Faik Bulut
Geçtiğimiz günlerde 2 Şubat 2023 tarihinden itibaren, “Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesine yönelik gelecekte yapılacak temasların Rusya ve İran’ın arabuluculuğuyla gerçekleştirilmesi hususunda Ankara ile Moskova’daki yetkililerin mutabakata vardıkları” açıklandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ağustos 2022’de “İran’ın da bu sürece dâhil olmasını” temenni etmiş ve “katılımın gerçekleşmemesine üzülmüştü.” Buna mukabil İran da Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla “Türkiye’nin Suriye’ye yönelik katı tutumunu değiştirmesinin memnuniyet verici olduğunu” duyurmuştu. (https://www.alhurra.com/arabic-and-international/2022/08/22/, 22 Ağustos 2022)
Oysa İran sürecin başında, Türkiye-Suriye-Rusya arasındaki Moskova mutabakatına gayet temkinli yaklaşmıştı. Bir ara AKP Hükümeti de İran’ın sürece katılması noktasında epey çekinceliydi. (https://www.turkpress.co/node/95474, 27 Aralık 2022)
Şimdilerde görünen o ki: Rusya ile İran, Türkiye-Suriye müzakerelerini destekleyip teşvik etmek ve hatta arabulucu rolüne soyunmakla yetinmiyorlar. Aynı zamanda önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde R. Tayyip Erdoğan’ın kazanarak görevine devam etmesi için de desteklerini esirgemiyorlar. Bu destek belki görünürde somut, maddi ve fiziki olmayabilir; ancak hem diplomatik hem de arka plandaki ekonomik/ticari çıkarlar açısından verimli olacak gibi görünüyor.
Önümüzdeki günlerde bilinen ve bilinmeyen birçok girişim, satranç hamlesini andıran çıkışlar ve jestler kendini gösterebilir. Meseleyi kavrayabilmek adına konunun tarihsel köklerine biraz daha yakından bakalım:
Amerikalı eski avukat, iş insanı ve ABD büyükelçisi Henry Morgenthau (1856-1946), Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan büyükelçisi olarak ünlenmişti. Avrupa ve Ortadoğu konusunda uzman olan ve reel politikanın ustası sayılan bu siyasetçi, “Milli gücün ana unsuru coğrafyadır” özdeyişiyle de bilinir. Coğrafya, aynı zamanda “jeopolitika”nın da en önemli değişmezlerinden biridir.
Doğrudur; yakın ve uzak komşularınızla dünya dengelerinin vazgeçilmezlerinden sayılan süper devletlerdeki herhangi bir siyasi değişim (darbe, sistem değişikliği, çöküş, stratejik yönelim vs.) ister istemez milli menfaatler açısından şöyle yahut böyle bir vizyon ve tutum değişikliğini gerektirebilir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, yerine Cumhuriyet rejiminin kuruluşu; İran’da Şah’ın devrilmesi, yerine İslam Cumhuriyeti’ni yöneten Şii Ayetullahların geçmesi; Sovyetik yapının kökten değişip Rusya’da Putin rejimi haline gelmesi; Çin’in kurucu lideri Mao devrinden başlayıp onun ölümünden sonra hız kazanan ABD-Çin ittifakının 1970’li ve 1980’li yıllardaki Sovyet yayılmacılığına karşı ortak duruşları; AKP’nin 20 yıllık iktidarının cumhuriyet yolundan saparak deyim yerindeyse Müslüman Kardeşler (İhvan) eksenli ve Yeni Osmanlıcılık perspektifine uygun politika izlemesi vs. yakın tarihteki vizyon ve tutum değişikliklerinin sadece birkaçıdır.
İran, Rusya ve Türkiye’nin Suriye meselesinin kendi aralarında müzakereler yoluyla çözülmesini niçin istediklerini; Moskova, Tahran, Ankara, Pekin’i birbirine yaklaştıran jeopolitik gerçeklere bakarak anlayabiliriz.
