Son dönemlerde Filistin‘de bir şeyler oluyor. Mevcut gelişmelerin yankısı yakın çevrelerde etkili olmakla birlikte Ortadoğu ve hatta Türkiye medyasında “vukuatı adiye”den (olağan hadiselerden) sayılıyor.
Oysa bu tip yerel olaylar, muhtemelen silahlı bir saldırının ve İsrail ile çatışmanın habercisi olabiliyor hatta önü alınmadığı takdirde hava/kara operasyonlarına zemin hazırlayabiliyor.
Ayrıntıları birlikte izleyelim:
Türkiye’den gitme Musevi ve İsrail vatandaşı Rafael Sadi, ODATV internet gazetesinde, Filistin ile İsrail arasında bir süreden beri yaşanan gelişmelerin çerçevesini çiziyor ve devamında muhtemel bir kara operasyonundan söz ediyor, kulak verelim:
“Son günlerde İsrail’de yaşanan olayların başında kuşkusuz 6 Filistinlinin Gilboa (Arapça Celbua) Hapishanesi’nden kaçışı Filistin’de kutlanırken kaçanlardan 4’ünün yakalanması üzüntüyle karşılandı.
Gazze’ye verilecek para yardımının İsrail’in baskısı ve banka havaleleri ile kontrollü olarak yapılması HAMAS ve İslami Cihad örgütlerini fazlasıyla kızdırmış durumda.
İsrail’in taze Başbakanı Naftali Benett, Mısır Devlet Başkanı Abed El Fatah El Sisi ile Şarm El Şeyh bölgesinde bir görüşme yaptı. Benett, akabinde HAMAS’a sert sözler söyledi. Sisi’nin önümüzdeki günlerde Gazze’ye bir heyet göndermeyi planladığı da bildirildi.
Özellikle İslami Cihad’ın Batı Şeria’daki tutumu yaşanan olayların devam edeceği yönünde yorumlara neden oldu. Öte yandan İsrail hapishanesinden kaçan Filistinlilerin yakalanmasında iş birliği yapanlara ilişkin bilgilerin İsrail polisi tarafından titizlikle korunduğu belirtildi.
Eylül ayı Yahudiler için ayrıca önemli. Bu ay yılbaşı kutlanırken, Kippur (Büyük Bağışlanma) orucu ve Sukot (Çadırlar Şenliği olarak adlandırılan ve Eylül sonu ekim başında kutlanan dini bir bayramdır. Yahudilerin Kudüs’teki tapınağa hac ettikleri üç kutsal festivalden biridir-F.B.) bayramları da var. Olayların özellikle bu ay artabileceği yönünde bilgiler de mevcut.
İsrail artık karar vermek zorunda. 13 yıllık Netanyahu hükümetleri bu soruna cevap bulamamıştı. Yeni hükümetin buna bir çözüm bulması halinde, iktidarı çok daha uzun ömürlü olabilecektir. Yarın öbür gün İsrail Gazze’ye saldırırsa hatta bir kara harekâtı da olursa kimse şaşırmasın. 1
Gazeteci Rafael Sadi’nin “İsrail Gazze’ye saldırır, kara operasyonu yapabilir” yolundaki bu öngörüsü henüz gerçekleşmedi. Ancak fanatik ve ırkçı Yahudi kesimden Doğu Kudüslü Filistinlilere pek çok saldırı geldi.
Kudüs İslami Vakfı yetkililerince 27 Eylül’de yapılan yazılı açıklamada, işgal altındaki Doğu Kudüs (Filistinlilerin yaşadığı eski ve tarihi şehir merkezi) bölgesindeki Mescid-i Aksa‘nın avlusuna giren fanatik Yahudiler, İsrail bayrağını açtılar.
Avluya polis gözetimi ve himayesinde giren 626 fanatik Yahudi, Müslümanlarca kutsal sayılan Mescid-i Aksa’nın Faslılar Kapısı’ndan geçip Harem-i Şerif avlusuna baskın düzenlediler.
İbrani takvimine göre 20-27 Eylül arasında kutlanan Sukot (Çardaklar) Bayramı’nı bahane eden ırkçı-dinci Yahudiler, “Mabed/Tapınak Tepesi” bahanesiyle, Mescid-i Aksa’ya baskın çağrısı yapıyorlar.
