Perşembe , 28 Mart 2024

Sosyal sefalet, ekolojik felaket, etik yozlaşma… Fikret Başkaya

 

 

 

 

             “Yediği yoksul eti

                                                                                          İçtiği kan olmuştur…”

Yunus Emre

                                                                                                                            

 

Kapitalizm insanlığın ‘normal hali’ değil, bir sapmaydı. Araçlarla amaçlar ters-yüz olmuş, öküz arabanın arkasına koşulmuş durumdadır… Şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz sayısız sorunların, işte açlığın, yoksulluğun, sefaletin, ekolojik yıkımın, iklim krizinin, anlam kaybının, etik yozlaşmanın gerisinde söz konusu ters-yüz oluş var…

 

Kapitalizm bir meta uygarlığıdır. Her şeyi metalaştırıyor, nesneleştiriyor, şeyleştiriyor, soysuzlaştırıyor. Bu dünyada canlı olan ne varsa ölü nesnelere, metalara dönüştürüyor… Bu niteliğinden ötürü kapitalizme kadavra medeniyeti diyorum. Kapitalizm dahilinde üretimin birincil [aslî] amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, pazarda satmak, kâr etmek amacıyla mübadele değeri üretmektir… Bu yüzden üretim etkinliği ihtiyaçlara yabancılaşmış durumdadır… Aksi halde on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca lüzumsuz, zararlı onca şey üretilmezdi… Açlık, yoksulluk, sefalet diye bir şey olmaz, insan haysiyeti yerlerde sürünmezdi…

 

Kapitalizm sınırsız büyüme (sınırsız üretim) genişleme, yayılma dinamiğine ve eğilimine sahip bir sistemdir. Lâkin üretmek demek, doğadan bir şeyler çekmek, eksilmek, azaltmak demektir. Oysa, bu dünyanın kaynakları sınırlıdır. Bir zaman geliyor, şimdilerde olduğu gibi, sınırsız büyüme, doğal kaynakların sınırına dayanıyor… Bu dünyada kapitalizmden (sermayeden) başka sınırsız büyüyen hiçbir şey yoktur… Etik (ahlâk) sınır demektir. Potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır. Bu niteliğinden ötürü kapitalizm etiğe (ahlâka) yabancılaşmış durumdadır. Şimdilerde ortaya çıkan etik (ahlâkî] yozlaşmanın, değer ölçüsünün yok oluşunun, anlam kaybının nedeni budur…

 

Artık sermaye yeteri kadar büyüyemiyor. ‘Yeni değer’, ‘artı-değer’ üretmekte zorlanıyor. Çareyi doğayı yağmalamakta, canlıyı metalaştırmakta, finanslaştırmakta görüyor ama nafile… Türkiye’de son dönemde “Büyük Projelerin’ gündeme gelmesi bu durumla doğrudan ilgili… Köprüler, oto-yollar, tüneller, hava alanları, Şehir Hastaneleri, HES’ler, JES’ler, Termik Santraller, maden ve taş ocakları, Millet Bahçeleri”, “Kentsel Dönüşüm” denilen, sermayeye yeni değerlenme alanları açmayı amaçlıyor… Böylece ikili bir sömürü, yağma ve talan pupa yelken yol almaya devam ediyor… Hem doğanın ve hem de bütçenin, hazinenin ve müştereklerin yağması ve talanı derinleşiyor…

 

Bu tür uygulamalarla ‘kapitalist’ tanımını da muğlaklaşmış durumda… Kamu-Özel İş Birliği (KÖİ), kapitalistleri maaşa bağlamak demek ama bildiğiniz ‘maaş değil’… Dolayısıyla ‘risk unsunu’ ortadan kalkıyor. Şirketlerin ne kadar kâr edecekleri daha işe başlamadan ‘belirleniyor… Oysa kapitalist risk alandır… Aslında bu utanılacak bur durum ki, ahlâken de kabul edilebilir değildir… Bu projelere ihtiyaç var mı sorusu atlanarak, ucube projeler dayatılıyor… Bu vesileyle bir yanlış anlama da olmamalıdır… kimse yol, köprü, havaalanı, hastane, vb. yapılmasın demiyor. Elbette gerektiği zaman gerektiği kadar yapılmaları gerekir… Burada münhasıran sermayeye sömürü-yağma-talan imkânları sağlayan projelerin, saçmalığı ve yıkıcılığı hatırlatılıyor… Bu rezaletle sadece toplumun bugünü değil, geleceği de karartılıyor… Doğa tahribatı, ekolojik yıkım geri dönüşü olmayan eşiğe hızla yaklaşıyor… Velhasıl, vakitlice bu kör gidişi durdurmak, süreci tersine çevirmek aciliyet arz ediyor…

