ABD Başkanı Joe Biden’ın, iç ve dış siyasetteki tutumu birçok boyutuyla dünya kamuoyunda tartışılıyor. Bazı başlıklara bakarak tartışmaların muhtevasını kolayca anlayabiliriz:
* Dünyaca ünlü Amerikan Associated Press haber ajansının 15/16 Mart 2021 tarihli değerlendirmesine göre Biden; yönetimi devralmasını izleyen 100 gün içinde iklim değişikliği, ekonomi, idari mekanizma, göç/göçmen ve pandemi (korona) salgınına ilişkin kararlar alarak kamuoyunda olumlu bir algı yarattı. Buna karşılık silah alım-satımı ile kadına şiddete karşı sert tedbirler hususunda henüz kesinleşmiş bir kararı yok.
Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesi Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü Abdulmunim Said ise, Amerikan başkanının ilk 100 gününü pek parlak bulmuyor. Konumuzla ilgili yorumunu özetleyelim:
“Biden’ın bilhassa dış politikası çelişkilerle dolu. Nedenine gelince: Seçim kampanyası sırasında, Batı kampını ve ABD’nin müttefiklerini destekleme sözü vermişti. Gerçekte ise tek taraflı olarak Afganistan’dan çekilme kararı aldı, ardından bunu batılı müttefiklerine dikte etti.
İran ile nükleer anlaşmaya geri dönmeye odaklandığı bir zamanda; 5+1 müzakerelerinde ortakları olan Çin ve Rusya’ya karşı manevralara girişti.
Putin’i katil olmakla, Çin’i de Hong Kong’da insan hakları ihlallerinde bulunmakla suçladı. Bir yanda yaptırımları kaldırarak Tahran’a tavizler verirken, diğer yanda bölgede sivillere karşı saldırılar düzenlemelerine rağmen Yemenli Husileri terör örgütleri listesinden çıkardı.
Bu tutarsızlık, Washington’un yalnızca NATO müttefikleri ile değil, aynı zamanda Ortadoğu bölgesinde ABD’ye tarihsel olarak yakın duran ve İran’ın davranışları konusunda endişelenmek için pek çok nedeni olan ülkelerle ilişkilerinde de büyük bir dengesizlik yarattı.” (1)
Geçmişten belirtelim: Reuters’un bir raporuna göre Biden, 10 yıl önce ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmesinde ısrar etmiş; bu yüzden akşam yemeğine oturduğu eski Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai’yle tartışmış, o kızgınlıkla önündeki peçeteyi fırlatarak masadan kalkmıştı.
* Rusya’da yayınlanan 3 Mart 2021 tarihli Gazetta Ro gazetesine göre, Biden’ın şubat ayında Kongre’ye sunduğu durgun ekonomiyi canlandırma planı hem hatalı hem de külfetlidir. 1 trilyon 900 milyon dolarlık teşvik, arz-talep dengesini sağlamaktan uzaktır. Kimi ekonomik uzmanlara bakılırsa Biden, aslında ekonomiyi canlandırmıyor; sadece yeni istihdam alanları açıyor. Zira bu yeni yönetimin ciddi bir ekonomi politikası yok; dış ve iç siyasetlerinin yönlendirici ilkeleri de bulunmuyor. Daha önce birlikte çalıştığı eski Başkan Barack Obama gibi ekonomi, bütçe dengesi, emeklilerin birikimleri ve sağlık (bakım-tedavi) alanında başarısız kalmışa benziyor. (2)
* Joe Biden tarafından imzalanan uzun erimli ve stratejik politikalarına rehberlik edecek olan “Geçici Ulusal Güvenlik Stratejik Kılavuzu” belgesi ışığında ABD Başkanı, uygulamada ülkenin askeri ve sivil bürokratlarına genelge göndermiş sayılıyor.
Biden, “Bugün bakanlıkların, kurumların, aktörlerin kendilerini bu rehbere uyumlu hale getirmelerini sağlamak üzere bu belgeyi yayınlıyorum. Amaç, Amerika’nın dünya ile nasıl angaje olacağına dair vizyonumu iletmektir.” diyor.
Belgeyi meşrulaştırma ve kamuoyunu ikna etme gayesiyle yazılan önsöz, kılavuz kitabın kendisi kadar önemli sayılıyor. Dikkatlerden kaçmayan ana fikir ise şöyle:
“ABD’nin, küresel düzlemde öncülük etmesi elzemdir; ülkede refahın sürdürülebilmesi için Amerikan idaresi, müttefikleri ile birlikte ABD öncülüğünde düzeni çalışır hale getirmek zorundadır. Gerçekleştirilecek bu restorasyon kolay olmayacaktır. Öncelik diplomaside olmak şartıyla, gerektiğinde güç kullanarak müttefiklerle beraber başını çekeceği liberal düzen yeniden inşa edilmesine çalışılacaktır.” (3)
Devam edelim: Biden yönetiminin “Geçici Ulusal Güvenlik Stratejik Kılavuzu” isimli strateji belgesine göre küresel güç dağılımı ve konumlanması oldukça değişmiştir. Buna göre:
“Baş rakip Çin’dir. Birinci öncelik, dünyadaki ortaklık ve ittifakları yeniden canlandırmak suretiyle ortaklıklar inşa etmektir. Bu maksatla Avrupa Birliği devletleriyle işbirliğini aktifleştirip sağlamlaştırmanın aracı olarak ikinci ciddi rakip olarak belirlenen Rusya’ya karşıtlık politikası ağırlık kazanacaktır. Ortadoğu’daki Amerikan çıkarlarını korumak için az sayıda asker bulundurulacak ve bu bölge müttefikleriyle (muhtemelen İsrail, Mısır, Ürdün, Körfez’deki Arap ülkeleri gibi-F.B.) hareket edilecektir. ABD, en güçlü askeri varlığını Pasifik bölgesinde bulunduracak; bunu Avrupa izleyecektir. Ortadoğu’daki askeri varlığı ise belirli ihtiyaçlara yanıt verecek kapasitede olacaktır.” (4)
Burada bir noktaya değinelim: Amerika’nın dışişleri bakanları arasında en zeki, kurnaz ve diplomatik şahsiyet olarak bilinen Henry Kissinger, Biden’ın “Çin’e karşı Rusya kartını oynayarak ikisini birbirine düşürüp ayırma” politikasını pek uygun görmüyor. Çünkü kendisi, ABD yönetiminin (Nixon dönemi) 1970’li yıllardaki stratejisi doğrultusunda tam tersini yapmış; Sovyetler Birliği’ne karşı Çin ile sıkı ilişkiler geliştirmiş; zaten ideolojik, siyasi ve jeopolitik nedenlerle araları bozuk olan Moskova ile Pekin’i, birbirlerine karşı kışkırtarak “Soğuk Savaş”ın NATO ve Amerika lehine sonuçlanmasına gayret etmiştir.
Bloomberg haber ajansına konuşan (27 Mart 2021) Kissinger, şu öneride bulunmuştu: “Trump döneminde Çin ile kopan iletişim bağlarını eski haline getirmek için, Biden hızlı bir şekilde hareket etmelidir. Tabii ki insan hakları meselesinde görüş ayrılıkları var… Her bir tarafın, diğerinin hassasiyetlerini anlaması ve sorunun illa çözülmesinden ziyade şiddetinin hafifletilmesi önemlidir. Böylece daha fazla ilerleme kaydedilmesi mümkün olacaktır. Yeni bir dünya düzeninin kurulması, iki taraf arasındaki ilişkilerin istikrar kazanması ve küresel ölçekte bir askeri kapışmadan kaçınması anlamına gelecektir. Küresel kaosu önlemenin yolu budur.”