Bayram münasebetiyle, bu tür baskın yapanların sayısı binleri bulmuştu. Bu durumu protesto eden Filistinliler ise, İsrail askeri birimleri ve kolluk kuvvetleri tarafından şiddetle bastırılmışlardı. 2
Firar olayının bazı ayrıntılarını vererek yazımızı sürdürelim:
Filistin Tutsaklar Kulübü verilerine göre, İsrail hapishanelerinde toplam 4 bin 650 Filistinli esir bulunuyor. Bunlardan 200 kadarı engelli ve çocuktur.
İsrail resmi arşivleri 1938, 1964, 1990, 1995 ve 2003 yıllarında farklı yöntemlerle gerçekleşen firarların yaşandığını ortaya koyuyor. Bunlardan en büyüğü, 1987’de Filistinli 6 siyasi esirin gayet korunaklı Gazze Merkezi Cezaevi’nden topluca kaçmalarıydı.
Aynı süreçte Filistin İntifadası başladı. O tarihten bugüne en fazla ses getireni ise bu sonuncusu oldu.
Geçtiğimiz eylül başındaki bu firar olayı epeyce ses getirdi. Filistinli mahkûmlar sıradan kalem, tencere kulpu ve kaşıkla eşilerek açılan tünelden kaçıp gittiler.
Bu durum dört bir yanı gözetim altına alan ve Filistin Yönetimi’ne her dediğini yaptıran İsrail devletinin itibarını ziyadesiyle sarstı.
Yeniden yakalanıp hapse konulmuş olsalar bile, bu firar Filistinlilerin direniş ruhunun ve kurtuluş umudunun henüz ölmediğini gösteriyordu.
Yaklaşık bir hafta kadar gizlenmeyi başarıp kısa süreli özgürlüğün keyfini çıkardığını belirten bir tutsak, “Baş eğmedim; pişman da değilim. İsrail’in en korunaklı güvenlik duvarını yıktık bir kere!” dedi.
Daha da önemlisi şuydu: Halk, firarilere sahip çıktı. Karizması çizilen İsrail, “ölü veya diri” yakalanmaları için binlerce askeri Batı Şeria bölgesine yığdı. On binlerce Filistinli, tutsakları destekleyen gösteriler yaptı.
Göstericiler, Filistin bayrağının yanı sıra 6 mahkûmun cezaevinde tünel kazmak için kullandığı ve özgürlüğün sembolü haline gelen “kaşık”ları sallayarak İsrail polisine meydan okudular.
Güç kullanarak protestoyu engellemeye çalışan İsrail kuvvetleri, Filistinlilerin Cuma namazını kılmak ve protesto için toplandıkları Mescidi Aksa’nın avlularını bastı.
Halk, firar eden esir evlatlarını açıkça sahiplenip onlara kucak açarken, kimi yazarlar da Gazze’deki HAMAS ve İslami Cihad örgütünün bu olaya niçin sessiz kaldıklarını ve onlar için neden bir şey yapmadıklarını sorguladılar.
İsrail, firarın yaşandığı sıkı güvenlik tedbiriyle ün salmış olan ülkenin kuzeyindeki Celbua Cezaevi‘nin altında kazılmış başka tüneller olabileceği gerekçesiyle, bu hapishanedeki 400 siyasi mahkûmu tedbir olarak başka bir cezaevine nakletti.
Son gelişmelerden biri de, 26 Eylül 2021 tarihinde İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te (Arapların yaşadıkları Doğu Kudüs) Filistinli gençler ile İsrail askeri birlikleri arasında silahlı çatışma haberiydi.
Filistin Yönetimi’nin resmi ajansı VEFA’nın haberine göre; çatışmada 4 Filistinli katledilirken, İsrail özel emniyet birimleri Batı Şeria’da toplu ev baskını ve tutuklama furyası başlatmıştı.
İsrail’in iddiasına bakılacak olursa, “Bu dört genç, intihar/terör (fedai) eylemi yapma hazırlığındaydılar ve operasyon esnasındaki silahlı çatışma sonucu öldürüldüler.”
Operasyonlara misilleme olarak Gazze bölgesinden atılacak roketlerden çekinen İsrail Başbakanı Naftali Benett, askeri birliklere “muhtemel bir operasyon için” alarm emri verdi.
İslamcı HAMAS hareketiyle Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (Marksist), İsrail hükümetini, misliyle karşılık verecekleri hususunda uyardılar. Batı Şeria’nın Nablus ili dolaylarında yaşanan 27 Eylül’deki bir silahlı çatışmada ise 2 İsrail askeri yaralandı.
