Perşembe , 28 Mart 2024

İran’a karşı bir İsrail savaşı yönünde büyüyen tehdit*-Bill Van Auken

 

İran’a karşı bir İsrail savaşı yönünde büyüyen tehdit*

 

Bill Van Auken

 

30 Nisan 2018

 

Dünya medyasının ABD Başkanı Donald Trump ile Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron arasında İran nükleer anlaşmasına ilişkin Washington’da yapılan görüşmelere odaklandığı sırada, İsrail hükümeti, bir askeri çatışmaya hazırlık olarak kuzey sınırını takviye ederken, İran’a karşı giderek artan biçimde kışkırtıcı bir tavır benimsemiş durumda.

 

Macron, Trump’ın, İran’a yönelik, yalnızca ülkenin nükleer programını değil ama aynı zamanda konvansiyonel silahlarını daha fazla kısmayı ve Ortadoğu genelindeki etkisini azaltmayı amaçlayan saldırgan bir politika talebine boyun eğdi. Yine de, Fransız-Amerikan zirvesine yönelik Tel Aviv’deki tepki büyük ölçüde olumsuzdu.

 

İsrail’deki algı, Macron’un, Amerikan başkanını, İran ile altı büyük devlet (ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa ve Almanya) arasında 2015’te yapılan nükleer anlaşma JCPOA’yı (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) tamamen reddetmekten caydıracak bir anlaşma hazırlamayı başarabileceğidir. Trump, anlaşmayı bir yana atıp İran’a karşı tek taraflı ABD yaptırımlarını yeniden uygulayıp uygulamayacağına karar vermek için 12 Mayıs’taki süre bitimiyle karşı karşıya bulunuyor. Anlaşmanın iptali, Washington’ı İran ile doğrudan bir savaş yoluna sokacak ki bu, İsrail hükümetinin tercih ettiği sonuç.

İsrail İstihbarat Bakanı İsrail Katz, Çarşamba günü bir radyo röportajında, İran nükleer anlaşmasının “kökten değiştirilmesi, aksi takdirde iptal edilmesi” gerektiğini söyledi. Katz, Macron ile diğer Avrupalı önderlerin “İran’a baskı yapmanın bugün şiddeti ve yarın belki de savaşı önleyebileceğini” anlamaları gerektiği uyarısında bulundu.

 

İsrailli bakanın yaptığı olası bir savaş uyarısı hiç de varsayımsal değildi. İsrail, İran ile bir topyekün askeri çatışma tehlikesini keskin bir şekilde tırmandırmış durumda.

 

8 Nisan’da Suriye’ye karşı gerçekleştirilen ve potansiyel olarak çok daha kapsamlı sonuçlara sahip olan bir İsrail saldırısı, büyük ölçüde, 14 Nisan’da Suriye’ye karşı bir kimyasal silah saldırısı düzmece bahanesi temelinde gerçekleştirilen ABD-Britanya-Fransa füze saldırısının gölgesinde kaldı.

Uluslararası hukukun ve iki ülkenin egemenliğinin doğrudan bir ihlali olan 8 Nisan saldırısı, Suriye’nin ortasındaki Humus vilayetinde bulunan T4 Hava Üssü’ne karşı Lübnan üzerinde uçan ABD’nin tedarik ettiği F-15 savaş uçakları tarafından gerçekleştirilmişti. İsrail füzelerinin kurbanları arasında, görünüşe göre kasıtlı hedefler olan İranlı yedi askeri danışman dahil bir düzineden fazla askeri personel vardı.

 

İranlı personel, Tahran’ın Arap dünyasındaki en yakın müttefiki olan Devlet Başkanı Beşar Esad hükümetini, CIA ve Washington’ın bölgesel müttefikleri tarafından organize edilen yedi yıllık kanlı rejim değişikliği savaşına karşı desteklemek için Suriye’de bulunuyor. Tahran, İsrail’in saldırısına açık bir misilleme tehdidi ile karşılık vermişti. İran’ın Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (YUGK) sekreteri Ali Şamkhani, Salı günü gazetecilere, “Bir rejim başka bir ülkenin hava sahasını planlı bir adımla ihlal etme hakkını üstlendiği ve terörle mücadele eden güçleri de hedef aldığı zaman, bunun sonuçlarını ve misilleme eylemlerini kesinlikle hesaba katmalıdır.” diye konuştu.

İsrail hükümeti, Tahran’ı, savaşa hazırlıklı olduğuna ilişkin açıklamalarla yanıtladı. Başbakan Binyamin Netanyahu, kısa süre önce, “IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) ve güvenlik güçleri her türlü gelişmeye hazırdır.” dedi ve ekledi: “Bize zarar vermeye çalışan herkesle savaşacağız. Bedelden korkmuyoruz ve bize zarar vermek isteyenler bir bedel ödeyecekler.”

 

Haberlere göre, Suriye ve Lübnan sınırlarındaki İsrail ordu birlikleri takviye edildi ve ülkenin hava kuvvetleri yüksek alarm düzeyine geçirildi.

Batı medyası, tırmanan cepheleşmeyi, saldırgan bir İran’ı kuşatılmış bir İsrail’in karşısına yerleştirerek sunuyor. İran barışçıl nükleer programını sınırlaması yönündeki ABD ve Avrupa baskısına boyun eğmişken, İsrail, tahminen 200-400 savaş başlıklı bir cephanelikle bölgedeki tek nükleer güç olmayı sürdürüyor. Tel Aviv, Washington’ın ve müttefiklerinin desteğiyle, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzalamayı kararlılıkla reddediyor.

Bu arada, Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Kurumu’na göre, İran’a karşı ABD-İsrail ekseninde başlıca bölgesel müttefik olarak ortaya çıkan Suudi Arabistan, 2016’da askeri donanıma Tahran’dan beş kat fazla para harcadı.

İran, bir bölgesel güç olarak, ABD’nin petrol zengini Ortadoğu üzerinde tartışmasız egemenlik öne sürme yöneliminin önünde bir engel oluşturduğu için hedef konumunda. İran’ın Irak’taki, Suriye’deki ve Lübnan’daki dahil etkisi, bölgedeki çeyrek yüzyıllık ABD savaşlarının yıkıcı sonuçları eliyle güçlendirilmiş durumda.

 

Bir İsrail savaşı tehdidi, ABD ile İsrail ordu kurmayları arasındaki bir toplantı sağanağıyla vurgulanıyor. Ortadoğu’daki askeri operasyonları yöneten ABD Merkez Komutanlığı’nın (Centcom) başındaki General Joseph Votel, Pazartesi günü İsrail’e bir ziyaret gerçekleştirdi ki bu, bir Centcom komutanın şimdiye kadarki ilk ziyareti. Votel’in görevi, görünüşe göre, Netanyahu hükümetine, ABD’nin Trump’ın kısa süre önce verdiği ABD güçlerinin Suriye’den çekilmesi sözünü yerine getirmeyeceğini garanti etmekti.

 

Ardından, İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman, Çarşamba günü, Savunma Bakanı James Mattis ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton dahil ABD’li yetkililerle görüşmek için Washington’a uçtu. İsrail hükümetine göre, gündem, İran’ın Ortadoğu’daki ve özellikle de Suriye’deki “genişleme”sine karşı koymaktı.

Kuşkusuz, hem Washington’daki hem de Avrupa’daki egemen çevreler içinde, İsrail’in İran ile savaş yönelimi üzerine anlaşmazlıklar söz konusu. Washington Post’un bildirdiği gibi, “Washington’daki bazı dış politika kişilikleri, İsrail’e, İranlılara karşı örtülü harekatını sürdürme izni vermeye istekli görünüyor. Onlar, İsrail saldırılarını, Bay Trump’ın Suriye çatışmasından kurtulmak istediği bir zamanda gerekli olarak görüyorlar…”

 

Çarşamba günü, Telegraph gazetesi, Britanya’nın eski genelkurmay başkanı General Richard Dannatt tarafından hazırlanmış, “İran ile İsrail arasında savaş yaklaşıyor ve Britanya İran’ın terörist vekillerine karşı bir tavır almalı” başlıklı bir makale yayınladı.

 

General Dannatt, “Şu anda, İran’ın, başıboş bırakılması durumunda, bölgede İsrail ile potansiyel olarak yıkıcı yeni bir savaşa neden olacağı bir durumla karşı karşıyayız.” diye ileri sürüyor.

 

Ateşini Lübnan’daki burjuva İslamcı Hizbullah hareketine yoğunlaştıran Britanya’nın eski komutanı, kanıt olarak, İsrail’in Suriye’de ve Lübnan’da “kabul edilemez bir tehdit” ile karşı karşı olduğunu söylüyor. O, IDF’nın Lübnanlı sivillere yönelik gelecekteki bir katliamına peşinen bir mazeret sağlayacak şekilde, Hizbullah’ı, tekrar tekrar, silahlarını ve savaşçılarını “sivil halkın içine” yerleştirmekle suçluyor.

 

Britanyalı general, “İsrail’in kendi yaşamsal güvenlik çıkarlarını güçlü bir şekilde savunmayı düşünmesine hazır olmalıyız.” diye yazıyor ve ekliyor: “Çoğu kişi IDF’yi eli ağır olmakla eleştiriyor, ama kurmay başkanlarına şahsen sorular sormam sonucunda, onların kabul edilebilir yasal ve ahlaki standartlar içinde hareket edeceğine inanıyorum.” Bu “standartlar”, IDF’nin, en az 40 kişinin vurularak öldürüldüğü ve birkaç bin kişinin yaralandığı Gazze ile İsrail sınırındaki silahsız göstericileri katletmesinde son ifadesini bulmuştur.

 

Tel Aviv’i İran’a karşı savaşı tırmandırmaya yönlendiren önemli bir etmen, İsrail içindeki toplumsal gerilimlerin yükselmesidir. Sözde gelişmiş ülkeler arasında ABD’den sonra toplumsal olarak en eşitsiz ülke olan İsrail, sonu gelmeyen yolsuzluk skandallarıyla sarılmış durumda. Bu koşullar altında, İsrail hükümeti, iç gerilimleri savaş biçiminde dışa yönlendirmek için çok sayıda nedene sahip.

Washington’ın ve diğer büyük emperyalist güçlerin İsrail’in saldırganlığına ve Ortadoğu’da daha geniş bir savaşa desteğinin altında da benzer nedenler yatıyor.

İsrail’in ve onun Washington’daki, Londra’daki ve başka yerlerdeki destekleyicilerinin izlediği pervasız politikalar, dünyanın en büyük nükleer güçleri olan ABD ve Rusya dahil tüm büyük devletleri hızla içine çekebilecek bölge çapında bir çatışmayı tetikleme tehlikesi yaratıyor. Bu tür bir felaketi önlemenin tek yolu, savaşa ve onu üreten kapitalist sisteme karşı kitlesel bir uluslararası işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesidir.

 

* wsws.org’dan