Başta Büyük Britanya olmak üzere Avrupa ve bütün dünyanın Birleşik Krallık’ta “Brexit” (İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılması) konusunda yapılan referandumun yan etkilerini sindirebilmesi için daha uzun zamana ihtiyacı olacak. Etkisi derinlerde hissedilecek sonuçları Avrupa Birliğinin (AB) Birleşik Krallığın AB’den ayrılma iradesine vereceği cevaba bağlı olacak. Çoğu insan daha işin başından itibaren Avrupa Birliği liderleri “AB’nin üzerinde durduğu zemini yıkmayacaklar” diye düşünüyordu. Her şeye rağmen dostane bir boşanmanın aslında herkesin çıkarına olacağı anlaşılıyor. Birçok durumda olunduğu gibi bu boşanma işi Avrupa’da yeni bir karmaşaya da neden olabilir.
Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği arasında yapılan ticaretin sağladığı fayda ve iki taraf arasındaki ekonomik entegrasyon karşılıklı çıkarlar ilişkisine dayalı. AB yönetimi şayet yakın ekonomik işbirliğinin taraflar için daha iyi ve arzulanabilir olduğu fikrini dikkate alırsa, AB liderleri bu şartlar altında mümkün olan en yakın bağları kurmanın yollarını arayacaklar. Ancak, bu dönem Avrupa Komisyonu Başkanı ve Lüksemburg’da, işletmelerin lehine olacak şekilde düzenlenmiş, yaygın Kurumlar Vergisi programı mimarı Jean-Claud Junker’ın yaşanan gelişmeler karşısında katı bir tutum takındığı anlaşılıyor: Şöyle ki; “ayrılmak isteyen, ayrılsın”…şeklinde açıklama yapmıştı.
Juncker adının İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecinin bu ilk aşamasında AB Komisyonu Başkanlığı görevini yürüten kişi olarak hafızalarda yer alacağı konusu dikkate alındığında, tepkisel olsa da gösterilen bu reaksiyon, belli şartlar altında, belki de anlaşılabilir bir durum. Jean-Claude Juncker diğer ülkelerin de AB’den ayrılma olasılığı önüne geçmek amacıyla, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Anlaşmaları çerçevesinde Birleşik Krallık’a verilen garantiler haricinde herhangi en küçük bir ayrıcalığın tanınması yönünde hiçbir anlayış gösterilmemesi gerektiği değerlendirmesinde bulunuyor.
Diğer bir ifadeyle, AB yönetimi, bedeli maliyet kalemlerinin çok üzerinde, AB’nin üye devletlerden sağlanan faydalar üzerine dayalı olarak bir arada kalması gerekmiyor. Jean-Claud Juncker’e göre “ekonomik refah, dayanışma duygusu ve Avrupalı olma gururu artık yeterli olmuyor. Avrupa’nın tehditlerden, sindirme politikasından ve korku salma operasyonlarından uzak tutulması gerekiyor.”
Bu durum hem Brexit lehine olan oylama sürecinden ve hem de Amerika’da Cumhuriyetçi Partinin öncelikle izlediği politikadan alınabilecek dersleri dikkate almayan özellikte: Şöyle ki; halkın büyük bir kısmı son zamanlarda çokça acı çekti. Son kırk yıllık neoliberal ajanda toplumsal piramidinin en üst tepesinde yer alan % 1’lik en zengin tabaka için çok iyi sonuç vermiş olabilir. Ancak, diğer sosyal sınıflar için aynı durum söz konusu değil. Uzun zamandan beri bu ekonomik durgunluğun muhtemel bazı politik sonuçları olabileceği yönünde tahmini analizler yapıyorum. Ve işte o gün gelip, çatı.
Atlantik’in her iki yakasında bulunan ülkelerin vatandaşları yaşadıkları sıkıntıların kaynağı olarak yapılan ticari anlaşmalar olduğunu değerlendirmesinde bulunuyorlar. Bu konu fazlaca basitleştirme olarak görülürse de, aynı zamanda, anlaşılabilir bir durum. Günümüzde yürürlükte bulunan, şirketlerin kurumsal çıkarlarını gayet iyi koruyan ticari anlaşma görüşmeleri adeta bir gizlilik atmosferinde yürütülmüştü. Ancak, sıradan vatandaş ve emekçi kesimin durumu aynı görüşme sürecinde pek dikkate alınamamıştı. Alınan sonuçlar, beklendiği gibi, tek taraflı olmuştu: Çalışan ücretli kesimin çalışma koşullarından doğan haklarını pazarlık etme mevzuatında aşınma meydana gelmiş, sendikal örgütler etkisiz hale getirilmiş, çalışan kesim giderek daha fazla oranda sosyal haklarından mahrum kalmıştır.