HAMAS sözcüsü Abdullatif El Qanuu, olayları şöyle yorumluyordu:
Cenin ve Kudüs yöresinde şehit düşen kardeşlerimiz, aslında (Mahmut Abbas başkanlığındaki) Filistin Yönetimi ile Siyonist yetkililerin Ramallah’ta imzaladıkları ortak güvenlik mutabakatı ve işbirliğinin kurbanı sayılırlar.
Bu mutabakat, işgalcileri cesaretlendirip pervasızlaşmalarına yol açtı. Dolayısıyla bu küstah cüretkârlık, giderek daha fazla cinayet işlenmesine sebep olacaktır.
İşgalcileri durdurmanın yolu ona her alanda ve çeşitli yöntemlerle direnmektir. Filistin yönetimi, Siyonistlerle ortak emniyet tedbirleri almaktan ve sözde normalleşme sürecini başlatmaktan vazgeçmelidir.
Marksist Halk Kurtuluş Cephesi ise 26 Eylül tarihli bildirisinde Filistin Yönetimi’ne şu çağrıda bulundu:
İsrail ile çözüm, bir hüsnü kuruntu ve seraptır. Ulusal program temelinde anlaşıp birlik kurmak suretiyle direnmek ve kurtuluş mücadelesi vermek hem daha gerçekçi hem de biricik çıkar yoldur!
21 Eylül 2021 tarihinde yayınlanan bir anketin sonuçlarına bakılırsa, HAMAS idaresinin İsrail ile krizi yönetme tarzı, Mahmut Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi’nden daha iyi bulunmuştur.
127 ayrı yöreden toplam 1279 denekle gerçekleşen ankette bu yılın üçüncü çeyreğinde “HAMAS daha direngen ve iyi yönetiyor” diyenlerin oranı yüzde 45’i buluyor.
Ancak bu oran, yılın ikinci yarasında yüzde 53 idi. Yani örgüt aleyhine yüzde 8’lik bir azalma söz konusudur. İlk yüzdenin yüksekliğinin (yüzde 53) nedeni de o tarihte Kudüs’teki Mescidi Aksa olaylarındaki İsrail saldırısına misilleme olarak binlerce HAMAS roketinin İsrail’in dört bir mıntıkasına fırlatılmasıydı.
Mahmut Abbas yönetiminden memnun olmayanların oranı ise, aynı süre içinde yüzde 65’ten yüzde 78’e yükselmişti.
Buna rağmen (Mahmut Abbas sayılmadığı takdirde) Filistin halkı, milliyetçi yanı ağır basan El Fetih (Yaser Arafat’ın kurduğu ve Filistin örgütlerinin ana gövdesini oluşturan) hareketinin genel önderlik ve idare tarzının HAMAS’ınkinden daha iyi ve yetkin olduğunu düşünüyor.
El Fetih kitle tabanı da kendi başkanları M. Abbas’ın idare şeklini beğenmiyor. yüzde 44’lük oran, mevcut yönetimin (Mahmut Abbas ekibi) hemen gitmesi gerektiğine inanıyor.
Korona salgını, ekonomik ve siyasi krizinin yol açtığı ciddi sıkıntılar, bilhassa ağustos ayı boyunca Abbas idaresine karşı geniş katılımlı protestolara neden olmuştu.
Protestocular bir yandan İsrail’in askeri birimlerine direnirken, diğer yandan Filistin kolluk kuvvetlerinin kendilerine yönelik kötü muamelesine maruz kalmışlardı.
Protestoların bir sebebi de, İsrail’in geçtiğimiz mayıs ayında hem Kudüs hem de Gazze bölgesine yoğun silahlı saldırısı ve Filistinli sivil direnişçilerden çok sayıda insanı katletmesi, gözaltına alması ve tutuklamasıydı.
Aynı tarihte 1948 yılında işgal edilmiş olan topraklarda İsrail vatandaşı kimliği taşıyan Filistinli Araplar, Kudüs ve Gazze’deki olaylar nedeniyle kitlesel itaatsizlik eylemi başlatmış; rastgele yakıp yıkmalar ve tahribatlar nedeniyle İsrail yetkilileri, ilk kez yaşanan bu olayı “iç savaş tehlikesi” olarak tanımlamışlardı.