Kılavuz belgede dikkati çeken bir diğer nokta da, ABD’nin direkt askeri müdahalelerle rejimleri devirmekten kaçınmasıdır. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in ifadesiyle: “Pahalı askeri müdahaleler ya da otoriter güç kullanmaktan uzak durup farklı yöntemlere başvurarak demokrasiyi teşvik etmek” taktiği tercih edilmektedir.
Kısacası: Amerikan yönetiminin eskiyip işe yaramayan (Biden’ın deyimiyle külfeti fazla ve başarısı az olan) taktikler yerine, istenmeyen hükümetleri devirmek maksadıyla daha dolaylı yollar denenmelidir. Örneğin yaptırım ve ambargolar, hedef ülkede kitlesel huzursuzluk ve isyan çıkarmak, ilaveten askeri darbelere zemin hazırlamak amacıyla uygulanabilir ki, Amerikan literatüründe bu, “diplomatik yöntemlerin tercih edilmesi” ifadesiyle formüle edilmiştir.
Biden, bahsi geçen yöntemi daha yumuşak sözlerle ifade etmektedir: “Yeni bir yatırım aracı olarak uyguladığımız diplomasiye dönmek sadece doğru değil, aynı zamanda ülkemizin de çıkarınadır.”
Dışişleri Bakanı Blinken de başkanının izinden giderek, “Artık tek taraflı/boyutlu bir diplomasiden vazgeçiyoruz; ortaklar ve dostlarımızla karşılıklı istişareler yoluyla yeni ittifak politikasını uyguluyoruz” demektedir.
Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve şimdiki CIA şefi William J. Burns, Mart 2019 tarihinde yayımlanan, “The Back Channel: A Memoir of American Diplomacy and the Case for Its Renewal” (Arka Kapı Kanalı: Amerikan Diplomasisi Hafızası ve Yeniden Canlandırılması) isimli kitabında iki yaşamsal öneride bulunuyor: (Gerilemiş olan) Diplomatik üstünlüğümüzü kurtarıp tekrar canlandırmak ve aktif hale getirmek; barış ile savaş arasında kalan gri bölgedeki sert güç (askeri ve benzeri şiddet yöntemleri) yerine, yumuşak güç (ekonomik, siyasi ve kültürel yardımlar, demokrasi ve insan hakları propagandası, kamu diplomasisi alanını genişletip çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve medya ile ilişki kurmak gibi) kullanmak.
* Lübnanlı deneyimli gazeteci Refik Huri, bu meseleyi değerlendirirken daha gerçekçi davranıyor: “Doğrudur, ABD askeri maceralarından dersler çıkarmışa benziyor. Dolayısıyla Ortadoğu ve Afganistan’da sonu gelmeyen savaşlardan elini çekiyor. Gelgelelim stratejik menfaatleri söz konusu olduğunda, kendisine yönelik meydan okuma, tehdit ve tehlikelerden kaçınması imkânsızdır. Süper devletlerin diplomasileri, diş gösterme (askeri kuvvet) olmaksızın işe yaramaz ve istenen sonucu alamazlar.” (6)
Lübnan eski devlet başkanı (1988-1989) ve başbakanı Selim El Hus (1998-2000), yukarıdaki tespiti doğrulayan bir söyleşisinde (9 Şubat 2021 tarihli El Mecelle dergisi) şöyle bir ifade kullanıyordu: “Amerikan siyasetinde ahlak (demokrasi, insan hakları ve benzeri şeyler-F.B.) denen bir şey varsa, o da seçmeciliktir. İşine geleni seçer, gelmeyeni atar. Zira büyük devletlerin dış politikaları, duygusallıkla/sempatiyle değil; çıkarlar zemininde işler.” (7)
Yukarıda ABD’nin stratejik dış politikası ve küresel durumuna dair bir çerçeve çizmeye çalıştık. Şimdiki sorumuz şudur: Özellikle altyapı yatırımlarına önem veren Biden’ın bahsedilen proje, plan ve tedbirleri (başta ekonomi, mali, askeri ve ileri teknoloji olmak üzere) ülkedeki kapitalizmin yeniden ihya edilip canlandırılmasına yetecek midir?
