26 Mayıs 2020
ABD cephaneliği haline gelen bir Anglosakson kolonisi yetmiş beş yıldır Nil’den Fırat’a kadar tüm toprakları (Mısır, Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Irak’ın bir bölümü) fethetmeye çalışıyor. Ve aynı koloninin vatandaşları onu birkaç yıldır normal bir devlete durumuna dönüştürmeye çabalıyor. Bir başka çağa ait olan bu anlaşmazlık, iki başlı bir hükümetin görevlendirilmesiyle bir aşama daha kaydetti: iki siyasi vizyonu temsil eden iki Başbakan karşılıklı olarak birbirini felç edecektir. Tek ilerleme sadece sosyal ve sağlık konularında olabilecektir ki bu da toplumun modernizasyonunu ve dolayısıyla da sömürge hayalinin sonunu hızlandıracaktır.
İsrail artık dünyanın iki başbakan tarafından yönetilen tek ülkesidir; bu sürdürülemez bir durumdur.
İsrail’de koalisyon hükümetinin kurulması, ne ülkenin karşıt ve uzlaşmaz iki görüşü arasındaki altı yıllık şiddetli çatışmanın [1], ne de hükümetin bir buçuk yıl süren felcinin sonu anlamına gelmemektedir. Aksine, iki kahramandan birinin ıstırabının başlangıcına ve giderek ülkenin normal bir devlet haline dönüşümüne işaret etmektedir.
Bu tartışmanın eski Sovyet Avigdor Liberman’ın yeşiva öğrencilerinin ayrıcalıklarına vurduğu darbelerin etrafında patlak vermesi elbetti ki tesadüfî değildir. Eski savunma bakanı, dini mazeretin kimseyi milli hizmetten muaf tutmadığını söyleyerek, yetmiş iki yıl önce İsrail’in üzerinde kurulduğu yalanın can alıcı noktasına meydan okudu.
General Ehud Barack’ın Binyamin Netanyahu’yu mahkemeler aracılığıyla sona erdirme çağrısı başarısız oldu. Sömürgeci düşün taraftarları hala ayakta. Yabancılar tarafından tehdit edildiklerine ikna ederek vatandaşlarını bir tür dehşet hali içerisine soktular. Getto günlerinde olduğu gibi, onları « korumak » için Arap yurttaşlarından bile ayıran bir duvarın arkasına hapsettiler.
İsrail’in Yahudi kültürünün değil, Püriten İngilizlerin iradesinin ürünü olduğunu unutmamalıyız [2].
17. yüzyıldan itibaren koruyucu Lord Cromwell, hanedan restorasyonu sırasında ele alınmayan bir tema olan Filistin’de bir Yahudi devleti yaratmaya kalkıştı. 18. yüzyılda, Cromwell’in mirasçısı olan ABD Bağımsızlık Savaşı’nın liderleri de bu sürece katkı verdiler, böylece Birleşik Krallık ve ABD bu oluşum doğal hamileri haline geldiler. 19. yüzyılda Kraliçe Victoria’nın Başbakanı Benjamin Disraeli, Siyonizm’i İngiliz emperyalizminin bir aracı olarak kuramsallaştırdı ve 1878’de Berlin’deki Uluslararası Kongrenin programına « İsrail’in Restorasyonu »nu da dahil etti. O dönem bu tuhaf projeyi hiçbir Yahudi desteklemedi.
Britanya İmparatorluğu’nun teorisyeni Cecil Rhodes, İngilizlerin Cap (Güney Afrika) kolonisinin başbakanı oldu. Burada De Beers elmas şirketini kurdu ve Rodezya’ya ismini verdi. Yahudi Ajansı’nın tüzüğü, Güney Afrika’nın sömürgeleştirilmesi için yazdıklarının bir kopyala-yapıştır’ından ibarettir.
Fransa’da Dreyfus olayından sonra Theodor Hertzl, Yahudi diasporasını İngiliz-ABD Siyonizmine dönüştürmeye girişti. Afrika’da Cecil Rhodes tarafından uygulamaya konulan modeli örnek alan bir sömürge sistemi tasarladı ve yavaş yavaş birçok ateist Yahudi aydınını bir araya getirmeyi başardı.