Belki de bu nedenlerle İsrail siyasi partilerinin sol yelpazesinde yer alan Meretz’in eski kadın başkanı Zeheva Gal-On, “İsrail ordusu bir suç örgüdür, çetedir” demişti. 3
İsrail Telaviv Üniversitesi’ne bağlı İsrail Milli Güvenlik Araştırmaları (INSS) merkezine göre mevcut durum şöyle:
Zaten sallantıda olan Mahmut Abbas’ın siyasi durumu giderek kötüleşiyor. Kitleler nezdinde pek itibarı kalmamış. Dolayısıyla İsrail hükümeti, birçok bakımdan açmaz içinde olan Abbas’ın kitlelerin ayağa kalkması karşısında dayanamayıp bir şekilde iktidardan çekilme ihtimaline karşı alternatif senaryolar üzerinde kafa yoruyor:
Zira kendisiyle uyum içinde faaliyet gösteren Abbas’ın düşmesi demek, işgal altındaki topraklarda kaos ve anarşinin egemen olması manasına geliyor.
Amerikan New York Times gazetesi, bu tür alternatif senaryolara ilişkin farklı bir yorum yayımladı:
“İsrail Hükümeti, Filistin Yönetimi ile yakınlaşma politikası (taktiği) izliyor! Oysa daha önce Mahmut Abbas’ı görmezlikten geliyordu. Filistin idaresini dikkate bile almıyordu. Ağustos ayında İsrailli bir yetkili, Savunma Bakanı Beni Gantz, Batı Şeria’nın dolambaçlı yollarını geçerek Abbas ile Ramallah’taki karargâhında buluştu. 90 dakika süren görüşme, İsrail kamuoyunda büyük gürültü kopardı. Eski Başbakan Binyamin Netanyahu, BM’deki konuşmasından ötürü Abbas için ‘şiddeti körükleyip savaş çağrısı yapıyor’ dedi.
Bakan Gantz, yedi yıldan bu yana Filistin başkanıyla ilk kez görüşmüş oldu. Anlaşılan, Haziran seçimlerinden sonra kurulan İsrail Hükümeti, halk desteği giderek azalan Abbas Yönetimi’ni ayakta tutabilmek ve giderek dinamik bir hal alıp geniş kitlelere hitap eden muhalif hareketlere (özellikle İslamcı HAMAS’a) karşı destekleyip ekonomik bakımdan güçlendirmek istiyor.
Mesela son zamanlarda İsrail yönetimi, Batı Şeria’da ruhsatsız ve izinsiz ikamet eden binlerce Filistinliye tapu/ikamet benzeri belgeler vermeyi kabul etti. Ağustos ayında ise 1000 kadar Filistinlin konut yapmasına müsaade etti ki, bu mıntıka hâlâ İsrail devletinin denetimindeki Batı Şeria arazilerinden oluşuyor.
Mali krizi aşabilmesi için Filistin Hükümeti’ne 156 milyon dolarlık kredi verdi. Keza İsrail’deki çalışacak Filistinli işçilerin sayısını 15 bin kişiye çıkardı.
Bu arada Filistin kolluk kuvvetlerinin cinayet soruşturmalarını gereği gibi yapabilmeleri için, daha önce girmeleri yasak olan İsrail denetimindeki bölgelerin kapsamını daralttı.
Filistin’de kullanılan teknoloji hâlâ 3G ile 2G seviyesinde görülüyor. 4G teknolojisinin Filistinlilerin yaşadığı bölgelere yayılması konusunda iki taraf arasında görüşmeler başlatıldı. Böylece hem İsrail’in işgal altındaki bölgelere ihracatı kolaylaşmış olacak hem de Filistinli şirketler, bu vesileyle yüksek teknolojik imkânlardan yararlanabilecekler.
Gelgelelim Başbakan Naftali Benett, hiçbir şekilde bağımsız Filistin devleti kurulmasından yana değil. Dolayısıyla Abbas’ı ekonomik bakımdan ve çeşitli yatırımlar yoluyla güçlendirmesi, Filistin halkını ne ikna ne de tatmin eder. Bu çizgi, eski Başbakan Netanyahu’nun katı reddiyeci çizgisinden farklı değildir.” 4
Halk desteği giderek azalmakta olan Mahmut Abbas, BM kürsüsünde yaptığı konuşmada şöyle diyor:
İsrail işgalinin bitmesi için şart olan faaliyet ve çabayı elimizden geldiğince göstereceğiz. Bu gayretler sonucunda süreç içinde oluşacak yeni imkân ve fırsatlar, siyasi bir çözümün başlatılmasına yöneliktir.