 

 

Kapitalizm kutuplaştırıcı bir sistemdir… Kapitalizm dahilinde bir kutupta zenginlik üretmek, karşı kutupta yoksulluk, açlık, sefalet üretmeden mümkün değildir… Bu yüzden kapitalizm dahilinde açlıkla, yoksullukla mücadele etmek mümkün değildir… Sistemin işleyişinin doğrudan-zorunlu sonucu olduğuna göre… Bu durum her bir ülke için geçerli olduğu gibi, dünya ölçeğinde, global planda da öyledir… Zengin ülkeler var- yoksul ülkeler var. Zenginlerin zenginliği, yoksulların yoksulluğu sayesinde mümkün oluyor… Bu yüzden yoksul ülkelerin zenginleri taklit etmesi, onları yakalaması, “muasır medeniyetin üstüne çıkması” mümkün değildir. Başka türlü söylersek, kapitalizm dahilinde yoksullukla başa çıkmak mümkün değildir…

 

Kapitalizm insana ve doğaya zarar vermeden yol alamaz. Her ileri aşamada sosyal kötülükleri ve doğa tahribatını derinleştiriyor. Dünyanın her geçen gün daha da yaşanamaz bir yer haline gelmesinin nedeni bu…

 

Kapitalizmin ayrıksı bir niteliği de doğa-toplum-ekonomi ilişkisinin yönünün ve mahiyetinin ters-yüz olmasıdır… Normal olarak ekonominin toplumdan sonra gelmesi, ekonominin topluma tâbi olması, onda içerilmesi gerekirken, kapitalizmde toplum ekonomiye tâbidir… Daha da ötede toplum ekonomi tarafından kolonize edilmiş (sömürgeleştirilmiş) durumdadır. Başka türlü söylersek, para ekonomiyi, ekonomi de toplumu belirler hale geliyor… Oysa, ilişkinin yönünün doğa-toplum-ekonomi şeklinde olması gerekirdi… İşte bu terslik, bu sapma şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz sayısız sorunlara, kötülüklere kaynaklık ediyor…

 

Kapitalizm demek, mülksüzleştirerek sermaye biriktirmek demektir. Her ileri aşamada daha çok insanı üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan, kaynaklardan mahrum ediyor, proleterleştiriyor… Vahşi rekabete dayanıyor. Her kapitalist işletme vahşi rekabet ortamında varlığını sürdürebilmek için toplam artı-değerden daha çok pay kapmak zorunda… Bu zorunluluk teknolojik yenilenmeyi, teknolojik gelişmeyi teşvik ediyor… Her ileri aşamada daha gelişmiş makinalar üretim sürecine sokuluyor. Bunun anlamı her seferinde daha çok makina, daha az işçi kullanmaktır… Başka türlü söylersek, her ileri aşamada makine daha çok işçiyi işinden ediyor. Bunun da iki sonucu var: 1. İşsizler ordusu sürekli büyüyor, gelir bölüşümü sermaye lehine olmak üzere bozuluyor; 2. Makine bir değer yaratmadığı, değeri sadece eti-kemiği olan insan (işçi) yarattığı için eğilimsel olarak kâr oranları düşüyor… Ekonomi (sermaye) yeteri kadar büyüyemiyor…

 

Kapitalistler yaptıkları işin sadece sosyal sonuçlarıyla değil, ekolojik sonuçlarıyla da ilgili değillerdir… Burjuva iktisatçıları ona “dışsal ekonomiler” diyor ama aslında dışarda kalan bir şey olmadığı yaşanarak görülüyor…

 

Sanıldığı gibi ‘iyi politikacılar’, ‘iyi politikalar’ uygularsa, işler yoluna girer umudunun ve beklentisinin bir karşılığı yok. Zira kapitalizm reforme edilebilr, insafa gelir bir sistem değildir. Kapitalizm var oldukça sosyal kötülükler, ekolojik yıkım ve etik (ahlâkî) yozlaşma derinleşmeye devam eder… Velhasıl, insanlığın ve uygarlığın kapitalizm dahilinde bir geleceği olmadığının büyük harflerle insanların bilincine kazınması gerekiyor… Boşuna ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denmemiştir…