Faik Bulut Independent Türkçe için Psikiyatr Fikret Zengin ile konuştu
Bingöl‘ün Karlıova ilçesine bağlı Tuzluca köyünde 1957’de doğan Fikret Zengin, Mikail köyünde başladığı ilkokulu, 1966 depreminden sonra Solhan Yatılı bölge okulunda tamamladı. Ortaöğrenimini sırasıyla Tatvan (yatılı bölge okulu), Elazığ, Bingöl ve Diyarbakır’da yaptı.
Dr. Psikiyatrist Zengin’in üniversitede okuduğu dönem, sağ-sol çatışmasının alabildiğine tırmandığı 1970’li yıllardı. O da bu çatışmalardan nasibini almıştı.
“Niçin ülkücü değilsin de tarafsızsın?” bahanesiyle 1977 yılında kendisini ormana kaçırıp feci şekilde döven ülkücü öğrenciler, “öldü” diye bırakıp kaçmışlar.
Zengin, hak aramak için nereye başvurduysa karşısına kendisini dövenlerin arkadaşları çıkmış. Şikâyetleri işe yaramamış.
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1984 yılında mezun oldu. Dört yıl Türkiye’de çalıştı.
1985’te ihtisas yapmak için Sağlık Bakanlığı’na başvuran Dr. Zengin, engellenmesini şöyle anlatıyor:
Bakanlık, Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde Ülkücü öğrencilerle yaşadığım olayı gerekçe göstererek ihtisas yapma hakkımı elimden aldı. Oysa o olayda dayak yiyen, dolayısıyla mağdur olan bendim. Anlaşılan o ki, Erzurum’daki ülkücü öğrenciler, bakanlıktaki arkadaşlarıyla dayanışma içine girmişler, beni mağdurken suçlu konumuna düşürmüşlerdi. Bunun üzerine yargıya başvurdum. Yargının karar vermesi uzayınca şansımı Almanya’da denemek istedim. Mahkeme benim lehime sonuçlandı ama ben o sırada Almanya’daydım ve hayatımdan memnundum, Türkiye’ye dönmedim.
1988 yılında Almanya‘ya göç eden Karlıovalı Fikret Zengin, Almanya’nın Duesseldorf ve Solingen şehrinde 20 yıl boyunca popüler bir psikiyatri ve psikoterapi mütehassısı olarak çalıştı.
Halk sağlığı alanında master yaptı. Ayrıca psikotravmatoloji, seksüel terapi, beslenme ve koruyucu tıp dalında eğitim aldı.
Almanya’da psikiyatristler ve psikoterapistlere eğitim verme yetkisine sahip oldu. Bu alanda çok sayıda insan yetiştiren Zengin, Almanya’da birçok mahkemede bilirkişi olarak çalıştı.
Özel muayenehanesi, ününü duyup şifa arayan hastalarla dolup taşan Dr. Zengin, buradaki çalışmalarının yanı sıra, koçluk ve danışmanlık, Almanya’nın en büyük sosyal güvenlik kurumunda doktorluk, mahkemelerde ise bilirkişilik yapıyordu.
İtibarı vardı ve iyi para kazanıyordu. Gelgelelim o, memleketi Bingöl’ün dağlarını özlüyordu. 2017 yılında memleket özlemi dayanılmaz hale gelince, dağlarıyla ünlü İsviçre’ye taşındı.
Dr. Zengin koçluk, danışmanlığın yanı sıra aynı zamanda yazardır da. İsviçre’de yayın yapan Haber Poium‘da çeşitli konularda yazılar yazıyor.
“Geleceğin Umudu Göç; Göçün nedenleri, göçün sosyolojik, psikolojik ve tıbbi etkileri ve sonuçları” ile “Kulak Çınlamasının Psikolojik yönü ve EMDR ile tedavisi” adlı iki eseri bulunuyor.
Aynı zamanda tutkulu bir çevreci ve doğasever olan Dr. Zengin şunları söylüyor:
Beni İsviçre’ye, Bingöl’deki dağlara olan özlemim çekti. Özlemimi Alplerle gidereceğimi düşündüm. 26 Eylül 2019 tarihinde Bingöl dağlarının tepesi olan Koğa’ya (zirve) gittim. Alp dağlarından getirdiğim taşları, Bingöl dağlarına bıraktım. Bingöl dağlarından getirdiğim taşları Alp dağlarına bıraktım. Bingöl dağlarını Alp dağlarıyla kardeş ilan ettim.
