8 Eylül 2017
“’Bütün ülkelerin işçileri birleşin’ sloganı boşuna ortaya atılmamıştır… Bu yenilgi tuzağından kurtulmanın yolu, bir işçi sınıfı enternasyonali oluşturmaktan geçiyor ki, bu mümkün.”[[i]] diyen Fikret Başkaya Hoca, böylece Samir Amin Hocanın “İşçi sınıfının ve dünya halklarının Enternasyonalini yeniden inşa etmek zorundayız”[[ii]] çağrısına katıldığını belirtmiş bulunmaktadır.
Bunca yenilgili pratikten sonra, bugün için işçi sınıfı önderlikli “Bütün ülkelerin işçileri ve halkları birleşin” sloganı, “boşuna” ortaya atılmıştır. Hatta işçi sınıfı üzerinden, yeni bir enternasyonal oluşturmak, etkisiz olacağı gibi anlamsızdır da.
Neden?
Çünkü bugünden geriye baktığımızda, onlarca yılla yayılı, dünya çapında yenilgilerle dolu, işçi sınıfı önderlikli Reel Sosyalist deney yeterince yaşanmıştır. Bu pratiğimiz ile esaslı biçimde yüzleşmeden, teorik Marksizm, radikal tarzda irdelenip aşılmadan, geliştirilecek her türlü tutum ve girişim idealizme, kapitalist sistemin devamına hizmet eder. Maalesef geçmişteki bütün yenilgilerin ana nedeni: Dünya devrimleri ve sosyalizm davası için “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganında ifadesini bulan Marksizm’in, kendi görüşlerinin merkezine, “devrimin temel ve önder gücü işçi sınıfıdır” tespitinde bulunup, sınıf mücadelesini onun üzerinden yürütmüş olmasıdır. Yıllardır, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin” sloganının beyhudeliği, işçi sınıfı ile sosyalist devrim ve sosyalizme yürümenin imkânsız olduğu, Reel Sosyalist deneyin yaygın pratiği ile ortaya çıkmışken, yenisi hangi derde deva olacaktır. Anlamak mümkün değildir.
Bu nedenle, işçi sınıfı geleneği idealizmi, günümüzde yaşanan sınıf mücadelesi pratiğinin hakkıyla çözümlenmesine, yeni ve gerçek, devrimci demokratik bir sınıf mücadelesi perspektifi geliştirmemize engel teşkil etmemelidir. Bundan sonra, artık buna müsaade edilmemeli. İşçi sınıfı geleneksel idealizmi devreden çıkarılmalı, tarihi sorumluluk gereği, ‘Sosyalist Emekçi’ Paradigmayı[[iii]] küçümsemeden, ciddiye alıp değerlendirmeliyiz.
Bu arada, yanlış anlaşılmayı önlemek için önemle ve özellikle belirtmeliyim ki, geçmişte bu konuda çaba sarf eden, direnen ve onurlu mücadeleler ortaya koyan tüm ‘Kızıl Atlı Yoldaşların, Güneşe Yürüyüşünü’, iyi niyetini, dürüstlüğünü, fedakârlığını görmediğim, es geçtiğim, küçümsediğim anlamına asla gelmemelidir. Hepsinin anısı önünde, anıldıkça; her seferinde saygıyla eğildiğimi, özellikle belirtmek isterim.
Ancak, Marksist geçmişimiz ile ciddi biçimde yüzleştiğimizde görülecektir ki, I. II. III. ve IV. İşçi Sınıfı Enternasyonallerinde ve siyasi partilerinde, az veya çok birleşen dünya işçi sınıfı, pek çok ülkede, sistem içi reform ve sözde sistem dışına taşan devrimlere imza attılar. Öyle ki, dünyanın üçte biri, bu devrimler ile kapitalist sistemden sözde koparak, “sosyalizm” veya ona öykünen iktidar biçimleri ile “taçlandı”. Bu iktidarların bazıları, uzun süre yaşadılar. Bunlardan özellikle Lenin’in dehasının ürünü koca Bolşevik Devrimi ile Mao’nun sabır ve dirençle ördüğü “uzun yürüyüşlü” Çin devrimini anmak yeterlidir. Bu devrimler gerçekleşip, uzun süre Reel Sosyalizm olarak yaşadı. Gerçekleşen devrimlerin hepsi, kahrolası ücretli köleliği devreden düşüremedi. Kapitalist sömürüyü ortadan kaldıramadı. Proletaryayı “sosyaliste”, kapitalizmi sosyalizme dönüştüremedi. Tüm dünya ülkeleri için tasavvur edilen devrimci sosyalizmi, hiçbir ülke ile buluşturamadılar. Derken hepsi, somut kazanımları ile birlikte, “gerisin geriye” kapitalist sisteme entegre olup. Yok oldular!
Bu yok olmaya, haklı olarak “yenilgi” diyor Fikret Başkaya Hoca. Yaşanan acı geçmişin yenilgilerinin bir tekrarı biçiminde olsa da “Bu yenilgi tuzağından kurtulmanın yolu” diyor Fikret Hoca’nın çağrısı “bir işçi sınıfı enternasyonali oluşturmaktan geçiyor ki, bu mümkün. Tüm ülkelerin kapitalistleri birleşmişken, dünya işçilerinin ve ezilen halkların ortak bir amaç için mücadele etmesine bir engel var mı?” diyor.
Var!
Maalesef, “Tüm ülkelerin kapitalistleri birleşmişken, dünya işçilerinin ve ezilen halkların ortak bir amaç için mücadele etmesine bir engel var mı?” sorusunun kurgusunun altında yatan anlayış, tam da Marksist, ütopik Jakoben Sosyalist bir anlayışın ürünüdür. Bütün ülkelerin burjuvaları, dünya çapında ve tek tek ülkede, baskı ve sömürü için birleşirler. Her zaman da birleşebilirler. Çünkü onların üstünde oynayabilecekleri, kapitalist emperyalist bir Dünya Ekonomisi, her ülkede kurulu kapitalist toplumsal ekonomik bir altyapıları ve ona dayalı siyasi, kültürel ve ideolojik toplumsal bir üstyapıları vardır. Bu altyapıya dayalı siyasal, kültürel, ideolojik vb. üstyapı kurumları ile sınıf mücadelesi yürütürler. Ve kazanırlar. Ama işçi sınıfının (ve onun adına hareket eden işçi sınıfı sosyalistlerinin), kapitalizmden faklı aktüel olan veya oluşturulan, ekonomik toplumsal bir altyapıları yok ki, onun üzerinden ve ona dayanarak, siyasal, kültürel, ideolojik vb. toplumsal üstyapı kurumları üzerinden devrimci bir sınıf mücadelesi yürütülebilsinler. Dolayısıyla, olmadığı için de her seferinde kaybettiler. Kaybederler. Kaybedecekler! Ne diyordu Marks, “bireylerin ne oldukları, onların üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır.” Kapitalizmde işçi sınıfının (ve onun adına hareket eden sosyalistlerinin), içinde bulunduğu “maddi üretimlerinin koşulları” nedir? Kapitalist! O halde, işçi sınıfının ve onun adına hareket eden “sosyalistlerin ne oldukları” belli değil midir? “Üretimlerinin maddi koşullarını” pratik olarak yaşamayan kişi veya toplumsal sınıf, nasıl özünden başka bir şey veya sosyalist olabilir? Dışarıdan bilgi aktarımı ile işçi sınıfı sosyalist olabilir mi? Geçmişte harcanan çaba ve mücadeleye rağmen, yaşanan bunca yenilgi, işçi sınıfının sosyaliste dönüşmediği, dönüşmeyeceği gün gibi açık değil midir? Yoksa işçi sınıfı sosyalist oldu da, sonra bıraktı mı? Bıraktıysa! o zaman sorun nedir? Kurtuluş için işçi sınıfı üzerinden, sınıf mücadelesi düşlemenin, artık bir anlamı kaldı mı?
Bu nedenle, türü ve biçimi ne olursa olsun, işçi sınıfı ya da burjuvazi, aynı kapitalist toplumsal altyapı üzerinden, faklı biçimlerde örgütlendiğinde, özünde birbirlerinden farklı örgütlenmiş olmazlar. Çünkü her ikisinin de örgütlenme biçimi, sistem içidir. Reel Sosyalist deney, Enternasyonal pratiği ve geleneksel işçi sınıfı partileri ve hareketleri, çöken işçi sınıfı idealizminin ispatıdır. Mevcut kapitalist sistemden farklı olarak, yeni bir üretim biçiminin “maddi üretim koşulları” orta yerde yoksa ki, yoktur. O halde, işçi sınıfının içinde bulunduğu, kapitalist “maddi üretim koşullarında”, örgütlenip sosyalistleşebileceği beklentisi ve inadı; tıpkı Hegel’in maceraya çıkmış Mutlak Tin’in, fasit bir daire üzerinde dönüşü ile zenginleşip gelişmesine öykünmeye benzemez mi? Dolayısıyla, burjuvazinin tersini yapmak bizi selamete çıkarmaz. Murat edilen bu kadar basit değildi, değildir. Burjuvaziyi veya onun üstünde oynadığı kapitalist toplumsal altyapıyı, sosyalist toplumsal altyapıya dönüştüren, uzlaşmaz ‘Sosyalist Emekçi’ devrimci eylem biçimleri ve örgütlenmeler bizi ancak selamete çıkarabilir. Aranan ve aranması gereken budur!
Bu itibarla düzeltilip, yeniden kurulmuş aşağıdaki Diyalektik Tarihi Materyalist Yasanın akış tarzında, anlaşmamız gerekir ki, aynı dili konuşabilelim:
Toplumsal diyalektik veya toplumsal olguların değişim hareketi, herhangi bir Üretim Biçiminden, bir başka Üretim Biçimine geçişi, tarihi hüküm altına almıştır. Örneğin: Mevcut Üretim Biçimine Feodalizm, geçişe konu bir sonraki Üretim Biçimine de kapitalizm diyelim. Yani feodalizmden kapitalizme geçişin, hareket ve değişim tarzını kısaca tartışalım.
Feodal toplum Üretim Biçimi:
Serf, mevcut maddi üretim araçları ile feodal mülkiyet ve üretim ilişkileri üzerinden koşullanıp belirlenmiştir. Bu belirlenmenin böyle olmasının temelinde, evrensel olan, toplumsal ve devrimci bir yasanın hükmü vardır: Bu yasa: Tarihi Toplumsallaşma Sürecini devindirip, onun devrimci motoru olarak işlem gören, maddi üretim araçları, özellikle üretim alet ve makinelerin, sürekli ve kesintisiz gelişmesi tarafından şekillenir. Feodal hâkim sınıflar, maddi üretim araçlarının sürekli ve kesintisiz gelişmesinin, sistemlerini aşmalarını geçici olarak engelleyebilirler ama bu yasanın hükmünü tamamen ortadan kaldıramazlar. Çünkü bu yasanın hükmünü tümden ortadan kaldıran bir tutum, kendileri dâhil tüm toplumu yok etme saçmalığı demektir ki, bu mümkün değildir. Feodal hâkim sınıflar, sadece, maddi üretim araçlarının feodal özel mülkiyeti üzerinden, alet ve makinelerin gelişmesini kontrol altına alabilirler. Böylece, kontrollü bir biçimde, onların gelişmelerini geçici, engelleyip yavaşlatır veya kısa bir an için durdurabilirler. Maddi üretim araçlarının gelişmelerini engelledikleri andan itibaren de zaten, feodal hâkim sınıfların, tarihi toplumsal gericiliğinin özü açığa çıkmış olur. Feodalizmin bağrında, maddi üretim araçları, sürekli gelişmeleri ile belli bir süre sonra, feodal beyin kontrol ettiği serf ile feodal üretim ve mülkiyet ilişkilerini aşarlar. Bu aşma ile maddi üretim araçları, yeni gelişmelerine denk düşen, nüve halinde ama kapitalistin kontrol edeceği yeni kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri ile bu ilişkiler temelinde oluşan ücretli işçiyi (proletaryayı) geliştirirler. Geliştirmekle kalmaz, onları ilerletip, güçlendirerek feodal toplum üretim ve mülkiyet ilişkilerinin karşısına dikerler. Böylece, TOPLUMSAL ALTYAPILARI temsil eden, yeni ve eski hâkim sınıflar önderliğinde, yeni ile eski mülkiyet ve üretim ilişkilerini temsil eden sistem güçleri arasında, devrimci çatışmalar dönemi başlar. Yani feodalizmin bağrında, kapitalizm ile feodal güçler arasında, kapitalist altyapı inşasını hedefleyen uzlaşmaz devrimci bir sınıf mücadelesi başlar. Nihayet kendi önderliğinde burjuvazi, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet” şiarları ile işçi sınıfını kuyruğuna takıp, ekonomik ve siyasal bir devrim ile feodal güçleri alt ederek, kapitalist toplumsal geçişi sağlar.
Böylece gelmiş, geçmiş ve gelecek; tüm toplumsal Üretim Biçimlerinin geçişinde, bu tarihsel gidişatın genel hükmü işler. İşlemiştir! İşleyecektir! Lenin’in özlü ifadesiyle bu akış, “Yeni toplumun, eski toplumdan, başlayan doğuşu; eski toplumdan, yeni topluma geçiş biçimi; doğal bir tarih süreci.” olarak kesintisiz devam eder. Edecektir!
Ne yazık ki, Hegel’in Görüngü Biliminde (Fenomenolojisinde) tartıştığı, düalitik “efendi-köle diyalektiği”[[iv]], yukarıdaki Diyalektik Tarihi Materyalist Yasaya aykırı olarak, Marksizm’in temeline sinip, sonuçları çok ağır olan teorik ve pratik işlem görmüştür. Bu nedenle, Marks’ın, burjuvazi-işçi sınıfı “uzlaşmaz karşıtlığı” üzerinden geliştirdiği, teorik devrim ve sosyalizm davası ve pratik sınıf mücadelesi tarzı, kapitalist toplumsal sistemi aşamamıştır. Çünkü Marks’ın, devrim için işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki mücadele tarzını ele alış biçimi, Hegel’in efendi-köle düalitik diyalektiğinin, “ters çevrilmiş” madde-düşünce form öncelemesi dışında aynıdır.
Bu nedenle Marks, feodalizmden kapitalizme geçişte, teorik diyalektik anlayışı ile toplumsal geçiş pratiği arasında yanıldığını görmüş ama işin içinden, teorik düzeyde dahi çıkamamıştır. Hegel’in efendi-köle diyalektiği anlayışına dayalı, Marks’ın devrim için işçi sınıfını ele alış biçimine göre, feodalizmi yıkan devrimci gücün serf (toprak kölesi) olması gerekirdi. Ama olmadı. Çünkü Hegel kurgusu açısından, böyle bir hadisenin geçekleşmesi, hâkim sınıfın (efendinin) yenilgisi, “tarih yazımının sonu” demek olurdu. Ama Hegel’i ters yüz etmesiyle, Marks için tarih yazımı ve yapımının Hegelci biçimi sözde aşılmış oldu. “Tarih yazımının sonu” yerine Marks, sosyalist toplumun kuruluşunu öngören “Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir” anlayışını geliştirip, tarihin “özgür” akışının önü açtığını sandı. Ama ne fayda! Sistem içine koşullandırılmış, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzlaşır sınıf mücadelesini, uzlaşmaz sınıf mücadelesi gibi ele alan Marks, Hagel’i “madde diyarında” devam ettirdi. Ve böylece, Hegel’in öngörüsüne göre kapitalizmin devamı ile “tarih yazımının sonu” gelmediği gibi Marks ile de kapitalist sistemi aşan yeni ve devrimci bir tarih yapımı ve yazımı yapılamadı. İş, Reel Sosyalizmin çöküp, geriye dönmesi ile Hegel’in maceraya çıkmış Mutlak Tin’in, fasit daire üzerinde dönüşü ile zenginleşen idealist kurgusuna benzedi.
Bu nedenle, önemle vurgulamam gerekir ki, ister Hegel olsun, ister Marks olsun, herhangi bir Toplumsal Üretim Biçimi Olgusuna ait sınıfsal ikizler arasındaki uzlaşan sınıf mücadelesi ile sistemi aşan, yeni ve devrimci bir tarih yapımı ve yazımı yapılamaz. Bu hükmü, uzlaşmaz sınıf mücadelesi gibi göstermekle sorun çözülmez. Nitekim bu durum, köleci toplumu yıkamayan köleler, feodalizmi yıkamayan serfler ve kapitalizmi yıkamayan işçi sınıfı pratiği ile kesin olarak ispatlanmıştır. Yani kapitalist toplumsal olguya ait burjuvazi ile proletarya arsında, proletaryanın geliştireceği her türlü, örgütlenme ve sınıfsal mücadele biçimleri ile kapitalist sistemi aşan yeni ve devrimci bir tarih yapımı ve yazılımı yapılamaz. Bu gerçeklik, teorik ve pratik kesinlik kazanmıştır.
Hegel’in konu ile ilgili Köleci Toplum Olgusunun temel ikizleri, efendi ile köledir. Hegel’in düalitik Efendi-Köle diyalektiğine göre, efendi köleyi yenip kendine boyun eğdirebilirdi. Bu normal tarihin akışıydı. Zaten tarih böyle yapılırdı. Mutlak Tinin, köleci toplum için toplumsal olgu ikizleri olan efendi-köle birliği aşılıp, yeni bir başka toplumsal olgu ikizleri ile Mutlak Tin’in özgürleşme ve zenginleşme macerası devam ederek gerçekleşirdi. Böylece Mutlak Tin tarafından, tarihin yapımı ve yazımı devam ederdi. Bu ”tarih yazımının sonu” değil, Mutlak Tin’in fasit bir daire üzerinde zenginleşerek, tarihin döngüsel yapımı ve yazımının devam etmesi demekti.
Ama Hegel’e göre köle efendiyi yenerse, iş anormalleşirdi. ”Tarih yazımının sonu” gelirdi. Çünkü efendi, köleci toplumsal olgunun bağımsız ve hâkim bir öğesi, ‘Mutlak Tinin’ bire bir varlıksal dışa açınan uzantısıydı. Köle ise efendinin kendi bağrından dışsallaştırdığı, “gerçek varlığının” bir biçimi, ‘Mutlak Tinin’ ikinci kademedeki bir türevi ve uzantısıydı. Köle efendiyi yenerse, Mutlak Tin’in kendini efendi üzerinden dışsallaştırıp maddeleşme serüveni yani “özgürleşme ve zenginleşme” hareketi kopup kesintiye uğrar. Efendi şahsında Mutlak Tin, kendini var etmemiş olurdu. Böylece, tarihin gelişim zinciri kopmuş, Hegel’e göre tarihin yapım ve yazım biçimi sona ermiş olurdu.
Marks, Hegel’in bu idealist kurgusunu, düşünceden maddeye “açınan” formunu; tam ters çevirip, maddeden düşünceye giden formuna dönüştürünce, işi hallettiğini zannedip, hadiseyi şöyle özetledi: ”Hegel’in elinde diyalektiğin mistisizmle bozulması, ayrıntılı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini, ilk kez onun sunmuş olduğu gerçeğini örtmez. Hegel’de diyalektik baş aşağı duruyor.” Diyerek, “Benim diyalektik yöntemim Hegel’ci yöntemden yalnızca faklı değil, onun tam karşıtıdır da.”[[v]] derken, Hegelci diyalektiğin özüne dokunmadan, onun ters çevrilmesine SIĞINIP kaldı. Ama esas olarak, Hegel’in düalitik Efendi-Köle diyalektiğinin özünü, burjuvazi-proletarya üzerinden devam ettirdi. Bu nedenle Hegel’e öykünen Marks, kapitalist toplumsal olguya ait burjuva-proleter sınıfı ilişkisini, efendi-köleye benzer biçimde, sosyalist devrim için ele alıp teorileştirdi. Ama Batı Avrupa’da, feodalizmden kapitalizme geçiş incelemelerinde gördü ki, devrimci sınıf mücadelesi, teorik anlayışına ters yönde gelişmiş. Feodalizmi yıkan gücün serfler olması gerekirken, onun yerine burjuvazinin bu görevi yaptığını gördü. Böylece teorik anlayışına ters olsa da Marks, tarihin gelişim pratiğini önemseyerek, feodalizmi yıkan gücün serfler değil, devrimci burjuvazi olduğunu bizzat deklere edip [[vi]] işin içinden çıktığını zannetti. Teorik anlayışına göre feodalizmi yıkan gücün serfler olması gerekirken, neden burjuvazi devreye girip feodalizmi yıktı? Sorgulamasını yapmadan, Marks, kapitalizmden sosyalizme geçiş için burjuvazi ile işçi sınıfı ilişkisini ele alıp, “devrim ve sosyalizm davasının, temel ve önder gücü işçi sınıfıdır” saptamasını yaptığı anda, dünya devrim ve sosyalizm davası iddiasını, ta baştan zaten kaybetmişti.
Bir soru ile konuyu biraz daha açalım:
Yukarıdaki Hegelci anlayışa ek olarak peki, Marks neden kapitalizmden sosyalizme geçiş için temel devrimci ve önder gücün işçi sınıfı olduğunu vaaz etti?
İşte! Konunun nirengi noktası burasıdır.
Serf (toprak kölesi) ne kadar feodal toplumun ikinci ezilen temel sınıfı ise işçi sınıfı da o kadar kapitalizmin ikinci ezilen temel sınıfıdır. Yani serf ne kadar ezilen “feodal bir sınıf” ise işçi sınıfı da o kadar ezilen kapitalist bir sınıftır. “Gerçekte emekçi, daha kendisini sermayeye satmadan önce, sermayeye aittir.”[[vii]] Diyor Marks. Neden? Çünkü emekçi, maddi üretim araçlarının mülkiyetinden yoksudur da ondan. Dolayısıyla, işçi sınıfı ücretli kaldıkça bu gerçek değişmez. Onun için işçi sınıfı da burjuvazi gibi Kapitalizme aittir. İşçi sınıfı SATILACAK soyut emek gücü mülkiyetine sahip bir sınıftır. Satılacak bu mülkiyete sahip olduğu müddetçe, işçi sınıfı kapitalizmin ezileni olmaktan, kapitalist sisteme ait olmaktan kurtulamaz. Dışarıdan sosyalist bilinç aktarımı ile bu gerçek değiştirilemez. Reel Sosyalizmin çöküşü bu gerçeğin ispatıdır. İşçi sınıfı, kendi emek gücünü kapitaliste satarak, Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Miras payına sahip çıkamayarak, kendisini ve toplumun diğer tüm sınıf ve tabakalarının kapitalist tarzda sömürülmesine payanda, kapitalist sistemin devamına yol açar. “Şu halde” diyor Marks, “kapitalist üretim süreci, kendi iç bağıntısı içerisinde ya da bir yeniden üretim süreci olarak düşünüldüğünde, yalnız meta üretmekle, artı değer üretmekle kalmıyor aynı zamanda, kapitalist ile ücretli işçi arasındaki toplumsal ilişkiyi de üretiyor. Ve yeniden üretiyor, sürekli hale getiriyor.” [[viii]] Böylece işçi sınıfının ücretlilik koşulu, doğal olarak ve kaçınılmaz biçimde, kapitalist sömürüyü var edip, ona ana destek sağlıyor!
Aslında kapitalist mülkiyet, esas olarak burjuvazi ile işçi sınıfı arasında bölünmüştür. Biri burjuvazi tarafından sahiplenilen somut/fiziki mülkiyettir. Diğeri işçi sınıfı tarafından sahiplenilen SATILIK soyut emek gücü mülkiyetidir. Biri, kapitalistin sahipliğinde türev, ölü ama mekanik/otomatik canlanabilen alet ve makine emek gücüdür. Diğeri işçinin, satılık canlı emek gücüdür. Kapitalizm için biri olmadan diğeri olamaz. Bunlar kapitalizmin varlığı ve yaşaması için bir birini koşullandırır, destekler. Bir arada var olurlar. Aralarındaki mücadele uzlaşır, sistem içi, sistemin bekasının devamı içindir. Tarihi olarak, biri ücretli çalıştırmaya, diğeri ücretli çalışmaya ayarlıdır. İkisi birden, tas tamam, kapitalist toplum olgusunu oluştururlar.
Kapitalizm, diğer toplumsal Üretim Biçimleri gibi toplumsal (sosyolojik) bir olgudur. Her olgu gibi o da diyalektik değişime tabidir. Her toplumsal olguyu belirleyen temel ikizler gibi kapitalizm de kendi temel ikizleri olan, burjuvazi ile işçi sınıfı tarafından belirlenir. Dört öğeli diyalektik yöntemimiz (Tez, A-Tez, Anti-Tez ve Sentez) açısından, kapitalist toplum olgusunun Tezi burjuvazi, A-Tezi işçi sınıfıdır. Bu ikisi, birlik ve uzlaşır mücadele ile kapitalist toplum olgusunun ikizlerini oluştururlar. Dolayısıyla 4’lü diyalektik değişken üzerinden, kapitalist toplumsal olgu sorgulandığında, işçi sınıfı, kapitalizmin Anti-Tezi değil, A-Tezidir. A-Tezidir! Çünkü işçi sınıfı olmadan kapitalizm var olamaz. Tez olan burjuvazinin yanında, kapitalist toplum olgusunu olumlayan, ikinci temel öğedir. Bu itibarla onun, kapitalist sistem dışında var olama ve yaşama şansı yoktur. Olamaz! Onun için Reel Sosyalizmde bile sebat etmeyip geri, orijinal kapitalist yuvasına döndü.
Kapitalizmin Anti-Tezi, kapitalizmin bağrında gelişen, maddi üretim araçlarının, özellikle üretim alet ve makinelerin, değişim ve gelişmesinin varlık biçimi olarak koşullanan, sosyalist özel mülkiyet ve üretim ilişkileri üzerinden belirlenen ‘Sosyalist Emekçidir’. Dolayısıyla Marks’ın vazettiği gibi işçi sınıfı Sosyalist toplum için devrimci öncü bir güç değildir. Olamaz! Bu Hegelci Efendi-Köle idealizminin, Marks’ta devamından ibarettir. Kapitalist sistemin hâkim sınıfı burjuvazi kadar olmasa da; işçi sınıfı da sistemin yıkılmasına az veya çok direnç gösterir. Veya kayıtsız kalır. Tutumu tamamen konjonktüreldir. Bu nedenle ücretli çalışma için grev, genel grevlere soyunur. İşini kaybetmektense patronuna yaltaklanıp, işyerinin bekası için yani ücretli işini kaybetmemek için sendika, sigorta hakkından, ücret artışından, özlük haklarından bile vazgeçer.
Bu itibarla, Fikret Hoca’nın belirttiği gibi “Marks, sendikalarla ilgili olarak: ‘Sendikalar işçileri bir örgüt çatısı altında toplayarak, önemli bir iş başarıyorlar ama mücadeleyi sistem dâhilinde yürütme tercihi yaptıklarında da daha baştan kaybediyorlar’ demişti. Geride kalan dönemde yaşananlar Marks’ı haklı çıkarmış görünüyor.” Diyor Fikret Hoca.
Peki, Hocam! İşçi sınıfına devrimcilik payesi atfederek daha baştan Marks ve Engels kaybetmediler mi? Dünya çapındaki Reel Sosyalist pratik neyin nesidir? Sendikal mücadele sistem içidir de işçi sınıfı sistem dışı mıdır? Veya dışarıdan bilgi aktarımı ile işçi sınıfı sistem dışı olabilir mi? Toplumsal (Sosyolojik) olgu açısından, böyle bir değişim mümkün müdür?
Geçmişte mümkündür denildi. Şimdi de denebilir:
Çünkü Marks, Engels, Lenin’in teorik düşünceleri ve Tarihsel Marksizm’in 150 yıllı aşkın Reel Sosyalist pratiği, dışarıdan işçi sınıfına sosyalist bilinç aktararak onun devrimcileşmesine hükmeder. Oysa işçi sınıfının doğasında, kapitalist sistemi aşmanın zerresi yoktur. Yani işçi sınıfın altyapısında/oluşumunda sistemi aşma gücü yoktur. Ama ona bilgi aktararak dönüştürülebilir deniyordu. Ki bu da saf ama ince dokunmuş bir idealizmdir. Bu idealizm, günümüze kadar yaşanan yenilgilerin pratiği ile at başı süre gelmiş. Devam etmektedir. Tarihsel kökleri, Hegel’e dayanır. Hegel diyordu: “Madde fikrin görüngüsünden ibarettir. Gerçek olan madde değil, gerçek olan bilinçtir.” Gerçek olan “bilinç” ise o zaman işçi sınıfına, işçi sınıfında olmayan, ama “gerçek” olan devrimci sosyalist bilinç aktarılırsa, işçi sınıfının doğası değişecek, “sosyalistleşip” devrimci bir sınıfsal güç haline gelecek SANILDI. Böylece işçi sınıfı, sistem dışını hedefleyen “devrimci” bir sınıf olur beklentisi hâsıl oldu… Marksist devrim teorisi bu temelde inşa edildi. Bu temelde, pek çok olumsuz deney, yenilgilerle dolu pratik yaşandı. Dışarıdan işçi sınıfına sosyalist bilinç aktararak onun devrimcileşmesine hükmetmek, öyle saf idealist bir anlayıştır ki, “ol dersek olur” veya bilgi üfleme ile ölü canlanır babındandır. Oysa aynı Marks “bireylerin ne oldukları, onların üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır.” Yani “üretiminin maddi koşulları” neyse birey odur. Harika tespitini yapar. Dolayısıyla Marks, Engels, Lenin ve Tarihsel Marksistler tarafından, İşçi sınıfının kapitalizmi dönüştürmede “Anti-Tez” veya “devrimin temel önder gücü” olarak algılanmasının temelinde, “önce bilinç, sonra madde” denen Hegelci düalitik diyalektik idealist felsefi anlayışın, ince ayar çizgileri yatar.
Bir an için bütün bunlar bir kenara!
Fikret Hoca, son derece doğru bir saptamada bulunuyor: “Zira kapitalizmi aşma, kapitalizmden çıkma perspektifi yokluğunda, sistem dâhilinde mücadeleyle kalıcı kazanımlar elde etmenin mümkün olmadığı anlaşılmış bulunuyor…” diyor Fikret Hoca. Anlaşılmasına anlaşılmıştır! Ama, Fikret Hoca ile Samir Amin Hocanın, “İşçi sınıfının ve dünya halklarının Enternasyonalini yeniden inşa etmek zorundayız” sloganı ile “işçi sınıfı ve dünya halkları” üzerinden yeni bir enternasyonalinin oluşturulması zorunluluğuna katılmamız gerektiğinden bahsediyorlar. Çağrıda bulunuyorlar. Çağrıda bulunurken, Fikret Başkaya Hoca ile Samir Amin Hocanın o çok değerli “kapitalizmden çıkma perspektifi yokluğu” tespiti, kazaya uğrayıp heba oluyor. Ne yazık ki, bu çağrı ve istenen enternasyonal örgütlenme tarzı ile Fikret Hocanın belirttiği gibi “gerçekten devrimci, doğrudan kapitalizmi aşma perspektifine sahip yeni örgüt modelleri ve mücadele yöntemleri keşfetmek” geliştirmek mümkün olmaz. Çünkü çağrı bizi ileriye, yeniye, aşılan Marksizm’e değil, gerisin geri eski Marksist perspektife öykünmeye, örgütlenmeye çağırıyor.
Dolayısıyla çağrı yersizdir!
Peki, ama çağrı nasıl olmalıdır!
Çağrı:
Büyük İnsanlık zaman kaybetmeden, her ülke gerçeğinde, ‘Sosyalist Emekçi’ paradigma temelinde, kapitalist toplumsal altyapıyı, sosyalist toplumsal altyapıya dönüştürmek üzere örgütlenip, harekete geçmek ZORUNDADIR. Şeklinde olmalıdır.
Bu nedenle Marks’ın, “kurtuluş, tarihsel bir olgudur. Zihinsel bir iş değildir.” Saptamasının gerçekleşmesi için ‘Sosyalist Özel Mülkiyeti’ öngören sosyalist toplum olgusu, her ülke toprağında, ‘Sosyalist Emekçi’ paradigmanın, eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyeti temelinde güncellenmelidir. Bu güncellenme ile ‘Sosyalist Emekçi’ örgütlenmeler üzerinden, sosyalist enternasyonal örgütlenmelerine geçmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki,
‘Sosyalist Emekçi’, Büyük İnsanlığın geleceğinin teminatıdır!
DİPNOTLAR
[i] Fikret Başkaya, Helâlci Sendika Konfederasyonu…,
http://ozguruniversite.org/2017/08/24/helalci-sendika-konfederasyonu-fikret-baskaya/
[ii] Samir Amin, İşçi sınıfının ve dünya halklarının Enternasyonalini yeniden inşa etmek zorundayız. http://ozguruniversite.org/2017/08/07/isci-sinifinin-ve-dunya-halklarinin-enternasyonalini-yeniden-insa-etmek-zorundayiz/
[iii] “Sosyalist Emekçi” paradigma için bkz. Nazım Can, 30 Mart 2016, Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -1, 2, 3 ve 4. http://ozguruniversite.org/2016/05/03/toplumu-bicimlendiren-olgularin-tarihsel-eylemi/
[iv] G.W.F. Hegel, Tinin Görüngü Bilimi, Özbilincin Bağımsızlık ve Bağımlılığı, Efendilik ve Kölelik, İdea Yayınları 1986, s.124-132
[v] Marks (1873), Kapital Cilt I, Almanca 2. Baskıya Sonsöz, Sol Yayınlar, 3. Baskı 1986, S. 28.
[vi] Marks (1847), Felsefenin sefaleti, Yedinci ve Sonuncu Gözlem, Sol Yayınları 3. Baskı, S. 129-130
[vii] Marks (1873), Kapital, Cilt I, Basit Yeniden Üretim, Sol Yayınlar, 3. Baskı 1986, S. 593.
[viii] Marks (1873), Kapital, Cilt I, Basit Yeniden Üretim, Sol Yayınlar, 3. Baskı 1986, S. 594.