Yapılan ticari anlaşmaların eşitsizlik denkleminin yaratılmasında önemli rol oynamasından dolayı birçok diğer faktör siyasal dengenin sermayenin lehine olacak şekilde eğilim göstermesine katkı sağlamıştır. Vatandaşın kullandığı ilaç fiyatında artış yapmak üzere ilaç sanayi/eczacılık şirketlerinin fikri mülkiyet haklarında değişiklik yapma yetkisi artırıldı. Diğer yandan, şirketlerin kurumsal pazar gücünde herhangi bir azalma olması halinde de facto olarak reel ücretlerde düşüş yapılmasının da yolu açılmış oldu. Eşitsizlik oranının yüksek olduğu bu durum günümüz koşullarına göre gelişmiş kabul edilen birçok ülkenin karakteristik özelliği haline geldi.
Birçok sektörde endüstriyel yoğunlaşma oranında giderek daha fazla artış kaydediliyor ve bu durum aynı zamanda şirketlerin piyasa gücünde de söz konusu. Reel ücretlerde durgunluk ve düşüş yaşanmasının halkın sosyal yaşantısı üzerinde hissedilecek etkilerine birde orta ve düşük gelir düzeyi olan çalışan kesimin çokça ihtiyaç duyduğu kamu hizmetlerinde kesinti olmasına neden olacak kemer sıkma politikasını da ilave etmemiz gerekiyor.
Çalışan kesimin karşı karşıya kalacağı ekonomik belirsizlik, hayatını idame ettirebilmek amacıyla başka diyarlara güç etmek zorunda kalma durumu ihtimaliyle birleşmesi halinde, bireylerin ruh halinde toksik zehirlenme etkisi yaratabilir. Mülteci durumuna düşen çok sayıda insan Batı blokunun da katkı verdiği savaşların ve baskıların kurbanı oldular. Bu insanlara yardım elini uzatmak, başta eski kolonyal güçler olmak üzere, herkesin şimdilerde karşı karşıya bulunduğu ahlaki bir sorumluluktur.
Çoğu insan bu sorumluğu kabul etmeye yanaşmazken, uzun zamandan beri reel ücretlerde düşüş olması normal kabul edilir oldu. İş gücü talep eğrisinde sert düşüşlerin olmasına yol açan nitelikli iş gücü arzında meydana gelen artışın iş gücü talebiyle karşılık bulmaması ücretler dengesinde de düşüş olmasına neden oldu. İşverenler reel ücretleri düşüremezlerse veya ücretlerde düşüş yapıma şartları bir şekilde uygun değilse, bu durumda düşük istihdam yoluna gidileceğinden dolayı işsizlik oranında artış olur. Ekonominin kötü yönetildiği ülkelerde bu toplumsal kaygı işsizlik oranında küresel düzeyde artış olmasına yol açtı. Avrupa ülkeleri ekonomileri, özellikle Euro bölgesi ülkeleri, son on yıllar boyunca, ortalama işsizlik oranı çift haneli rakamlara gelecek şekilde kötü yönetildiler.
Avrupa sınırları dâhilinde serbest göç yönünde dolaşım olmasından dolayı, işsizlik oranını azaltmada iyi bir gelişme kaydeden ülkeler gerçek anlamda abzorbe edebilecekleri mülteci orandan çok daha fazla mülteci payını almak durumuyla karşı karşıya kalacakları şimdiden tahmin etmek zor olmasa gerek. Bu ülkelerdeki işveren kesimi konjonktürden kaynaklı ucuz işgücünden faydalanırken, emekçi kesimi ise durgun seviyede seyreden ücretler ve yüksek oranda işsizlik bedelini ödemek durumunda kalıyorlar. Bir ülkenin aldığı mülteci yükü bedeli, hiç kuşkusuz, böylesi bir sorumluğu kaldırabilecek gücü olmayan yaygın alt tabakanın omuzlarına biner.
Siyasiler bir ülkedeki içi göç olayının topluma sağlayacağı somut fayda hakkında çokça söylem geliştirebilirler. Vatandaşlarına arzulanandan düşük düzeyde sosyal koruma, eğitim ve sağlık hizmetleri ve benzeri sosyal güvenceleri sağlayamayan ülkelerin yönetimleri için bu durum söz konusu olabilir. Ancak, gerekli uygun bir sosyal güvenlik ağı kuran ülkelerin yönetimleri için ise tam tersi bir durum söz konusu.