Doğduğum köye bir çeşme yaptırdım. Karlıova’yı ekonomik yönden kalkındırmak amacıyla “Dr. Zengin Organik Gıda” adını verdiğim bir firma kurdum. Bu firma üzerinden yöredeki hayvancılığı geliştirmeyi; köylülerin ürettikleri tarımsal ürünleri, yurt içi ve yurtdışı pazarlarda gerçek değerleri üzerinden pazarlamayı planlıyorum. İsviçre’den Karlıova’ya getireceğim bir uzman eliyle kaşar peyniri üretmek ve dağda bir restoran açmak istiyorum.
Geçtiğimiz mart ayında tarih söyleşileri kapsamında gittiğim Zürih şehrinde Dr. Zengin ile tanıştım.
Nezaket gösterip ziyaretime geldi. Hayatının nerede başlayıp nasıl devam ettiğini, niçin bu mesleği seçtiğini sordum. İşte yanıtı:
“1500’lü yıllarda Dersim’den başlamış yolculuğumuz. Bingöl’ün Adaklı ve Yedisu, Erzurum’un Hınıs, Muş’un Varto ilçelerinden sonra 1700’lü yıllarda Bingöl Karlıova’nın Tuzluca köyüne bağlı Mikail mezrasına yerleşmişiz. Konargöçer idik biz. Alevi inançlı Hormek aşiretine bağlıdır ailemiz. 1957 yılında Mikail mezrasında dünyaya gelmişim. 12 çocuklu bir ailenin evladıyım.
Kış mevsiminde kalabalık gruplar halinde dedemin evine misafir gelenler, Şevbuhurk denilen sözlü anlatım (mesel, hikâye, destan, kahramanlık olayları, deyişler gibi anlatımlarla gecenin eğlenceli geçmesi için düzenlenen geleneksel etkinlik) için kalırlardı.
Çocukların bu sohbetlere katılması uygun görülmüyordu. Ancak dedemin izin vermesi sayesinde ağabeyimle bu sohbetlere katılma ayrıcalığını elde etmiştik. Eğlendirici ve eğitici bir okul işlevi gören bu etkinliklerdeki sohbetlerden çok şey öğrendim.
Sadece Doğu toplumlarıyla sınırlı olmayan uzun kış gecelerinin sohbetleri dünyanın her yerinde görülebilir. Zaten bizler de ateşin etrafında toplanan ve hafızaları tıpkı etrafında toplandıkları ateş kadar parlak insanların sayesinde bugünlere gelmedik mi?
Üç yaşında annemi kaybetmiştim. Annesini kaybeden bir hastam bana, ‘Siz annesizliğin ne olduğunu, annemi kaybedişimi, annemin ölümünü anlayamazsınız’ dedi. Bunun üzerine ben de ‘Anneniz öldüğünde kaç yaşındaydınız’ diye sordum. 10 yaşında olduğunu ifade etti.
Tekrar karşılık verdim:
‘Oysa ben 10 yaşına kadar beş anne kaybettim. Annemden sonra nenem, nenemden sonra ablam, ablam evlendikten sonra diğer ablam, o da evlendikten sonra diğer nenem…’
Meslek seçiminde annemi çocuk yaşta kaybetmemin rolü büyüktür. Psikiyatriyi seçmemin ise birkaç nedeni var: İzmir’de derse gelen psikiyatri hocasının etkisi, psikiyatri okuyanların kendilerini daha iyi tanıyabileceğini düşünmem ve bir gün Avrupa’da psikiyatrist olacağıma dair kendime verdiğim söz.
İnsan sadece yabancısı olduğu coğrafyaların problemi değildir; tam tersine, doğup büyüdüğü coğrafyanın sancıları da birçok soruna nedendir. Coğrafyamı, doğduğum toprakları iyi tanırım. Özellikle kış mevsiminde yaşadığım/yaşadığımız sıkıntıları asla unutamam.
Üç yaşındaki kardeşimi yollar kar yağışından kapalı olduğundan köyün dışına dahi ulaştıramamıştık. Amcamın sırtında taşıdığı kardeşim, eve getirilmesinden kısa süre sonra hayatını kaybetti. Bu, coğrafyanın bizden aldıklarından başka ne olabilir ki!
İnsanın çocukluğu nerede geçiyorsa ciddi bir bağ kuruluyor orada. Bu bağ insana çok şey kattığı gibi birçok açıdan kişiye dayanma gücü veriyor.”