Abbas’ın düşünce yapısını bilenlere bakılırsa; “Filistin Başkanı, İsrail’in yukarıda bahsedilen desteğinin sınırlı olacağının farkındadır. İsrail ve Filistinli yetkililerin bu tür buluşma ve tartışmaları, her durumda diyalog ve müzakere yolunu açacaktır. Ayrıca Biden’ın Filistin meselesi hakkında verdiği işaretler, uzun erimli ve solukludur. Bir şekilde İsrail’in yanı sıra bir Filistin devletinin de kurulmasına yöneliktir!”
Abbas’ın yaptığı bu konuşmaya, İsrail’den iki resmi tepki geldi:
Abbas’la daha önce buluşmasından bahsettiğimiz Savunma Bakanı Benny Gantz, alaycı bir ifadeyle, “Abbas yüksek uçup ağaç dalına konabildi, şimdiyse nasıl ineceğini bilmiyor!” dedi.
Aynı aşırı sağ kesimden gelen Gantz, Abbas’la görüşmesinden sonra açıkça söylemişti:
Abbas ile istikrar ve güvenlik noktalarında anlaştık. Fakat ideolojilerde anlaşamadık.
Yani İsrail, Abbas’tan kendi jandarması olmasını istiyor ama iş Filistin devletini kurmaya gelince, onu bir kenara atıyor. 5
BM’deki İsrail temsilcisi de benzer ifadeler kullanıyordu:
Anlaşılan Abbas’ın bu dünyayla ilişkisi kopmuş. Filistinlilerin yüzde 80’inin, onun iktidardan çekilmesini istemeleri tesadüf değil. Barış isteyenler, BM kürsüsünde hayali ve altı boş uyarılarda bulunmazlar.
İşin garip tarafı şudur: M. Abbas, BM genel kurulundaki konuşması sırasında dedi ki:
Biz, ikili barış anlaşmaları ve uluslararası teamüller gereği müzakereler yoluyla ve belli bir zaman dilimine uyarak, meşru bir devlet kurmak istiyoruz. Bu maksatla Filistin meselesinin çözümü için İsrail’e bir yıl mühlet veriyoruz. Olmadığı takdirde, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Filistin Yönetimi olarak, o tarihten itibaren İsrail’in devlet olarak varlığını tanımayacağız.
Bu bağlamda yukarıda bahsedilen anket “Filistin devletinin kurulma imkânına” dair de görüş almıştı. Sonuçlarına bakılırsa Filistinliler, İsrail’in yanında bir Filistin devletinin kurulma ihtimaline hemen hiç şans tanımıyor. Katılanların yüzde 73’ü bu kanaati taşıyor.
Yüzde 48’lik orana dâhil olanlar ise, sadece silahlı mücadeleyle işgalin sona ereceği kanaatindedir ki, Mahmut Abbas’ın başında bulunduğu El Fetih hareketi saflarında bu görüşte olanların oranı yüzde 29.
Bu münasebetle değinmekte yarar var: 24 Eylül’de New York’taki Birleşmiş Milletler teşkilatının 76. Olağan genel kurulunda konuşma yapan Mahmut Abbas, “umudunu” yine BM ve ilgili büyük devletlerin “himmetine” bağlamış görünüyor.
Oysa BM’de sözü geçen devletler çoğu zaman İsrail lehine kararlar alıp siyaset yapıyorlar.
Bütün bunlar bir yana, İsrail ve ABD’nin Filistin meselesine ilişkin siyasetlerini yakından izlemekte yarar var. Beyrut’ta yaşayan Filistinli akademisyen Mustafa Yusuf El Leddawi’nin son dönemde okuduğum bazı makaleleri (4-6-12-14 Ağustos ile 4-9-12-15-20-22-24-26 Eylül 2021 tarihli Arapça yorumları) abartılı olsa da, aşağıdaki çıkarsamaları oldukça isabetli görünüyor:
“İsrail Siyonizm’inin özü ve ruhu, Filistin toprağına tümüyle egemen olmaktır. Şimdiye kadar gerçekleştirdiği savaşlar ile sürdürdüğü askeri-siyasi mücadeleler, İsrail’in varlık-yokluk (günün moda deyimiyle beka) anlayışından kaynaklanmaktadır. Yahudilerin kutsal kitabı sayılan Tevrat da bu zihniyet esası üzerinden yorumlanmaktadır. Bu kitapta geçen peygamberlerin menkıbe ve meselleri bile, İsrail’in mevcut siyasi Siyonist planına hizmet edecek tarzda piyasaya sürülüp yaygınlaştırılmaktadır.
Aynı maksatla Filistin’in demografisi, topografyası ve hatta tüm coğrafyası hepten değiştirilmekte, eskiden ve halen Arapça olan yerlere İbranice isimler verilmektedir. Filistinlilerin arazi, tarla, arsa ve su kuyularına bile zorla şerle el konulmaktadır. Böylece 1993 Oslo Çerçeve Anlaşması uyarınca iki tarafın (Filistin ve İsrail) üzerinde mutabakata vardıkları egemenlik ve denetim bölgeleri, artık İsrail’in mutlak ve keyfi denetimine alınmıştır.
Yahudi yerleşimciler, Filistinlilerin topraklarını döne döne işgal ederek adeta Arap yoğun şehir, kasaba ve köylerde ‘uydu köyler, semtler, beldeler ve şehirler kurma’ faaliyetlerine hız kazandırmışlardır. Bu girişimlerin tesadüfi ve kendiliğinden olmadığı; İsrail’in bağnaz yöneticileri ve iktidarlarınca hem teşvik hem de destek gördüğü açıktır.
Klasik savaş yerine bambaşka bir denklem ve savaşla karşı karşıyadır Filistin halkı. Asıl mücadele alanı da (diğer deyimle soğuk muhabere meydanı ya da kitlesel arbede, çekişme, sürtüşme ve kavga sahası) Batı Şeria’dır.
Eski ABD Başkanı D. Trump döneminde İsrail’de görev yapan Büyükelçi David Melech Friedman, Yahudi inancındandı. Bunun ötesinde de Siyonist bir role soyunmuştu: İsrail ırkçılarından daha fanatikti; Filistinliler aleyhinde kışkırtıcı sözler söylüyor; meşru davası uğruna mücadele eden, tutuklanan veya hayatını veren halkın evlatlarına hakaret ediyor, İsrail adına ayrımcılık yapıyordu.
Çok daha kötüsü ise Trump’ın damadı Jared Koushner’in tezgâhladığı “Asrın Anlaşması/Barışı” adı altında piyasaya sürüp pazarlamacı mantığıyla hareket eden en önemli şahsiyet, bu Friedman idi. Diğer deyimle, Filistin halkının topraklarını gasp edip hiçbir şey vermemek üzerine kurulu bu üçlü tertibin “akıl hocalığı ve rehberliğini” yapıyordu.
Joe Biden iktidara geldiğinde bazı girişimlerde bulundu; eski Başbakan Binyamin Netanyahu’nun hoşuna gitmeyen ufak tefek düzenlemeler ve küçük değişiklikler yaptı. Bunlardan biri de ırkçı Siyonist Friedman’ın yerine Eski Dışişleri Başkan Yardımcılarından Thomas Nides’i, İsrail’e büyükelçi olarak atamasıydı. Ancak Nides de Senato Dış ilişkiler Komisyonu önünde yaptığı konuşmada, iyimser Filistinlilerin beklentilerini boşa çıkardı:
Kudüs, İsrail Devleti’nin ebedi başkentidir. Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde müzakere masasında pazarlık konusu edilemez. Dolayısıyla ABD Büyükelçiliği’nin de bundan böyle Kudüs’ten başka bir şehre taşınması imkânsızdır. Ben ve ailem de bu tarihi başkentte ikamet edeceğiz.
ABD Başkanı Biden, “İsrail-Filistin ihtilafının çözümünü, mevcut topraklar üzerinde Filistinlilere ait bir devletin kurulmasında gördüğünü” açıklamıştı. Ancak yeniden atanan büyükelçi Nides, Amerikan Kongresi’ndeki konuşmasıyla Biden’ın bu husustaki politikalarına adeta sınır çekti:
Golan Tepeleri (1967’de İsrail’in işgal ettiği Suriye toprakları), İsrail’in stratejik güvenliği için yaşamsaldır; geri verilemez. Barış için iki devletli çözüm (Biden’ın önerdiği İsrail’in yanında bir Filistin devleti kurulması) politikası doğrudur. Ancak bunun gerçekleştirilmesi için İsrail hükümetine baskı yapmanın yeri ve zamanı değildir.
