Perşembe , 21 Kasım 2024

Küresel popülizmin kanlı yükselişi – Alfred W. McCoy

Siyasi bir hareketin şiddet politikasıyla “düşman” izini sürmesi

2016 yılı dünya siyasetinde, farklı ülkelerde, küresel olağanüstü siyal bir durum baş göstermeye başladı. Sözde demokratik ulusların toleransından faydalanan popülist yeni bir lider nesli, eşzamanlı olarak ve şaşırtıcı bir hızda, iktidara yükselerek siyaset sahnesine çıkmış oldu. Küresel düzeydeki bu yeni lider kuşağı, iktidara çıkma yolunda, küreselleşmenin halklara getirdiği sosyal maliyetleri konusunda kamuoyunda dillendirilen kaygılara genelde düşmanca bir tutumla cevap vermiş oldu.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi zengin ve Filipinler gibi fakir farklı bir ülkede, aynı zaman zarfında, popülist siyaset yelpazeden gelen farklı iki aday şiddet içeren benzer söylemelerle iktidar koltuğuna yükselmiş oldular. Pasifiklerin karşı yakalarında, şimdiye kadar görülmeyen aykırı tipte bu adaylar, seçim kampanyalarını şiddet ve hatta cinayet işleme tehditti üzerinden yürüttüler.

ABD’de milyarder aday Donald Trump, haçlı seferlerine çıkan edasıyla yürütmüş olduğu seçim kampanyası ivme kazanıp, Beyaz Saray’da, Başkanlık koltuğuna otururken, yerine göre kadın ve çocukların öldürülmesini savunarak, işkence yapma ve acımasız bombalama operasyonlarıyla İslami teröre karşı mücadele etme vaadinin de ötesine geçen icraatları gerçekleştirdi.

 

ABD Başkanı Trump, uydu üzerinden yayın yapan ABD’li bir yayın kuruluşu Fox News kanalına verdiği bir mülakatında “Teröristlerle ilgili diğer bir uygulama; bir terörist yakaladığında ailesi de sınır dışı edilmeli. Çünkü aileler Amerika’da yaşamaya bakıyorlar, bu tarz faaliyetlere katılan çocuklarıyla pek ilgilenmiyorlar. Oysa aileler çocuklarının akıbeti konusunda kaygı duyuyorlar, bizimle alay etmeyin. Aileler çocuklarının hayatı hakkında kaygı duymadıklarını söylüyorlarsa, onları sınır dışı etmemiz lazım” diye açıklama yapmıştı.

 

Filipinlerde, bir eyaletin Belediye Başkanı Rodrigo Duterte, bir yasanın çıkarılması ve sosyal düzenin sağlanması konusunda propaganda yaparken, ülkedeki uyuşturucu satıcılarını öldüreceğine yemin etti ve şiddet kullanma tasvirleri yapmada hiçbir söylemden sakınmadı. Başkanlık kampanyası çalışmaları sırasında, uyuşturucu tacirlerine seslenerek;  “Şayet Yüce Tanrı bana Başkanlık koltuğuna oturmayı nasip ederse, Belediye Başkanlığım sırasında infaz edilen 100 kişinin 100.000 olacağını unutmayın. Manila Körfezindeki balıkların daha da büyüyeceğini göreceksiniz. Uyuşturucu tacirlerin yeri orasıdır” diye açıklamasına devem etti.

 

Birbirlerinin siyasi ruh ikizleri ve kendi ülkesinde güç sahibi popülist bu siyasi liderlerin iktidara yükselişi yalnızca mensubu oldukları siyasi kültür mahfillerin derinliklerinden ses vermiyorlar, aynı zamanda, kan üzerine kurulu retoriklerini şimdiki zamanın paradigması haline getiren küresel bir eğilimi de yansıtmış oluyorlar. Küreselleşmenin Soğuk Savaş sonrası çeyrek asırlık geçmişinde yerinden-yurdundan edilmiş çalışan kesimler, çok uluslu şirketler ve iktidar seçkini tabaka için hayatı bu kadar kolay kılan ekonomik düzene karşı öfkeyle hareket etmeye başladılar.

 

Çin’den yapılan ithalattan dolayı 1999-2011 döneminde 2,4 milyon Amerikalı işinden oldu: Kuzey Karolayna’daki mobilya imalatı sektörü, Ohio’da Cam Sanayi fabrikaları, Orta Batı Amerika’da otomobil yedek parça üretimi ve Çelik Sanayi şirketleri çalışanları….. Küresel çaptaki bu yaşamsal gerçeklere karşı halktan tepki verildi. Benzer tarzda iş kayıpların olmaması için 2100 çalışana kombine kısıtlama getiren ithalat faaliyetlerinin yapıldığı 1945’ten bu yana ilk kez bu düzeyde büyük bir gelişme yaşanırken, herhangi bir ekonomik durgunluk olmaksızın, dünya ticaretinde tedricen yavaşlama olmaya başlandı.

 

Popülizmin kanlı tarihi                                          

 

Fransa’da; Milliyetçi Cephe, Almanya’da; Almanya için Alternatif Parti, İngiltere’de; Bağımsızlık Partisi gibi milliyetçi aşırı-sağ kanat siyasi partiler, Avrupa’nın genelinde, başta İslam karşıtı bir söylem geliştirmek üzere, yerli bir tepkiyi harekete geçirmek marifetiyle ülkelerinde seçim kazandılar. Popülist demagog nesli bu siyasetçi nesli, eşzamanlı olarak, dünyanın dört bir yanındaki demokrasilerde  iktidara yükselmiş, seçim kazanmış veya iktidara gelmek için tehdit yöntemini kullanmışlardır: ABD’de Donald Trump; Rusya’da Vladimir Putin, Fransa’da Marine Le Pen; Hollanda’da Geert Wilders; Macaristan’da Viktor Orban; Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan; Hindistan’da Narendra Modi; Endonezya’da Prabowo Subianto ve Filipinlerde Rodrigo Duterte…..

 

Hindistanlı yazar Pankaj Mishra daha geçenlerde kaleme aldığı bir yazısında iktidara çıkan bu yeni siyasetçi neslinin başarısını şöyle özetlemişti: “Sosyal refah sağlama vaadi; ekonomik dengesizlikten dolayı zenginlik hayali, iktidar olma düşüncesi, iyi bir eğitim alma ve statü edinme beklentisine karşılık geldiğinden demagog siyasetçiler Batı’da ve diğer ülkelerde de yükselişe geçebiliyorlar. Filipinler ekonomisi ile ilgili olarak daha ciddi rakamlarda bir skor haberleri verilmişti. Filipinlilerde 26 milyon yoksul insan hayatını idame etmek üzere günde bir (1) Dolar ile idare etme savaşımı verirken, Bay Duterte başkanlık seçim kampanyasına başlamadan önce, ülke ekonomisi altı yıllık dönemde dikkate değer bir oran olan yıllık % 6 büyüme kaydetmişti. Büyüme kaydedildiği bu dönemde sadece 40 kadar imtiyazlı aile Filipinlerde üretilen zenginlik artı değerin % 76’sına el koymuşlardır.

 

Akademisyen Micheal Lee, popülist siyasetçilerin seçmen kitlelerine hitap ederlerken, “paylaşılan özellikler” ve kaçınılmaz “ortak düşman” tanımlaması üzerinde söylem geliştirmek marifetiyle, “tecavüz girişiminde” bulunan bir Meksikalı veya Müslüman bir mülteci örneği verilerek, ya da, Nazi döneminde “kan bağı” olmayanları ötekileştirerek dışladıkları insanlar üzerinde propaganda ve kan bağı üzerinden oluşturdukları güçlü bir milli benlik retoriğiyle seçim kazandıklarını belirtmişti. Ayrıca, bu tarz siyasi hareketlerin nihai “mistik bir savaş” yoluyla “devrimci bir sosyal değişimin aracı” olarak “gelecekte yaşanacak toplumsal yüzleşme” yönünde gelişen bir arzuyu paylaştıklarını da ifade etmişti.

 

Micheal Lee gibi bilim adamları, popülist demagogların seçimlerde başarı elde etmek amacıyla şiddette dayalı söylem geliştirdiklerini vurgulamış olsalar da, bu popülist siyasetçi neslinin küresel düzeyde önem arz eden başka bir yönü üzerine odaklanmaya daha az eğilimli oldukları görülüyor: Şiddet kullanmaya dayalı politik programları. Bu popülist hareketler halka zarar verici olma yönünde ABD ve Avrupa’da, diğer ülkelere göre, nispetten daha makul gibi görünseler de, bu liderler kuşağı izledikleri politikalarla, azgelişmiş ülke demokrasilerinde kazanmış oldukları iktidar gücünü mağdur halk katmanından kurbanların bedeni üzerine uygulamaktan tereddüt etmediler.

 

Popülizm dalgasını hareket geçirmede daha makul gibi görünen bir siyasetçi sıfatıyla Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, on yıldan fazla bir zamanda, muhaliflerin ve iktidarına eleştiri getirenlerin “gizemli” koşullar altında hazin sonu yaşamalarında otorite sahibi olma gücünü göğsünü gere gere kullanmayı dünya âleme göstermiştir. Otorite gücünü kullanma uygulamalarına; saf değiştiren Rus gizli polis elemanı Alexander Litvinenko’yu 2006’da Londra’da öldürülmesinde polonyum 210’dan (radyo aktif bir madde) üretilen ölümcül sprey kullanımı; yine aynı yılda Putin’in izlediği politikaları eleştiren gazeteci Anna Politkovskaya’nın Moskova’da, evinin önünde vurulması; Himalayalar’da yetişen nadir türden bir bitkiden elde edilen zehirden bir dozun, 2012’de Londra’da, banker ve Putin’in intikamcısı Alexander Perepilichny’e verilmesi; 2015’te muhalif lider Boris Nemtsov’un Moskova şehir merkezinden yaylım ateşine tutularak infaz edilmesi; Ukrayna yetkili makamlarınca “devlet terörü eylemi” olarak nitelendirilen, Kiev’de bir kaldırımda yürüyen mülteci muhbir Denis Voronenkov’un bu Mart ayında dört kurşunla infaz edilmesi örnekleri verilebilir.

 

İslamcı popülist bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki Kürt azınlığına (Kurdish minorty) karşı kanlı bir baskı uygulama yoluna giderek, yeni bir savaş politikasıyla, kendi iktidar gücünü tesis etme yolunu izledi. Erdoğan yönetimi, iktidar atalarının Ermenilerden kurtulma yolunu seçtikleri gibi, Kürt siyasi kimliğini ülkenin politik bünyesinden atılması gereken bir kanser olarak tasvir ediyor.  Diğer yandan, 2016 yılı ortalarından bu yana, başarısız kalan bir darbe girişimi ardından 50.000 devlet memuru, gazeteci, akademisyen/öğretmen ve subay gözaltına alındı/tutuklandı, işkence ve benzeri muamelelere maruz kaldı. Türkiye’deki cezaevleri ağzına kadar dolmuş durumda.

 

Emekli bir General olan Prabowa Subianto Endonezya’da, 2014’te,  “güç ve düzen sağlama” sloganı üzerine kurulu popülist kampanyasıyla neredeyse Cumhurbaşkanlığı seçimi kazanacaktı. Prabowa’nın askeri kariyeri uzun zamandan beri zaten şiddet uygulama politikası üzerine inşa edilmiştir. Şöyle ki; 1967-1998 dönemi Endonezya Devlet Başkanı ve kayınpederi Suharto’nun otoriter rejimi 1998’de çöküşün eşiğine geldiğinde,  Endonezya Özel Kuvvetleri Kopassus Rangers komutanlığı yapan General Prabowo çok sayıda aktivist öğrencinin kaçırılarak kaybolması, ırkçı şiddet eylemlerini teşvik etmek amacıyla168 Çinli kadına vahşice tecavüz edilmesi, Endonezya başkenti Cakarta’da 43 alış-veriş mağazasının ve 5.109 binanın kundaklanarak yakılması ve nihayetinde 1000’den fazla insanın ölüm olayı gibi faaliyetleri yönetmiştir.