Dr. Zengin, resmi dil ve anadili ikileminden ötürü yaşadığı travmayı ise şöyle dile getiriyor:
Öğretmen evde anne-babamızla Kürtçe konuşmamızı yasakladığı gibi, sabah okula geldiğimizde ilk olarak dil kontrolü yapılırdı. Dilimizi çıkarırdık. Öğretmen kimin dil ucu çatallıysa o kişinin evde Kürtçe konuştuğunu söyler ve buna göre de öğrenciye ceza verirdi.
Bir çocuk anadilinden dolayı cezalandırılıyor! İnsan böyle bir şeyi nasıl unutabilir? En büyük travma bir çocuğun anadilinden koparılışıdır; hiçbir şey bu travmayı iyileştirmeye yetmez! Köyde okula gittiğim iki yıl boyunca bir nevi sağır ve dilsiz oyunu oynadık ve o yılları hiç unutamadım.
– Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da mesleki çalışmanızla ilgili bir ödül aldınız. Hangi başarınızdan ötürü hak ettiniz? Ödülü veren kurumun adı neydi? Bunun yol açtığı “akademi” veya benzeri bir sisteme dayalı projenizi Avrupa’daki meslektaşlarınızla birlikte gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz. Doğru mu?
İstanbul Çırağan Sarayı’nda “Best Of Europe Awards” (Avrupa’nın En İyisi) ödüllerini alanlar arasındaydım. İki dalda aldım: “SIMED Academy”nin kurucusu olarak Avrupa’nın En Başarılı Projesi ve “100 Soruyla: Süper Beyne nasıl sahip olunur?” ile Avrupa’nın en iyi yazarı sıfatıyla bu ödüle layık görüldüm.
SIMED Academy, şu alanları kapsamaktadır:
S=Sağlık, İ=İletişim, M=Motivasyon, E=Eğitim, D=Danışmanlık.
Bu konularda Avrupa’da (Almanya, Avusturya ve İsviçre) ve Türkiye’de hizmet veren bir sağlık kuruluşudur. Bu proje, Avrupa’nın en iyisi olarak değerlendirildi. SIMED Akademisi, Doktorlar, Psikologlar, Sosyologlar, Sosyal Hizmet Uzmanı, Nefes koçundan oluşan interdisiplin bir ekiple çalışıyor.
SIMED, kişilere ve kurumlara yukarıda sıralanan konuları sunarak kişilerin hastalanmamasını sağlamayı; gerçekleştirdiği programlarla sağlıklarını korumalarını ve kişilerin daha sağlıklı olmalarını temin etmeyi amaçlamaktadır. Bu süreçte hedeflerine ulaşmaları için kişilere yol gösterecek ve onlara bu yolda eşlik edecektir.
Biz bireyi bir bütün olarak görürüz. Kişilik gelişiminizi, ailenizle, çevrenizle, işinizle, alışkanlıklarınızla ve genetik risklerinizle birlikte değerlendiririz. Kurumumuz, onu oluşturan bireyleri ve bu bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerine ilaveten onların etkilerini de göz önünde bulundurarak inceler. Gereken değişikliklerin yapılması için yol yordam gösterir ve bu değişim sürecinde kendilerine eşlik eder. Sağlıklı, mutlu ve başarılı olma yolunda yanlarında durur.
İnsanların çoğu kendilerinin yarattığı korku ve hukuk sisteminin tutsaklarıdır. Biz bu tutsak sistemin kırılmasında size eşlik edeceğiz. Kişilerin sağlıklı, mutlu ve başarılı olmasında iyi iletişimin önemli bir rol oynadığı herkes tarafından bilinen bir olaydır. İyi iletişimin öğrenilmesinde sizlere yardımcı oluyoruz.
– Beynin geliştirilmesi konusunda kitap yazdınız. Beynin durağan değil dinamik olduğunu, gerekirse 100 yaşında bile beyni zinde tutmanın mümkün kılınacağını belirtiyorsunuz. Keza, beyin ve bedendeki hücreleri canlı tutmanın yönteminden bahsedip, ayrıntılı örnekler veriyorsunuz. Bu tezinizi farklı boyutlarıyla açıklayabilir misiniz?
İnsan beyni, 100 milyar nörondan oluşuyor. Beynimizde 100 milyar sinir hücresi var ve hepsi birbirine, bazıları ara istasyonlarla bağlı. Bir sinir hücresi, 10 bin hücreye kadar bağlantı kurarak inanılmaz derecede yoğun bir ağ oluşturur. Beyindeki sinir hücrelerin arasında oluşan ağların uzunluğu 100 bin km kadardır.