Misal; Ukrayna Savaşı’nda sıkışan Rusya, Amerika ve Avrupa ambargosunu/kuşatmasını kırmak için ekonomik-ticari açılımını İran ve Türkiye üzerinden yaparken; derin ekonomik krizle boğuşan Türkiye her iki ülkeden gelen sıcak para ve komisyonlarla can çekişen ekonomiyi düzeltmek istiyor. Suriye ise, kendi topraklarını Türkiye’nin pençesinden kurtarmaya ve oradaki cihatçıları derdest etmeye bakıyor. Çin’e gelince, o da Rusya ve İran ile birlikte Arap dünyasında ve bu arada Suriye’de Amerikan varlığına karşı çok yönlü (ekonomik, siyasi, askeri) mücadelesine devam ediyor.
Bahsi geçen dört ülke ile Suriye, bölgeye yerleşmiş olan ABD’yi topraklarından kovmak istiyor. Putin, Erdoğan aracılığıyla kâh Rojava’daki Kürt hareketine karşı askeri operasyona müsaade ederek kâh Türkiye ile Amerika arasına çomak sokarak, bölgedeki nüfuz alanını genişletip sağlamlaştırmak gayretinde. İran ise hem ABD hem de İsrail’e karşı Suriye ve Irak’ta kazandığı mevzileri Putin ile Erdoğan’ın yardımıyla sağlamlaştırma niyetinde.
İran, Suriye ve Türkiye açısından baş edilip ortadan kaldırılması gereken ciddi bir Kürt meselesi de var.
Niyet ve temenni düzeyinde bakılırsa, hem Rusya hem de İran Türkiye’nin ABD, AB ve NATO ile ipleri koparıp Çin-Rusya-İran (Şanghay İşbirliği Örgütü tam üyesi olarak) üçlüsüne katılmasına çok sevinecekler. Şimdilik bu imkansız olduğundan her iki ülke, reel politik açısından Türkiye’nin tarafsız kalmasını, en azından kendilerine hasım olmamasını tercih etmekteler. Hal böyle olunca da Putin ile Ali Hameney-İbrahim Reisi ikilisi, bu seçimlerde Erdoğan’ın kaybetmesinden yana değiller.
Görüldüğü kadarıyla İran ve Rusya, Türkiye’deki muhalefetin ABD ve Batı yanlısı olduğu varsayımından hareketle Millet İttifakı yerine AKP-MHP ittifakından yana bir duruş sergiliyorlar. Kısa bir süre önce buna ilişkin Arapça birkaç makale okumuş, sesli yorum dinlemiştim.
Örneğin; Suriye ile İran’a yakın duran, Rusya’nın nabzını tutabilen Filistin kökenli deneyimli gazeteci Abdulbari Atwan, her üç ülkenin başkent kulislerinden aldığı bilgiler ışığında Erdoğan’ın, Putin ile Ali Hameney tarafından desteklendiğini sıkça dillendirmektedir.
Vzglyad (ВЗГЛЯД.РУ) isimli çevrimiçi Rus gazetesindeki “Moskova açısından niçin Erdoğan’ın alternatifi yoktur?” başlıklı 1 Şubat 2023 tarihli yorumda ise aşağıdaki saptamaları görmekteyiz:
Türkiye’deki seçim, büyük jeopolitik oyunun önemli bir bölümüdür. Ekonomik bunalım, yüksek enflasyon (% 64 oranında), Erdoğan taraftarları arasındaki yaygın hoşnutsuzluk ve sızlanma vs. gibi nedenler de ülkenin sıkıntıları arasında sayılabilir.
Rusya açısından bakıldığında Erdoğan’a destek henüz aleniyet kazanıp masaya konulmuş değildir. Ancak muhalefet adayının kazanması, Türkiye’nin mevcut dış siyasetinde değişime yol açacaktır ki, bu da Türkiye’nin arkasını dönüp Rusya’dan uzaklaşması manasına gelir.
Erdoğan’ın gidişiyle, Türkiye’nin bağımsız/serbest oyun oynaması son bulacaktır. Bu ise, hiç de memnun edici olmayan sonuçların ortaya çıkması demektir.
Öte yandan Türkiye, Rusya’ya mal/ürün ihraç eden ülkelerin başta gelenidir. Bu malların kısıtlanması, eksilmesi veya gelmemesi Rusya’nın bütçe dengesini bozacaktır.
Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında Rus-Türk işbirliği, Karabağ bölgesine yabancı güçlerin gelmesini önlemişti. Keza İran’ın Ermenistan-Azerbaycan sınırına yığdığı silahlı kuvvetler, bölgede dengeyi koruma amaçlıdır.
