Gelişmelere F. Gülen’le T. Erdoğan arasındaki bir iktidar mücadelesi olarak bakmak yanlıştır. Darbe girişiminin ve sonrasında meydana gelen olayların çerçevesi çok daha geniştir.
- Gülen örgütlenmesi bilinen anlamda bir cemaat değildir. Gülen örgütü Amerika’dan, NATO’dan, Avrupa Birliği’nden, Türkiye’deki hükümetlerden, düzen partilerinden, devletin istihbarat örgütlerinden bağımsız, F. Gülen’in kafasına göre oluşmuş ve ona göre hareket eden bir yapı değildir.
Özellikle 1990’lardan yani Doğu Blokunun çökmesinden sonra Türkiye’de F. Gülen örgütü ile birlikte çalışmayan, ona hizmet etmemiş hiç bir siyasi iktidar ve düzen partisi yoktur. Demirel, Ecevit, Türkeş, Çiller, Mesut Yılmaz ve en son bu örgüte ne istediyse veren, bir dediğini iki etmeyen AKP iktidarları. Sağ kesimde sadece Erbakan ve bazı büyük cemaatler Gülen örgütüne mesafeli durdular. Bunun bedelini de 28 Şubat sürecinde ağır biçimde ödediler.
Polis teşkilatında ve orduda Gülen adına yapılan çalışmaları engellemeye çalışanlar cezalandırıldı. Herhalde aklı başında hiç kimse bütün bunların F.Gülen’in yüzü suyu hürmetine yapıldığına inanmaz. F. Gülen’in dünya çapında devletler, hükümetler, siyasi liderler, kalburüstü düzen aydınları arasındaki prestijinin sebebi ne? Bunlar, F. Gülen’in bir simge olduğunu, F. Gülenle birlikte çalışmanın emperyalist dünya sistemi ve işbirlikçi sermaye ile birlikte çalışmak olduğunu biliyorlar. Rusya’da, Türki Cumhuriyetlerde Gülen okullarının kapatılma nedeni, bunların ajan faaliyeti yürütmeleriydi.
- Gülen’in ideolojik anlayışı da cemaatçi İslami anlayıştan farklıdır. Bu anlayış cemaatçi anlayışın tersine Batı dostudur, Amerika’nın “dünyanın dümeninde” olduğuna inanır. Amerika’nın onayı alınmadan iş yapılmasına karşıdır. Dinler arası düşmanlıktan değil, diyalogdan yanadır, Gülen Papaya hürmetkardır. Gülen İsrail dostu, Amerika ve İsrail’e direnenlerin düşmanıdır. Gülen örgütü cemaatler gibi kitle çalışması yapmaz. Özel olarak seçtiklerini eğitip bürokrasiye, askeriyeye, şirketlere nitelikli kadro yetiştirir. Gülenci anlayış muhalif değil işbirlikçidir, devletçidir, Türk-İslamcıdır, militaristtir. Gülen başörtü eylemlerine karşı bile devletin generallerin yanında oldu. Gülenci anlayış İslamın gereklerini yerine getirme konusunda bağnaz değildir. Gülenci anlayış son derece pragmatisttir. Yeri gelir laikliği, Atatürkü yani cemaatlerin nefret ettiklerini bile över. Gülen anlayışı Amerikanın ve işbirlikçi sermayenin çıkarlarına göre biçimlenen, değişen bir İslami anlayıştır. Bu nedenle AKP de İslamcı, Gülen de İslamcı tespiti çok eksik bir tespittir. Ortada iki İslami anlayış vardır ama bunların arasında çok önemli farklar vardır.
Darbe girişimini ordunun büyük bir kısmını ele geçirmiş olan F. Gülen’in iktidar hamlesi olarak görmek yanlıştır. Bu bakış hem darbenin arkasındaki egemen güçleri, onlarla birlikte davranan siyasi güçleri, basını, istihbarat örgütlerini vs. görmemize, hem de Türk ordusunun ve askeri darbelerin niteliklerini kavramamıza engel olur. Kısacası böyle bakılırsa Türkiye’deki ekonomik, siyasi sistem anlaşılamaz.