Demokrat Parti politikacılarına bakılırsa, kendilerini temsil eden Biden, 1933-1945 yılları arasında ülkesini 1929’da başlayıp 1930’lu yıllarda devam eden “Büyük Ekonomik Bunalım”dan çıkaran Başkan Franklin Delano Roosevelt’e benziyor. O, 12 yıllık iktidar döneminde Yeni Düzen adı verilen bir dizi siyasal ve ekonomik reformu devreye sokmuştu. Üstelik de 1945’te Japonya ve Almanya’ya karşı zafer kazanmıştı. Biden yönetimi de, bu stratejik planı izlediği için başarılı olacaktır.
Buna karşılık muhafazakâr Cumhuriyetçiler, “iddialı ekonomik projenin, ülkeyi sola kaydıracağını; vergi artırımı ve hızlı tüketim/harcamalar nedeniyle zaten kırılgan olan Amerikan ekonomisini batıracağını iddia ediyorlar. Kimi sağ kesimler ise, esas yatırımın altyapıya kaydırılması görüşündeler.
Alınacak bazı köklü tedbirlerle “oturmuş kapitalizmin genleriyle oynamak” ile suçlanan Biden’ın ekonomik uygulamalarından duyulan tedirginlik, sermaye sahipleri arasında da yaygındır. (8) Bu tedirginliğe rağmen son zamanlarda okuduğum ABD ekonomisi ve politikasından anlayan Tarık El Şami’ye göre: “Ülkede ekonomik alanda sıçrama ve sosyal düzlemde canlanma başlamış görünüyor.” (9)
Çin ve Rusya gibi iki süper rakiple mücadelesinde Amerikan kamuoyunun desteğini alıp, Trump’un yol açtığı kutuplaşma ve bölünmeye son vererek safları sıklaştırmaya önem veren Biden, seçim kampanyası sırasında sıkça kullandığı “orta sınıf için dış politika” politikası da gütmektedir.
Yukarıdaki gelişmelerle bağlantısını bilmiyorum. Ancak son zamanlarda 79 yaşındaki Biden’ın “akıl sağlığı” dolayısıyla “iktidardan çekilme” ihtimali üzerine iki analiz okudum. Bunlar Amerikalı siyaset bilimci Dr. Bradley A. Tyaher ile eski Çin Dışişleri Bakanlığı üst düzeyi görevlisi ve şimdiki muhalif (ayrıca ABD senatosunda 12 yıl boyunca danışmanlık yapmış olan) Li Yan Şu Han tarafından The National Interest dergisinde yayınlanan yorumlardır.
Çin rejimine karşıtlığıyla da tanınan Li Yan Şu’ya göre: Amerikan-Çin ilişkileri Biden’ın ilk idaresi sürecinde içinden çıkılmaz bir hal alırsa, ABD Başkanı sağlık nedenleri veya başka gerekçelerle makamını/görevini devretmek durumunda kalabilir. Dört yıllık başkanlığını tamamlamadan ayrılması halinde, Pasifik Okyanusu bölgesindeki Amerikan çıkarları büyük ölçüde tersyüz olur, olumsuz etkilenir. İktidarı terk etmesinin ilk yansıması, dost veya hasım devlet yöneticilerinin tavırlarında belirsizlik şeklinde kendini gösterir. İkinci yansıması Biden’ın kadın yardımcısı Kamala Harris’in başkanlık koltuğuna oturması hususunda Beyaz Saray görevlileri arasında çıkması muhtemel çekişme ve görüş ayrılığıdır. Üçüncü yansıması ise, yükselen Çin’in böyle bir değişiklikten azami ölçüde faydalanma politikasıdır.” (10)
Anlaşılan o ki bahsi geçen varsayımsal yorum, daha çok ABD ile arasındaki jeopolitik mücadelede kazanacak tarafın Çin olacağı kaygısıyla yazılmıştır. Zaten makalenin bitiş kısmında, “Amerikan yönetiminin 2024 yılına kadar ne yapıp edip Çin’e karşı ciddi bir siyasi savaş başlatması” önerilmektedir.
Daily Express sitesinde, “Biden sparks concern over fitness in awkward moment – ‘I’ll be in better shape” başlığı ve Vorga Jarga imzasıyla yayınlanan 7 Temmuz tarihli makalede, kısaca şundan bahsedilmektedir:
“Biden, The Daily Express gazetesi muhabirinin casusluk meselesine ilişkin sorusuna (Rusya, CIA teşkilatına sızma talimatı verdi mi?) önce şu şekilde cevap vermiş: ‘CIA, böyle bir sızma talimatının Rusya’dan gelip gelmediğinden emin değildir. Bunların Rus olup olmadıklarından emin olamıyoruz.’ Biraz sonra ise, ‘Daha iyi bir durumda olduğumda sizinle sohbet ederim’ demiş. Aslında basit bir sorunun yanıtında teklemiş ve o sırada cebindeki notları karıştırarak uygun bir ifade bulmaya çalışmış. Ayrıca, olay hakkında CIA’dan bilgi aldığını, ertesi günü daha ayrıntılı bilgi edineceğini belirtmiş.”
Aynı gazeteye göre Biden, geçen ay İngiltere’ye yaptığı ziyaret sırasındaki konuşmasında sürçü lisan ederek İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin ismini yanlış söylemiş. Gazetenin iddiasına bakılırsa, Biden’daki bu tür belirtiler, Kanada’daki Montreal Bilişsel Değerlendirmesi (Montreal Cognitive Assessment: MoCA) ölçümlerine göre ‘hafıza zayıflığı, bunama ve benzeri diğer akıl rahatsızlıkları’ olarak tanımlanmaktadır.” (11)
The New York Times gazetesi -her nedense- eski ve yeni çalışanları tarafından hazırlanan kapsamlı bir Biden portresi ortaya çıkardı. Huy ve kişilik tespiti şu noktada yoğunlaşmaktadır: Hızlı karar almayan, hemen parlayan, takıntılı, ara sıra görüşme ortasında telefonu kapatan ve bazen beklenmedik şekilde yakınlık gösteren biri. (12)
Şimdiye kadar sıraladığımız bilgi, belge ve yorumlar ışığında hegemonya mücadelesi veren ABD, Çin, Rusya, Almanya ve Fransa devletleri arasındaki ilişkilerin uzlaşma-çatışma arasında gidip geleceğini, istikrarsızlığın daha yoğun olacağını ve Ortadoğu ülkelerinin de bundan hem nasipleneceklerini hem de nasiplerini alacaklarını söyleyebiliriz.
Biden-Erdoğan görüşmesindeki spekülatif “bilgi” hakkında kenar notu:
ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, NATO zirvesi toplantısı münasebetiyle gittikleri Brüksel’de ikili ilişkileri de görüştüler. O sırada okuduğum yorumlara dayanarak bende şöyle bir kanaat oluştu: Biden, Türkiye’deki insan hakkı ihlallerine hemen hiç değinmemiş ve Ermeni soykırımı konusu da tekrar gündeme gelmemiş.
Son haftalarda kulağıma gelen söylenti tarzındaki “ilginç” bir bilgiye bakılırsa Biden, Erdoğan’ı şu şekilde uyarmış: Suriye’deki Kürtlere müdahale etme, Türkiye’de demokrasiyi ikame etmek suretiyle Kürt meselesini çözmeye bak!
HDP Milletvekili Erol Katırcıoğlu’nun, “Kürt sorununu Erdoğan çözebilir” yolundaki inancının öteden beri var olduğunun farkındayım. “Meselenin çözümü için AKP ile yeniden görüşülebilir” mealindeki değerlendirmesinin Biden’ın varsayımsal uyarısından sonra gelmesi rastlandı mıdır? Onu da bilmiyorum.
Keza Erdoğan’ın son Diyarbakır ziyaretinde, “Biz çözümü bozmadık, HDP ve terör örgütü bozdu” mealindeki konuşmasının Biden’ın o uyarısı sonrasına denk düşmesi de başka bir rastlantı mıydı? Bundan da haberdar değilim. Ancak şunu söyleyebilirim:
Siyasi ve ekonomik krizle baş edemeyen Erdoğan çıkış yolu ararken; onca zamandır elinin tersiyle ittiği ve ötekileştirdiği Kürt halkını kazanmak, hatta HDP kitlesini parti yetkililerine karşı ayağa kaldırmak veya onları bölüp yanına çekmek için Diyarbakır’a gitti. Aslında hiçbir vaatte bulunmadan sadece hafıza tazeleme babından olgulara dayanmayan bazı hatırlatmalarda bulundu. Bu hatırlatmaların büyük bir kısmı da, “Ben yapmadım, o yaptı!” türünden, kendine hasım gördüklerine yönelik ithamlarla doludur.
Durum ve vaziyet her ne ise, sözel dolaşıma sokulan Biden-Erdoğan görüşmesinde Kürt meselesinin çözümüne dair söylendiği iddia edilen “uyarı”, mevcut gelişme ve gerçeklerle şimdilik desteklenmiyor.
Kürt meselesini anlatıp gereken siyasi desteği sağlamak için konuyla ilgisi olan devletlerin yetkilileri ve Türkiye’deki iktidar sahipleriyle temas kurup görüşmek prensip olarak doğrudur ve diplomasinin icabıdır.
Ancak bu hususta Biden’den umutlu olanların, Amerika’nın jeopolitik çıkarlarının ne olduğunu iyi bilmeleri; Erdoğan’dan çözüm bekleyenlerin ise AKP iktidarının siyasi ve ideolojik kodlarını, bir anlamda politik haritasını resmederek onun stratejisini iyi tanımaları gerekmektedir.
Bu münasebetle bir anımdan söz edeyim:
Oslo görüşmelerinin olduğu günlerde farklı Türk-Kürt kesimlerden gazeteci, siyasetçi ve aydınların Diyarbakır’da buluştuğu bir toplantıda, Selahattin Demirtaş şöyle demişti: “Bilmediğiniz gelişmeler var; çözümün son rötuşları yapılmaktadır.”
Meğer Demirtaş’ın Oslo sürecinden haberi varmış ama bizler hiç haberdar değilmişiz. Aylar sonra basın ve medya kanalıyla bilgilendik.
Demirtaş’ın o konuşması üzerine rahmetli Feridun Yazar, “Tecrübeme dayanarak söylüyorum: 150 yıllık Kürt meselesi, birkaç rötuşla çözülecek aşamaya henüz gelmemiştir” diyerek itiraz etti. Dr. Kemal Parlak da, buna benzer bir görüş belirterek, “İyimserliğe kapılmanın muhtemel risklerine” değindi. Benim itirazımın ise özeti şuydu: “Galiba siz iktidarın ideolojik ve siyasi kodlarını iyi çözemediğiniz için fazlaca iyimser, heyecanlı ve aceleci davranıyorsunuz!”
Kuşkusuz Kürt veya Alevi meselesi gibi müzmin sorunların çözümü için dönemin iktidarı hangisiyse, devlete kim hükmediyorsa onunla masaya oturulabilir. Yeter ki diyalog, görüşme veya müzakere sürecinde herkes önceki hatalardan ders çıkarabilsin.
Söz gelimi: “Ego şişkinliğine” kapılıp, neredeyse dünyanın merkezine kendini yerleştiren PKK örgütü, “silahlı mücadeleyi mutlaklaştırıp tıkanacak çözümün yolunu, yalnız şiddet vasıtasıyla açabileceği” noktasında ısrar etti. Devleti iyi tanımadığı da “hendek” olaylarında apaçık ortaya çıktı. Askeri terimle söylersek, örgüt “ciddi kurmay hatası” yaptı.
Devlet yetkililerine gelince, “Bir yandan çözüm deyip diğer yandan topyekûn bir savaşa hazırlanırken, muhataplarını kolayca kandırıp alt edebilecekleri” noktasında yanıldılar. İş çıkmaza girince de bir bahaneyle topyekûn savaşın (kökünü kazıma operasyonları) işaret fişeğini çaktılar.
Cizre’de Şerafettin Elçi Havaalanı’nın açılış konuşmasının satır araları iyi okunsaydı, Erdoğan’ın bu işareti daha o vakit verdiği ve sadece küçük bir bahane/vesile aradığı kolayca görülürdü. O vesile, Ceylanpınar’da (22 Temmuz 2015) iki polisin katledilmesiyle bulunmuş oldu.
Keza Kürt sorununu “örgütten ibaretmiş” gibi algılayan AKP iktidarı hem bu konuda, hem de “Kürtsüz Kürt çözümü” yani Kürt siyasi ve toplumsal dinamikleri olmadan meseleyi “halletme” hususunda yanılgıya düştü. Geçen 10 yıllık süre, 150 yıllık bu sorunun, “aktif katılımcı Kürt öznesi” olmadan çözülemeyeceğini gösterdi.
Dolayısıyla iki kesim de, diğerinin gerçek niyetini/aklını okuyamadı. Daha da önemlisi, tabiatı gereği çoğunlukla gizli yürütülmesi icap eden barış diplomasisinde şeffaflıktan ziyade halka hesap verilebilirlik ve katılımcılık ilkesi kuralına hemen hiç uyulmadı.
Ve sürecin başlarında, Dilop dergisinde yayınlanan röportajımda öngördüğüm üzere görüşmeler fiyaskoyla sonuçlandı. Daha acımasız, kanlı ve kapsamlı çatışma süreci başladı.
Kaynakça:
1-) Abdulmunim Said, “Biden’ın ilk 100 günü”, independent Türkçe çevirisi, 29 Nisan 2021.
2-) https://arabic.rt.com/papers/858035-
3-) Prof. Dr. Mustafa Türkeş, “ABD’nin ‘Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Rehberi,’ ne anlatıyor?”, Sol portal, 5 Mart 2021.
4-) Mehmet Ali Güller, “Biden’ın strateji belgesi ve darbecilik”, Cumhuriyet, 6 Mart 2021.
, Ray’ul Yom, 29 Mart 2021.لماذا جاءت نصيحة كيسنجر لإدارة بايدن بالتّوصّل إلى تفاهمٍ مع الصين لتجنّب حرب ؟5-)
6-) أية استراتيجية لسلاح الدبلوماسية الأميركية؟, independent Arabia, 1 Mart 2021.
7-) 9 Şubat 2021; https://arb.majalla.com/node/119246/
8-9-) https://www.independentarabia.com/node/209666/, 6 Nisan 2021. https://www.independentarabia.com/node/234011/, 20 Haziran 2021.
10-), تداعيات-احتمال-تولي-هاريس-الرئاسة-بعد/, El Quds El Arabi, 29 Haziran 2021.
11-) https://www.express.co.uk/news/royal/1459322/joe-biden-health-mental-fitness-fears-us-president-russian-cyberattack-ont.
12-) NYT’den Biden portresi: Çabuk parlıyor ve ayrıntılara takıntılı, independent Türkçe, 16 Mayıs 2021.
© The Independentturkish