 

Filipinlerde Başkan Rodrigo Duterte iktidar döneminin daha ilk ayında, kentlerin gecekondu semtlerinde, yüksek oranda reklama dayalı olarak, uyuşturucu ticaretine karşı savaş açmak üzere, polis ve yetki verdiği diğer kolluk gücü görevlilerini seferber ederek, hiçbir yasal gerekçe olmaksızın, en az 7000 yargısız infaz yapıldı. Başkan Duterte’nin ülkede yeni bir düzen kurma vaadi gereği,  infaz edilen kurbanların cesetleri, diğer insanlara ibreti âlem uyarı olması için, düzenli olarak Manila sokaklarında teşhir edildi.

 

Asya coğrafyasında böylesi bir politika izleyen ilk popülist lider Duterte değil. Tayland Başbakanı Thaksin Shinawatra 2003’te ülkesinde kullanımı yaygın hale gelmiş metamfatemin (methamphetamine) diye bilinen bir uyuşturucu maddeye karşı mücadele programında “Kırmızı Gömlek(red shirt) hareketini başlatmıştı. Başbakan Thaksin’in yalnızca üç aylık iktidar döneminde polis güçleri, uyuşturucu madde ticareti yaptıkları ve kullandıkları iddiasıyla mahkemeye çıkarılmadan 2.275 kişinin infazını yapmışlardı. İktidarının belirlediği toplum kurallarına aykırı davranmanın karşılığı olarak infaz edilenler, cesetleri infaz edildikleri yerlerde teşhir edilmişti.

 

Aralarında ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlık icraatları da dâhil, bu tarzda popülist siyasi cinayet örnekleri ve benzeri daha fazla politikaların uygulamaya konulmasına tanık olunması ciddi manada bazı soruların gündeme gelmesine yol açmıştır: Şöyle ki; bu tür infazların yapılmasına neden olan şiddet uygulamasının arkasında ne türde siyasi dinamikler bulunuyor? Popülist liderler iktidara geldiklerinde, bu türdeki siyasi hareketlerin retorik düzeyde kalması gereken seçim kampanya programları daha sonra neden siyasi infazlara dönüşüyor? Bir ülkenin hayali milli bütünlüğüne tehdit oldukları düşünülen insanlara sürekli olarak neden şiddet politikası uygulanıyor?

 

Bu tarzda politika yapan popülist hareketler, yönetmekte oldukları ülkeleri düşman yabancıların zararlı etkisinden korumak yükümlülüğü iddiasında bulunurlarken bir düşmana ihtiyaç duymalarıyla bilinirler. Popülist liderlerin bir düşmana olan bu ihtiyacı, ileri sürdükleri tehdit unsurlarını ve rasyonel siyasi programlarını aşan çatışma durumları söz konusu liderleri kontrol edilemez bir zorlamayla karşı karşıya bırakıyor.

 

Rahatsızlık verici bu politik eğilimi siyasi nedenlerden dolayı izlenecek temel politika haline getirme ihtiyacını anlamak için küresel güçlerin, insanlık tarihinin bu belirli döneminde, bu tarzda iktidar tutkusu olan popülist lider neslini nasıl üretmiş olduğunu anlamak gerekiyor: Şimdilerde Filipinlerde iktidarda olan yönetici ekipten daha iyi bir örnek olmaz.

 

Son elli yıllık zaman zarfında yapılan kanlı seçim dönemlerinde iki popülist lider; Ferdinand Marcos ve Rodrigo Duterte icraatlarına ilişkin olarak, adeta politik broşür dağıtırcasına, halka zulüm uygulama imzası olarak infaz edilmiş cesetlerin ibreti âlem olarak her yere teşhir etme metodunu ve diplomasinin yüksek politikasını performatif şiddetin düşük düzey siyaseti ile birleştirerek Filipinlerde olağanüstü bir güç kazandılar. Bu türde siyasi olayların tarihine kısaca bir göz atıldığında, Amerika’nın olası siyasi geleceğine dair rahatsız edici bir görüntü edinebiliyoruz.

 

 

 

Filipinlerde popülizm; Ferdinand Marcos dönemi

 

Genellikle ülkesini yağmalayan bir “kleptokrat” (*) olarak bilinen ve zengin ettiği karısını terk eden (karısının 3000 çift ayakkabısının olduğu ortaya çıkmıştı) Ferdinand Marcos (1965-1986 dönemi) aslında parlak bir popülist siyasetçi olup, sembolik şiddet kullanmada çok yetenekliydi.

General Marcos, Başkan olma dönemi yasal olarak 1972’de sona erdiğinde, diğer birçok popülist lider gibi, kendisini halkı “cehennem azabından” kurtarmak üzere “İlahi” kader tarafından tayin edilmiş bir lider olarak sunarken, sıkıyönetim ilan edip ülkesinin askeri güçlerini kullanmaktan çokça faydalandı. Ve ardından, ayrıcalıklı bir kişi olarak dünyaya geldiğine dair meşruiyet düzenleyen yasa tasarısına itiraz ederek bloke eden senatörler ve karısının gösteriş meraklı birisi olduğunu ironi yaparak köşelerine taşıyan gazeteciler de dâhil 50.000 muhalif hakkında hapis cezası verdi.

Diktatörlük yönetiminin ilk aylarında resmi şiddet uygulaması yaygın değildi. Sonrasında 15 Ocak 1973 günü şafağından önce polis güçleri yetkili makamınca başkanlık icra emiri kamuoyuna duyuruldu. Çinli bir eroin üreticisi Lim Seng Manila askeri kampında infaz edilmek üzere bir direğe bağlandı. Basın kuruluşlarından gelen foto muhabirlerinden bir grup infaz olayını belgelemek üzere hazır bekliyordu. Sekiz kişilik bir ateş timi infazı yapmak üzere tüfeklerini ateşlediler.

Televizyon kanalarında ve sinema perdelerinde sürekli verilen, kurbanın göğsünü parçalayan, infazın dramatik görüntüsü açık bir şekilde yeni diktatörün gücünü sergilemek ve aynı zamanda ülkesinde kök salmış Çin karşıtı ırkçılığa da davetiye anlamına geliyordu. Çinli Lim Seng, Marcos’un diktatörlük yönetiminin 14 yıllık döneminde “yasal bir mesnette” dayanılarak infaz edilen tek kurban oldu.

Diktatör Ferdinand Marcos, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın insan hakları politikasını etkin bir biçimde nötralize ederek, ABD’deki üç başkanlık döneminde, ülkesinde kurduğu otoriter ve giderek daha da kanlı bir hal alan yönetimine sürekli destek sağlamak amacıyla Filipinler Başkenti Manila yakınlarında muazzam boyutlarda kurulu ABD askeri üslerini akıllıca kullanmasını bildi. On yıllık diktatörlük yönetimi döneminde ülke ekonomisi “ahbap-çavuş kapitalizmi” (crony capitalism) yüksek dozundan dolayı çökmeye başladı ve ülkedeki siyasi muhalefet diktatör Marcos’un “İlahi” kaderin tayin ettiği kurtarıcı lider olma imajına itiraz etmeye başladı.

Gittikçe artan ve huzursuz olan nüfusu bastırmak veya bertaraf etmek üzere kısa sürede haksız ve sert bir şiddet ortamını tırmandırmaya başladı. Güvenlik güçlerinin toplumu arındırma hareketi olarak sundukları programla 2500’ü aşkın olayı sevk ve idare etmişlerdi (14 yıllık diktatörlük döneminde meydana gelen 3.257 infaz olaylarının % 77’isi). İşkencede infaz edilen kurbanların cesetleri, bedenlerinde açılan yaralar görülecek ve geçen insanların estirilen terör damgasını okuyacak şekilde kamuya açık alanlara veya şehrin işlek kavşaklarına bırakılıyordu. Ferdinand Marcos’un diktatörlük rejiminde, Başkent Manila’da 6 milyonluk nüfus yaşarken, 4000 polis görev yapıyordu. İcraat programının ilk ayı olan Mayıs 1985’te “görüldüğü yerde vurma emri” ile infaz edilen 30’dan fazla olayın sorumlusu yüzlerce sayıda “sivil polis” görevlendirmişti.

Ferdinand Marcos rejiminin uyguladığı popülist şiddetin etkisi hep değişkenlik göstermiştir: Filipinlerde ilan edilen sıkıyönetim başlangıcında halkın ülkede bir düzen sağlanma talebi yönünde etkili olmuştu. Ancak, sıkıyönetim döneminin sona ermesinde aynı halk özgürlük talebini haykırdığı zaman ters etki yaratmıştı.  Kısa süreli bu duygusal değişim dalgası, Pekinden Berlin’e kadar olan coğrafyada yürürlükte olan otokratik rejimlere karşı meydan okuyacak dramatik “halk iktidarı” devrimlerinin başında sona erdi.

Filipinlerde popülizm: Rodrigo Duterte şiddet dönemi

Bir valinin oğlu olan Rodrigo Duterte, siyasi kişiliği üzerine kalıcı bir iz bırakan endemik şiddetin var olduğu Davao şehrinin Belediye Başkanı olarak kariyerine başladı. Komünist Yeni Halk Ordusu militanları Davao’da yönetime karşı gerilla savaşı başlattıklarında, kentte işlenen cinayetler katlanarak artarken, 150 polis memuruna yapılan suikast da dâhil, işlenen cinayet sayısı 800’e yükseldi. Askeri makamlar, kentin bir bölümünü alan yeni komünistlere ve suçlulara karşı savaş kampanyasında terörle mücadelede paramiliter Ölüm Timleri ve eski komünistlerden oluşturulan savaşçı grupları seferber ettiler. Kurulan ölüm timinin/mangasının cinayetlerini araştırmak üzere1987’de Davao’ya seyahatim sırasında, güneyde bir diyar olan bu şehir insan hafızasının unutamayacağı kadar virane ve umutsuz bir haldeydi.

Rodrigo Duterte, siyasi kariyerine 33 yaşında Davao Belediye Başkanı olarak başladığı zaman siyasi cinayetler/yargısız infazlar ulusal ve yerel düzeyde artarak devam ediyordu. 1986 yılında başlayan bu ilk görevi, 2016’da Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar yedi görev döneminden ilki oluyordu. İlk kampanyası çekişmeli bir rekabet ortamından geçti ve oyların % 26’sını alarak rakiplerine karşı galip geldi. 1996’da bizzat kendisinin kurmuş olduğu Davao Ölüm Mangasını seferber etti. Bu Ölüm Mangası sonraki 10 yıllık dönemde Davao’da işlenen 814 yasa dışı siyasi infazdan sorumlu olacaktı. Cesetler paket bandıyla özel/garip bir şekilde sarılmış halde şehrin çeşitli sokaklarına atılıyordu. Başkan Duterte’nin bizzat kendisi de birkaç infazı gerçekleştirmiş olabilir. Davao Ölüm Mangası elemanları suçlu görülenlerin tasfiye edilmesinin yanı sıra Belediye Başkanı Rodrigo Duterte’nin siyasi rakiplerinin elimine edilmesinde de görev almışlardı.

Rodrigo Duterte 2016’da Cumhurbaşkanlığına aday olduğunda, Davao’da işlenen cinayetleri gurur duyarak anlatmış ve uyuşturucu ticaretine karşı mücadele etme vaadinde, gerektiğinde 100.000 cinayet işleyebileceğini ifade etmesiyle, rejimin izlediği politikaya derinlik kazandıran tarihsel yansımaları da resmediyordu. Başkan adayı Duterto,  eski Başkan Ferdinand Marcos döneminden övgüyle bahsediyor, Marcos’un naaşını Manila Milli Kahramanlar Mezarlığına nakledilmesi sözünü veriyor ve Ferdinand Marcos Jr. Başkan yardımcılığına getirmeyi vaat ediyordu. Umutsuz Filipinlilerin daha makul bir yaşam sürdürme arayışında oldukları bu dönemde eski diktatörü simgeleyen politik soy silsilesiyle kendini belli ediyordu.

Başkan Duterte göreve geldiği zaman, seçim kampanyası sırasına vaat ettiği gibi, uyuşturucu madde ile mücadeleye hemen başladı. Suçlu görülenlerin cesetleri, bazen basit bir karton kâğıt üzerinde “Ben itici biriyim” ibaresi yazılı veya Davao Ölüm Mangası tarafından kullanılan marka ambalaj bandıyla sarılmış, kamuya açık alanlarda,  insanların sıklıkla geçtikleri sokaklarda olağan görüntü haline gelmişti. İnsan Hakları İzleme Örgütü Filipinlerde yaşanan uyuşturucuyla savaş yöntemini “felaket” olarak ilan ederken, diğer yandan, Filipinlerin % 85’i uyuşturucuyla mücadelede duydukları “memnuniyetlerini” ifade ediyordu. Mevcut manzaraya göre sokağa atılan her bir ceset Başkan Duterte’nin düzen sağlama vaadinin gerçekleşmesinin bir başka kanıtı oluyordu.

Başkan Rodrigo Duterte, eski Başkan Ferdinand Marcos gibi, popülist sınırsız güç kullanma politikasının tamamlayıcı bir parçası olarak yeni bir diplomasi yöntemini uyguluyordu. Pekin ve Washington arasında Güney Çin Denizi konusunda tansiyon yükseldiği zaman Filipinlerin ABD ile olan klasik ittifakından uzaklaşarak yönetiminin pazarlık gücünü artırıyordu. Güneydoğu Asya Uluslar Birliğinin (ASEAN) 2016’daki Konferansı sırasında, uyuşturucuyla mücadele yöntemine eleştiri getiren ABD Başkanı Barack Obama’ya, açıkça “Anneniz bir fahişe” diyerek sert bir tepki göstermişti.

Başkan Duterte, bir ay sonra Pekin’e yaptığı Resmi ziyareti sırasında, dünya kamuoyuna “ABD kampından ayrılma” işaretini veriyordu. Ülkesinin Güney Çin Denizindeki rekabet iddiası tartışmasına ilişkin yasal bir anlaşmazlık nedeniyle Lahey’deki Tahkim Mahkemesinde hak ettiği kazanımı bir tarafa bırakarak, Çin ile 24 milyar Dolar ticaret anlaşması yaparak evine döndü ve bundan sonraki Yeni bir Dünya Düzeninin kurulmasına yardım ettiğini açıkladı.

Rodrigo Duterte, Ocak ayında, uyuşturucu madde ticareti yaptığı iddiasıyla, Güney Koreli bir işadamına işkence yapılarak öldürülmesinden sonra, ülke çapında yaşanan infaz olayları çılgınlığına ani bir kararla ara vermek zorunda kaldı. Ancak rol modeli eski Başkan Ferdinand Marcos gibi, Başkan Duterte’nin popülizm politikasında doymak bilmeyen bir şiddet kullanma iştahı olduğu görülüyordu. Ve bu yüzden de infaz edilen 8000’den fazla kurban cesedinin bir kez daha, ibret olsun diye, Manila sokaklarında teşhir edilmesi uzun zaman almadı.

Başarı ve güçlü adam

Filipinlilerin bu güç sahibi/diktatör siyasetçilerin geçmiş hikâyeleri, şimdi ve geçmiş zamanları, küresel popülizmin hastalıklı fenomeninin göz ardı edilen iki yönünü ortaya koymaktadır:  Yerel askeri gücün sosyal hayat sahnesine yansıtılmasında uluslararası etki yaratmak ve rejimin tamamlayıcı bir diplomatik başarı ihtiyacının yerine getirilmesinde performatif şiddet diye tanımlanan şiddetin rolü.

Rusya’daki durumda, Başkan Putin’in iktidar olma gücünü, hedef seçilen rakiplerin/muhaliflerin infaz edilmesi üzerinden yansıtması Gürcistan ve Ukrayna’da gözlemlenemeyen saldırılar ile eşleştirildi. Koca Rusya ekonomisi, İtalya ekonomisi kadar gerçekleşerek, cılız düzeyde kalan başarılı bir dengeleme hareketi, yeniden büyük bir güç gösterisi ve otokratik yönetiminin öngörülebilir bir geleceğe yayılı olarak sunuluyor.

Türkiye’de Erdoğan yönetiminin siyasi ve etnik hasımları üzerindeki sert baskısı Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme hedefini başarısızlığa uğratmış, isyan eden Kürtlerle kazanılması pek mümkün olmayan savaşa girmesine yol açmış, İslami köktencilik (fundamentalism) karşısında ABD ile olan ittifakını karmaşık hale getirmiştir. Bütün bunlar kontrol edilemez iktidar gücüne potansiyel birer bariyer teşkil ediyor.

Endonezya’da Prabowo Subianto kritik bir eşik olan ilk hamlesinde başarısızlığa uğradı: Kendisini Başkanlığa taşıyacak büyük bir üssün inşası; ülkede düzen sağlama çağrısının yüzlerce tecavüz, kundaklama ve ölüm olaylarının Başkent Cakarta’yı sarsan tüyler ürpertici şiddet uygulamalarıyla önceden iktidar sahibi olma hamlelerini unutmayan kamuoyunda sert bir şekilde yankılanması…

Başkan Duterte yönetiminin, yerel düzeyde şiddet uygulama politik icraatına popüler desteğinin olmaması, Güney Çin Denizi’nin zengin balıkçılık alanları ve petrol rezerv bölgelerinde Çin yönetimi desteğini kaldırma girişimi halk arasında ciddi bir ters tepki yaratması askeri bir darbe olma veya her ikisinin olma riskini taşıyordu. Ancak, Başkan Duterte’nin uluslararası manevra faaliyetlerine katılmadaki mahareti ve yerelde kan dökme olaylarına aşırı derecede hassasiyet göstermesi, iktidar olma gücü üzerinde çok az denetim olması nedeniyle, onu Filipinlerin güçlü adamı haline getirdi.

Filipinler Ordusunun dış etkilere açık zayıf bir yapıda olması, sokaklarda fakir halkan uyuşturucu satıcılarına karşı potansiyel şiddet uygulaması ve polis marifetiyle cinayet işlenmesi Başkan Rodrigo Duterte’nin iktidar gücüne nispetten sınırlama getirmeye neden olurken, ABD’de Başkanlık koltuğuna oturan Donald Trump’ın böylesi bir sınırlamayla karşı karşıya gelme sorunu bulunmuyor.

ABD Kongresi ve ABD mahkemeleri Müslümanlara, Meksikalılara veya hayali diğer düşmanlara yönelik ülke içindeki saldırıların neden bu kadar şiddetli olduğunu bir kez daha düşünmelidir. ABD Başkanlık Makamının halkı aşağılayıcı bir özellikte olan Obamacare adıyla bilinen Sağlık Sigortası Reformu gibi durumlarla belki daha fazla başarısızlığa uğraması gerekiyor. ABD yönetimi sadece Irak, Suriye, Yemen, Afganistan ve Libya’da yapılan operasyonlarla yetinmeyerek, aynı zamanda, dünyaya yeniden çeki düzen verme havasında popülist ruh halini tekrar kazanma girişimi yolunda İran ve Kuzey Kore’de askeri maceralara başvurabilir. Dünya siyaset sahnesinde hüküm süren diğer popülist politikacılardan farklı olarak, sayısı belirsiz milyonlarda insanın kaderi ABD Başkanlığının çokça tartışılan kudretli ellerinde bulunuyor.

Akademisyen Micheal Lee’nin yazılarında ifade ettiği gibi popülizm politikasının “apokaliptik çatışma” veya “efsanevi savaş”  söylemi üzerinde geliştirilen olaylara olan ihtiyacı kanıtlanmış olursa, bu durum, Donald Trump yönetiminin “sistemik devrimcilerini”, elde hangi tür silah varsa; dronlar, özel operasyon güçleri, savaş uçakları, deniz donanma gücü ve hatta nükleer silahlarla yapılan savaşla, hedef belirlenen dış düşmanlar karşısında, sonu gelmez şiddet sarmalına götürür.

 

* Kleptokrasi (kleptocracy) : Bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin, siyasal veya dini bir grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli bir şekilde soyması rejimi. Demokrasinin yerleşmediği ülkelerde görülen bu durum, o ülkelerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir.

 

Kaynak: http://www.globalresearch.ca/the-bloodstained-rise-of-global-populism/5583310

 

 

Takvim

Nisan 2017
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE