Fikret Başkaya: 1940’da doğdu. Ankara Üniversitesini bitirdi. Paris ve Poitiers üniversitelerinde iktisat alanında doktora öğrenimini tamamladı. Abant İzzet Baysal Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmanın yanı sıra, çeşitli kuruluşlarda ve Sosyal Hizmetler Akademisinde araştırmacı ve eğitmen olarak çalıştı. Birçok araştırma makalesinin ve kitabın (en ünlüsü, kapitalizmin mevcut formlarındaki ideolojisinin mantığını ve ana temalarını açığa çıkaran Paradigmanın İflası isimli kitabı ) yazarıdır. İlki 20 ay Haymana Kapalı Cezaevi, ikincisi 2004 yılında üç yıllık mahkumiyet olmak üzere iki kez siyasi tutsak olarak cezaevinde kaldı. 2007’den beri ders verdiği Özgür Üniversite’nin kurucusudur[i].
***
Türkiye’deki mevcut siyasi rejim tarafından kendisine dava açılsa da Fikret Başkaya aslında yazısını rejime karşı yazmadı: kapitalist sisteme, onun mantığına ve seçimleriyle partileriyle “demokratik” olanları da içeren ( kendisinin de yazdığı ve hepimizin bildiği gibi sadece Türkiye değil ) ve kendilerini din ve efsanelerle meşrulaştıran çeşitli biçimlerde otoriter siyasi rejimleri doğası gereği doğuran ideolojisine karşı yazdı. Bu siyasi rejimler bazı insanların, bu rejimlerdeki hiçbir şeye müsamaha gösterilemeyeceğini ve “önceki/normal kapitalizm”in bir altın çağ olduğunu düşünmelerine neden olabilir: ve açıkça görüldüğü gibi, halk tarafından acı bir şekilde hissedilen bu kötüye gidişi engelleyebilmek için ona doğrudan sebep olan siyasi rejimi eleştirmek yetmez, onun geçmiş köklerine, kapitalist sisteme ve onun yönetici sınıflarına yönelmek gerekir.
Bu suretle, Fikret Başkaya, hiçbir zaman, bir şahsın değiştirilmesiyle ya da siyasi rejimin basit bir şekilde gevşemesiyle her şey düzelecekmiş/ “normal kapitalizm” tesis edilebilecekmiş gibi hareket eden sıradan bir “Erdoğan” muhalifi olmadı.
Dahası, şeyler liberal demokrasinin politik taraftarlarının sandığından daha karmaşıktır:
– otoriter siyasi rejim – Türkiye’de olduğu gibi – milyonlarca insanın yaşam standardını da etkileyecek şekilde hatırı sayılır sonuçları olan acil ekonomi politikalarını destekleyebilir[ii],[iii].
–Toplumsal kutuplaşma ve çelişkiler, resmi bağnazlığın ve uyduruk klişelerin iktidarı, hakim ideolojinin her şeyi utanmazca ve alay edercesine “ticarete” ve kâra indirgemesinin bir “meziyet” olarak görülmesi yalnızca mevcut siyasi rejimle ilişkilendirilebilir mi?
– Türk vatandaşı Kürtlerle ilişkili olan da dahil olmak üzere Türk Devletinin uğraşmak durumunda kaldığı savaşların [iv]yalnızca mevcut siyasi rejimin sonucu olduğu iddia edilebilir mi?
– “Demokrasi”leriyle övünen ülkelerde ne militarist ve savaşçı politikaların varlığı ne de işsizlik, çalışan yoksulların hayati önemdeki güvencesizliği, kısmi zamanlı çalışan işçilerin ve orta sınıf altındakilerin yoksulluğu/istikrarlı bir istihdamın ve sağlık sisteminin olmaması, makul fiyatlarla konut edinmenin mümkün olamayışı, hem dinlerden kaynaklanan saldırıların hem de herhangi bir insani ölçü, sınır tanımayan neo-liberal saldırıların varlığı inkâr edilebilir mi?
– Mevcut baskının yeni olmadığı aksine modern kapitalist devletin ( Türk Devleti ) baskıcı mantığının devamı niteliğinde olduğu [v] görmezden gelinebilir mi?
– “Ulusal” sermaye siyasi rejimindeki mevcut eğilimin – bu çözüm değildir ama en azından kültürel hazineleri neoliberal özelleştirmelerden koruyabilir [vi]– neo-liberal muhaliflerine ( Fethullah Gülen komplosu) karşı oluşturduğu baskının “demokratik” batı ülkelerindekilerden oransal olarak daha büyük olmadığı yadsınabilir mi?[vii]
– Siyasi rejimin mevcut milliyetçi eğilimi, baskıya karşı sınıf bilincinin oluşmasını engellemek amacıyla toplumsal bilince milliyetçi tohumlar ekmenin [viii] yanında yalnızca kapitalist meşrulaştırma biçimi olarak – “ulusal” sermayenin uluslararası sermayeye karşı mücadelesi – algılanmamalı mıdır?
–Her yerde olduğu gibi “sol” partiler ve sendika bürokrasileri [x] tarafından ihanete uğramış kitlelerin yollarını şaşırmalarının yanında kapitalizme derin bir muhalefet sergilemelerine rağmen, son yıllarda gerçekleşen kitlesel protestoların ( 2013’deki Gezi Parkı hareketinden, hükümetin Kürt bölgelerini bombalayarak [ix] ve Ankara, Mersin ve Adana’da kalabalıkların ortasında patlayan bombalarla Türklerin Kürtlerle olan dayanışmasını engelleyerek idare ettiği 2015’deki Kürt hareketine ), “hükümete” karşı mücadele eden Türk gençliğinin büyük bir çoğunluğunun muhtemelen zayıf bir sınıf bilincine sahip olduğunu [xi] ya da sadece kentsel bir mekanı ( Taksim Meydanı ) işgal etmenin tadını çıkardıklarını[xii] göstermedi mi? Bu inkar edilebilir mi[xiii]?
– Ve şu anki siyasi rejime yönelik şiddetli saldırıların Türkiye’nin jeopolitik müttefikleriyle hiçbir ilgisinin olmadığı düşünülebilir mi?
– Ve evet, siyasi rejim tarafından çokuluslu şirketlere ve meta dağıtım zincirlerine – çokuluslu süpermarket zincirleri –yöneltilen suçlama kuşkusuz “ulusal sermaye/kapitalizm”in, rekabete ve uluslararası sermaye/kapitalizmin iktidarına karşı bir reaksiyon ve elbette ki dikkatleri tüm ekonomik sistemin merkezinde yer alan kâr mantığından “aracı” kuruluşlara çevirmek için yapılan ve aynı zamanda seçmene yönelik bir hareket: ama, Türk halkının Fransız kardeşleri “sarı yeleklileri” anarak söylersek; yaşamdaki her rahatlama ayın sonunu nasıl getireceğini düşünen insanlar tarafından bir anlam ifade etmiyor mudur?
Bu suçlama ve devletin ucuz fiyata sebze meyve satışı ve böylelikle aracı zincirlere olası meydan vermeme, neoliberalizm şarkıları söyleyenler ve uluslararası kapitalizm tarafından nefret ediliyorken, Fikret Başkaya’nın onların safında olduğu tasavvur edilebilir mi?
Neoliberalizm, zihinlerin tutsak edilmesine karşı bir çözüm müdür? Ya da “geleneksel değerler” olarak adlandırılan halkın derin sağduyusu yalnızca dinin içinde mi gizlidir?
Kesinlikle hayır. Hakim model içinde verilen, yukarıda bahsi geçen basit “alternatiflere”, Fikret Başkaya anti-kapitalist bir bilim insanı olarak 54 yıldır karşı çıkıyor.
Özgür Üniversite’nin internet sitesi – http://ozguruniversite.org – bu üniversitenin ve kurucusunun şeyler üzerinde yukarıda sözü edilen basit liberal resimden çok daha ciddi teorik kavrayışı hedeflediğine tanıktır. Fikret Başkaya ve diğer seçkin Türk bilim insanları gibi Thierry Meissan da sıklıkla yayımladığı yazılarında – kendine ait internet sitesinin ( https://www.voltairenet.org/en) yanında aynı zamanda vikipedi sayfasına da bakabilirsiniz – Özgür Üniversite’nin sözünü ettiği bilginin ve “her yönüyle” eleştirel düşüncenin yaygınlaştırılmasına olan ihtiyaca vurgu yapıyor. Bu yaygınlaştırma şüphesiz, “her yönüyle” rasyonel eğitime ve sonucunda da toplumsal iyimserliğe açılan kapıdır.
***
Hepimiz biliyoruz ki, “her yönüyle” rasyonalizm ve toplumsal eleştiri, kapitalist “elitler” ve hükümetler tarafından hoş karşılanmaz. Hemen bölücü, yıkıcı olarak değerlendirilir. Hele bir de kapitalizm sistemik krizindeyse bu yaftalamalardan daha çok nasibini alır. Sınıf mücadelesi aynı zamanda antikapitalist teorisyenleri izole ederek[xiv] ve bunun sonucunda da şimdilik tamamı ifade edemese de bu mücadeleyi bilinçli ya da bilinçsiz, zaten antikapitalizm zanneden geniş halk kitlelerini yıldırmak suretiyle kendini ortaya koyuyor. Ve mevcut yönetici sınıfın iktidarını ele geçirebilecek diğer kapitalist güçlere karşı yürütülen ama sistemi ayakta tutmaya devam eden mücadele, anti-Gülen hareketinde tanık olduğumuz üzere ne kadar kararlı olursa olsun aslında yönetici sınıfın bütünü açısından temel önemde olan geniş halk kitlelerine karşı yürütülen sınıf mücadelesidir. Fikret Başkaya bu sınıf mücadelesinin ve kaçınılmaz baskının yeniden bir parçası haline geliyor. Ve bu baskı açısından, yaşının ve sağlık durumunun da bir önemi yok. 2017 yılında aynı çalışmasından dolayı gözaltına alınıp bırakılmıştı.[xv].
***
Böylece, Fikret Başkaya yeniden yargılanıyor – ilk duruşması 21 Mart 2019’da – 2016’da yazdığı Asıl terör devlet terörüdür yazısından dolayı[xvi].
Yazısındaki bazı düşüncelere – dolaysız ve sert bir tarzda yazıldığı, hayli ikna edici olduğu için tehlikeli – değinelim ki devletin reaksiyonu anlaşılabilir olsun.
- “Ayrıcalıklı sınıfların” aracı olduğu ve bu yüzden kendini geniş halk yığınlarının önünde meşrulaştırmak için devlet, sürekli bir düşman ya da birden fazla düşman yaratmak zorundadır: çünkü varlığı gereğini yapacağı düşmanların varlığına bağlıdır.
- Böylece devlet neyin terör ve kimin terörist olduğuna karar verir.
- Bu keyfi utanç ve baskı iktidarı absürt olduğu için, “ezilen-sömürülen-aşağılanan bir sosyal sınıf, topluluk ya da halk, bir birey ya da grubun yegane mücadele yolu direnmektir”. İnsan yalnızca direndiği zaman özgürdür ve köle değildir ve bu yüzden direnmek haktır.
- Tüm sömürgeci güçler sömürge halkların direnişine karşı “onlara uygarlık değerlerini götürme gerekliliği” ni bahane ederek mücadele ettiler.
- Çünkü, uluslararası bildirilerde – BM’nin 7 Aralık 1987’de yaptığı 94. tam katılımlı toplantısında oylanan belge[xvii] – terörle “ halkların ulusal kurtuluş mücadeleleri” arasındaki ayrımı ortaya konuldu ve “ devam eden tüm terör saldırıları ve bunlara doğrudan ya da dolaylı olarak dahil olarak şiddeti ve terörü yayan tüm devletler esefle kınandı”, “Sömürgeci ve faşist rejim altında ya da farklı biçimlerde yabancı hakimiyeti altında yaşayan tüm halkların kendi kaderini tayin ve bağımsızlık haklarının vazgeçilmez olduğu bir kez daha teyit edildi ve bunların mücadelelerinin, özellikle de ulusal kurtuluş hareketlerinin meşruluğu onaylandı.” Bunlara imza atmayan ülkeler vardı ( imza atmadıkları gibi saygı da duymuyorlar ).
- Kapitalist çıkarları gereği “ülkeler”, yani hükümetler, siyasi bildirilerde yazan güzel ifadelerle uyuşmayan davranışlarda bulunuyorlar. Türkiye’nin Kürtlere karşı tavrında olduğu gibi.
- Terörün ne anlama geldiğini ve gerçek teröristin kim olduğunu anlamaya engel olan derin bir “ideolojik kölelik” mevcuttur.
- Gelgelelim, “sıradan masum insanları” harekete geçiremeyen gözle görülür gerçekler var – şu an birçok ülkede ( Filistin, Afganistan, Irak, Libya, Suriye gibi. ) farklı saldırı biçimleriyle meydana getirilen katliamlar mevcut. Bu durumda “masum vatandaş” kavramı da yeniden gözden geçirilmek zorundadır.
- Ve çünkü – Türkiye’de olduğu gibi – devlet terörü şiddet sarmalına yol açıyor, ezilenler üzerindeki iktidarlarını yalnızca şiddetle sürdürebilecekleri için, ezilenlere de bu duruma karşı çıkıp direnmekten başka seçenek kalmıyor: bu diyalektik içerisinde ( saldırı-karşı saldırı diyalektiği ç.n. ), aslında kaybedilecek bir şeyin olmadığı ama kazanılacak şeylerin olduğugerçeğinden doğan kararlılık, kendi üyelerine karşı tamir edilemez bir acımasızlık sergileyen insanlığın bir parçası olmaktan utandıkları o eski hallerini unutmalarını sağlayacaktır.