Türkiye emperyalizme bağımlı kapitalist bir ülkedir. Ordu da öyle muallakta, ortada duran, aklı esenin örgütleyebildiği, içine sızabildiği, kafasına göre de darbeye kalkıştığı bir kurum değildir. Ordu da sisteme askeri olarak, ideolojik olarak, teknik olarak, istihbarat olarak bin bir türlü bağla bağlıdır. F. Gülenci generallerin kendilerini 40 yıl gizledikleri, numara yaptıkları, sonra da onun emri ile NATO’dan, Pentagon’dan, CIA’dan, MİT’den, işbirlikçi sermayeden bağımsız olarak darbeye kalkıştıkları senaryosu, ancak küçüklere masallar kategorisinde değerlendirilebilir. 12 Eylül cuntası ne kadar Kenan Evren darbesi idiyse, bu darbe girişimi de o kadar F.Gülen darbesidir.
Türkiye’de ordu altmış, yetmiş yıldır dünya emperyalist sisteminin organik bir parçasıdır. Askeri darbeler de Türkiye’deki bağımlı kapitalist düzenin yapısal bir ürünüdür. Bu sistem devam ettiği sürece darbeler gündemde olmaya devam edecektir.
OrdudaTasfiye ve Yenilikler
Ordu önemli bir alt üst süreci yaşıyor. Bu süreci T. Erdoğan’ın kendi ordusunu kurma çabası olarak değerlendirenler var. Fakat bu mümkün görünmüyor. Her şeyden önce atılan adımlar; öncesi, sonrası hesap edilerek, düşünülerek, gerekli mevkilerle (en başta NATO) anlaşarak atılan adımlar değil. Bunlar bir panik halini yansıtıyor. Eğer bu adımların birçoğu yeniden gözden geçirilmez böyle devam ederse, ordu içinde ne AKP’nin ne de NATO’nun isteyeceği gelişmeler ortaya çıkabilir.
Mevcut ordunun temelleri 1826’da Yeniçeriliğin tasfiyesi ile atıldı. Prusya ekolü örnek alınarak modern ordu kuruldu. Bu ordu Birinci Dünya savaşında yenildi ve dağıldı. Kurtuluş Savaşı sırasında, dağılan imparatorluk ordusu yerine ulusal bir ordu kuruldu. Ulusal ordu Kürtlere, Rumlara, Ermenilere ve Türkiye soluna karşı fiilen savaş sürecinde biçimlendi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Prusya ekolü terkedildi ve ordu, Amerikan subaylarının biçimlendirdiği, eğittiği NATO ordusuna dönüştü. Bu süreç devam ediyor. Doğu Blokunun çökmesinden sonra Türk ordusuna uluslararası görevler de verilmeye başlandı. Örneğin Bosna’ya, Afganistan’a Somali’ye askeri güç yollandı.
1980’lerden sonra profesyonel orduya geçiş süreci tartışmaları başladı. Günümüzde bu süreç özel harekatçılar, uzman askerler ile önemli bir mesafe kaydetti. Ama zorunlu askerlik ve eski sistem de devam ediyor.
AKP ordu içinde geniş bir tasfiye yapıyor. Emir komuta zincirinde değişikliklere gidiyor. Askeri liseler kapatıldı. Milli Savunma Üniversitesi gibi şu ana kadar olmayan yeni kurumlar oluşturuluyor. Dediğimiz gibi bu adımlara yön veren etken panik ve korku gibi görünüyor. Fakat atılan bu adımlar NATO’nun ve Türkiye’deki sistemin ihtiyacına uygun olacak biçimde, profesyonel orduya doğru geliştiği ölçüde sistem tarafından desteklenecektir. Örneğin askeri liselerin kapatılması, zaten şişkin olan ve Kürtlere karşı savaşta, iç savaşta ve uluslararası görevlerde pek de kullanışlı olmayan muvazzaf subay, astsubay kadroların tasfiyesi, Harp Okullarına ve kurmay sınıfına eleman seçmede yeni kriterler, yeni yöntemler, profesyonel orduya geçişi hızlandırabilecek adımlar haline getirilebilir.
Orduya yönelik operasyonda bütün bunlar olabilir ama ordunun T. Erdoğan ordusuna dönüşmesi mümkün değil. Çünkü mevcut dünya sisteminden çıkmadan, bu sistemden kopmayı göze almadan ayrı bir ordu örgütlenemez. Hatta orduyu yeniden düzenlemek bu sistemin ekonomik, askeri, teknik desteği olmadan mümkün değildir. Daha fazla uzatmağa gerek yok. T. Erdoğan eninde sonunda, hatta en kısa sürede emperyalist sistemle ve NATO ile uzlaşmak, onlara boyun eğmek zorundadır. Rusya ile ilişkilerin, NATO ile AB ve Amerika ile olan ekonomik, askeri ilişkilerden doğacak boşluğu doldurabilmesi mümkün değildir.
AKP-CHP-MHP Koalisyonu
Şu anda T. Erdoğan’ı iktidarda tutan en önemli etken, CHP, MHP ve Ulusalcıların verdiği destektir. Mecliste fiilen AKP-MHP-CHP koalisyonu vardır. T. Erdoğan bu koalisyonu bozmamak için son derece dikkatli davranıyor, Atatürkçü ve milliyetçi görünüyor, zaman zaman özeleştiri veriyor, kendine göre tavizler veriyor. Koalisyon ortakları bu birlikteliklerini darbeye karşı ittifak olarak göstermeye çalışıyorlar. Gerçekte ise bu ittifak, darbeye değil Kürt hareketine ve Türkiyeli devrimcilere karşı bir ittifaktır. Nitekim bu ittifak darbe girişiminden önce kurulmuştu. 7 Haziran seçimlerinde Kürt hareketiyle Türkiyeli sol güçlerin birlikteliğinin sağladığı başarı ve yarattığı olağanüstü hava, bu ittifakın oluşmasına neden oldu. AKP, CHP, MHP hep birlikte hükümet kurulmasını engellediler, Kürtleri topyekün imhayı amaçlayan savaşı birlikte başlattılar. Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı MHP ve CHP yönetici kadrosu başta olmak üzere hepsinin darbeyi destekleyeceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Nitekim AKP darbenin yapacağı ne kadar iş varsa hepsini tamamlıyor. OHAL, KHK’lar ile yönetim, Kürtlere ve sola yönelik saldırılar, aydınların tutuklanması, gazetelerin, internet sitelerinin, TV’lerin engellenmesi, kapatılması, İşkenceli sorgular, 30 gün gözaltı süresi, avukatlara bile görüşme yasağı. Darbecilerin yapmak isteyip de AKP’nin yapmadığı bir şey var mı? Hani darbeye karşılardı? CHP Genel Başkanı dün, “anayasaya aykırı ama HDP’liler yargılansın diye oy vereceğiz” diyordu; bugün de “AKP hangi desteği istiyorsa vereceğiz” diyor. AKP-CHP-MHP koalisyonunu devam ettiren ortak payda Kürt ve devrimci düşmanlığıdır. AKP kirli savaşa son vermeye kalktığında bu koalisyon dağılacaktır.
Bu durum mevcut sistemin tıkandığını, burjuva anlamda bile demokratik bir alternatif üretme yeteneğini kaybettiğini gösteriyor. 7 Haziran’da hiç de demokratik olmayan bir seçim yapıldı ve sistem bunun sonuçlarını bile kaldıramadı, savaş çıkardı. Savaş demokratik bir hamleyi değil, bir darbe girişimini tetikledi. Darbe demokratik yöntemlerle, parlamenter yöntemlerle değil, sivil bir darbe koalisyonu ile aşılmaya çalışılıyor. Darbeden önceki savaş koalisyonu aynen devam ediyor. Sistem, Kürt sorununu, Alevilerin, gayrımüslimlerin sorunlarını, örgütlenme, basın, yayın ile ilgili en sıradan demokratik sorunları çözemiyor. Kendini dini gericiliğin ve bir adamın eline teslim etmiş paldır küldür gidiyor.
Türkiyeli devrimci, demokratik güçlerin, Alevilerin, Kürt demokratik hareketiyle birlikte oluşturacakları güç birliği, ülkemizi aydınlığa çıkaracak tek yoldur.