Oysa dünyanın çapı 40 bin kilometre olarak hesaplanmıştır. Yani dünya çapının 2,5 katı kadar uzunluktadır.
İnsan beynini hayvanlarınkinden ayıran en önemli fark, insanların düşünebilmesidir. İnsanlar her zaman yeni şeyleri düşünmeyi, keşfetmeyi ve icat etmeyi bilir. Bir diğer önemli husus ise öğrendiklerini ve deneyimlediklerini bir sonraki kuşağa aktarıyor olmasıdır.
Ayrıca, beyne yeterli ve yerinde emir verildiğinde, beyin onun gereğini yaparak kişiye çözüm önerisi sunar. Burada önemli olan, beynin sunduğu çözümü o kişinin algılaması ve uygulamasıdır. Tabii bunu yaparken de doğru soruları sormamız gerekir. Bilmelisiniz ki doğru soruya, doğru yanıt verilir. Buna “süper beyin” deniliyor.
Herkes süper beyne sahip olabilir. Önemli olan onun gereğini yapmaktır. Sayısız sinir hücreleri, fikirlerin, düşüncelerin, öğrenilen, hissedilen ama aynı zamanda otomatizmalara, anılara kadar hareket dizileri, düşünceleriniz, kişiliğiniz, istekleriniz, hedefleriniz ve hayallerinizin yanı sıra otomatik tepkileriniz, dürtüleriniz ve alışkanlıklarınız için de çeşitlilik sağlamaktadır.
Bu ağ statik değil, bir ömür boyu değişen dinamik bir ağdır. Sinir hücrelerinin gerçekte kullandığı prensip şudur: Aynı zamanda aktif olan sinirler bağlantılarını güçlendirir. Böylece bir bağlantıyı, bir ilişkiyi korur. Bu şekilde düzenli olarak kullandığımız bağlantılar güçlendirilir. Kullanmadığımız bağlantılar ise ortadan kaldırılır.
Herhangi bir aktivite olmadığında, oluşan ve katılaşan sinir hücresi bağlantıları geri çekilir. Sinir hücresi bağlantılarının bozulması zamana veya yaşlanmaya değil, eylemsizliğe bağlıdır. Paylaşılan aktivite, sinir hücrelerinin kendilerine ve bağlantılarına gerçekten ihtiyaç duyulduğunu öğrenmenin tek yoludur.
Aktivite, sinir hücrelerinin ve bağlantılarının korunup korunmadığına karar veren faktördür. Gelişme potansiyelimizi korumak için onu kullanmalıyız. Çünkü beyindeki temel prensip, ‘kullanılmayan şeyi kaybedersin’ düşüncesidir.
– Beyni genç ve diri tutmanın birkaç altın kuralı varmış. Nedir bunlar?
Evet, birkaç örnek verebilirim:
- Her zaman geçmişten gelen travmatik deneyimleri yenilemeyin. Bununla çok uğraşmamak gerekir. Size travmatik acı çektirenleri, hiçbir şey beklemeden affedin.
- Bağışıklık sisteminizi güçlendirin.
- Egzersiz yapın (fiziksel ve zihinsel).
- Depresyon, anksiyete (endişe, kaygı), sinirlilik ve bağımlılık yapıcı davranış gibi psikolojik rahatsızlıklarınızı tedavi ettirin.
- Her gün yeni bir şeyler öğrenin: Okuyun. Müzik, sanat, toplumdaki yeni gelişmelere açık olun. Yabancı kültürler ve dillerle ilgilenin.
- Beyninize, güçlü bir hafıza için ihtiyaç duyduğu molekülleri sağlayın. Bunlar arasında asetilkolin, GABA, serotonin, noradrenalin, adrenalin, dopamin, hormonlar, vitaminler ve mineraller bulunur.
Yaşam sevinci ve yaşam anlamını bulmak için:
- Stresi azaltın ve stresle nasıl daha iyi başa çıkabileceğinizi öğrenin.
- Rahatlama ve gevşeme egzersizlerini öğrenin ve düzenli yapın. Meditasyon yapın.
- İyi bir uykuya sahip olun.
- Toksinlerden (zehirlerden-alkol, sigara, bağımlılık yapanlar ile diğer zehirli maddeler) uzak durun.
– Beyin ile yaşanılan çevre, ortam, mekân ve zaman arasında nasıl bir etkileşim vardır?
İnsanlar doğmadan önce, embriyonal (anne karnında) dönemde, beyinde çok miktarda sinir hücresi üretilir ve birbiriyle bağ kurmak için hazır halde durur. Çocuğun beyni, yeni olayları öğrenmeye hazırdır.
Aynı zamanda yeni doğan bebek, yaşamını sürdürmek için başkasının yardımına, sosyal ve duygusal olarak ihtiyaç duyar. Uyarılarla hazır duran sinirler uyarılır ve sinir hücreler arası ağ oluşturarak, beynin yeni bir forma girmesini sağlar. Bu durumu bize gerekli olan olaylarda kullanırız.
Gerekli olan sinir hücrelerini kullanmadığımızda hücreler arasındaki ağ kaybolur. Bunu şöyle düşünebiliriz:
Örneğin, ülkenin Ege, İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde yeni eko-sistem kurulacak. Bu bölgelere aynı bitki tohumları serpilir. Belirli bir süre sonra her bölgede iyi gelişen bitkilerin farklı olduğu tespit edilir. Her bölgenin kendine has bitkileri farklı gelişir. Beynin gelişmesi de böyledir: Kişinin büyüdüğü ve geliştiği ortama bağlıdır.
Her çocuğun kendisine has bir vücut yapısı vardır. Doğumdan önce hazır olan “sinir ağları” vücuttan gelen uyarılarla aktif hale gelir. Aktif hale gelen uyaranlar beyne ulaşır ve beynin yönlendirmesiyle vücudun organlarına iner. Böylelikle kişinin kendine has beyni oluşur. Sonrasında kişinin deneyimleriyle, yetiştiği ortam, aldığı eğitim, öğretileri kişilik kazanmasını sağlar.
Doğal olarak hepimiz birbirimizden farklıyız ve farklı yeteneklerimiz var. Bu farklılık, aynı zamanda bir zenginliktir de. Bu durum olmazsa birbirimizden bir şey öğrenemezdik. Dolayısıyla insan beyni kendisini organize etme ve belli bir forma sokma özelliğine sahiptir. Bu özellik ölüme kadar devam eder.
Gelişen beyin, beynin içyapısına ve çalışma şekline uyum gösterir. Sinirsel devrelerle ve ilişkide olduğu sinapslarla temas halindedir. Sözünü ettiğimiz gibi vücuttan gelen uyarılar beyne gelir ve oradan vücudun organlarına gider. Böylece beyindeki uyarıları kontrol eden merkez oluşmuş olur.
Daha sonra duyular (görme, duyma, koklama, dokunma algılayan) korteks oluşur. Bu duyular algılarla birlikte gereken cevabı verir. Buna bağlı olarak da sinir bağlantıları oluşur. Sinirlerin ve sinir hücrelerinin sık sık uyarılması beyinde iyice oturur duruma gelir. İnsanda her duyu için bir iç tablo (resim) oluşur.
İnsan olarak meraklı ve hevesliyiz; başkalarında da merak ve heves uyandıran varlıklarız. İnsan beyni diğer hayvanlardan çok farklı olduğu için, insanlar Ay’a gidebildiler. Kültür, sanat ve müzikte büyük ilerlemeler gerçekleştirdiler. Buna rağmen insan beyninin sınırını ve beceri yeteneğini tam olarak bilmiyoruz.
Sevgi, değer, merak, heves ve tecrübe ile elde edilen beceriler insan beyninin gelişmesini pozitif olarak etkiler. Bu sözü hatırlatmak isterim: “Çocuk sevgiyle büyür ve gelişir.” Bu, beyin için de geçerlidir. Buna merak, heves, deneyimler ve becerileri de eklemek gerekir.
– Tanrılaşma iddiasındaki insanoğlu, beynin sınırlarını niçin zorluyor?
İnsanoğlu hep yeni şeyleri keşfetmeyi ve öğrenmeyi ister. Bunu da ancak beynin bugünkü performasyonunu ve sınırını zorlayarak sağlar.
En dahi kişiler bile, bugün ancak beynin yüzde 40 ile yüzde 50’sini yani yarısını kullanabiliyorlar. Daha çok yeni şeyler öğreneceğiz. Öğrenmenin hazzını tadan kişi durmaz ve sürekli öğrenmek ister.