***
Sonuç olarak, şu an, 2019’un başında baskıcı kurumlar, Fikret Başkaya’ya 2016’da yazdığı bir yazıdan dolayı yeniden dava açtılar. Kapitalist mantığın karşısında insani sorumluluğun ne demek olduğunu öğretmeyi kendine görev addetmiş bu duyarlı insan için bu tehlikeli bir durumdur.
Özgür Üniversite, derhal, hocalarıyla dayanışma çağrısı yapan bir bildiri yayımladı – Düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılara son [xviii].
İki şey söyleyerek en derin dayanışma duygularımı ifade edeyim.
Birincisi; evet, her düşünce halka ait olmayı ve düşünce ve ifade özgürlüğü adı altında savunulmayı hak etmez. İnsanın eylemlerine motivasyon sağladıkları için düşünceler, bir kriter yardımıyla birbirinden ayırt edilmelidir. Bir kere düşünceler, tam bir özgürlük içinde yapılmış bilimsel araştırma temaları olabilir ya da olmalıdır. Fakat düşünceler değerleri ifade ediyorsa, bir başka deyişle insan eylemlerini motive ediyorsa, bu durumda her bir insanın sahip olduğu insan haysiyetine zarar vermeyen / sona erdirmeyen fikirleri – olumlu sözcüklerle ifade edilirse: her bir insanın ve tüm insanların haysiyetine saygı duyanlar– her bir insanın ve tüm insanların haysiyetini hor gören ve yadsıyanlardan ayırmak gerekir.
Fikret Başkaya, yalnızca, tüm insanlığın ve her bir insanın haysiyetine saygı duyan düşünceleri ifade etti. Sonuç olarak bu düşünceler hangi anlamda insanlara zararlıdır? Fikret Başkaya’nın savunduğu direniş, herkes için gerekli olan toplumsal düzen ve güvenlikle ilgili akıllı bir sorumluluk anlamına da gelmiyor mu?
İkincisi Fikret Başkaya tarafından ileri sürülen direnme hakkı ile ilişkili. Fakat eğer Avrupa kültürü Aydınlanma idealleri adına direnme hakkını geliştirdiyse, bu hak hem örtük hem de açık bir şekilde tüm geleneksel dinlerde ( Türkiye’deki mevcut resmi kurumların destekleyip teşvik ettiği) mevcut değil midir? Azizlik namına kendilerine karşıt seleflerinin yerini alan tüm din alimlerinin zaferi direnme hakkından doğmadı mı? Basın metninde çok haklı bir şekilde ifade edildiği gibi Fikret Başkaya’nın yazısı teröre destek olmadığı, aksine teröre karşı mücadele anlayışını savunduğu için, düşünceleri birbirinden ayıran kriterin ışığında savcıların, bu insanlarla işbirliğini tercih etmeleri gerekmez mi?
Evet, tüm bunlar bir zorluğu değil aksine, kendimizin ve dışımızdakilerin insani mizah duygularımızı insanlığın müşterek güvenliğinin hizmetine sunmak için insanlığın ortak aklını geliştirmenin hazzını ifade etmiyor mu?
İyimser olalım!
[i] Bakınız https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/205821-fikret-baskaya-ya-orgut-propagandasi-davasi.
[ii] Paul Mason, Will gas canisters or yoga prevail in Turkish spring?, 8 June 2013, http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-22814291.
[iii] Öznur Küçüker Sirene, La Turquie a-t-elle encore besoin d’intégrer l’UE ?, http://www.trt.net.tr/francais/turquie/2019/02/07/la-turquie-a-t-elle-encore-besoin-d-integrer-l-ue-etude-1140788.
[iv] Bakınız Sungur Savran, Turkey and its Kurds at War: Recep Tayyip Erdogan’s Personal Quest for Survival, September 15, 2015, http://www.globalresearch.ca/turkey-and-its-kurds-at-war-recep-tayyip-erdogans-personal-quest-for-survival/5476307.
[v] Bakınız Mustafa Cumhur İzgi, Elif Vatanoğlu-Lutz, “Deepening dilemma on hunger strikes in Turkey: How do we approach it if the children are on strike?”, Revista Română de Bioetică, Vol. 13, Nr.2, april – june 2015, pp. 231-238.
[vi] Phil Butler, Greeks Beware of a Silent Operation Mercury II, 24.02.2019, https://journal-neo.org/2019/02/24/greeks-beware-of-a-silent-operation-mercury-ii/. And Roland Benedikter, “Privatisation of Italian Cultural Heritage”, International Journal of Heritage Studies, Vol. 10, No. 4, September 2004, pp. 369–389.
[vii] Bakınız Bruno Guigue, La Chine, Amnesty et les Gilets Jaunes, 26 février 2019, https://www.mondialisation.ca/la-chine-amnesty-et-les-gilets-jaunes/5631467.
[viii] John Halpin, Michael Werz, Alan Makovsky, Max Hoffman, Is Turkey Experiencing a New Nationalism?An Examination of Public Attitudes on Turkish Self-Perception, Şubat 11, 2018, https://www.americanprogress.org/issues/security/reports/2018/02/11/445620/turkey-experiencing-new-nationalism/.
[ix] Que se passe-t-il en Turquie ?, mardi 22 décembre 2015, http://michelcollon.info/Que-se-passe-t-il-en-Turquie.html.
[x] Bill Van Auken, Turkey at the crossroads, 6 Haziran 2013, http://www.wsws.org/en/articles/2013/06/06/pers-j06.html.
[xi] Saygun Gökarıksel, A Report from the Uprising in Turkey, http://www.criticatac.ro/lefteast/a-report-from-the-turkish-uprising/; 1 Haziran 2013, http://news.yahoo.com/turkish-police-fire-tear-gas-worst-protests-years-003209174.html ve 3 Haziran 2013, http://news.yahoo.com/protesters-defiant-turkey-unrest-goes-third-day-001302568.html.
[xii] Saygun Gökarıksel, A Report from the Uprising in Turkey, http://www.criticatac.ro/lefteast/a-report-from-the-turkish-uprising/.
[xiii] Saygun Gökarıksel, History of the future: reflections on the uprising in Turkey, http://www.criticatac.ro/lefteast/history-of-the-future-reflections-on-the-uprising-in-turkey/
[xiv] Aslında hepimizin bildiği gibi sınıf mücadelesi, sınıf konumlarını ve çıkarlarını tüm literatürden daha iyi açıklığa kavuşturan sınıf ilişkisi idi. Bu mücadelede, kendi sınıflarına başkaldırmış üst sınıf mensupları ve nitelikli entelektüeller de yer aldı. 15. yüzyılın başlarında mülkiyetin ortaklaştırılmasını talep eden ve sıra dışı bir toplumsal eşitlik ruhuyla köylü ayaklanmalarına önderlik eden Şeyh Bedrettin’e – 1515 ile 1560lı yıllar arasında Latin Amerika’da tarih sahnesine çıkan Bartolomé de las Casas gibi – bakılabilir: Sungur Savran, ”İki devrimin hikâyesi: Nâzım, Bedreddin ve1416 ihtilali”, Devrimci Marksizm #26 İlkbahar 2016, pp. 107-158, and Sungur Savran, Sheikh Bedreddin: A Greco-Turkish communist internationalist avant la letter, December 17, 2016, http://redmed.org/article/sheikh-bedreddin-greco-turkish-communist-internationalist-avant-la-lettre. Son yazı Le Monde Diplomatique‘in Macarca edisyonu tarafından Macarcadan çevrildi.
[xv] Gözaltına alınan Fikret Başkaya serbest bırakıldı [Fikret Başkaya taken into custody was released] 27.11.2017, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-fikret-baskaya-gozaltina-alindi-40659144.
[xvi] Fikret Başkaya, Asıl terör devlet terörüdür, 7 Kasım2016 , http://ozguruniversite.org/2016/11/07/asil-teror-devlet-terorudur-fikret-baskaya/; tükçede yeniden yayımlandı – on 26 Şubat. 2019, http://avrupaforum.org/asil-teror-devlet-terorudur-fikret-baskaya-2/ – and in its German translation, http://avrupaforum.org/der-wahre-terror-ist-der-staatsterror-fikret-baskaya/.
[xvii] Bakınız http://www.un.org/documents/ga/res/42/a42r159.htm.
[xviii] Fikret Başkaya Davası – ‘Hiç Kimse Düşüncelerinden Dolayı Yargılanamaz’
– Basın Metni [No one can be prosecuted due to his thoughts’], http://ozguruniversite.org/2019/02/25/fikret-baskaya-davasi-hic-kimse-dusuncelerinden-dolayi-yargilanamaz/.
*CRITIC ATAC’da, 28 Şubat 2018’de yayınlanmıştır
**Prof. Ana Bazac’ Bükreş Teknik Üniversitesi öğretim üyesidir…
Çeviren: Özgür Girişen