Bu hususta Rusya-İran-Türkiye kişisel (başkanlar düzeyindeki) diyalogu azami düzeydedir. (Erdoğan yerine-F.B.) Başka bir şahsiyet olsaydı, 2022 yazında Putin-İbrahim Reisi-Erdoğan mutabakatı sağlanamazdı…” (https://arabic.rt.com/press/1430536, Russian Today Arapça yayını, 1 Şubat 2023)
Demokratik Arap Araştırma Merkezi (DAC) akademisyeni Dr. Hayyam M. El Zoobi, El Ray El Yom gazetesindeki 1 Şubat 2023 tarihli yazısında ,“İran yönetiminin niçin Erdoğan’ı desteklediğine” ilişkin şunları söylemekte:
“Suriye krizinin başında iki ülke zıt taraflardaydı. Türkiye Suriye rejimini kökten yıkmak için çalışırken, İran var gücüyle Şam yönetimini destekledi… Dolayısıyla Suriye bunalımı, Ankara ile Tahran arasında irade savaşına dönüşmüştü. Buna rağmen her iki taraf da bazı ortak mesele ve çıkarlarından ötürü fiiliyatta kapışmamaya azami özen gösterdi…
Şimdiyse seçim sathı mailine girmiş bulunan Ankara, saatini Tahran’ınkine göre ayarlamaya bakıyor. Bu demektir ki Türkiye, kendisini çevreleyen ülkelerdeki ihtilaf ve çatışmaların şiddetini asgariye indirmek suretiyle komşularla (bilhassa Tahran ve Şam ile) ilişkilerini yeniden gözden geçirmek suretiyle eski gergin ritmi yavaşlatıp ters yönde adım atmak istiyor.
Bu aşamada bize ulaşan malumata bakılırsa Erdoğan, Suriye’nin iki güçlü müttefiki Rusya ve İran’ın desteğini almış durumda. Zira Erdoğan’ın muhalif rakibi (Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı), ABD ile batılı ülkelere meylediyor. Dolayısıyla rakibi yerine Erdoğan’ın kazanıp Cumhurbaşkanlığı makamında kalması, hem Rusya hem de İran’ın menfaatinedir.
O halde büyük bir dönemeçte bulunup yol ayrımına gelmiş Erdoğan’ın kazanmasına katkıda bulunacak adımların (imkânların) takviye edilmesi elzemdir.
Öte yandan Ukrayna Savaşı sırasında tarafsız kalan Erdoğan, Rusya’ya yönelik kuşatma ve yaptırımlara da katılmadı. Rusya-Türkiye ilişkisinin dayandığı ortak çıkarlar düşünüldüğünde, bu tutum bile, Erdoğan ile partisinin iktidarda kalmasının ne kadar zaruri olduğunu ortaya koymaktadır.
Mevcut haliyle AKP iktidarının karşılaştığı zorluklar azımsanamayacak kadar büyüktür:
Yolsuzluk her yanı kaplamış, Türk lirası devamlı değer kaybediyor, ekonomik kriz ile enflasyon tahammül edilemez bir seviyede, eski müttefik Amerika Gülen ve çevresini korumaktadır. İstanbul’daki yığınsal ve sürekli protestolar, muhalefet ile yaşanan cebelleşme, bilhassa amansız rakibi CHP ile kapışması görülmemiş bir aşamaya ulaşmıştır. Erdoğan’ın şimdiye kadar uyguladığı çatışmalı ve savaşçı dış politikalar açmaza girmiştir.
Tüm bunlar, Erdoğan’ın nasıl bir amansız seçim kavgası vereceğinin de işaretleri sayılır…”
Madem Erdoğan’ın seçim kozlarından biri de Rusya ile İran’ın desteğini almaktır. Madem kısa vadeli amaç, her ikisi aracılığıyla Suriye Başkanı Beşar Esat ile bir şekilde yakınlaşıp belki de seçim vitrinine koymak üzere bir “kanka fotoğrafı” çektirmektir…
Bu durumda Türkiye kamuoyunun ve siyasi partiler dâhil ilgili her kesimin kendince karşı bir taktik geliştirmesi gerekecektir. Çünkü mevcut seçimler sadece içerinin değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası ölçekteki jeopolitik oyunun da hayati bir ayağı sayılmaktadır.
*gazetekarınca