Pazartesi , 18 Kasım 2024

Siyasal İslam’ın kalıcı olma şansı yok

fikret_baskaya

Fikret Başkaya’nın 27.12.2015 tarihinde BirGün gazetinde, Can Uğur’a vermiş olduğu röpörtaj.

Türkiye’nin izlediği dış politika son zamanlarda en çok tartışılan konuların başında geliyor. Bölgede ve dünyada Türkiye’yi giderek yalnızlaştırdığı söylenen politikaların uzun vadede ortaya nasıl bir tablo çıkartacağı ise bilinmiyor. Türkiye düşünce hayatının önemli isimlerinden Özgür Üniversite kurucusu Fikret Başkaya ile bölgede yaşanan gelişmelerin ne anlama geldiğini ve olası yansımalarını konuştuk. Türkiye’nin izlediği dış politikanın ‘ABD’ye bağımlılığına’ vurgu yapan Fikret Hoca, “Türkiye’deki rejim, külliyen kompradorlaşmış bir rejimdir. Ve tam bir ABD (emperyalizm) uydusudur. Eğer uyduysan uyduluğunu bilmek zorundasın” diyor. ‘Osmanlıcı hezeyanların erken deşifre olduğunu’ dile getiren Fikret Hoca’nın siyasal İslam’la ilgili analizlerinde öne çıkan en dikkat çekici tespitlerden bir tanesi ise şöyle: Dünyayı anlamaktan acizler. Onun için Politik İslam’ı anlamak isteyenin, gözünü emperyalizme ve yerli gerici mülk sahibi sınıflara ve onların devletine çevirmesi gerekiyor… Zira Politik İslam’ın, bir siyasi hareket olarak kalıcı olma şansı yok!

İsrail’le Türkiye’nin yakınlaşması söz konusu. ‘One minute’ çıkışına ne oldu peki?

Siyonist İsrail devleti 1948’de, NATO 1949’da kuruldu ve 1952 yılında Türkiye NATO’ya üye oldu. İsrail Devleti demek, emperyalizmin Ortadoğu’daki uzantısı veya oraya taşmış ‘hali’ demektir… Dolayısıyla ve bir bakıma, oradaki ABD, AB, Japonya veya “kollektif emperyalizm” demektir… Zira NATO’nun kurulmasıyla şimdiki AB, ABD’nin bir vasalı statüsüne indirgendi. NATO demek, başkomutanı Amerikalı bir general olan militer (askerî) bir saldırı paktı demektir. Ortadoğu’da emperyalizmin hizmetinde 4 devlet var: Siyonist İsrail, Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan, Bu dörtlü içinde NATO üyesi olan bir tek devlet var: Türkiye.

Sadede gelirsek, Türkiye bir NATO üyesi, dolayısıyla emperyalist Batı’nın bir uydusu olarak kaldıkça, İsrail’le ilişkiyi bozamaz. Zira öyle bir şey ABD ve AB ile bozuşmak demeye gelir. Tabii ilişkiyi bozamaz ama bozuyormuş gibi yapabilir. İşte, ‘One minute’ şovu öyle bir şeydi… Dolayısıyla İsrail karşıtı retoriğin bir karşılığı, bir kıymet-i harbiyesi yok! Ne demek istediğimi görmek için “One Minute” çıkışından sonraki dönemde, Türkiye’nin İsraille, istihbarat, askeri, ekonomik, ticari plandaki ilişkilerin durumuna ve seyrine bakmak yeter. Zira o konuda her şey tıkır tıkır yol almaya devam etti. Elçi gelmiş, gitmiş o kadar önemli değil. Dolayısıyla TC, NATO’dan çıkmadan, ABD’den bağımsızlaşmadan İsrail’e posta koyamaz… Ama koyuyormuş gibi yapabilir. Nitekim “one minute’ le ve Mavi Marmara Gemisi faciasında öyle bir şeye tevessül edildi. Neden böyle oluyor? Çünkü Türkiye’deki rejim, külliyen kompradorlaşmış bir rejimdir. Ve tam bir ABD (emperyalizm) uydusudur. Eğer uyduysan uyduluğunu bilmek zorundasın… Onun için, milliyetçi retoriğin reel bir karşılığı yok… Afra-tafra sadece kitleleri aldatmayı amaçlayan bir retorik. Milliyetçilik söylemi ahmakları aldatmak için… Türkiye’de kaç Amerikan (emperyalist) üssü olduğunu kaç kişi biliyor? Tabii “One minute” sadece iç kamuoyuna yönelik değil, Müslüman-Arap kamuoyuna da yönelik bir şovdu. Onun için neden söz ettiğini bilmek önemlidir.

AKP içeride ve dışarıdaki sıkışmışlığı aşmak için İsrail, AB, Mısır gibi görece mesafeli durduğu unsurlarla yakınlaşmasını nasıl okumak lazım?