Reel ücretlerde düşüşe geçme eğilimi baskısı gören ve sağladığı kamu hizmetlerinde kesintiler yapmak yoluna giden ülkelerde, Atlantik’in her iki yakasında da benzer sonuçların yaşanmasıyla birlikte, orta sınıf cenahı bağırsaklarında temizlenme süreci yaşanıyor. Orta sınıf ve çalışan kesim aile bireyleri kaydedilen ekonomik büyümede paylarını alamıyorlar. Bu aileler bankacılık kuruluşlarının 2008’de yaşanan krize neden olduklarını bilincindeler. Ama aynı zamanda, evlerini ve kurdukları işlerini kurtarabilmek için kendilerine reva görülmeyen, ancak, bankaları kurtarmak üzere tahsis edilmesinde hiç bir mazur görülmeyen milyarları da biliyorlar. Günümüzde ABD’de tam zamanlı erkek bir çalışanın ortalama reel geliri (enflasyona göre belirlenmiş) kırk yıl kadar bir zaman öncesi gelirden daha düşük. Bundan dolayı hiç kimse ABD seçmen öfkesine şaşırmamalı.
Üstüne üstlük gerekli değişiklikleri yapma vaadinde bulunan politikacılar toplumsal taleplere cevap verecek değişiklikleri yapmadılar. Sıradan vatandaşlar sistemin adaletli olmadığı bilincindeydiler, ancak, geleneksel politikacıların maruz kaldıkları haksızlığı giderme kapasitesi ve iradesi konusunda zaten çok düşük düzeyde olan inançlarında erozyona yaşayarak, yaşadıkları haksızlıktan dolayı karşı karşıya bulundukları aldatılmanın şimdiye kadar hiç düşünemedikleri düzeyde olduğunu da gördüler. İşin bu aşamaya varması da bir dereceye kadar anlaşılabilir bir durum: Yeni dönem politikacıları küreselleşmenin sağlayacağı fayda yönünde bulundukları vaatler perspektifini halkla paylaştılar.
Öfkeyle sandık başına gitmek yaşamakta olduğu sorunlara bir çözüm yolu bulma sonucunu getirmez. Halkın siyasilere bu anlamda öfkesi ülkenin zaten kötü olan siyasi ve ekonomik durumunu daha da berbat bir düzeye sürükleyebilir. Yönetici sınıfın seçmenlerin taleplerine öfkeyle cevap vermesi de durumunda da aynı şey söz konusu olabilir.
Ekonomide gelişme kaydetmek üzere yeni bir başlangıç yapmak ekonomik temel bir kuraldır. Manş Denizinin her iki yakasında izlenecek politika, demokrasinin olduğu bir yönetim faaliyetinde, siyasi kurumlarının yaygın vatandaş katmanları nezdinde duyulan kaygılara cevap verebilmek üzere nasıl da bu kadar az çaba gösterildiğini anlamaya çalışmaları gerekir. AB üyesi her bir ülke yönetimi vatandaşı yaygın halk katmanları ekonomik refah düzeyini yükseltmeyi kendisine öncelikli temel hedef seçmeli. Neoliberal ideoloji soruna bu yönde çözüm yolu bulmada katkı sağlamayacak. Bizim de, bundan sonra, amaçlarla araçları birbirlerine karıştırmamamız gerekiyor: Serbest ticaret faaliyeti, şayet iyi sevk ve idare ediliyorsa, adil pay edilecek yüksek seviyede toplumsal bir refahı getirebilir. Ancak, aynı serbest ticaret faaliyeti bir avuç azınlık lehine olacak şekilde organize edilirse, yaygın halk katmanı oluşturan vatandaşın yaşam standardında büyük gerileme meydana getirebilir.
ABD Başkanı Barak Obama’nın Avrupa Birliği ülkeleri ile Transatlantik Ticaret Anlaşması ve Yatırım Ortaklığı şeklindeki önerisinde olduğu gibi, halk katmanları için gelecekte hiçbir faydası olmayacak mevcut neoliberal düzenlemelere alternatif olabilecek, adil paylaşmayı getirecek ekonomik refah yaratıcı düzenlemeler vardır. Siyasilerin yaygın halk katmanları için fayda sağlayıcı olmayan neoliberal düzenlemelerden mümkün mertebe kaçınmak ve vatandaşın toplumsal refah düzeyinde yükselme sağlayıcı sosyal düzenlemeleri benimsemek üzere geçmişten ders almayı kendilerine öncelikli hedef seçmeleri gerekiyor.
Çeviren: Nizamettin Karabenk