Salı , 19 Mart 2024

Renk ve Renk -1-Güngör Şenkal


Notice: Undefined index: tie_hide_meta in C:\inetpub\WpSites\ozguruniversite.org\wp-content\themes\sahifa\framework\parts\meta-post.php on line 3

 

Farsça kökenli olan renk sözcüğünün TDK’ya göre anlamı -sözcüğün yan anlamlarını şimdilik bir kenara bırakarak söyleyecek olursak- şöyledir: Cisimler tarafından yansılanan ışığın gözde oluşturduğu duyum. Türkçeye Orta Farsça/Farsçadan geçen sözcüğün aslı

–kaynaklardaki biçimiyle- rang (رنگ)’dır. Sözcüğün Sanskritçe rāga sözcüğüyle eşanlamlı olduğu ve özellikle kırmızı rengi vurguladığı da belirtilir.

 

Antrparantez: Farsçada iki ayrı (a) sesi mevcuttur. Bunlardan biri uzun ve koyu (sesletimi o’ya kayan, İng. all sözcüğündeki (a)’nın sesletimi gibi), diğeri ise sesletimi kısa ve açık (e’ye kayan) bir (a) sesidir. Baştaki ünlülerin hepsi elif (ﺍ) ile gösterildiğinden, standart yazıda, birincisinin üzerine madda (آ) adı verilen bir çizgi getirilir. Ancak bu (ā) sesinden önce bir harf gelirse; başka bir söylemle, (ā) sözcüğün başında yer almazsa üstüne madda konmaz. Kaynaklarda rang olarak yazılan sözcükteki (a), sözünü ettiğimiz ikinci (a)ʼ dır ve bunun sesletimi İng. cut sözcüğündeki (a) sesi gibidir. Bu açıklamalardan, sesletimin rang değil de, reng sesine daha yakın olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Türkçe sesletimde (g) sesi (ünsüzü) sözcük sonunda bulunamayacağından, sondaki (g)’nin (k)’ya dönüşmesi söz konusu olmuş olmalıdır (reng yerine renk).

 

Sanskritçede rāga (bazı yerlerde rānga: gününüz Hintçesinde sözcüğün sesletimi esnasında (g)ʹden sonra (ı) ile (a) arasından bir gırtlak sesi duyulduğundan, Sanskritçede rānga olması daha gerçekçidir) olarak geçen sözcüğün döneminde taşıdığı iki anlamın (genel anlamda renk ve bir renk olarak kırmızı) varlığını, iki ayrı dilsel coğrafyada sürdürdüğünü ileri sürebiliriz. Sözcüğü, Hint-Avrupa dil ailesinin Avrupa kolunun Cermen ve -Latince ve Portekizce hariç- Roman dillerinde kırmızı, Hint-İran kolunun birçoğunda renk (ışık dalga boylarının algılanış biçiminin genel adı) anlamında görmekteyiz.

 

Tartışmaya çok açık olan birincisine örneklerimiz şunlardır: Cermen dilleri: Almanca rot, İngilizce red, Hollandaca rood, İsveççe röd, Danimarkaca rød, Afrikaans rooi, Frizce read, Luksemburgca rout. Roman dilleri: Fransızca rouge, İspanyolca rojo, İtalyanca rosso, Rumence roşu, Korsikaca rossu. Bazı Balto-Slav dillerinde de benzer durum söz konusu olabilmektedir: Litvanca raudona, Slovence rdeča.

 

Sanskritçeden hareketle bu dillerin kökeninde kırmızıyı tanımlamak için var olduğunu düşündüğümüz baştaki (r) sesinin korunduğunu söyleyebiliriz. Baştaki (r) sesinin korunmuş gibi görünmesi aslında rastlantılı uygunluk da olabilir; dilbilimsel yöntemlerle kanıtlanmaya muhtaçtır.

 

Renk sözcüğü ise Farsça, Kürtçe, Zazaca, Darice (Fārsī-yi Darī), Peştuca, Hintçe, Urduca gibi Hint-İran dilleri yanında, Azerice, Özbekçe, Türkçe gibi Altayik dillerde de aynı anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca, Doğu Afrika dillerinden Svahali (Swahili ya da Kiswahili) dilinde aynı anlama gelen rangi sözcüğüyle ilişkisi araştırılmalıdır.

 

Türkçede renkler

 

Divan-ı Lügat-it Türk’te renk sözcüğünü karşılayan üç ayrı sözcük vardır: öŋ, tṻ ve bodug.  Renkler ise şunlardır: ak ve ürüŋ (beyaz), al (turuncu), kök (koyu gri, gök rengi), sarıg (sarı), kızıl (kızıl, her şeyin kırmızısı), yaşıl (yeşil), kara (siyah), yagız (koyu kahverengi), yipgin (mor, erguvan rengi). Göktürk yazıtlarında yeşil için ayrı bir sözcük (yaşıl) olmasına karşın, kök sözcüğü mavi, boz, gri, gök rengi ve lacivertin yanında yeşil anlamı da taşıyordu. Türk dillerinde kızıl sözcüğü olduğu halde, -yazılanlara göre- Arapça [bir böcek (koşinil) adından] kırmızı sözcüğünün yerleşmiş olmasını, iki sözcüğün sesletim benzerliği nedeniyle Türkçe konuşurlarca kolayca benimsenmesi olarak düşünebiliriz.

 

Rengin oluşumu

 

Renkler üzerine kafa yoran ilk kişi Aristoteles (İ.Ö. 4. yy) iken, bilimsel ilk çalışmayı yapan Sir Isaac Newton (17. yy)ʹdur.

 

Bizim için en önemli ışık kaynağı güneştir. Işık, fotonlar tarafından temsil edilen elektromanyetik dalgalardan oluşur. Elektromanyetik tayftaki (spektrum) dalgalar x-ışınları, morötesi, kızılötesi, mikrodalga ve radyo dalgalarından (ışınımın türevleri) oluşsa da, görülebilme, ışık fotonlarının dalga boyları sayesindedir. Görülebilir bu renkler mor (380-440 nm) ile kırmızı (625-740 nm) arasındadır. Ortalama olarak 400-700 nm aralığı.

 

Bir nesne, üzerine düşen bütün ışık dalga boylarını yansıttığı durumda onu beyaz olarak algılarız/görürüz. Newton, güneş ışığını bir prizmadan geçirerek yaptığı deneyde beyaz ışığın aslında yedi rengin birleşimi olduğunu göstermiştir. (Bazı modern bilim insanlarınca bu sayı altıdır.) Eğer nesne, üzerine gelen ışığın hepsini soğursa (absorbe ederse), hiç ışık yansıtmayacağından onu siyah olarak görürüz. Bu durumda siyah, bir renksizlik durumudur. Kısacası renk; aslında renksiz olan nesnelerin üzerine düşen ışık ile bu nesnelerin yansıtabildiği ışık dalga boylarının gözümüz tarafından algılanış biçimidir.

 

İki dalga boyu arasındaki mesafe aşırı farklılıkta olabilir. Tanım olarak ışık; elektromanyetik tayfın (ışınımın) normal insan gözüyle görülebilir olmasıdır. Bu alanın dışında kalan ışığı (kızıl ve mor ötesi) fiziksel olarak bilmemize karşın, göremeyiz. Ancak başka canlılar değişik duyu hücrelerine sahip olduklarından, elektromanyetik ışınımın farklı ışık dalgalarını algılayabilirler (ör: yarasa).

 

Kırmızı, sarı ve mavi ana renkler olarak kabul edilir. Bu renkler  -görsel açıdan- başka renklere parçalanamaz. Diğer renkler bunların karışımıyla oluşur. Yeşil, turuncu ve mor da ara renklerdir. Ana ve ara (yardımcı) renklerin karışımından oluşan renklere de üçüncül renkler adı verilir. Renkler tür, doygunluk (saflık) ve değer (açıklık-koyuluk) açısından da kategorize edilir. Kırmızı ve sarıyla ilişkilendirilen renklere sıcak, mavi ile ilişkilendirilenlere de soğuk renkler denir.

 

Gözün algılayışı

 

Gözlerimiz sayısız rengi algıladağı halde, adlandırdığımız renk sayısı sınırlıdır. Dünya dillerinde renk terimi sayıları 2 ile 11 (bazı dillerde 12) arasında değişmektedir. Gözümüz bazı renkleri, daha doğrusu sıcak renkleri özellikle algılamakta; kırmızı, mavi ve yeşil renge tepki vermektedir. Renklerin tanımlanması etkili bir bildirişim için önemlidir ve kültürel nedenleri vardır. Sanayileşmiş ve bilgisayar ağırlıklı dünyada daha fazla renk adlandırmasına ihtiyaç duyulmuştur.

