri sürüyor. Bu süreçte dünya ekonomisinin üç kat büyüyeceğini öngörülüyor. Yani mevcuttan üç kat daha fazla üretim ve tüketim yapmış olacağız (15).

Keynesçi-sosyal demokrat bir iktisatçı olan Murphy’e göre (16), böyle bir kısa zaman içinde ekonomiyi de-karbonize etmek (karbondan arındırmak) çok zor. Tek çıkış; iklim felaketinden kurtulmak ve bunun için de konut, eşitlikçi gelir dağılımı, demokratikleşme, ısınma, eğitim ve gelir gibi ihtiyaçlarımızı gösteren sosyal faktörleri ekolojik limitlerle birlikte ele almak. Bunun yolu da fiziksel olarak tüketimi (küresel çapta en az yüzde 20 oranında) kısmaktan geçiyor.

Ancak (tıpkı diğer ana akım burjuva iktisat ideolojileri gibi), tüketimi insani ve toplumsal gelişkinliğin ve refahın temel ölçütü olarak alan ve başta maliye politikaları olmak üzere temel ekonomi politikalarının rasyonalitesini buradan kuran Keynesçi bir ideoloji altında tüketimin azaltılması (dolayısıyla da kâr ve sermaye birikiminin yavaşlatılabilmesi) mümkün olabilir mi?

Özcesi kapitalizm altında ne “boş zamana” erişilebiliyor, ne de doğayı tahrip eden “tüketim çılgınlığından” vazgeçilebiliyor.

O halde kapitalizmi ıslah etmeyi hedefleyenler hangi mucizevi reformlarla insanı ve doğayı huzura kavuşturabilecekler?

DİP NOTLAR:

  • C.P. Chandrasekhar,  “The Indiscreet Aggression of the Bourgeoisie”, http://www.macroscan.org ( Jul 4th 2018).
  • Carol Johnson, “Is the crisis of social democracy a crisis of equality?”, https://www.socialeurope.eu (8th May 2019).
  • Robert Kuttner, Can Democracy Survive Global Capitalism?,  WW Norton,  2018.
  • Daron Acemoğlu: “Reformlar yapılmazsa kriz derinleşir”, https://www.gazeteduvar.com.tr (25 Mart 2019).
  • George Monbiot, “from Trump to Johnson, nationalists are on the rise – backed by billionaire oligarchs”, https://www.theguardian.com (26 July 2019).
  • Guy Standing, The Corruption Capitalism- Why Rentiers Thrive and Work Does Not Pay, Biteback Publishing, 2017, s. 3-5; 241-243.
  • Chris Harman, Zombie Capitalism-Global Crisis and the relevance of Marx,  Second Edition, Haymarket Books, 2010.
  • Wallerstein, Collins, Mann, Derluguian, Calhoun, Does capitalism have a future?, Oxford Press, 2013.
  • Paul Mason, “Time for post capitalism”, https://www.socialeurope.eu (1 July 2019).
  • Jack Farmer, “The myth of cronycapitalism?” http://www.socialistreview.org.uk (February 2012).
  • John Maynard Keynes, “Economic Possibilities for our Grandchildren”, 1930, http://www.econ.yale.edu/smith/econ116a/keynes1.pdf, s. 5.
  • Karl Marx, “Private Property and Communism”,  The German Ideology. 1845- Part I: Feuerbach, Opposition of the Materialist and Idealist Outlook içinde.
  • Mustafa Durmuş, Büyük Değişim-Popülist Otoriterleşme, İmge Kitabevi, 2019,, s. 13-69.
  • Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifesto, İmge Kitabevi, 2018, s. 7.
  • Richard Murphy, “We have to cut material consumption by 20% globally”, https://www.taxresearch.org.uk (11 July 2019)
  • Agm.

Takvim

Ağustos 2019
P S Ç P C C P
 1234
567891011
12131415161718
19202122232425
262728293031  

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE