Kürt Tarihi dergisi, Kürdoloji çalışmalarına katkılarından ötürü araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak onuruna hazırlayacağı dosya için benden bir yazı isteyince, kabul ettim.
Bayrak, Sinemilli aşiretinin bir koluna mensup olan ve Sarız Dallıkavak köyünde yaşayan Kürt-Alevi bir ailenin evladıdır.
Yüksek öğrenimini Ankara yapmıştır. Edebiyat-folklor alanlarındaki yazıları ve kitapları zaman içinde Kürdoloji çalışmalarına geçişine vesile olmuş; kütüphaneler, sahaflar ve farklı yerlerden temin ettiği resmi belgeleri Osmanlıcayı bilmesi sayesinde değerlendirmiş ve Kürtler hakkında daha kapsamlı çalışmalar yapmasının yolunu açmıştır.
Yorumlayarak derleyip yayımladığı birkaç önemli kitap arasında aşağıda değineceğim hususları tafsilatlı biçimde veren “Açık-Gizli, Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri” başlıklı eseri, 1994 yılında Özge yayınevi tarafından basılmıştır.
Bayrak hakkındaki makalem için hem elimdeki kitaplarına baktım, hem de televizyon kanallarındaki “Kürt ve Alevi tarihi” eksenli konuşmalarını izledim.
Daha önce de aşina olduğum Prof. Hasan Reşit Tankut‘un Kürtler, Zazalar, Aleviler, Nusayriler ve diğer etnik-dinsel azınlıklara dair raporları hakkındaki görüşleri dikkatimi çekti.
Adı geçen kitabında Bayrak, gerek yazılı gerekse sözlü olarak Tankut’un kişiliğine, onun devlet nezdindeki görevlerine ve yaptığı çalışmalara sıkça atıfta bulunuyordu.
Söz konusu kitapta, Tankut’un el yazısıyla kaleme aldığı biyografisini okudum, lakin bununla yetinmedim; resmi görüşü benimseyen kalem erbaplarının nasıl bir portre tasvir ettiklerini de merak ettim. Birkaçına birlikte göz atalım:
Dilci (D.1891-Elbistan-Öl.1980-Ankara). Mülkiye Mektebi’ni (Siyasal Bilgiler Okulu) bitirdikten (1913) sonra çeşitli yerlerde kaymakamlık yaptı. Mülkiye müfettişliği (1919-28), milletvekilliği (1931-40) görevlerinde bulundu. Millî Mücadele yıllarında Tokat yöresinde savaştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğretim üyeliği (1936-40), Türk Dil Kurumu’nda genel yazmanlık ve ikinci başkanlık (1934-50) yaptı. Dil ve tarih alanında resmî görüş doğrultusunda yaptığı çalışmalarıyla tanındı. 1
Bir dönem Türkiye İşçi Partisi Balıkesir İl Başkanlığı, Yazarlar Sendikası ve Türkiye PEN Yazarlar Derneği yönetiminde bulunan şair-yazar-araştırmacı Şükran Kurdakul, Tankut’un “dilci ve edebiyatçı yanına ilaveten onun devlet nezdindeki çeşitli görevlerine” değinmekle yetinmiştir. (2)
Üçüncü bir tanıtıma bakalım:
Kahramanmaraş Milli Mücadelesi’nin 97. yılı dolayısıyla Sütçü İmam Üniversitesi ve Kahramanmaraş Belediyesi’nin ortak düzenlediği Uluslararası Milli Mücadele Döneminde Maraş Sempozyumu’nda ‘kalemleriyle savaşanlar’ başlığı altında o dönem yaşamış edebiyatçı, dilci, tarihçi ve politikacı Prof. Hasan Reşit Tankut’un hayatı ve o dönemi anlatan önemli bir kaynak niteliğindeki ‘Maraş Yollarında’ isimli eserini tanıtmak amaçlı bir sunum yapılmıştır.
O dönemlerden başlayarak, modern çağda da edebiyat ve şiir alanında ülkeye hizmetlerde bulunmuş, çok yazar ve düşünür yetiştirmiş olan şehrin o dönemin önemli bir şahsiyeti olan Tankut asker ve edebiyatçı yönüyle önem arz etmektedir. 3
Maraşlı Şairler, Yazar, Düşünürler isimli blog, yukarıda bahsedilenlerin yanı sıra Tankut’un kamuoyunda fazlaca bilinmeyen yönüne ilişkin bazı bilgiler veriyor:
…Hasan Reşit Tankut’un Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluşunda da görev aldığı yolunda belgeler var. MİT arşivinde, bu belgeler yer alıyor ve internet sayfasında yayımlanıyor… Tankut’un içinde yer aldığı heyet, Almanya’da kurs görmüştür. 4
Burada, iki noktaya dikkatinizi çekmek isterim.
Bir: Tankut’un aktif olduğu 1920’li yıllarda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) yoktu. Milli Emele Hizmet (MEH) teşkilatı vardı ki, Atatürk’ün emriyle 19 Aralık 1926 tarih ve 4507 sayılı kararnameyle resmiyet kazanmıştı.
MİT’in kurulma kararı ise 22 Temmuz 1965’te alındı. Bu durumda Tankut’un kurulmasına katkıda bulunduğu teşkilat MEH olmalıdır.
İki: Tankut’un da içinde bulunduğu heyet, ırkçı Nazi fikriyatının yaygın olduğu Almanya’ya gitmişti. O halde asıl soru şudur: Alınan kursun içeriği ve amacı neydi?
Söz gelimi kafatasçılık ve ırkçılıkla ilgili tezler ve yöntemler olabilir miydi?
Anlaşılan farklı yazarlar, önemli gördükleri bölümleri ön plana çıkarmışlar. Biz, giriş kısmını, araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak’ın şu yorumuna bırakalım:
…Türk Devleti’nin Kürt resmi politikasının oluşumunda (ilgili makamlara sunulan raporlarıyla) önemli bir katkısı olduğu anlaşılan Prof. Hasan Reşit Tankut’un özgeçmişi ve anıları; kimliği ve kişiliği konusunda bilgi vereceği gibi, çalışmalarının niteliği konusunda da bizleri aydınlatacak niteliktedir. Türk Tarih Tezi’yle Kürt resmi politikasının kimlerin elinde nasıl biçimlendirildiği konusunda da bizlere ipuçları verecektir.
1891-1980 yılları arasında yaşayan Maraş-Elbistan doğumlu Prof. Hasan Reşit Tankut’un ilginç bir yaşam serüveni var. Hassa subayı olan babasının görev yaptığı Şam’da koleradan ölmesi üzerine öksüz kalınca birkaç yıl süreyle Elbistan-Kalaycık köyünden Seydo Ağa adında bir Alevi Kürt tarafından korumaya alınıyor.
Şam’da İdadi (lise dengi okul) eğitimini 1909 yılında tamamladıktan sonra, devletin sahiplenmesiyle önce Hukuk, ardından da Siyasal Bilgiler eğitimi yapıyor ve yurtdışına gönderiliyor. 5
Resmi anlatımı benimsemiş görünen Elbistanlı şair-yazar Arif Bilgin ise, farklı bir ayrıntı veriyor:
Tankut’un babasının adı Hacı Reşit (Mülazim/Teğmen), annesininki Fatma’dır. Aslında bilinen soy isimleri Tangut imiş. Soyadı kanununda babası, bunu Tankut olarak kayda geçirmiş. Tankut’un ikisi kız, biri erkek üç çocuğu olmuş. Bir kızı 2005’te vefat etmiş, diğeri Amerikan vatandaşı.
Erkek olan ise Almanya vatandaşlığına geçmiş. Dolayısıyla Elbistan’da Tankut soyadını taşıyan hiçbir akrabası kalmamış. Şam İdadisi ve Mülkiye Mektebi’ni 1913’te bitirince Sivas İli Maiyet Memurluğu, Sivas İli İlkokullar Müfettişliği yapmış. 6
Yine resmi görüşe yakın duran ve makaleleri farklı medya organlarında yayımlanan Elbistanlı yerel gazeteci Adnan Güllü’nün cümleleriyle Tankut’un özgeçmişini tamamlayabiliriz:
“Hasan Reşit Tankut yedek subay olarak görev yaparken Çanakkale, Galiçya ve Sina’da yararlılıklar göstererek madalyalar aldı. I. Dünya Savaşı sonrasında Niksar, Artova ve Erbaa ilçelerinde kaymakamlık yaptı.
Daha sonra Kuvayı Milliye saflarına katılarak Kurtuluş Savaşı’nda görev aldı. Milli Mücadele sırasındaki hizmetlerinden dolayı da İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
İstanbul Emniyeti’ne bağlı 3. Şubedeki görevinden başka, 1926’da İstanbul Emniyet Müdür Muavini, 1928’de Mülkiye Müfettişi olarak görev yaptı. Aynı dönemde Türk Ocakları Genel Müfettişi olarak da çalıştı…
Hasan Reşit Tankut’un bir dönem Ulus gazetesinin sahibi olduğu da kayıtlarda belirtilmektedir.
İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Bulgarcayı iyi derecede bilen Tankut, bu özelliğinden dolayı yurtdışındaki birçok toplantı ve kongreye temsilci olarak katıldı.
Türk Dil Kurumu kurucuları arasında yer aldı, kurumun 1935-1950 arasında ikinci başkanı olarak görevlendirildi. Ayrıca Etimolojik ve Linguistik Filoloji Kolları Başkanı ve Genel Sekreteri olarak çalıştı.
Hasan Reşit Tankut, Güneş-Dil Teorisi üzerine çalışmalar yaptı. Milletlerarası Bükreş Dil Kongresi’nde olduğu gibi birçok toplantıda teoriyi tanıttı. Buna rağmen Atatürk, ‘Dil işimizde henüz bir istikrara varamadık’ kanaatine vardığı zamanlarda Prof. Dr. Hasan R. Tankut’un da isteğiyle, bu teori üzerinde durmaktan vazgeçti.
1936-1940 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. İdare-Mülkiye Müfettişi, Türk Ocakları Genel Enspektörü (müfettişi) görevlerinde bulundu. Tankut, 1939 yılında başlayan Türkçe Sözlük yazım çalışmalarında sözlüğün genel planını hazırladı.
4. dönem (14 Mayıs 1931’den itibaren) Muş; 1935-1950 arasında (5. 6. 7. 8. dönem) CHP Maraş, 1950-1954 arasında (9. dönem) Hatay ve 1957-1960 arasında (11. dönem) Mardin Milletvekili olarak toplam 7 dönem (29 yıl) milletvekili olarak TBMM’de bulundu. Milletvekilliği sırasında 12 Ağustos 1946 tarihinde TBMM Bayındırlık Komisyonu üyeliğine; 11 Kasım 1946 ve 5 Kasım 1947 tarihlerinde aynı üyeliğe yeniden ve 5 Kasım 1948 tarihinde ise Sayıştay Komisyonu üyeliğine seçildi. 18 Şubat 1980 tarihinde vefat etti.” 7
Atatürk’ün buyruğu üzerine Türkçe Sözlük derleme faaliyetine aktif olarak katılan Tankut, o zamana kadar bu dilde kullanılan yabancı kelimeleri ayıklamakla uğraştı.
1938-39 yılları arasındaki çalışmaları sonucunda 15 bin dolayında kelimeyi içeren Türkçe Sözlüğü 1945’te yayımladı.
Resmi görüşlere yakın bu tür bilgilerin dışındaki bir yorumu, M. Bayrak’tan alıntılayarak konuya devam ediyorum:
“Türkçe dışında Arapça, Fransızca ve Almanca bilen Tankut, idari görevlerinin yanı sıra Birinci Dünya Savaşı yıllarında ünlü Alman oryantalisti Prof. Dr. Nöldeke’ye rehberlik yaparak, Fırat nehri boyunca Kürdistan’ı ve tüm Mezopotamya’yı gezme olanağına kavuşuyor.
Biyografik eserlerde ve Meclis albümlerinde, onun yalnızca resmi yaşamına yer verilir. Oysa birçok dokümanını satın aldığım Tankut’un özel arşivinde, çok daha önemli belgelere ulaştım ve bu gizli raporların büyük bölümünü Kürdoloji Belgeleri-I adlı eserimde yayımladım (yıl 1974).
Özgeçmişine ait bu belgelerin birinde, ‘Gençliğimden itibaren çok gezerim. Bütün Anadolu’yu, Hazar Denizi’ne dek Doğu’yu, tepesine dek Ağrı Dağı’nı gezdim’ diyen Tankut; bu dağdaki bir izlenimini şöyle aktarıyor:
Bu dağda bir mağaraya sığınmış, inziva hayatı yaşayan genç kadınlar gördüm. Bunlar talihsiz aşk kurbanları idiler. Orada, mağaranın ışıklı bir yerinde duvarda hançer ucuyla oyulmuş Kürtçe bir yazı okuttular. Bunu, bir kadın yazmış: Ben ne açlıktan öldüm, ne susuzluktan! Beni öldüren ıssız dağların uğultusudur!
Tankut’un buna benzer birçok ilginç anısı bulunuyor. Sözgelimi, babasının Suriye Havran yakınlarındaki Cebelü’l- Dürüz’deki (Dürzîler Dağı) görevi sırasında, altı yaşına kadar asker ve hayvan dışında hiçbir şey görmediğini anlatıyor.
Kürt toplumunu ve Ortadoğu halklarını geçmişten beri tanıyan Tankut’un konumuz açısından en önemli görevi, 1925’ten sonra bizzat Mustafa Kemal’in görevlendirmesi ve yetkilendirmesiyle yürüttüğü Şark İlleri Asayiş Müşavirliği’dir.
Zamanın Dâhiliye Vekâleti’nin 12.02.1927 tarihli emriyle Diyarbekir Valiliğince kendisine verilen 01.05.1927 tarihli resmi bir belgede; kendisinin Örfi İdare ve Umumi Müfettişlik bölgesine giren ‘…merkezi Diyarbekir olmak üzere Urfa, Mardin, Hakkâri, Van, Bitlis, Siirt, Elaziz, Malatya Vilayetlerinin Asayiş Müşaviri’ olduğu ve her yerde serbestçe dolaşacağı gibi, gerek resmi kişilerin gerekse aşiret reislerinin kendisine her türlü yardım yapmakla yükümlü bulundukları bildirilmektedir.
Bu görevinin yanı sıra, Birinci Umumi Müfettişlik Koordinatörlüğü, Türk Ocakları Genel Enspektörlüğü, Türk Dil ve Tarih Kurumları yöneticiliği gibi görevlerde bulunması ve 1928 yılından itibaren yönetime gizlilik dereceli Etno-Politik İnceleme Raporları vermiş olması ve bu raporları 1960’lı yıllara kadar sürdürmesi dolayısıyla, onu, rahatlıkla ‘Kemalizm’in Etno-Politika Danışmanı’ olarak nitelendirebiliriz.
Başta Güneş-Dil Teorisi gibi ırkçı tezler olmak üzere, resmi düzlemde çeşitli teoriler üreten Tankut’un; Hatay meselesi dolayısıyla Atatürk’ün isteği üzerine hazırladığı Nusayriler ve Nusayrilik (1938), Köylerimiz (1939), Maraş Yollarında (1944), Köy ve Kalkınma (1960) gibi kitap çalışmaları da bulunuyor
Resmi ideolojinin kuramcıları, açık planda ret ve inkârcı, gizli planda itirafçı ve kabulcü bir yöntem izlediklerinden; Tankut’un 1928 yılından itibaren yönetimlere verdiği gizlilik dereceli Etno-Politik İnceleme Raporları, gerek genelde etnik topluluklar, gerek Kürtler ve Aleviler, gerekse özelde Dersim için büyük önem taşımaktadır.
Onun bir devlet politikası olarak hazırladığı ‘Zazalar’ konulu sosyolojik incelemesi ise, Dersim katliamından sonra yayımlanmamış ve ilk kez tarafımızdan anılan eserimiz içinde 1994 yılında yayımlanmıştır.
Prof. Hasan Reşit Tankut’un, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Atatürk’le özel bir ülfeti bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Ankara’daki Millet Meclisi’nin açılışından hemen sonra Ziya Gökalp’e hazırlattırılan ‘Kürt Aşiretleri’ adlı çalışmasının kendisindeki nüshasını Hasan Reşit Tankut’a verdiği gibi; Atatürk’e eski Türk dinleri konusunda rapor-kitaplar hazırlayan Prof. Yusuf Ziya Yörükan’ın Alevilikle ilgili araştırması da onun arşivinden çıkmıştır.
Anılan çalışmamızda yer verdiğimiz bu ilginç araştırma; Yörükan’ın eserlerinde bulunmamaktadır. Tankut’u, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Türkoloji profesörlüğüne atayan da, bizzat Atatürk’ün kendisidir.
Güneş-Dil Teorisi, böylesi bir anlayışın sonucu ortaya çıkıyordu… Bu etno-politik ve dinsel arındırma, tek tipleştirme ve Türk-İslamlaştırma politikası, aynı zamanda 100 yıllık bir katliam sürecini de beraberinde getiriyordu…
Çalışmalarımızda zaman zaman değerlendirdiğimiz bu belgeler; batılı bilim çevrelerinin de dikkatini çekmiştir. Bu anlamda, Hollandalı bilim adamı Prof. Dr. Martin Van Bruinessen ve İsviçreli bilim adamı Prof. Dr. Hans Lukas-Kieser, bu belgelere birçok kez atıfta bulundukları gibi; Prof. Dr. Baskın Oran, Doç. Dr. Mesut Yeğen ve Dr. Hamit Bozarslan da, bu belgelerin Kürt, Alevi ve diğer azınlık sorunları açısından önemine vurgu yapmaktadırlar.” 8
Prof. Dr. H. R. Tankut’un Atatürk’ün “has” adamlarından biri olduğu bellidir.
Peki, onun gözünde Mustafa Kemal nasıl biriydi?
Yanıtını, Tankut’un anlatımlarında buluyoruz:
Bir bakışta dize getiriyor ve bir okşayışta alnımızı göklere değdiriyordu. O’nun işaretiyle akın akın ölümün kenarına dizelendiğimiz zaman ne kadar insanlaştığımızı anlıyor ve gelecek için yaşamanın en büyük zevkini tadıyorduk. İşte onun içindir ki Mustafa Kemal’in savaş yönteminde ve düşmana saldırısında görüleni hiçbir dönemin tarihinde bulamayacaklardır. 9
M. Kemal’in ölümünden birkaç gün sonra Tankut’un, ağlamaklı sesiyle radyoda yaptığı konuşma hâlâ kulaklarımızdadır.
Soruyordu: “Atatürk ölür mü?”
Ve konuşmasını şöyle sürdürüyordu:
“Sümerler atalarının içinde en çok Rimsin’e tapmışlardır. Rimsin, vatanlarını düşman elinden kurtarmış, yaşam düzeylerini yükseltmiş ve Sümer’i kültür merkezi durumuna getirmişti.
Tanrılaştırdıkları Rimsin’in ölümü Sümerleri şaşırtmış ve bu sonuca inanmayarak göklere soruyorlar:
Tanrı ölür mü?
Rimsin’in ölmezliğine inanan ülkücüler, halkın ortasında yükselen soylu ve vakur sesleriyle bu soruyu yanıtlıyorlar:
Hayır, Tanrılar ölmez!
Şimdi Türk yurdunun her tarafından göklere doğru kabaran bir hıçkırık duyuluyor:
Atatürk ölür mü?
Elbette ki ölmez!” 10
Tankut, tanrılaştırdığı M. Kemal’in ulus sevgisiyle ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
“O, milletini bağrına basmış ve bütün aşkını ona vermiş bir baba idi… Ve ‘Gazi’ kelimesinin bu anlamdaki değerini tartmaya çalışıyorduk; bana söz verdi:
– Gazi Hazretleri, dedim. Sizi bugünün yazarları ve şairleri, kalplerinin en samimi köşesinden kaynayıp çıkan sevgi ve takdir ifadeleriyle dolu cümlelerle anarlar.
Kimi Gazi der, kimi kurtarıcı der, kimi de milletin en büyüğü olarak anlatır.
Bunların hepsi gerçeği yansıtan nitelikler olmakla beraber, benim anladığım ‘Gazi Hazretleri’nin tam kendisini anlatamazlar.
Bence, siz kullanılmasını istediğiniz veya hak bildiğiniz tüm beğenileri ve tutkuları önce vatanseverlik odağına toplayıp süzdükten sonra uygulama alanına yayan bir insansınız.
Sizde her şeyden önce millet sevgisi vardır.
Büyük adamın gözleri yaşardı. Ve gönüllerimizi, davranışlarına sonsuz olarak bağladığı zarif jestini yaparak bağırdı:
– Evet! Mustafa Kemal’in gerçek tanımı budur.
Ve sonsuz heyecanının tanrısal bir dalgası görkemiyle ekledi:
– Her şeyden önce millet ve daima millet!” 11
Prof. Hasan Reşit Tankut’un ispat etmek uğruna azami gayret gösterdikten çok sonra vazgeçtiği Güneş-Dil Teorisi, ırkçı bir tezdi.
Nazi iktidarındaki Almanya’da gittiği kurslarda kafatası ölçümlerine dayanarak nasıl ırk tasnifi yapılacağını da öğrenmişti.
Ona göre;
Zazalar, İranileşmiş Türklerdir… Zazalar, her sözde yemin etmekle, her işte hileyle marufturlar… Kürt kelimesi kurt isminden gelir; bu sıfat, kurt kadar zalim oldukları için Kürtlere verilmiştir. Kürt, derbederdir… Ezidiler, şeytana taparlar…12
1930’da yönetime verilen Kürtler hakkındaki “muhtıra” başlıklı raporda ise şu tespitler de yer almaktadır:
“Her yerde azgın ve daima dik başlı yaşamış Kürtlere gelince; genel yurt ve millet güdünlerinde (davalarında), hele savaşlarda hep yiğit ve namuslu kalmışlar, kan ve can pazarında Türk kadar koçak davranmışlardır…
Bizdeki (Şark vilayetlerimizde) varları milyonu geçen bu yurttaşların beşte dördü Türkçeye henüz yabancıdır. Kırmanç, Kurdi ve Zaza denilen üç ayrı lehçe ile konuşurlar. Patuvalarının halk edebiyatı vardır. Bu halk edebiyatından bir de edebi dil doğmuştur.
Öteden beri şiirleri ve şairleri var. İlkel ve göçebeliğin yarattığı zümrecilik gayreti, bu unsuru bugüne kadar millet olmaktan uzak tuttu. Fakat bugün, artık şartlar tamamen değişmiş bulunuyor.
Kısalan yollar yeni fikir akışlarını ve radyo vicdanlara seslenmeyi kolaylaştırdı. Hudut dışı Kürtler Musul’da, Şam’da, Erivan’da ve geçen seneden beri Rumi’ye (Urmiye-İran?) kurdukları ulusçu merkezlerde durmadan çalışıyorlar. Yabancı bilginler, bunlara fikir aşılamakta ve metot öğretmekte adeta birbiriyle yarış ediyor…
İran çevresi ve Kafkas çevresi içindeki Kürtler, o kültürlerin etkisi altında Arap-Kürt, Fars-Kürt, Kafkas-Kürt kırma kültürü doğurmakta olduklarından şark vilayetlerimizi üç cepheden saldırıya açık olarak kabul etmek zorundayız…” 13
Tankut, raporunda, Kürtlerin Türkleştirilmesi amacıyla etno-politik adını verdiği bir enstitü ile bölgede Türk köyleri kurulmasını öneriyor.
Nusayriler ve Nusayrilik Hakkında isimli çalışmasında Tankut, kafatası ölçümlerine bakarak Hatay, Adana, Mersin yöresinde yaşayan bu Alevi inançlı topluğun soyunu Eti denen eski bir kavme bağlamıştır.
Tankut’a göre güya Nusayriler Alpin ırkından imişler ve Alpin ırkındakiler, Önasya’yı yurt tutmuş, sonradan Avrupa’ya geçmişler.
…Antropolojik verilere (aslında kafatası ölçümleri) göre Hatay Alevilerinin konuşmalarına hâkim olan fonem (sesbirim) Alpin fonasyonudur (ses tınısıdır); Türkler Alpin ırkta kümelenir, Araplar bu kümeden değildir. Lakin şu Batılılar, bölücülüğe zemin hazırlamak için ‘Nusayrilerin haçlı kalıntısı Hıristiyan ve Arap olduklarını’ ileri sürmüşlerdir! 14
Hani, “hepsi yalan, külliyen yalan” diye bir söz vardır. Bu da öyle bir şey!
Ne Etiler bir Türk kavmidir, ne Türkler Alpin kümeden sayılır ne de Nusayriler (Arap Alevileri) Türk soyludur.
Bugün bile Nusayri denen toplulukların bağlı oldukları aşiretlerin ana damarı Suriye, Arabistan ve Yemen’de bulunmaktadır.
Aynı ırkçı zihniyetle hareket eden Prof. Tankut, “antropolog-etnolog” sıfatıyla yer aldığı Türk Dil Kurumu (TDK) adına Dersim yöresinde sözde bilimsel, özde Ziya Gökalp‘ten devralınan Turancılık araştırmalarına başlamıştır. 1926-1928 yılları arasında Hozat’ta “alan çalışması kampı” kurmuştur. 15
O, devlete sunduğu etno-dinsel raporlarda, bir yandan Dersim‘deki Aleviliğin Müslümanlık ile ilişkisi olmadığını gerçekçi bir dille ifade etmiş ve hatta Dımilice Raa Heqe (Hak Yolu) denen bu inancın günümüz Şiiliğiyle bağlantısı bulunmadığını vurgulamıştır. Lakin inanç mensuplarına da ağır ithamlarda bulunmuştur.
Tankut, sadece bir ento-politik ve dinsel rapor sunucusu değil, aynı zamanda Tunceli Kanunu’nun çıkarıldığı dönemde Meclis’te milletvekili olarak onu onaylayan Türkçü siyasetçidir.
Bu kanun, 1936-1938 yılları arasında bölge halkının katliamdan geçirilmesi, göçertilip sürgün edilmesi ve Türkleştirilmesi planının başlangıcıdır.
Halk dilinde “Zazalar” diye bilinen Kırmanc/Dımili topluluğu ile “Kurmanc” (Kürtçe konuşan) olarak tanımlanan Kürt toplumu arasına ikilik sokmak ve onları birbirinden ayırmak için, Tankut’un icat ettiği meşhur “Türk barajı” projesi de söz konusudur. Şöyle ki:
Erciyes’ten (Erciş’ten) Tunceli yakınlarına kadar uzanan bu hattın güneye doğru elli kilometre derinliğinde bir yerleştirme bölgesi saptamak; amaca çabuk ve kolay varmak bakımından gerekli görünür. Bu yerleştirme, ‘bölgeyi ikiye bölen Türk barajı’ olacaktır.
Özellikle Karadeniz bölgesinden getirilip Kırmanc (Zaza) ve Kurmanc bölgeleri arasında iskân edilecek Türklerle bu barajın oluşturulması düşünülmektedir. 16
Dersimli Mutlu Can; Mardin Artuklu Üniversitesi Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü, Zazaki lehçesi master öğrencisiyken, Kırmancca (Zazaca) Bibliyografyası adlı bir akademik çalışma yapmıştı.
“Türk Barajı” planının perde arkasına dair ayrıntısını, şimdi serbest akademisyen konumundaki araştırmacı-yazar M. Can’ın anlatımından okuyabiliriz:
“Dımıli ve Zaza adları, esasen birer aşiret adı olup sonradan bu lehçeyi konuşanların tamamına teşmil edilmiştir. Dolayısıyla ben bu topluluk ve konuştukları dil için Kırmanc ve Kırmancca tabirlerini kullanacağım. Kırmanclar, yalnızca Türkiye’deki Kürt illerinde yaşayan bir Kürt topluluğudur.
Kırmancca dediğimiz konuştukları dil ise Kürt dilinin bir lehçesidir. Yani Kırmanclar da Kürt milletini oluşturan diğer topluluklar olan Kurmanclar, Soranlar, Hewramanlar (Goranların alt kolu) ve Lurlar gibi bir Kürt grubudur.
Konuştukları dil de kadim Kürtçeyi oluşturan 5 büyük lehçeden bir tanesidir.
Konu hakkında doyurucu bir kaynak olması itibarıyla kendisi de bir Kırmanc olan Ercan Çağlayan’ın geçen yıl ikinci baskısı Bilgi Üniversitesi Yayınlarından çıkan ‘Zazalar: Tarih, Kültür ve Kimlik’ adlı çalışmasını önerebilirim.
Bu meselenin tarihsel arka planı çok eskilere gidiyor. Türkiye’de yaşayan Kürtleri Kırmanclar ve Kurmanclar oluşturuyor. Kırmanclar ile Kurmancları birbirinden ayırmaya dönük planın politik tarihi çok eskidir.
Öyle ki Cumhuriyet döneminin başlarına kadar gider. Örneğin Hasan Reşit Tankut şunu önerir:
Şimdi tek bir yol üzerinde yürümeye mecburuz. Bu yol şudur: Kurmanclıkla, Zazalığın arasında bir Türklük barajı kurmak.
Bu baraj kurma olgusunun çok eskiye dayandığını anlatmak adına bu örneği verdim. Bu süreç, daha sonra farklı bir şekilde ilerliyor.
1980 darbesinden sonra Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yalnız Kırmancların değil, Kurmancların da Türk boyu olduğunu iddia eden kitaplar yayımladı. Bu süreçte ilk kez aslen Kırmanc olan Ebubekir Pamukçu’dan Kırmancların Kürt, Kırmanccanın Kürtçe olmadığı iddiası duyuldu.
Kırmanccanın Kürtçenin bir lehçesi olmadığını iddia edenler Türkçülük yapanlar ile bir dönem kendilerini Kürt olarak gören, Kırmanccanın Kürtçenin bir lehçesi olduğunu yazmış bazı kimselerdir.
Dolayısıyla Zazacılık şeklinde ortaya çıkan bu anlayış, temeli Kemalistler tarafından oluşturulan, 1980 darbesinden sonra ise kendini Kırmanc olarak ifade edip Kürt siyasi çevrelerinin yakınında duran insanlar tarafından savunulmaya başlanan propagandatif bir eğilimdir.
Kaldı ki ne tarihi, ne dilsel ne de sosyokültürel açıdan Kırmancların Kürt olmadığını somut olarak ortaya koyan bilimsel bir çalışmanın varlığından söz edemiyoruz.” 17
Mutlu Can’ın yukarıda dile getirdiği, Kırmanc ile Kurmanc topluluklarını toptan Türk boyu sayanlardan biri de Diyarbakır Hani doğumlu Hayri Başbuğ’dur.
“İki Türk Boyu: Zaza ve Kurmanclar” (1984) adlı bir kitabını okumuştum. Bilimsel olmaktan uzak, ipe sapa gelmez, inandırıcılığı olmayan “talimat icabı” yapılmış zorlama bir çalışmaydı.
Araştırmacı Can’ın söyleşisinde Zazacılık konusunda adı geçenlerin görüşleri, esas konumuz olan Prof. Hasan R. Tankut’un bilimdışı tezlerinin günümüzdeki farklı gerekçelerle öne sürülen yansımaları sayılabilir.
Oysa Tankut, gerçeğin diğer yanını da ihmal etmeden, kitabının bir bölümünde şunları da açıkça yazmıştır:
Bütün Zazaları birden Türkleştirmek kabil midir? Bugünkü şartlar dâhilinde nikbin (iyimser) olmak faide vermez. Ben ileride Zaza’nın Türk olduğunu iddia edeceğim.
Fakat bu iddiadan elime ne geçer? Farzı muhal olarak onlara bu hakikati ayn ayn (göz göze, aynen) anlatmağa muvaffak olsam gene hiçbir şey kazanmış olmayacağım.
Çünkü benden sonra Zaza gene Zazaca konuşacak, gene Zazaca yaşayacaktır. Muvakkat (geçici) telkin ve propagandanın bu işte kâfi gelmeyeceğine inanılmalıdır. 18
Tankut, öylesine Turancı ve Kızılelmacı idi ki, Elbistan Erçene köyü çevresini bile Ergenekon’la özdeşleştirmişti:
Erçene köyü bana, sevinmiş ve hoşlanmış bakışlarla göz kırpmaya başladı. Bu küçük ve kabına çekilmiş mütevazı köyde geçmişinin şan ve şerefi anılan düşkün bir kişioğlunun irkilen gururunu görür gibi oldum. ‘Ergene benim ve bu yuva Ergenekon’dur’ diyordu.
Evet, Ergenekon’un bütün özellikleri Elbistan ovasındadır. Sonra Türk neslinin dağlar kadar heybetli, sular kadar kuvvetli, demir kadar sağlam çocukları hep burada değil mi? Hayır, o açılacaktır. Cumhuriyet idaresi onun gibi kaç Ergenekon açmadı ki! 19
Asimilasyoncu Profesör Tankut, Dersim üzerine yazdığı kitabının bir nüshasını dönemin başbakanı İsmet İnönü (Ekim 1935) ile Dersim’in mutlak yetkili komutanı ve valisi olan General Abdullah Alpdoğan’a da sunmuştur.
Raporları ve kitaplarındaki görüşleriyle Cumhuriyet yetkililerini öylesine etkilemiş olmalıdır ki, 1937-38’de Dersim’de gerçekleşen sürgün, katliam ve asimilasyon politikaları hayata geçirilmiştir.
Günümüzde de devam eden Kürt ve Alevi meselesinin böylesine karmaşık bir hal alması; yerel olmaktan çıkıp uluslararası bir nitelik kazanması, Tankut ve benzeri fikir babalarının marifeti olsa gerektir.
Kaynakça:
1-) Biyografya beta sitesi, “Hasan Reşit Tankut” maddesi. Site, şu kaynaklardan yararlanmıştır: Ali Çankaya Mücellidoğlu, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c.III, 1968); Yurt Ansiklopedisi (c.VIII, 1982-83); Milliyet Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi (22. cilt 1986), İhsan Işık/Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. baskı, 2009).
2-) Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, 4. Basım, 1983.
3-) Maraşlı yazar Kadriye Kırdök, Teke Tek Haber sitesi, K.Maraş, 2 Şubat 2018.
4-) kahramanmaraslisairleryazarlar.blogspot. 23 Nisan 2014.
5-) Mehmet Bayrak, Açık-Gizli, Resmi-Gayrıresmi Kürdoloji Belgeleri, 1994, Ankara.
6-) Arif Bilgin, “7 Dönem Milletvekili, MİT ve TDK Kurucularından Prof. Dr. Hasan Reşit Tankut”, Yeşil Elbistan gazetesi, 30 Aralık 2014.
7-) Adnan Güllü, “Hasan Reşit Tankut’un Kaleminden Elbistan”, Elbistan’ın Sesi internet gazetesi, 30 Ekim 2017.
😎 M. Bayrak, “Etno-dinsel arındırma, tek tipleştirme, Türk-İslamlaştırma politikası ve Dêrsim Katliamı”, Azad Roni sitesi, 24 Kasım 2010; Pîr Yolu sitesi, 24 Aralık 2011.
9-10-11) Twww.mustafakemalim-185; Tankut’un benzer sözler için ayrıca bkz; Atatürk ve Türk Dili, 1963 ve Son Telgraf, 14 Kasım 1938;
12-) Tankut’un 1 Şubat 1930 tarihli Dördüncü Umum Raporu’ndan alıntı; http://www.firatnews.com/index.php?rupel=nuce&nuceID=62360
13-) M. Bayrak, adı geçen eser, s. 208-210.
14) Tankut’un bu ırkçı tezleri için bakınız; http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?
15-) Hasan Reşit Tankut, Zazalar Üzerine Sosyolojik Tetkikler, Kalan yayınları, 2002, Ankara; www.dersim.biz
16-) Hülya Yetişen, Malmisanıj ile Güncel Bir Röportaj”, Zazakî.net sitesi,10 Çele 2011; Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri, s.219-220.
17-)https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2018/02/22/zazalarin-dili-kirmanc-kird-dimili-zazaca/;
18-) Hasan Reşit Tankut, Zazalar Üzerine Sosyolojik Tetkikler.
19-) Adnan Güllü, adı geçen yazı.
© The Independentturkish