 

Dillerin çoğunda beş renk mevcuttur: Açık, koyu, kırmızı, sarı ve mavi/yeşil. Bazı dillerde yeşil ve mavi ya ayrı ayrı algılanmaz ya da kısmen algılanır. Örneğin Tarahumara dili (Meksika) mavi ile yeşil arasında ayrım yapmamaktadır. Dani dilinde (Papua-Yeni Gine) sadece iki renk vardır: mili (açık) ve mola (koyu). Aynı durum Liberya, Sierra Leone gibi Batı Afrika Nijer-Kongo dil ailesinden Kru grubuna bağlı Bassa dilleri için de geçerlidir. Mavi renk Türkçe, Rusça ve Yunancada iki ayrı terimle adlandırılır. Yunanca açık mavi ghalazio, koyu mavi ble.

 

Çincede qīng; yeşil, mavi, menekşe (viyolet) ve siyah için bir üst kavram olarak kullanılır. Yakın dönemlerde mavi için lán, yeşil için de sözcükleri kullanılmaya başlanmıştır (ör: lǜ chá = yeşil çay). İngilizcedeki renk sayısı 11’dir. Bolivya yerli dillerinden Tsimenéde üç renk adıyla bildirişim sağlanabilmektedir: Siyah, beyaz ve kırmızı.

 

Vietnam dilinde kahverengi, pembe, mor ve gri için sözcükler varken, mavi için yoktur. (Mavi) gökyüzü için kullanılan xanh sözcüğü aynı zamanda ağacın yeşil yaprakları için de kullanılır. Örneğin: Yeşil için xanh lá cây (cây = bitki) denilirken, gökyüzü için xanh da trời (trời = gökyüzü) denir.

 

Antrparantez: Maviyi adlandırmada kullanılan ilk sözcüğün Eski Mısır’da ortaya çıktığı kabul edilir. Çünkü Eski Mısır halkı mavi rengi yapay olarak imal eden ilk halktır.

 

Bir rengi mavi olarak algılayabilmemiz için ışık dalga uzunluğunun 450 ile 490 nm (nanometre = milimetrenin milyonda biri) arasında olması gerekir. Renksiz olan suyu mavi olarak algılamamızın nedeni, kırmızı ve yeşilin dalga uzunluklarının su tarafından güçlü bir biçimde emilmesidir. Benzer bir fenomen gökyüzünü mavi renkte algılayışımızda da görülür: Kısa dalgalı mavi ışığın oksijen ve azot tarafından, uzun ışıklara oranla daha güçlü yayılması.

 

Gözümüzdeki koni hücrelerinin yokluğu bizi renk körü yaptığı gibi, yoğunluğu ve dağılımı da renkleri farklı algılamamıza neden oluyor. Kuşların renk algıları insana göre çok daha gelişkindir (ör: sinek kuşu). İnsan gözü renklere duyarlı üç alıcıya (trikromatik) sahiptir. Bu sayede biz gökkuşağı renklerini; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, çivit rengi (indigo) ve moru görebiliriz. Ek olarak, gökkuşağına dahil olmayan erguvan (purpur, firfir) rengini de görebiliriz. Kuşlar ise dört alıcıya (tetrakromatik) sahiptir. Teorik olarak, ultraviyole yeşil ve ultraviyole kırmızı da dahil, renk paletindeki bütün renkleri görebilirler.

 

Işımanın farklı dalga boyları bizim tarafımızdan renk olarak adlandırılır. Renkli olan aslında ışık dalgası değildir; bizim gözlerimiz, dolayısıyla beynimiz onu renk olarak algılar/yorumlar. Bir rengin birçok tonu olmasına karşın onları tek bir renk veya grup (ya da band) halinde adlandırmamıza kategorik algı denir.  Çevremizdeki sıcak renkler daha önemli olduğundan, gözümüz bunları tam olarak birbirinden ayırt edebilir. Kırmızı ve sarı arasındaki ayrıma ilişki fikir birliğimiz, mavi ve yeşil söz konusu olduğunda bozulmaktadır.

 

Fizyoloji dilden önce vardır. Deneylere göre dil algıyı şekillendirebilir, ama sınırlayamaz. Öyle olsaydı, yeni renk adlandırmaları söz konusu olamazdı. İnsan gözü fiziksel olarak milyonlarca rengi birbirinden ayırt edebilir. Bu ise daha birçok renk adının insan diline dahil edileceği anlamına gelmektedir.

 

Dil ve renk

 

Dilde renk adları belirli bir evrimsel süreçte oluşuyor. Bir yanda gözün/beynin biyolojik evrimi, diğer yanda dilin (İng. language) evrimi. Renklerle sözcüklerin eşleştirilme biçimleri (gösteren-gösterilen ilişkisi) coğrafi ve çevresel etkenlerce belirleniyor. Bir dilin temel kavramlarında bugün için var olmayan renk terimleri, dilin evrimi sürecinde oluşmakta, oluşabilmektedir (Brent Berlin-Paul Kay).

 

Renk adlarının bilgi aktarımında önemli bir yeri vardır. Renkler aynı zamanda sözel olmayan bildirişim araçlarıdır (ör: trafik lambaları). Bir objeyi ya da kişiyi tanımlamamız için gereklidir. Bir kişiyi giysilerinden, göz, saç ve ten rengine kadar ancak renkler aracılığıyla/sayesinde tanımlayabiliriz. Renkler sanat tarihinin de ayrılmaz bir parçasıdır. Bu, resim sanatında olduğu kadar yazı sanatı (edebiyat) için de geçerlidir.

 

Çeşitlilik olarak renk

 

Rengin yan anlamlarından olan nitelik ve çeşitlilik, sessel anlamda ses rengi, kişisel özellikler anlamında renkli kişilik gibi bireye özgü çeşitliliklerin yanında, daha çok toplumsal konularda kullanılmaktadır. Algıladığı ışığı önce renk olarak adlandıran insanlık, sonra da ona duygusal, biyolojik, siyasi vb. bir takım anlamlar yüklemiştir. Kişilerin renk tercihleri/tutkuları ile kişilikleri arasında bağ olduğunu, psikologların yaptığı kişilik analizlerinden bilmekteyiz. Nörobilim, renklerle psikolojik duyarlılık arasında bağlantı olduğunu göstermektedir. Beynimizde oluşan renk algısının her zaman öznel bir yanı olduğu, kişisel deneyimlerle anlam kazandığı göz önünde bulundurulmalıdır. İnsanın renge verdiği tepki fizyolojik olduğu kadar psikolojiktir de. Renk kombinasyonları insanlar üzerine pozitif veya negatif etkiler yapabilmektedir.

 

Toplumsal çeşitlilik anlamında renkleri dilsel, dinsel, etnik, sınıfsal vb. olarak sıralayabiliriz. Her şeyi siyah ya da beyaz görme eğiliminde olanlar (otoriter, totaliter kişilikler/sistemler) açısından fizyolojik renkliliğin olduğu kadar toplumsal renkliliğin de bir önemi yoktur. Hatta onların gözünde bu renklilik zararlıdır; renkliliğin yok olması/edilmesi için tavır geliştirilmelidir.

 

Dilsel renkliliği (çeşitliliği) ele aldığımızda karşılaşacağımız tablo şöyledir: Diller, dolayısıyla dilsel topluluklar, tarih boyunca farklı algılama ve ifade biçimleri geliştirmiştir. Bunların hepsi ayrı bir renk/güzellik, insanlığın gelişim tarihine bir katkıdır. Bir dilin yok olması, dünyayı algılama/anlama, yorumlama; kısaca, düşünme biçimlerinden birinin yok olmasıdır. Bir dilsel rengin solması, dünyanın dilsel, aynı zamanda dünyanın kültürel yoksullaşmasıdır.

 

Dil değişiminde temel renk adları kaybolmadığı gibi, tekçi ulus devletlerde de resmi dilin dışındaki diller -temel bir renk olarak- büyük oranda kaybolmamıştır. Bunun başlıca nedeni; dilin konuşurlarının kararlı tutumu ile toplumcu ve liberter görüşlerin, dillerin yaşatılması için asimilasyoncu devletlere karşı yaptığı baskıdır.

 

Dil öğrenmenin beynimize farklı algılama yetisi kazandırması gibi, farklı dillerdeki renk adlarını öğrenmemiz de, dilimizde olmayan (algıladığımız, ama adlandıramadığımız) renkleri öğrenmemizi sağlar. Türkçede renk adları, bütün temel renkleri adlandırabilecek yeterliliktedir. Bunun nedeni de Türkçenin gelişim sürecinde ihtiyaç duyduğu bazı renk adlarını başka dillerden almış olmasıdır.

 

Türkçede bugün kullandığımız renk adlarına baktığımızda dilsel çeşitliliğin Türkçeye katkılarını kolayca görebiliriz. En sık kullandığımız renk terimlerinden bazılarının varlığı, örneğin eflatun (Platon adından), beyaz, kırmızı ve mavi Arapça; kahverengi Arapça-Farsça; mor Ermenice; haki, lacivert, siyah, turuncu Farsça; pembe Farsça/Kürtçe; bordo, gri, bej ise Fransızca gibi diller sayesindedir.

 

Diller kendi evrimsel süreçlerinde geliştirdikleri sözcüklerin yanı sıra başka dillerden de sözcük alarak gelişir/zenginleşir. Renklerin gösterenini oluşturmada (adlandırmada) aracılık eden ve kendileri de bir renk (çeşitlilik) olan dillerin, lehçe ve ağızlarıyla birlikte yaşaması/yaşatılması önemlidir.

 

 

KAYNAKÇA:

 

Frederick Bodmer, Die Sprachen der Welt, Geschichte – Grammatik -Wortschatz in vergleichender Darstellung, Verlag Kiepenheuer & Witsch, Köln-Belin, Fünfte Auflage, Hungary

 

Korhan Kaya, Hindistan’da Diller, İmge Kitabevi, 1. Baskı: Eylül 2005 – Ankara

 

Sevan Nişanyan, Sözlerin Soyağacı – Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü, Adam Yayınları, Birinci Basım: Ekim 2002 – İstanbul

 

Eugene A. Nida, Çev. Özcan Başkan, Dilbilim Üzerine Tartışmalar, Multilingual, 2003 – İstanbul

 

Emre Özgen, Dil ve Renk Algısı, Bilim ve Ütopya, 17 Temmuz 2020

https://bilimveutopya.com.tr/dil-ve-renk-algisi

 

Cansu Bilgiç, Renk Algısı Konuştuğumuz Dile Göre Değişiyor (Kaynak: The Conversation), Türkiye Zeka Vakfı, 25.07.2018

https://www.tzv.org.tr/#/haber/2613

 

Emre Ömer Zehir, İngiliz Araştırmacılar Renk Algısı ile Anadili Arasında Bağlantı Keşfetti, webtekno, https://www.webtekno.com/ingiliz-arastirmacilar-renk-algisi-ile-anadil-arasinda-baglanti-kesfetti-h57204.html

 

Aina Casaponsaw, Panos Athanasopoulos, Gördüğümüz Renkler Konuştuğumuz Dile Göre Değişebilir mi? Evrensel.net, https://www.evrensel.net/haber/351844/gordugumuz-renkler-konustugumuz-dile-gore-degisebilir-mi

 

Renk, https://tr.wikipedia.org/wiki/Renk

 

Warum verschiedene Völker unterschiedlich viele Begriffe für Farben haben, GEO, https://www.geo.de/magazine/geo-magazin/18092-rtkl-sprache-warum-verschiedene-voelker-unterschiedlich-viele-begriffe

 

Gülce Bengi, Farbwahrnehmung und Sprache: Warum Du Die Farbe Grün Sehen Kannst, https://zwischenbetrachtung.de/2020/06/17/farbwahrnehmung-und-sprache-warum-du-die-farbe-gruen-sehen-kannst/

Greator, Farbpsychologie: Die Macht der Farben richtig nutzen, https://greator.com/farbpsychologie/

Uwe Hentschel, Wie Unsere Sprache die Wahrnehmung beeinflusst, https://www.science.lu/de/schrift-formt-umwelt/wie-unsere-sprache-die-wahrnehmung-beeinflusst

Salim Küçük, Tarihi Türk Lehçelerinde Renk Adlandırmaları, http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/salim_kucuk_tarihi_turk_lehceleri_renk_adlandrimalari.pdf

Fatoş Karadağ Toprak, Divânu Lügâti’t-Türkʹteki Renk Adlarının Güney Sibirya (Altay-Tuva-Hakas) Türk Dillerindeki Görünümleri, https://dergipark.org.tr/en/pub/teke/issue/55209/757694

Mehmet Yavuz (Nörolog Dr.), Renklerin Psikolojik Etkileri Nelerdir? https://www.kimpsikoloji.com/renklerin-psikolojik-etkileri-nelerdir/

Söylenti (Kültür-Sanat-Edebiyat), Renklerin Kökeni, https://www.soylentidergi.com/renklerin-kokeni/