İngiliz ve Amerikan hükümetlerine Birinci Dünya Savaşı sırasında Püritenler (David Llyod George ve Woodrow Wilson) yerleştiğinde, iki ülke arasında İsrail’i oluşturmak üzere bir mutabakata varıldı. « Yahudi ulusal evi » ilkesi, Dışişleri Bakanı Lord Balfour’un Lord Rotschild’e gönderdiği bir mektupla kamuoyuna duyuruldu, daha sonra Başkan Wilson, İsrail’in kuruluşunu ABD’nin 14 savaş hedefinden biri olarak resmen belirledi. Barış konferansında Emir Faysal, Siyonist projeye katıldı ve destek sözü verdi.
Yahudiler, yerel burjuvazinin yardımıyla ancak sıradan halkın aleyhine manda altındaki Filistin’i kolonileştirmeye başladılar, ardından da kendilerini Londra’nın etkisinden kurtardılar. 1948’de, ateist bir Yahudi olan Ben-Gurion, bu kez Rodezya örneğinden beş yıl kadar öncesinde, daha Birleşmiş Milletler sınırlarını tanımlamadan önce İsrail’in bağımsızlığını ilan etti. Bu da ancak hahamlar ezici bir şekilde sömürge projesini desteklediğinde gerçekleşebildi.
Filistin yetmiş iki yıldır kesintisiz olarak devam eden bir savaşın kurbanıdır. Birkaç ardışık göç dalgasından sonra, İsrail Devleti hayali bir halkın (Kafkasya’dan Etiyopya’ya etnik grupların da dahil olduğu) etrafında kendine bir « kültür », yapay bir dil (bugün kullanılan İbranice’nin antik dönemdeki lehçeyle pek bir ilgisi yoktur ve Aramice karakterlerle yazılmaktadır) ve kurgusal bir tarih (UNESCO’nun itirazlarına karşın, antik dönemdeki Kudüs site devleti ile İsrail devleti birbiriyle karıştırılmıştır) icat etti. Bu entelektüel yaratılışın Püriten sömürge projesine özümlenmesi, Püritenler tarafından « Holokost » ve Yahudiler tarafından « shoah » olarak tanımlanan bazı Nazi suçlarının bir kutsal yorumuyla pekiştirildi.
Bu sahte inşadaki hiçbir şey tahlil karşısında ayakta kalamamaktadır. Sadece bir Anglosakson kolonisi söz konusu iken, buradaki her şey bir Halkın ve bir Devletin sürekliliğine inandırmak üzere yapılmıştır.
Bununla birlikte, bugün İsrail dışında tüm sömürge devletleri ortadan kaybolmuştur ve zaman içerisinde bugünkü İsraillilerin çoğunluğu İsrail’de doğmuştur. Artık bu devlete ait iki anlayış bir arada var olmaktadır:
bir yandan, Nil’den Fırat’a kadar uzanan topraklar üzerinde egemenlik iddiası içerisinde olan Anglosakson sömürgeciliğinin taraftarları. Kendilerini, dünyanın dört bir yanından gelen suçluları barındıran ve her türlü iade anlaşmasını reddeden bir korsan adası olarak tanımlamaktadırlar. Kendilerinin diğer insanlardan daha üstün bir « seçilmiş halk » olduklarına inanmakta ve İsrail’i bir « Yahudi Devleti » olarak görmektedirler.
diğer yandan dinleri veya dinsizlikleri ve etnik kökenleri ne olursa olsun, komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen diğer insanlar. Geçmiş yüzyıllara ait sömürge hayalleriyle hiçbir bağlantılarının olmasını istememektedirler, ancak çalıntı olsa dahi atalarından miras aldıkları hiçbir şeyden vazgeçmek niyetinde değildirler. Anavatanlarındaki bunaltıcı sosyal sorunlarının çözülmesini talep etmektedirler.
Bunlar, Binyamin Netanyahu ve onun « vekili » General Benny Gantz olmak üzere iki başbakan tarafından somutlaştırılan iki uzlaşmaz vizyondur.
Bu ikili Arap halkları ile olan çatışmaların hiçbirini asla çözemeyecektir. Bununla birlikte, ülkedeki korkunç adaletsizliklerin belki de nihayet üzerine gidebileceklerdir. Örneğin, Nazi ölüm kamplarından geçen yaklaşık 50.000 vatandaş, bugün ülke içerisinde kendilerini görmezden gelen, ancak onları kurtardığını iddia ederek onlara yönelik tazminatları tahsil eden devletin yardımı olmadan yaşamlarını sürdürmektedir.
Sadece Zaman ve Demografinin basit baskısıyla, birbirini takip eden ve gereksiz üç genel seçimden sonra İsrail’in dekolonizasyon süreci başlamıştır.Thierry MeyssanÇeviri
Osman Soysal