– “Hayat sadece oyundan ibaret değildir” derken, neyi kastediyorsunuz? Çok yönlü ve çok boyutlu faaliyetleri mi?
Hayat sadece oyundan ibaret değildir sözünden kastım, kişinin sadece nefes alıp vermesi değildir.
Kişi ne üretiyor? İnsanlık tarihine ve insan yaşamına ne katıyor? İnsan, yaşamının anlamı nedir? İnsanların yaşamına dokunuyor mu? Kendi iç dünyasıyla ve dış dünyasıyla barışık mı? Kendisini yaşıyor mu? Bu sorulara evet diyebiliyorsa, gerçekten hayat onun için sadece oyundan ibaret değildir.
– Anladığım kadarıyla nöroplastisite beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneği için kullanılan bir kavram. Bunu birkaç cümleyle sadeleştirip izah etmeniz mümkün mü? Keza nöroplastisitenin haz, aşk, heyecan, neşe-hüzün, mutluluk-mutsuzluk, öfke kontrolü, cinsellik (seksüel plastisite konusu), doğum ve emzirme sırasında anne-çocuk duygusu, kadın-erkek etkileşimi konusundaki rolü/işlevi nedir?
Nöroplastisite nedir? Açıklamak isterim. Nöro sözcüğü, “nöronları” yani beyindeki ve sinir sistemindeki sinir hücrelerini ifade eder. Plastisite ise “değiştirilebilir, şekillendirilebilir, dönüştürebilir” anlamdadır. Bu nöronlar (sinir hücreleri) arasındaki yeni bağlantılarla oluşur.
Eskiden beynin değişemeyeceği inancı vardı. Buna göre beyin, kendi yapısını hiçbir zaman değiştiremezdi; beynin bir bölümünün zarar görmesi durumunda işlevini sürdürmesinin yeni bir yolunu bulmak zordu.
Bu düşünceye bakılırsa, beyinsel veya zihinsel hastalıklarla doğan biri ömür boyu bu kısıtlılık veya hasarlarla yaşamak zorundaydı. Beynin değişmeyen ve sabit bir şey olduğu varsayıldığından, beyinle ilintili olan hastalığın da değişmeyeceği yolundaki görüş yaygındı.
Nöroplastisite, nöronların anatomik ve fonksiyonel olarak yenilenmesini ve yeni sinaptik bağlantıların kurulmasını sağlar. Beyin plastisitesi veya nöroplastisite beynin kendini yenileme ve yeniden yapılandırma yeteneğidir.
Sinir sisteminin bu uyarlanabilir potansiyeli, beynin bir bozukluk veya yaralanma sonrası iyileşmesini ve patolojiler nedeniyle değiştirilen yapıların etkilerini azaltmasını sağlar. Bunlar; multipl skleroz, parkinson, bilişsel düşüş, Alzheimer, disleksi (kişinin okuma ve yazma ile ilgili fonksiyonlarının olumsuz yönde etkilendiği bir rahatsızlık), DEHB, uykusuzluk ve benzerleridir.
Beyin, yapılan egzersizlerle (training) kendi yapısını ve fonksiyonlarını değiştirebiliyor. Yani beyin, düşünce ve aktivite yoluyla kendi yapısını ve işlevini değiştirme gücüne sahiptir. Bu tez, çeşitli alanlarda ispatlanmıştır.
Nöroplasitisite beşikten mezara kadar var olan bir olaydır. Yaşlılıkta bile bilişsel işlevlerimizde (öğrenme, düşünme, algılama ve hatırlama biçimimizde) radikal gelişmeler olabilir. Doğru koşullarda yeni beceri elde etmeye çalışmak, beyin haritalarındaki sinir hücreleri arasında bulunan yüz milyonlarca bağlantının değişmesini sağlar.
Bilim insanlarına göre serebral korteks ( Beyin zarı, gri madde olarak da adlandırılan, beyinde bulunan bir örtü), eldeki her bir göreve uyum sağlayacak şekilde işlem kapasitesini titizlikle yeniler. Beyin yalnızca öğrenmez, daima “nasıl öğrenileceğini” de öğrenir.
Bilim insanı Merzenich, “Beyin, içine bir şeyler doldurduğumuz cansız bir kap değildir” görüşündedir. Aksine; damak zevki olan, düzgün beslenme ve egzersizle büyüyebilecek, üstelik kendini değiştirebilecek canlı bir varlık gibidir beyin.
