Cuma , 5 Aralık 2025

Bugün Marx (Yeniden)

Ali Akay

Ali Akay

Marx sanayi kapitalizminin üretimiyle toprağın ve tarımın çelişkili bir şekilde birbirlerine dost olamayacağını gören birisiydi. Doğanın metabolizmasıyla bir kopma teşkil ettiğini çok iyi görmüştü. Belki de Marx’ı bu anlamda, doğa ile ilişkisi çerçevesinde tekrar ele almaya ihtiyaç duyulabilir

Marx

Karl Marx

Antroposen üzerine çok yazdım. Bugün tekrar dönüyorum aynı konuya. Bu sefer 19.yüzyıl düşüncesi içinden geçen birisiyle bu konuya geri gelmek istiyorum. Kapitalizmin ve Kapitalin analizini yapan Marx’ın üretim üzerine olan kavramlarına baktığımızda, onun daha çok emek ile ilişkisi ön plana çıkartıldı. Dolayısıyla emekçi de emeğini harcayan insana verilen isimdi. Lenin’in sayesinde, belki de SSCB’de 1917 devrimiyle, Rusya’da Marx uzun yıllar hatta yüzyıl boyunca en önemli sosyal alan ekonomisinin düşünürü oldu.

Diyalektik düşüncesini, Aristoteles’ten beri gelen ve statik bir skolastik düşüncenin önüne geçen bir yöntemi Hegel’den ödünç alarak yaygınlaştırdı. Her ne kadar 1960’lı yıllarda Diyalektik Materyalizmden Tarihi Materyalizmi ayırmak üzere ortaya Althusser gibi bir yapısalcı düşünür çıkmış olsa bile ve diyalektik düşünce bu dönemin ortamında pek tatmin edici gibi gelmese de neticede diyalektik yöntem, dönüşümün düşüncesi olarak oynak bir metodu öne çıkarmasını bildi. Lenin, Marx’ın teorisinin pratiğini gerçekleştirdi. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı Stalin’in Stalingrad zaferi entelektüel dünyayı SSCB’nin kendisine çevirmişti. Bu dönemde Gulag arka planda kalmıştı. Anti-Semitizm de aynı şekilde.

1970’lerin başında, dünya o sırada, “Gulag Takım Adaları (1918-1956)” adlı kitabıyla Aleksandr Soljenitsın sayesinde SSCB’de bir katliam yapıldığını öğrendi ve tavırlar artık başka Marksist pratiklere doğru bakmaya yöneldi. Zaten 1960’larda etkili olan Mao’nun Çin devrimi, Arnavutluk, Yugoslavya Federalist pratiği derken 1989’da Berlin duvarının yıkılması ve SSCB’nin çöküşüyle Marx da bir kenara bırakıldı. 

Gerçi bu sırada 1993’te Fransız filozof Jacques Derrida, Marx üzerine bir kitap yayınladı: Marx’ın bu sefer “Hayaletlerinden” söz etmekteydi. Bir hayalet kol gezmekteydi: Marx. Başka bir filozof Gilles Deleuze’ün Marx üzerine bir kitap yayınlayacağı rivayetleri dolaştı ama Deleuze’ün nefesi kalmamıştı. 2007 yılında David Harvey bu görevi “sermayenin coğrafyasıyla” üstlendi. T. Negri ve M. Hard bu açıdan bakıldığında “öteki küreselleşmeciler” pratiği üzerine teorik bir kitap yazdılar: İmparatorluk.  Sermaye bir İmparatorluk olarak ulus-devletler üstünde yayılmaktaydı. Bu akım da sönümlendi. Marx yine orada bir yerde durmaktaydı.

Marx’ı durduğu yerden alıp bu sefer Antroposen dünyasının içine sokanlar oldu. Michael Löwy bu rolü üstlenmişti. Ekolojist bir Marx mümkün mü? sorusu bu sırada gündeme geldi. Ve aynı gündemin içinden şimdi, bugünlerde geçmeye devam ediyoruz. Löwy’nin hatırlattığı kadarıyla Marx’ın “üretimci” okumasının yanında doğa ile ilişkisi en başından beri mevcut olarak durmaktaydı. Marx öncelikle Protestanlığa geçen Yahudi bir aileden gelen birisi olarak hem İncil’i hem de felsefeyi çok iyi öğrenmişti. Sömürü konusunda İncil ona fakirliği göstermekteydi. Doğa felsefesi ise “Demokritos ve Epikuros’da Doğa Felsefelerindeki Ayrım” üzerine gençlik dönemindeki tezi ile onun yakasına yapışmıştı. Doğa her zaman onun aklındaydı, bu nedenden dolayı. Zaten Spinoza’da Tanrı’nın doğa olarak okunması (Etika) 17.yüzyıl felsefesinden gelmekteydi. Marx, ikili birleşmeyi (Tanrı ve emekçi sömürüsüyle yabancılaşma ile doğanın sömürüsü ve doğaya yabancılaşma) “tanrı-tanımaz” birisi olarak ele aldı (“Din halkın afyonuydu”!).  

Ayrıca Marx’ın doğaya bakışı da kapitalizm ile çelişkili olarak ele alınmıştı: “Kapitalist tarımda yapılan her terakki sadece sömürü sanatının terakkisi değil aynı zamanda emekçinin de sömürüsünü beraberinde getirmektedir”. Buradan da anlaşılabileceği gibi emekçi ve doğanın sermaye tarafından sömürüsü ortak bir sömürüyü ortaya çıkarmaktadır. Doğa ile insan kapitalist sömürüye bağlı olarak yaşamaktadır. Ve ikinci önerme ise “toprağın soyup soğana çevrilmesidir.”

Gelibolu orman yangını

Ormanların imha edilmesi, yangınlarla toprağın başka amaçlara, kar getiren yollara doğru açılması için yeni kanunların çıkarılması, maden şirketlerine verilen imtiyazlar bugünkü tabloyu bize hatırlatmıyor mu? Toprağın doğurganlığının ortadan kaldırılması (Monsanto bunu yapmıyor mu?) su kaynaklarının kurutulması, akarsuların akışının değiştirilmesi, denizlerin kirlenmesiyle yosunlaşma ve balık türlerinin tükenmeye yüz tutması hep bugünün örnekleri değil mi? Büyük sanayi kuruluşlarının eseri emeğin sömürüsünü dünya çapında arttırarak doğanın mahvedilmesi bu sayede ekonomik büyüme adına yapılmıyor mu? Emek ve toprak ikili yabancılaşmaya ve sömürüye bağlı olarak tüketilmekte.

Hayat pahalılığı ve yaşam koşullarının asgariye indirgenmesi hem emeği hem de doğayı yok etmekte. Zenginlik fışkıran toprak ananın ve kadın ve erkek emekçinin doğurganlığının sayesinde sömürülecek insan nüfusunun çoğaltılması son kırk elli yıllık dünya küreselleşmesiyle bağlantılı olarak işlemedi mi? Doğanın sadece sanayi ve üretim ilişkileriyle değil tüketim, hatta aşırı hiper-tüketim normlarıyla ihtiyaç ötesi kullanımı emeği ve doğayı ortak bir şekilde tüketmekte: Suların aşırı kullanımı, hava kirlenmesi, küresel ısınma ve turizm sanayi arasındaki denklem emek ve doğa üzerinden geçmekte değil mi? Sadece doğa ve emek sömürüsü değil yerel insanların yaşama imkanlarının küresel ekonomiye bağlı olarak işletilmesi şehirleri birbirlerine benzettiği gibi hepsinin kirlenmesine yol açtı.

Marx’ın zamanında ekoloji kelimesi yoktu evet, ama kapitalist terakki ile işlerin iyiye doğru gidemeyeceğinin farkında olan yine Marx idi. Terakkinin yıkıcı gücünü görmüştü. Doğal kirlenme zaten 19.yüzyıl içinde başlamıştı bile ve bu yüzden Paris dışına çıkan Empresyonist ressamlar doğayı kullanmakta ve doğada sanatlarını gerçekleştirmekteydiler. Marx sanayinin kirli yüzünün farkındaydı. Her ne kadar Hegel etkisiyle Ricardo ve Smith’in ekonomik üretim tezlerinin etkisinde kalmış olsa bile doğa onun kafasında en başından beri mevcut durmaktaydı.

Marx sanayi kapitalizminin üretimiyle toprağın ve tarımın çelişkili bir şekilde birbirlerine dost olamayacağını gören birisiydi. Doğanın metabolizmasıyla bir kopma teşkil ettiğini çok iyi görmüştü.

Belki de Marx’ı bu anlamda, doğa ile ilişkisi çerçevesinde tekrar ele almaya ihtiyaç duyulabilir. 20. yüzyılın ilk yarısında R. Luxemburg, W. Benjamin ve bugün Löwy, Saitson,  Jason W. Moore gibi Marx sonrası düşünürler yeniden okunmalı mıdır? Marx’a bakmak her zaman yeni bir sayfayı açmak gibi olabilir. Hiç de öyle belli olmaz! Marx, arkada değil, hala bizim dünyamızda bir yerlerde durmakta mıdır? 

*t24.com.tr

Takvim

Eylül 2025
P S Ç P C C P
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930  

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE