Rusya’nın Suriye’deki hava kuvvetlerini çekmesi, IŞİD’in yok edilmesi ve savaşan tarafları müzakerelere zorlamak suretiyle barış görüşmelerine başlanması açısından amacına ulaştığı bir noktada gerçekleşti. Çıkarları ağır bir şekilde zedelenen Türk yönetimi bu sonuçtan hiç hoşnut değil…
Türkiye, başından beri, başlıca yardımı Suudi Arabistan’dan alan İslamcı muhalefete oynuyor. Sözde “Arap Baharını” müteakip ve onu kopya ederek Esad rejiminin çabucak alaşağı edileceği ümidiyle Türkiye, ikili ilişkilerde daha yeni oluşturduğu olumlu tavrını kurban etti ve açıkça, alışılagelen “yumuşak güç” yaklaşımı yerine daha şiddetli araçlarla Suriye’de “düzen kurmak” için yeterli olanaklara sahip olduğunu sanarak, ölçülü “komşularla sıfır sorun” politikasının yerine saldırgan bir versiyonunu ikame etti.
Bu vites değişikliğiyle, Türkiye açıktan, uygun olan her türlü araçla komşu ülkeleri kendi yörüngesine çekeceğini zannettiği “yeni-Osmanlı” projesini başlattı. Gelgelelim, tam o esnada dış politikadaki savunmacı tutumunu bırakıp saldırı pozisyonuna geçen Rusya’nın rolünü tahmin edemedi. Suriye’ye müdahil olma durumunun başından itibaren Türkiye, rejime olan güvenleri sarsılmış, kırgınlıkları artmış Kürtlerin direnişi ile karşılaşıyor.
Dikkate şayan bir şekilde, Erdoğan rejiminin ilk politik reformlarından biri, Kürtçe yayın ve öğretime izin verilmesinin de dahil olduğu adına “Kürt Açılımı” dedikleri reformdu. Erdoğan, Türkiyeli yurttaşların tümünü “Türk” ilan eden anayasanın gerektirdiği “dağlı Türk” tanımını ilk terk edenlerden biriydi. Hükümet, Kürtleri politik ve ekonomik yaşama dahil ederek bu sorunu çözmeyi ümit ediyordu, ancak bugün hala tartışılan yeni anayasa yapım sürecinde, Türk egemen çevreleri Kürt halkına en ufak bir özerkliği bile vermeyeceklerini açık bir şekilde gösterdiler. Ayrıca, Türk hükümeti muhalif Kürtlerin tümüyle etkin bir şekilde savaştı ve terörle mücadele adı altında Kürtlerin Irak’taki kardeşlerine de askeri harekat başlattı.
Şu anda, Türkiye’nin güneydoğusunda, Kürt bölgelerinde medya yayınlarını yasaklamak suretiyle gizlenen bir iç savaş yürütülmektedir. Türk askerleri tarafından yüzlerce insanın öldürüldüğü Cizre’deki olaylara bakılırsa, ülkeyi yönetenler, protestoları doğrudan askeri yöntemlerle bastırmaya karar vermiş görünüyorlar. Bu arada Erdoğan rejimi, Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi oluşumunu önleyeceği varsayımıyla, eşzamanlı olarak Suriye Kürtlerini bombalamaya başladı. Ancak, bu durum aslında Türkiye’deki Kürt direnişini artırmaktan ve bilerek ya da bilmeyerek ABD’nin Büyük Kürdistan planının gerçekleştirilmesini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Suriye Kürtlerine saldırı; Türk hükümetinin, ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü, kendi sınırları içinde meydana gelebilecek bir Kürt özerkliğinden duyulan korkunun tazyiki ile yapılıyor. Kavramların ters yüz edilmesinin sebebi de budur: Erdoğan, Suriye’nin kuzeyinde savaşan Kürt güçlerini, IŞİD ile ortak çalışan gruplar olarak nitelendiriyor. Ayrıca, Erdoğan rejimi şu anda uluslararası meşruiyetini yitiriyor ve yandaşlarına; Türkiye’nin, ABD’nin politikalarına boyun eğdiği zamanların geride kaldığını iddia ettirmek suretiyle mevcudiyetini herkese hatırlatıyor. Elbette ki, kendi kişisel kaderinin ABD’nin desteğine çok büyük ölçüde bağlı olduğunu ve Rusya ile iyi ilişkiler de dahil, önceki kazanımlarını bu yıkıcı politikalarla heba ettiğini unutuyor.
Kürt sorunu Cenevre’de önemli bir rol oynayacak, çünkü kendisini Kürt terörünün kurbanı ve IŞİD’e karşı savaşan başlıca ülke gibi lanse etmeye çalışan Türk hükümetine ve ülke olarak da eskiden bölgedeki istikrarın direği olan ama şu anda fevri eylemleriyle bölgeyi kaosa sürükleyen Türkiye’ye yapılacak baskının ne boyutta olacağını belirleyecektir.
Türkiye’de rejimin yıkıcı politikalarına karşı direnişin yükseldiği aşikardır. Rejim tarafından pompalanan milliyetçi hislerde yükseliş, muhalefetin Türkiye’nin bölgesel politikalarını kınayan ifadeleri ve her terör saldırısından sonra kudretini artıran bir rejime karşı aydın çevrelerinin duyduğu bıkkınlık da apaçık ortadadır..
Kısa vadede Türkiye’nin içteki bu yıkıcı politikayı şiddetlendireceğini bekleyebiliriz. Toplum birçok konuda çok keskin bir şekilde kutuplaşıyor, hepsine de barışçıl diyemeyeceğimiz göçmenlerin akınına uğruyor ve ihtiyatsız anti-Kürt politikalarının büyük şehirlere göç etmeye zorladığı Kürtlerle de uğraşmak zorunda kalıyor. Aynı zamanda; rejimin, askeri güç kullanma ve Suriye’deki barış sürecine müdahil olma girişimleri olarak anlamamız gereken, bölge üzerinde bir nüfuz oluşturma çabasında, Kürt sorununu bir araç olarak kullandığı ayan beyan ortadadır. Türk yönetimi, Suriye savaşına bu kadar yatırım yaptıktan sonra olanı biteni uzaktan seyretmeyecektir; özellikle de artık bir çıkmaz sokakta olduğunu fark ettiği andan itibaren askeri müdahale de dahil olmak üzere daha etkili önlemler alacaktır. Avrupa’nın vereceği tavizler de Ankara’nın hararetini düşüremeyecektir. Tam tersi, bu tavizler, Türk liderleri Irak’a asker gönderme ya da hem Irak hem de Türkiye’deki Kürtlere yönelik bir soykırıma girişme noktasında cesaretlendirecektir.
Çeviri: Özgür Girişen