Nöroplastisite bireysel yaşam deneyimlerimize bağlı olarak öyle eşsiz gelişmemizi sağlıyor ki; dünyayı başkalarının gördüğü gibi görmemiz, başkalarıyla aynı şeyleri istememiz ya da işbirliği yapmamız genellikle zor oluyor. Ancak soyumuzu başarılı bir şekilde devam ettirmemiz için işbirliği de gerekiyor. Bunu sağlayan nöroplastisitedir.
Nöroplastisitenin artış gösterdiği bir dönemde oksitosinin fazla salgılanması olur. Bu da insanların birbirine uyum sağlama, birbirlerinin niyetlerini ve algılarını şekillendirme kabiliyetini artırır. Beyin temelde, sosyalleşme organıdır. Beynini iyi kullanan kişiler, aşırı bireyselleşme, aşırı bencil ve benmerkezci olma eğiliminden uzaklaşırlar.
Yukarda yazdığım gibi, nöroplastisite sinir hücreleri değiştirilebilir, şekillendirilebilir ve dönüştürebilir anlamında kullanılır.
İnsanların cinsellik, heyecan ve tatmin hissettiği yerler kişiden kişiye göre değişir. İnsanlar, genellikle belirli bir tipi çekici ya da tahrik edici bulduklarını söylerler. Burada insanların kişilikleri, kültürel yapıları, yaşadığı deneyimler ve fanteziler büyük rol oynar. Elde ettikleri deneyimlerle çekici buldukları tipler zamanla değişebilir.
İnsan libidosu kalıplaşmış, değişmez bir biyolojik dürtü değildir; aksine, değişkendir. Libido kişinin psikolojik durumu ve partneriyle gerçekleştirdiği deneyimlerle değişebilir. Aynı zamanda libido çok seçici de olabilir.
Seksüel plastisite konusu çok derindir. Örneğin çok sayıda farklı partnere sahip olmuş her yeni partner, uyum sağlamayı öğrenmiş kişilerde en üst düzeyde nöroplastite gösterir. İyi bir cinsel yaşama sahip, yıllardır evli olan çiftler için gerekli olan plastisite buna bir örnektir.
Burada iki örnek veriliyor: Biri sık sık partner değişimini yapan, diğeri ise hiç partner değiştirmeyen. Bu iki olayı sağlayan nöroplastisitedir. Yani uyumu nöroplastisite sağlıyor. Bu çiftler nöroplastisite ile altmışlarına geldiklerinde, tanıştıkları yirmi yaşlarındaki hallerinden çok daha farklı görünürler. Ancak libidoları birbiriyle uyumlu olduğu için birbirlerine olan bağlılıkları devam eder.
Bir diğer örnek de fetişist davranışlardır. Mesela kadın giysisi, bir erkeği kadının kendisinden daha fazla heyecanlandırabilir. Ayrıca ilişkilerdeki partnerlerin aldığı roller de kişiye haz verebilir. Örneğin sadizm, mazoşizm, voyeurismus (röntgencilik) ve teşhircilikte olduğu gibi.
Cinsellik bir içgüdü olarak kabul edilir ve içgüdünün de geleneksel olarak bir türe özgü, bireyde çok fazla değişiklik göstermeyen, kalıtsal bir davranış şekli olarak kabul edilir. Cinsel hazda ise, insanların birbirinden farklı hazları vardır ve bu hazza ulaşmak için farklı davranırlar.
İçgüdüler genellikle değişime karşı bir direnç gösterir; objeye (nesneye) ulaşmak gibi net, sabit bir amacı vardır. Cinsel içgüdünün insanlardaki ana gayesi, hayvanlardan farklı olarak, üreme amacından sıyrılarak hayret verici ölçüde çeşitlik göstermesidir. Bu da nöroplastisite sayesinde olmuştur. Yani beyinin değişimi ve yeniden şekillenmesiyle olmuştur.
İnsanlardaki tüm içgüdüleri hipotalamus adlı beyin yapısı kontrol eder. Amigdala duyguları işler ve kontrol eder. (Yani içgüdüleri hipotalamus, duyguları amigdala kontrol eder.) Bu yapıdaki beyin korteks dediğimiz yapı gibi plastisite yapısına sahiptir.
Nöroplastisite beynin tüm alanlarında, omurilikte ve periferik (çevresel) sinir sisteminde vardır. Yapılan deneylerin sonucunda bir beyin sistemi değişirse, ona bağlı diğer sistemler de değişir.
– Uyuşturucu bağımlıları ile bu tür maddeleri kullanmayanlarda nöroplasitite nasıl bir işlev görüyor?
İnsanlar yalnızca uyuşturucuya veya alkole karşı bağımlılık geliştirmezler. Bunun yanında kumara, çeşitli oyunlara, sekse ve hatta spora karşı bağımlılık geliştirebilirler. Tüm bağımlılıklar aktivitenin kontrolünün yitirdiğini gösterir. Kötü sonuçlarını bildikleri halde dürtüsel olarak yapılır, tatmin olmak için gitgide daha fazla uyarıcıya ihtiyaç duyulacak şekilde tolerans geliştirilir. Bağımlı olunan aktivite yapılamazsa, bağımlılıktan kurtulma sürecine girer.
Tüm bağımlılıklar beyinde uzun vadeli bazen de ömürlük nöroplastik değişikliklere yol açar. Tüm bağımlı olaylarda beyne haz veren dopamin nörotransmitterini daha aktif hale getirir. Kokain alımı da dopamin nörotransmitterinin fazla salgılanmasını sağlar.
Dopamin, ödül nörotransmitter olarak da adlandırılır. Başarı elde edilince beynimiz dopamin salgılar. Bu dopamin salgılanmasından dolayı enerji artışı, heyecan verici bir memnuniyet ve özgüven artışı meydana gelir. Dopamin sistemimizi ele geçiren bağımlılık yapan maddeler, uğraşmamıza gerek kalmadan haz almamızı sağlar. Aynı zamanda dopamin de plastik değişime dahil olur.
Dopamin artışı; heyecanlanmamıza yol açtığı gibi hedefimizi gerçekleştirmeye yönlendiren davranışlarımızdan sorumlu olan nöral bağlantıları da güçlendirir. Dopamin salınımı, her iki cinsin de cinsel dürtüsünü artırır, orgazma ulaşmalarını sağlar ve beynin haz merkezlerini aktive eder. Pornografi de haz merkezini uyarır ve dopamin salgılanmasına sebep olur.
Bağımlılık yapan bir uyuşturucunun tek bir dozu delta “FosB” olarak adlandırılan bir protein üretir. Uyuşturucu madde her kullanıldığında daha fazla delta “FosB” birikir. Bu durum, genlerin açılmasını veya kapanmasını etkileyecek bir genetik anahtar oluşuna kadar devam eder.
Bu uyuşturucu maddenin kullanımı kesildikten çok sonra bile etkisi devam eden değişikliklere neden olur; böylece dopamin sisteminde geri dönüşü olmayan bir hasara yol açar. Spor yapmak ve şekerli içecekler tüketmek gibi uyuşturucu madde içermeyen bağımlılıklar da delta “FosB” birikimine yol açarak dopamin sisteminde kalıcı değişiklikler gerçekleştirir.
Bilindiği gibi, arzulamak ve hoşlanmak iki farklı kavramdır. Bağımlı şiddetli bir arzu hisseder, çünkü plastik beyin uyuşturucuya ya da deneyime duyarlı hale gelmiştir. Duyarlılık, toleranstan farklıdır.
Tolerans geliştikçe bağımlı, bir maddeye ya da hoş etkisi için deneyime daha fazla ihtiyaç duyar. Ama duyarlılık geliştikçe bağımlı, maddeye karşı şiddetli arzu hissetmek için gitgide maddeye daha az gereksinim duyar. Dolayısıyla duyarlılık, hoşlanma hissi olmadan daha fazla istemeye neden olur. Bu durumda delta FosB duyarlılığa sebep olur.
İnsan beyninde heyecan verici ve tatmin edici iki haz sistemi vardır: Biri heyecan hazzı seks, diğeri ise iyi bir yemek gibi arzuladığımız bir şeyi düşlediğimizde hissettiğimiz “iştah açıcı” hazla ilgilidir.
Nörokimyası büyük oranda dopaminle bağlantılıdır ve gerginlik seviyemizi artırır. İkinci haz sistemi ise tatmin ya da tüketmek hazzıyla ilgilidir ki bu durumda gerçekten seks yapıldıktan ya da düşlenen yemek yenildikten sonra huzur verici ve doyurucu bir tatmin hissedilir. Buradaki nörotransmitter endorfin fazla salgılanır. Aşırı mutluluk hali (öfori) verir.
Röportajımızın devamını ikinci bölümde okuyabilirsiniz.
© The Independentturkis