‘Kutsal büyüme’ adına doğal çevre tahrip ediliyor. Yaşamın temeli hızla aşındırılıyor. Slogan şöyle: ekonomi büyüyecek, tüm sorunlar çözülecek… Büyüme tüm dertlerin devası sayılıyor ve tabii kutsanıyor’… Ekonomik büyüme için feda edilmeyecek hiçbir şey yok… birileri de çıkıp, ‘kapitalizm koşullarında ‘büyüme nedir, kimin için ne anlama geliyor, yüz yıldır hep büyüdünüz de ne oldu’ sorusunu sormuyor… Öyle bir şey ‘kutsala’ saldırı’ sayılır… Tabuya dokunanın eli yanar… Bu yüzden soru soran, sorgulayan pek olmaz… Büyüme, burjuva iktisatçılarının, burjuva politikacılarının, medyanın dilinden hiç düşmez… Ekonomi büyüyor, büyüyor, hep büyüyor ve onunla birlikte her türden insanî ve toplumsal sorunlar da büyüyor… Saçma üretime, saçma tüketim eşlik ederken başka türlü olabilir miydi?
Lakin, asıl kötülük, ‘büyüme’ sonunda sadece yoksulluğun ve sefaletin artması, insanların aşağılanması, gelecek kaygısı taşıması değil, bir de büyümenin neden olduğu ekolojik yıkım, doğa tahribatı var ki, doğrudan insanlığın ve uygarlığın geleceğini angaje ediyor…Kapitalist büyümeyle birlikte üzerinde durduğumuz zemin çöküyor, sadece insan soyunun değil, bu dünyanın tüm canlılarının yaşamı tehlikeye giriyor ve bir gezen riski ortaya çıkıyor. Ve bütün bunlar olurken, büyüme şarkıları da yüksek sesle söylenmeye devam ediliyor… Yıkımı meşrulaştıran da ‘modern bilim’… Yapılanlar “iktisat bilimi” denilen adına yapılıyor ve tabii ‘gerçekliğinden’ ve ‘gerekliliğinden’ şüphe etmek, bilime karşı olmaktır, gericiliktir, daha da ötede akılsızlıktır… O halde iki şey: Birincisi, şu bilim denilip, yere göğe konmayan, ‘hakikatinden’ şüphe edilmeyen ‘iktisat bilimi’, burjuva iktisadı, bilim dünyasıyla değil, ideolojiler dünyasıyla ilgilidir… Burjuva düzenini, kapitalist sömürüyü, yağma ve talanı meşrulaştırma, kabullendirme, dayatma işlevi görüyor…
İkincisi, kapitalizm dahilinde büyüme, sermayenin büyümesidir ve sermayenin büyümesi çözümün değil, sorunların kaynağıdır… Sermayenin büyümesi, kendini her seferinde ‘daha büyük ölçekte yeniden üretmesi’, sosyal sorunların, sosyal kötülüklerin ve doğa tahribatının da büyümesidir… Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir… Şimdilerde ‘büyüme adına’ yapılıp da doğa tahribatı yaratmayan nerdeyse hiçbir şey yok… Üretim kararları ekolojik kaygılardan bağımsız olarak alınıyor. Eğer dikkate alınırsa kâr oranları düşer, kâr kütlesi küçülür… Ekolojik kaygılara yabancılaşmış bir üretimin de doğal çevreye zarar vermesi kaçınılmazdır. Doğal çevrenin kötüleşmesi, onun üzerinde yaşayan insanların-toplumun durumunun da kötüleşmesidir… Toprak, su ve hava kirlendiğinde hastalıkların artması, canlı yaşamının riske girmesi kaçınılmazdır… Akıl almaz bir ekolojik yıkım almış başını gidiyor. Büyüme adına yapılıp da doğal çevreye zarar vermeyen, ekolojik dengeleri riske atmayan nerdeyse hiçbir yatırım-üretim yok… Bilen varsa söylesin… Enerji alanındaki yatırımların [ HES, JES, RES’ler, Termik Santraller tarımsal üretimi zora sokmakla kalmıyor, insan sağlığı için de sayısız olumsuzluklara kaynaklık ediyor. Aynı şekilde maden ocakları, taş ocakları, oto-yollar, mermer ocakları, turizm yatırımları, zengin turizmi için yapılan beş yıldızlı oteller, golf sahaları güzelim verimli toprakları heba ediyor…
Lâkin, yıkımın gözden kaçan, sorun edilmeyen bir veçhesi daha var: Neoliberal soytarılığın bir icadı olan Kamu-Özel İşbirliği [KÖİ] denilen, yıkımın finansmanını da vergi verenlere yüklüyor. Devlet bir kapitaliste veya sermaye grubuna önce bedava arazi tahsis ediyor, kredi veriyor veya krediye kefil oluyor. Yolcu, geçiş, uçuş, hasta, yatak, satın alma, garantisi veriyor. Siz enerji ‘yatırımlarında’ onca ısrarın nedeni ne sanıyorsunuz? Aslında ‘hasta garantisi’ vermenin ne kadar abes, ne kadar saçma olduğu gözden kaçıyor…Kapitalistin her seferinde daha çok hastaya ihtiyacı vardır… Sermaye devleti, sen merak etme gelecekte çok hastamız olacak diyor… Bu tam bir kepazelik değil mi? Aslında Kamu-Özel İşbirliği [KOİ] denilende kamu diye bir şey yok… Sadece kapitalist şirket var, sermaye var… Bir şey daha var: Bu yöntem, kapitalistleri maaşa bağlamaktır ki, kapitalizmin mantığıyla da çelişiyor… Kapitalist için ‘risk’ ortadan kalkıyor ve kapitalist bir tür memurlaştırılıyor… Buna hazineyi bütçeyi soymak, devleti haraca bağlamak da diyebilirsiniz. Neoliberal kapitalizm nelere kâdirsin denecektir… Bu, yatırımın finansmanını vergi verenlerin sırtına yüklemektir… Bu onları ekonomik yıkımın ‘bilinçsiz failleri’ yapmaktır… İnsanların bu saçmalığa alet olmaları, itiraz etmemeleri rahatsız edici değil mi? Velhasıl büyüme, burjuva toplumunun afyonu…
Söylediklerim bir yanlış anlamaya neden olmamalıdır… Elbette büyüme gereklidir. Toplumsal ihtiyaçların sürekli arttığı bir dünyada ekonomik büyüme vazgeçilmezdir ama, doğal çevreye olabildiğince az zarar verecek şekilde tasarlanmak, uygulanmak koşuluydu… Aksi halde yaşamın temelini aşındıran bir ekonomik büyümenin, insanlığın ve uygarlığın geleceğini tehlikeye atması kaçınılmazdır…
Adı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı diye bir kurum var… Normal olarak öyle bir kurumun doğa tahribatına, ekolojik bozulmaya karşı önlemler alması, doğal çevreyi koruması gerekmez mi? Bizde öyle değil, yıkım bizzat bakanlık eliyle yapılıyor. İşin kolayını bulmuşlar: ÇED Raporu denilenle, tahribatı yasalara, mevzuata uyduruyorlar. ÇED, çevre değerlendirme demek. Konunun uzmanları ‘uygunluk’ raporu hazırlıyor… Aslında orada çevre duyarlılığı diye bir şeyin zerresi bile yok. Sermayenin, daha doğrusu doğal çevre yıkımının önünü açmaya yarıyor… Yıkımı güya ‘meşrulaştırıyor’, kabullendiriyor. Hukuk alanında yapılan itirazlar da pek işe yaramıyor… Zira, politik mahiyetteki bir saldırıya ‘hukuk alanından’ karşı koymak, cevap vermek mümkün değildir…Siyasi bir saldırıya ancak siyaset alanında cevap verilebilir ve bir sonuç alınabilir… O raporları hazırlayan ‘uzmanlar’ doğaya ve topluma karşı suç işliyorlar… Açıkça doğa katliamının failleri… Bu vesileyle uzmanların ne işe yaradığı da hatırlanmaya değer… Sömürü düzeninin ‘uzmanı’ neden yücelttiğini de…
Ekolojik tahribat bu rotada, bu hızla devem ederse, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak. Her şey metalaştırılıyor, şeyleştiriliyor, parayla alınıp satılan ‘ölü nesnelere’ dönüştürülüyor. Artık paraya tahvil edilmeyen bir şey yok… Bu bir sürdürülemezlik halidir… Arılar yok olduğunda, kuşlar yok olduğunda, son ağaç da kesildiğinde parayı mı yiyeceksiniz?