Filistin Yönetimi, Amerika ve Batılı devletlerin verdikleri mali yardımların bir kısmını çatışmalar sırasında öldürülen/hayatını kaybeden ve cezaevlerinde bulunan Filistinlilerin ailelerine (şehit ve esir ailelerine yardım adı altında-F.B.) vermektedir. Bu ahlâki bir davranış değildir ve Batılıların öfkesine/tepkisine yol açmaktadır. Bir an önce bu davranıştan vazgeçilmesi şarttır.
Bu arada terör faaliyetlerine destek verenler yakından takip edilip haklarında soruşturma başlatılmalıdır. Filistin’deki direniş, aslında bir terör faaliyetidir. Dolayısıyla ‘şehitler ve esirler’ adıyla anılanlar da teröristtirler; kendilerine sempati beslenmesi, desteklenmeleri ve ilgilenilmeleri yersizdir.
Amerikan yönetimi, elinden geldiğince ve var gücüyle İsrail devletini desteklemelidir. Çünkü birçok yönden tehlike ve tehdit altındadır. Hem ABD, hem uluslararası camia hem de BM (Filistin topraklarının Batı Şeria bölümünde kurulan ve kurulmakta olan-F.B.) Yahudi yerleşim birimlerine karşı çıkan, onlara yerleşme hakkı tanımayan ve varlıklarını tehdit edenlere karşı İsrail’in yanında yer almalı, her türlü yardımı yapmalıdırlar.”
Son iki not:
Bir: Filistin VEFA ajansı Türkiye’deki 6 Filistinlinin kaybolduğuna (muhtemelen İsrailli ajanlarca kaçırıldıkları yolunda bir ima var bu haberde-F.B.) değinerek, vatandaşlarına daha dikkatli olmaları uyarısında bulundu.
İki: HAMAS ile İsrail arasında esir değiş tokuşu görüşmesi hâlâ gündemde ancak iki taraf da kendi şartlarından taviz vermediğinden şimdilik bir sonuç elde edilebilmiş değil.
HAMAS, cezaevlerinde tutulan Filistinli esirlerin yanı sıra son firar olayında tekrar yakalanan 6 tutsağın da salıverilmesini istiyor. Zira Filistin kamuoyunun simgesi haline gelen bu tutsaklar, bir anlamda “firar etmekle biz de özgürlüğü hak ediyoruz” diyerek kendilerini hatırlatmış oldular.
Hâsılı kelam, Filistinlilerin işi hayli zor görünüyor. Mevcut gelişmeler ise henüz iyimserlik vadetmiyor.
Kaynakça:
1-) https://odatv4.com/makale/israil-bayrama-girerken-tedirgin-sisi-hamas-i-uyardi-210261, Rafael Sadi, 14 Eylül 2021.
2-) Anadolu Ajansından aktaran Hürriyet gazetesi: https://www.hurriyet.com.tr/dunya/mescid-i-aksaya-baskin-duzenleyip-israil-bayragi-actilar-41904108
3-) Ray el Yom, 24 Ağustos 2021.
4-) https://www.alquds.co.uk/, نيويورك-تايمز-حكومة-بينيت-تزيد-من-الإت/, El Quds El Arabi, 26 Eylül 2021.
5-) https://www.raialyoum.com/, بعد-لقاء-غانتس-وخطاب-عباس-في-الأمم-المت/, Ray El Yom, 27 Eylül 2021.
Ayrıca bakınız:
İsrail güçleri, ‘Tutuklulara Destek’ gösterisini dağıtmak için Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Independent Türkçe, 11 Eylül 2021.
https://www.raialyoum.com/, الربع-الثالث-من-العام-الجاري-يشهد-تراج, 29 Eylül 2021.
https://www.independentarabia.com/node/257986/
https://al-akhbar.com/Palestine/318574, El Ahbar Lebanon, 27 Eylül 2021.
https://www.raialyoum.com/, مركز-الأمن-القوميّ-الإسرائيليّ-الاحت/, 24 Ağustos 2021.
https://www.alquds.co.uk/ إسرائيل-عام-للانسحاب-من-الأر-, 24 Eylül 2021, El Quds El Arabi.
© The Independentturkis