Aslında bu ‘biraz’ uzaklaşılan zemine geri çekilme operasyonu. “Yeni Osmanlıcı”, Sünnî Müslüman Kuşağın “ağabeyi” olma hezeyanlarıyla AKP Türkiyesi, asıl bulunması gereken zeminden bir miktar uzaklaşmıştı. Osmanlıcı hezeyanlar ve ‘planlar’ çok erken teşhir oldu. Söylemle gerçek durum arasındaki uyumsuzluk çok çabuk açığa çıktı. O zaman taşları tekrar yerine koymak gerekti. Aslında, Rusya ile uçak krizi sonrasında yaşanan gerilimi “normale” dönmek için bir koza çevirmek istiyorlar. Aksi halde altından kalkamayacakları bir durum söz konusu. AB’ye gelince, sanıldığı gibi AB ile ilişkiler bozulmuş filan değil, Her şey normal, olağan mecrasında eskisi gibi yol almaya devam ediyor. Güya AB Türkiye’yi içine almak istiyormuş da Türkiye “gerekli reformları”, “uyum mevzuatını” savsaklamış, yan çizmiş de AB ile ilişkiler bozulmuş! Böyle bir şey yok. Zira ne Türkiye, samimiyetle AB’ye girmek istiyor ve ne de AB, samimiyetle Türkiye’yi içine almak istiyor! Neymiş efendim, Türkiye demokratik standartlardan uzaklaşmış da AB de buna kızmış, biraz da küsmüş! Böyle bir şey yok. Kollektif emperyalizmin ikinci büyük bileşeni olan AB, asla Türkiye’nin demokratikleşmesini istemez. Siz olsaydınız ister miydiniz? Tam tersi geçerlidir. Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi, emperyalizmin korkulu rüyasıdır. Aksi halde sizi istediği gibi itip-kakamaz, sömüremez, kullanamaz… Bu soru vesilesiyle bir hususu açık etmemiz gerekiyor: Baştan itibaren Türkiye’nin AB’ye katılma macerası, iki ikiyüzlülüğün kesişme noktasındaki bir sorundu. Ne onlar Türkiye’yi içine almak istiyor ve ne de Türkiye AB’ye girmek istiyor. Fakat biri girecekmiş gibi, diğeri de alacakmış gibi yapıyor. Bu bıktırıcı, artık tadı vermiş sahte söylemi teşhir etmek gerekir. Eğer Türkiye AB’ye üye olurlarsa, “memleketin sahipleri” sınırlı da olsa burjuva standartlara uymanın ellerini, kollarını bağlayacağından korkuyorlar… Mesela o zaman katliam yapmak, “faili meçhul” cinayet işlemek biraz zorlaşabilir… Onun için AB’den, emperyalizmden refah ve demokrasi beklemek ahmaklara mahsus bir kuruntudur. Bir kısım solun dahi öyle bir beklenti içinde olması son derece rahatsız edici.

Uluslararası ilişkiler bağlamında Türkiye’nin izlediği politika nereye tekabül ediyor?

Türkiye’nin izlediği dış politika, komprador bir rejimin izlediği dış politikadır. Zira, neleri ne kadar yapabileceklerinin sınırı emperyalizm tarafından belirlenmiş durumda. Bir NATO üyesi ne kadar bağımsız politika izleyebilirse, Türkiye de ancak o kadarını yapabilir. Siz dünyanın her yerine neden sürekli asker gönderdiklerini sanıyorsunuz? Onun için gerçekten ulusal çıkarların, halkın çıkarının gereği bir dış politika uygulama imkânı yok. Bunun için önce özerk (sovereign) bir dış politika uygulayabilir duruma gelmek gerekiyor.

Rusya’nın hamleleri Yeni bir ‘Soğuk Savaş konsepti’ni doğurur mu?

ABD başta olmak üzere, bir bütün olarak NATO’cu cephe, Rusya Federasyonu, Çin gibi “ben de varım”, “ben de sofraya dahil olmak istiyorum” diyen veya deme potansiyeli olan ülkeleri etkisizleştirmek, olabildiğince “sofradan uzak tutmak” istiyorlar. Zira kapitalist dünya sistemi “sıkışmış” durumda. Doğal kaynaklar, enerji kaynakları, biyolojik çeşitlilik kıtlaşmakta, tükenmekte. O zaman o kıtlaşan kaynaklara kimin ne kadar el koyacağı, kimin ne kadar kullanacağı sorunu gündeme geliyor. İşte bölgedeki “vekâlet savaşı” denilenlerin asıl nedeni bu. Şimdi o savaşı Rusya Federasyonu’na, Çin’e doğru da sıçratmak istiyorlar. Cıngarın asıl nedeni bu. Başka türlü söylersek, “yeni yetme kapitalist güçlerin” sofradan uzak tutulmaları isteniyor. Rusya Federasyonu’nu ve Çin’i dört bir yandan kuşatmaya çalışmalarının nedeni bu. Tabii Rusya Federasyonu, öyle Irak, Libya, Suriye, Somalı, vb. gibi bir kolay lokma değil. NATO’cu emperyalist kampın restini görme potansiyeline sahip büyük bir güç. Bir nükleer dünya savaşını göze almadan Rusya’nın üzerine daha fazla gidemezler. Ama her yolu deneyerek yıpratmak isteyeceklerdir ve istiyorlar. Bu amaçla “Politik İslamcı” denilen fanatik cihatçı unsurları kullanmaya hazırlanıyorlar ve daha şimdiden hayli yol almış görünüyorlar. Aslında V. Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu’nun yaptıkları ve yapmak istedikleri, NATO’cu kampa, bundan sonra “köpeksiz köyde değneksiz gezemeyeceksiniz” demeye getiriyor. Soğuk Savaş belirli bir tarihsel dönemin belirli güç dengelerinin sonucuydu. Şimdilerde durum farklı. Tabii Rusya artık Gorbaçov, Yeltsin Rusya’sı değil…

