31 Mart 2019 yerel seçimleri gündemde. Her gün başkan adayları açıklanıyor… Kimin nerenin başkanı olacağından halk habersiz. Zabıta memuru atar gibi başkan adayı ilan ediliyor. İnsanlar da zahmet edip o adaya oy verecek! Ve buna da ‘demokrasinin, halk iradesinin’ gerçekleşmesi denecek… Bu sefil oyunun demokrasiyle, halk iradesinin gerçekleşmesiyle ne ilgisi var? Demokrasiden ancak kitlelerin politik sürece aktif katıldığı, katılabildiği durumda söz edilebilir… Demokrasi egemenlerin kurduğu sandığa oy atmaktan ibaret olsaydı, işler ne kadar kolay olurdu… Aslında demokrasi dedikleri, kitleleri oyalamaya, aldatmaya yarayan sefil bir oyundan ibaret… Demokrasi, merkezden çevreye doğru değil, çevreden merkeze doğru bir politik hareketliliğin, eylemliliğin sonucu olabilir ancak… Bu yüzden demokratik yaşam yerelde başlar. İnsanların, yurttaşların yönetimin nasıl olması gerektiğine bulundukları yerden itibaren karar vermeleri gerekir… Bu da halk meclislerini, yerel, mahalli hareketliliğini gerekli kılar, demokrasinin inkârı olan düzen partilerinin teşkilatlarıyla olacak bir şey değildir… Daha önemlisi, demokrasi gerçek yurttaşı varsayar… Aktif olarak kamusal yaşama katılana, ‘politik özne’ olana yurttaş denir. Eğer bunlar yoksa orada demokrasiden söz etmek abestir…
Siyasi partilerin ‘demokrasinin vazgeçilmezleri’ olduğu söyleniyor ve sıradan insanlar o yalana inanıyor… İyi de o partileri kim, neden, nasıl kuruyor veya kurduruyor? Aslında siyasi partiler sermayenin [burjuvazinin] ve devletin elinde birer yönetim aracıdır… Misyonları ve varlık nedenleri kitleleri aldatmak, oyalamaktır… Halk tarafından siyasi parti kurulmasına izin verilmez, kazara kurulursa da yaşamasına izin verilmez… Bu yüzden de 80 yıldır sahnelenen demokrasi oyunun demokrasiyle ilgisi sadece retorikten ibaretti… Egemenler kendileri çaldılar, kendileri söylediler… Geride kalan dönemde kimse ‘demokrasi nedir?’, ‘nasıl olmalıdır?’ sorusunu sormaya cüret etmedi… 4-5 yılda bir kurulan sandığa oy atmak demokrasi, halk iradesinin gerçekleşmesi sayıldı…
Şimdilerde durum biraz daha netleşmiş, görünürlüğü artmış sayılabilir… Zira her seçimden sonra sınırlı haklar ve özgürlükler de yok ediliyor. Her seçimden sonra despotik rejim tahkimatını pekiştiriyor… Şimdi sıra yerel seçim oyununa geldi. Lâkin gözden kaçmaması gereken önemli bir şey var: Bu oyunun kuralı yok… Dolayısıyla, kuralı olmayan bu oyuna muhalif olduklarını söyleyenlerin alet olmaması gerekir… Birincisi, kural yok, ve ikincisi, bir tarafta arkasına sermayeyi almış, devlet olanaklarını istediği gibi tasarruf ve seferber edebilen koskoca bir devlet partisi [veya parti-devlet densin] var, karşı tarafta da muhalefet partileri var… Böylesine bir seçime dahil olmak, despotik rejimin oyununa gelmektir… Hiç bir kural, hiç bir yasa ve hiç bir “eşitlik” kırıntısı yok!
16 Nisan Anayasa Referandumundan beri yaşananlar, bundan sonra yaşanacaklar hakkında fikir veriyor… Zira, Anayasa by-pass edilmiş durumda… Anayasa mahkemesi yok, Yargıtay yok, Danıştay yok… Yüksek Seçim Kurulu iktidarın kurumu haline gelmiş durumda, dolayısıyla istediği sonucu açıklayabilir… Fakat hepsinden önemlisi, Büyük Millet Meclisi denilenin de artık bir varlığı yok, içi boş midye kabuğu…
AKP, Meclis Başkanını İstanbul Büyük Şehre başkan yapmak istiyor… Meclis başkanı herhalde ben ikisini de idare ederim diyor ki, Meclis başkanlığından istifa etmeye niyeti yok!… Demek ki, adam kıtlığı var… Çaresiz kalmışlar ki, iki işi bir kişiye yüklüyorlar… Eğer anayasa olsaydı, Meclis başkanı böyle davranabilir miydi? Olmayan anayasanın amir hükmü ortadayken…
Bu seçim, muhalefet için bir karar anı, kritik bir eşik. Ya kuralı olmayan bu oyuna dahil olup, oyuna gelecek, rezil-kepaze olacak; ya da ben bu oyunda yokum, ne derdiniz varsa görün… diyecek… Unutmayın, bu her şeyden önce bir haysiyet sınavıdır… Zira yapıp-ettiğinin ne anlama geldiğini bilmek önemlidir… Vatan-Millet söyleminin bir alemi yok!
- Ahmet Külsoy’un sorusuna cevap. Ahval News