Korkaklığı ölüm tanrısı (Thanatos) taşır gibi görünür.Çünkü o (Thanatos), ölüm olarak korku ve kaygı yayar. Ölüm; boşluk, yokluk ya da hiçlik olarak değer ve anlamdan da yoksundur. Böylelikle ölüm Tanrısı (Thanatos), boşluk, hiçlik ve yokluk olarak boyun eğmeyi, yılgınlığı, tehdidi, güvensizliği ve gerilim içeren hertürlü olumsuz duygu durumuna işaret eder olarak gösterilebilir.
Savaş istemek korkaklıktır. Çünkü savaş isteyenler her zaman savaşmaktan uzakta duranlar, savaşmak zorunda kalmayanlardır. Savaş isteyen bu elit, zenginler ve silahlı kuvvetlere sahip olan iktidar sahipleri ya da egemenlerdir. Savaşa girecek olanlargüce, zenginliğe ve iktidara sahip olmayan ve devletlerinin ya da egemenin emirlerine uymak zorunda olan,tehditle silahlandırılan ve birbirlerini kırmaya zorlanan halklardır. Savaş isteyen zenginler ve egemenler silahsız, şiddetsiz ve terörsüz bir sorun çözemezler ve her yana korku, kaygı, ölüm, yıkım, hastalık ve kıyıcılık içeren zalimlikleri yayarlar. Öldürmek değil yaşatmak, korkutmak değil sevmek, sevilmek, sevdirmek önemlidir. İnsanların nefret ve öfkesini, korku ve yılgısını kazanmak kolaydır ama onların baştacı ve sevgilisi olmak zordur. Ve elbette halkın da iyiyi, güzeli, haktan ve kendinden yana olanı bilmemesiburada bir etkendir. Zaten kapitalist toplum kötücüldür ve kötücül herşeye açıktır ve kötücülü güçlü kılar.
Savaş isteyen devlet ve zenginin yanında olmakla insanlar, iktidar ve zenginlerin sağladığı mevki, para ve zalim savaş makinelerinin saldırısından korunurlar ama utanç ve ahlaksızlığı yayarlar çevrelerine, geleceklerine. Savaş, kanunsuz ve yasasız bir hukuksuzluk olduğu için, zengin ve güçlü olanın egemenliği,saldırganlık ve şiddet aracılığıyla kendi zalimane kudretlerini başkalarına dikte edebilecekleri ortamları yaratmak, sıkça yeniden ve yeniden hayata geçirmek ister.
Öte yandan Eros ise yalnızca aşk ve sevgi tanrısı değil ama aynı zamanda yaşama, üreme, çoğalma, uzlaşma ve yakınlaşma tanrısı olarak değerlendirilip ele alınmalıdır. Bu anlamda Eros, cesareti temsil edebilir belki de. Eros ya da sevgi, insanların birbirleriyle uyum ve işbirliğini, güvenliği ve özgürlüğünü besler, herkesin kendi olabilmesinin olanaklarını ve koşullarını sağlar. Eros, bir varlığa sahip olmaktır, değer ve anlam yüklenebilirliktir.
Barışsa cesaret işidir herşeyden önce. Çünkü ancak barış isteme cesareti taşıyabilenler, günümüzün efendisi özel mülkiyetin yarattığı bencil zenginliğe, yani insanın kendine yeterinden fazla gereksinim ürünlerini yığmasına, herhangi doğa ya da üretim zenginliklerini gereksizce fetişleştirerek küçük bir azınlığın elinde toplanmasına ya da ortak zenginliklerin başkalarının kullanımından çıkarılarak özel mülk olarak denetimde tutulmasına hayır diyebilecek güveni ve bilgiyi kendinde bulur.
Barış isteme bir cesaret işidir, çünkü tüm egemen kuvvetlerin, özellikle devletlerin, geleneklerin, ahlakların, nice önyargı ve dogmaların silahlı, sivil, yasal, ahlaki ve milliyetçi duyguların saldırısına maruz kalmayı göze almaktır.
Barış cesaret işidir. Çünkü barış, toplumun iradesini eline geçirmiş muktedirlerin, yasal ve yasadışı eylemlerini toplum adına yürütme hakkını ele geçirmiş despotların zalim ve kıyıcı iradelerine meydan okumadır. Cesaret esaretin parçalanması olması nedeniyle, esaretten beslenen egemenlere bir meydan okumadır, onları tahtlarından etme girişimidir, onların ellerinde tuttukları ortak zenginliklerin ve ortak kudretin tüm topluma adilce, eşitçe dağıtılmasını sağlamaya girişmektir. Bu nedenle, egemenler barışı istemezler;kirli, utanılası, eşitsiz ve yıkıcı,acımasız ölümcül güçlerini savaş ve çatışmanın karanlık bataklığından alırlar.
Barış istemek cesaret işidir, çünkü ancak cesurlar,savaş isteyenlerin kudreti ve nefretine karşı barış için taleplerini açıkça söyleyebilirler. Savaşa karşı çıkmak cesaret işidir, çünkü ölüm makinesi savaşın beslendiği kaynaklar olan, milletlere egemen düşünce olarak milliyetçiliğin başka uluslara uyguladığı ayrımcılığın ve ötekileştirmenin toplumsal barışa yıkıcı etkileri olduğunu, bu yaklaşımın insanları ayrıştırıcı, gruplaştırıcı ve bölücü olduğunu, hayatlarını tehlikeye atma pahasınatoplumun gözleri önüne sermeye ve anlatmaya çalışırlar.
Barış istemek cesaret işidir. Her devletin yaptığı ve yapmaya her zaman hazırlandığı savaşa karşı çıkarlar. Böylece devletlerinin yapmak istediklerine ve yapacaklarına baştan itibaren hayır derler. Barış, devletler tarafından bastırılmak istenen bir ses, insanlar ve toplumların huzur içinde yaşamalarına hizmet edecek bir bilgi, yanlış ve kirli bilgilendirmelere karşı insanlara iletilecek doğru haberdir.
Barış istemek cesaret işidir. Bencil özel mülkiyete ve onun yarattığı totaliter politik iktidar biçimlerine, sözde toplumun ortak kurumu olan ama zenginlerce çoktan ele geçirilmiş devlet ve hukukunun yasadışılığına, insanlık dışı ayrımcılığa dayalı zalim ve vahşi kapitalist saldırganlıklara, işkencelerle dolu polis şiddetine, acımasız ve yargılanamaz devlet terörüne karşı çıkmaktır. Hem bu sözü edilen güçlerce tepelenmeyi, kaybedilmeyi, vurulmayı, hapse atılmayı, kurşunlanmayı, bombalanmayı ve hem de akla gelmedik zulümlere uğramayı göze almaktır barış. Mafya bozuntularının para, rant, zenginlik, güç ve kendi bencil mutlulukları için çevrelerinde dört döndükleri zenginler ve iktidar sahiplerinin yaptıklarına “hayır” diyebilmek, zalim iktidarın ve zenginlerin gözlerinin içine dimdik ve cesurca bakabilmek, hiçbir çıkar gözetmeden iktidara ve zengine, özgürlük, eşitlik veadalet için başkaldırabilmektir barış.
Barış istemek cesaret işidir, çünkü barış isteyenler, egemen zengin ve güçlünün şiddeti ve düşmanca kudretinin yıkıcılığını öne çıkararak, onun toplumda sözünün geçerli olmaması gerektiğini, çünkü toplumun yararına değil, zararına gerçekleşecek yıkıcılıklar olarak savaşın açık yüzünü anlatmayı ve savunmayı seçerler. Savaşlarda her zaman yoksulların asker olduğunu ve birbirlerini öldürdüklerini, barış zamanlarındaysa eğlence ve zevk-ü sefayı zenginlerin sürdürdüğü gerçeğini gözler önüne sererler. Savaşın önemli nedenlerinden biri, egemen ve zenginlerin iktidar hırsları ve açgözlülükleridir ama savaşta ölenler yoksullar ve mülkden yoksun halktır, çokluktur. Kısacası, barış için mücadele edenler,“savaş zenginlerin çıkarlarıysa bırakın onlar yapsınlar” diyecektir.Halkları ve çokluğu oluşturanlar,savaştan önce de sonra da zaten işsizler, yoksullar, mülksüzler olmaları nedeniyle, savaşın çokluk için acı ve kayıptan başka anlamı olmadığınıvurgularlar.
Barış istemek cesaret işidir. Çünkü barış demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük ve hakikati dile getirmeyi ve gerçekleştirmeyi gerekli kılar. Barış, demokrasi ve özgürlükler için mücadele etmek, adalet ve eşitlik istemek, barış için çabalamanın bir başka düzlemidir. Barış istemekle demokrasi istenmiş olur. Böylelikle, toplumun tüm teklerinin adil ve eşit karar alma süreçlerine katılması söz konusu edilir; gücü elinde bulunduranın toplumda sözünü herkese dikte etme gücünün kırılması amaçlanır. Böylesi bir sonuca vahşi kapitalist ve totalitarist iktidarlar katlanamazlar. Gücünü kaybetmenin zenginliğini de kaybetmek, toplumun yoksul sınıflarıyla paylaşmak anlamına geleceğini bilen egemenler ve elit sınıf üyeleri bu durumu kabullenemez. Bu nedenle savaş, saldırganlık, düşmanlık ve kıyıcılıkla her yana savaş açıp kanunsuzluğun işleyeceği ortamlar yaratmak isterler. Savaş durumları, zengin ve erk sahibinin istisna halleri yaratarak yeni kanunlar yazabilmesine olanak tanır ki, bu durum onun “hakkı”nın zenginliğe ve gücüne dayandığı gerçeğini saklamaya yöneliktir.
Barış cesaret işidir, çünkü topluma egemen olan toplumsal örgütlenmenin dayandığı kapitalist işleyişin adaletsizliğini ve eşitsizliğini konu edinerek savaşlara karşı çıkar. Bencil düşünmeye ve eylemeye, zenginliğin çok az sayıda insanlarda toplanmasının adaletsizliğine veya hukuksuzluğuna vurgu yaparak çokluğu ortak davranmaya, ortak zenginliğe sahip çıkmaya, yani tüm zenginliklerin herkese eşitçe dağıtılmasına gerek olduğunu duyurur. Erk sahipleri ve sermayedarlar, bu gerçekliği kimse duymadan ve görmeden gizlemeyi, üstünü örterek görünmez kılmayı asıl politikaları olarak belirlerler. Bu amaçla tüm medya ve kültür endüstrisi harekete geçirilir, toplum tüketime yönlendirilir,iş süresinin düşünmeye fırsat vermeyecek uzunluğu ve işsizlik kaygı ve korkusuylaemekçiler uyuşturulur.
Barış cesaret işidir, çünkü barış, düşünülmesi de tesis edilmesi de kapitalizmin eğitim ve kültürünce “ütopik” olduğu kadar “gerçekdışı” olduğu öğretilmiş bir olgudur.Her toplum üyesinin zihnine barış yerine savaş nakşedilmiş, barışayönelen herkes, devlete ve egemen düşüncenin karşısına isyan ve başkaldırıyla çıkmış olacağı fikrine, işsizlik ve yoksunluk yaşayacağı korkusuna çoktan inandırılmıştır.
Ama öte yandan barış isteme cesareti, savaş kötülüğüne karşı durmanın mutluluğunu yaşatır. Yaşamı yeniden kurma ve geleceğe mutlu günler bırakacağı umudunu aşılar insana. Barış için mücadele etme, insanın toplumsallık karakterinin içinde saklıdır, ne denli bastırılsa da yine de ortaya çıkar ve insan bu istemeyi dışarı çıkarmakla kendini rahatlamış hisseder. Barış cesaret işidir, ama aynı zamanda insan olma ve kendini gerçekleştirme yoluna girmektir.
Barış isteme yoluna girmeyenlerin ruhları kötücüllüklerle dolar ve bu ruhlar her zaman yaralanmış, örselenmiş, insanlaşma sürecini tamamlayamamış virane olur ve hiçbir zaman barışın sevgi dolu evi gibi oturulabilir, insanın huzurla dinlenebileceği ve kendini rahat hissedebileceği bir yatak olamayacaktır.