İslamcılığın hem Türkiye’de hem de bölgede izleyeceği seyir ne olur? Laikliğe karşı nasıl bir mücadele verir iktidar bu anlamda?

İslamcılık değil “Politik İslamcılık” demek daha uygun. Aslında orada söz konusu olan dinin politik amaçlar için araçlaştırılması, veya “işi kitabına uydurma” operasyonu. Ve kolonyalist-emperyalist odaklar, son tahlilde bir ideoloji olan dini (İslamı) yüz yıldır, araçlaştırıyorlar, kullanıyorlar ve “garp cephesinde yeni bir şey yok”! İslam’ın Vahâbi yorumu tam da emperyalizmin işine gelen bir şey. Amaç, Müslüman-Arap toplumlarını bir geleceksizliğe mahkûm etmek! Zira Politik İslam’ın bir toplum projesi yok, olması da mümkün değildir. Mısır’da Mursi’nin kısa iktidarı döneminde Müslüman Kardeşlerin neler yaptığı bilinirse, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır… Politik İslam’ın toplumları içine sürüklendikleri çıkmaza hapsetmekten başka bir şeye yaraması mümkün değil. Başlarda Politik İslam, ilerici. seküler, demokrat, sosyalist, komünist hareketleri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldı. Bir tür ‘dalga kıran’ işlevi gördü. O amaç az-çok hasıl olunca, şimdi de devletleri çökertmek, toplumların dokusunu parçalamak, bölüp-parçalamak, kaos ortamı yaratmak, emperyalizmin işini kolaylaştırmak amacıyla sahaya sürülmüş durumdalar. Başlarda daha çok İngiltere, İkinci emperyalist savaş sonrasında da ABD, dini ‘başarıyla” araçlaştırıp-kullandılar… Önce Hindistan’da, Mısır’da, vb. şimdilerde de Afganistan’da, Ortadoğu’da Kara Afrika’da nasıl kullandıkları malûm… Aslında Politik İslam denilen, toplumları gericileştirerek, ufuksuzlaştırarak, karanlığa hapsederek, önlerini kapatarak, hem emperyalistlere hem de gerici mahalli mülk sahibi sınıflara önemli bir hizmet sunuyorlar… Onun için gerçek durumu teşhir etmek büyük önem taşıyor. Türkiye’de yaptıkları ve yapmak istedikleri ortada… Tabii hiç bir sorun çözme yetenekleri yok. Zira dünyayı anlamaktan acizler. Onun için Politik İslam’ı anlamak isteyenin, gözünü emperyalizme ve yerli gerici mülk sahibi sınıflara ve onların devletine çevirmesi gerekiyor… Zira Politik İslam’ın, bir siyasi hareket olarak kalıcı olma şansı yok!

KOF KARŞITLIK…

Türkiye bir NATO üyesi, dolayısıyla emperyalist Batı’nın bir uydusu olarak kaldıkça, İsrail’le ilişkiyi bozamaz. Zira öyle bir şey ABD ve AB ile bozuşmak demeye gelir. Tabii ilişkiyi bozamaz ama bozuyormuş gibi yapabilir. İşte, ‘One minute’ şovu öyle bir şeydi… Dolayısıyla İsrail karşıtı retoriğin bir karşılığı, bir kıymet-i harbiyesi yok! Ne demek istediğimi görmek için “One Munite” çıkışından sonraki dönemde, Türkiye’nin İsraille, istihbarat, askeri, ekonomik, ticari plandaki ilişkilerin durumuna ve seyrine bakmak yeter… Zira o konuda her şey tıkır tıkır yol almaya devam etti

KOMPRADOR REJİM

Türkiye’nin izlediği dış politika, komprador bir rejimin izlediği dış politikadır. Zira, neleri ne kadar yapabileceklerinin sınırı emperyalizm tarafından belirlenmiş durumda. Bir NATO üyesi ne kadar bağımsız politika izleyebilirse, Türkiye de ancak o kadarını yapabilir. Siz dünyanın her yerine neden sürekli asker gönderdiklerini sanıyorsunuz? Onun için gerçekten ulusal çıkarların, halkın çıkarının gereği bir dış politika uygulama imkânı yok. Bunun için önce özerk (sovereign) bir dış politika uygulayabilir duruma gelmek gerekiyor.

 

Takvim

Ocak 2016
P S Ç P C C P
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE